Quantcast
Aşık Edebiyatı Gelenekleri İçinde Tokatlı Aşıkların Yeri ve Önemi – Belgesel Tarih

Mehmet YARDIMCI
Mehmet  YARDIMCI
Aşık Edebiyatı Gelenekleri İçinde Tokatlı Aşıkların Yeri ve Önemi
  • 02 Mart 2019 Cumartesi
  • +
  • -
  • Yrd. Doç. Dr. Mehmet YARDIMCI /

Loading

Edebiyatımızın gerek eserleri, gerekse temsilcileri yönünden kesintisiz, bugüne kadar uzanan en geniş ve en güçlü bölümünü hiç şüphesiz âşık edebiyatı oluşturmaktadır. Âşıklar bulundukları toplumların sözcüleridir.

Halkımız Orta Asya bozkır kültürünü yaşarken dini ayinlerin yöneticisi olan  Kam, baksı ve Şamanlar yeri geldiğinde doğadan topladıkları otlarla ilaç yapıp hekimlik görevini sürdüren, yeri geldiğinde şölenleri ve dini ayinleri yöneten, beyin en yakınındaki kişiler iken, zamanla toplumsal statülerin farklılaşması, iş bölümünün gelişmesi gibi etmenlerle  İlaç yapan ve hekimlik görevini üstlenen kişilerin çoğalması, Şamanın özellikle din adamlığı görevini üstlenmesi ve şairlik mesleğini ikinci planda tutması sonucu, saz şairlerinin prototipi atası  dediğimiz ozan tipi ortaya çıkmıştır.

Şiiri müzikle birlikte sunan ozan, elinde kopuzu ile gezici bir tiptir ve dini bir görevi  yoktur.  Anadolu’ya gelindiğinde ozan âşık kimliğine bürünmüş, elindeki kopuzu da saza dönüşmüştür.

Anadolu’da 16. Yüzyıl başlarından günümüze kadar süre gelen ve her şeyi ile bize özgü olan âşık edebiyatının belli kuralları, töreleri bulunmaktadır. Zaten bu edebiyatı canlı kılıp varlığını korumasını sağlayan da bu kuralları ve icra töresidir.

Âşıklık gelenekleri; Saz çalma,  Mahlâs alma,  Usta – Çırak geleneği,  Bade içme,  Âşık karşılaşmaları, Leb-değmez, Muamma, Dedim – Dedi tarzı söyleyiş, Tarih bildirme, Nazire Söyleme biçiminde sıralanır. Âşıklar hepsini uygulamak zorunda değildir.

Âşıklık geleneği kolay gibi görünse de icrası zordur.

Âşıklık geleneklerinin ilki saz çalma olarak görülür. Anadolu halkı, sazsız âşığı kulpsuz testiye benzetir.

Yaşamımızın her aşamasında görülen, Anadolu’nun binlerce yıllık sesi olan saz, halk müziğimizin kök hücresi, âşıklık geleneğinin kültürel hafızası, kültürümüzün parmak izi olup, özgün motifiyle en önemli kültürel değerlerimiz arasındadır.

Türk insanı sevincini, hüznünü, acısını sürekli sazla dillendirmiştir.

Anadolu Türk kültüründe bağlama, “telli kur’an” denilecek kadar kutsal sayılmaktadır.

Bağlama Türk kültürünün ozanlık geleneği içinde kopuzun devamıdır.

Zaman içinde kopuz yerini saza bırakmıştır.

         “Götürüp mihr-i felek bezm-i cihandan kopusu
Başladı çalmağa şeştar yine halk-ı âlem”   

deyişi kopuz sözcüğünün bırakılıp bağlama benzeri telli saza geçişin belgesi gibidir.

Dünyada hâsılı varım Ceyhunî
                        Elimde bir çubuk bir de saz kaldı[1]

deyen Ceyhunî’nin;

Feryad-ı figanım ah-ı zar oldu
                        Saz oldu vücudum tel ne ilazım[2]

deyen Zefil Necmi’nin;

Ey âşık pîrine sıtk ile sarıl
                        Telli kitap olan sazın var mıdır

deyen Nevruz Bacı’nın sözleri sazın Tokat yöresi âşık edebiyatındaki önemini ve insan yaşamıyla ne denli kaynaştığını vurgulayan önemli söylemlerdir. Âşıklara saz şairi denmesi de bundandır.

Tokat Âşıklar açısından çok şanslı ve zengindir çünkü Anadolu’da yedi ulu ozandan biri sayılan Kul Himmet Tokatlıdır.

Özü İslamiyet ve binlerce yıllık Türk kültürü ile yoğrulmuş olan bir edebiyat anlayışı geleneğinden gelen Kul Himmet’in her şiiri insan sinesine dokunmadan, onu dost bağına götürmeden amacına ulaşmaz.

Onun şiirleri, özünü-sözünü, binlerce yıllık Türk töresi ve geleneğinden alıp sürdüren milyonlarca yüreğin sesidir.

Dünya ile bir pazarlık eyledim
Ne virane ne hadrane ne kuldur
Seyranımda bir dükkâna uğradım
Ne çarşıdır ne bedesten ne haldir

Gibi dizelerinde de dünyanın güvenilir bir yer olmadığı üzerine toplumsal eleştiride bulunmuştur.

16.Yüzyılda Anadolu kültürünün vazgeçilmez unsuru olan saz eşliğinde nefesleri, deyişleri ve semahlarıyla Tokat kültür yapısına damga vurup yörenin âşıklar otağı olmasına katkı koymuştur.

Kul Himmet’in şiirleri mistik bir temele dayanır. Ölmeden önce ölme, yani yaşarken nefsi öldürme düşüncesi sıklıkla işlenir. Ölüm Hakk’a teslim olmak, Hakk’a yürümektir. “Her ne ararsan kendinde ara” düşüncesi egemendir. Hoşgörü dışa vurulan bir görünüş değil, yüreğin derinliklerinden gelen bir onaylama biçimidir. Âşıktaki bu tavır Tokat halkının ruh halinin genel yansımasıdır.

Tokat’ta Âşık Edebiyatının başlangıcı Anadolu Âşık Edebiyatının başlangıcı ile denktir. Bu durum Anadolu Âşık Edebiyatındaki yeri ve öneminin sağlam bir kayıtıdır.

Tokatlı âşıklardan Kul Himmet’ten sonra bilinen en önemli âşıklardan biri 1712-1789 yılları arasında Zile’nin Çayır köyünde yaşamış Âşık Kul Yusuf’tur. Kul Yusuf;

Kalktı göç eyledi gönül kervanı
Göçtün gönül var inile bir zaman
Ayrılıkla geçti ömrüm devranı
Düştün gönül var inile bir zaman

gibi özgün ve rahat söyleyişlerle sazına ses vermiştir.

Âşık edebiyatında geleneğe bağlılığın en önemli unsurlarından biri usta çırak ilişkisidir.

Usta âşık saza ve söze yeteneği olan bir genci belli kurallar doğrultusunda seçer, ondaki saz ve söz yeteneğini dener, uygun görürse çırak edinir, mesleğin inceliklerini öğretip yanında gezdirir, bulunduğu saz ve söz meclislerine onu da sokar.

Uzun yıllar ustasına hizmet eden genç âşık, olgunlaşınca ustasının izni ile çalıp söylemeye, kendisine uygun görülen bir mahlasla kendi sanatını icra etmeye çalışır.

Zamanla bu gelenek zinciri içinde aynı tarzda söyleyen bir âşık grubu oluşur.

İşte usta-çırak geleneği içinde, birbiri ardınca yetişen âşıklar tarafından odak hüviyetindeki usta âşığa bağlılık duyarak, ona ait üslûp, dil, ayak, ezgi, konu ve anıları devam ettiren gruba âşık kolu denir.

Tokat bu konuda en şanslı bölgelerden biridir.

Âşık edebiyatının Emrah Kolu, Talibî Kolu ve Kemteri Kolu bu yörede oluşmuş önemli âşık kollarındandır.

Âşıklıkta yol vardır, erkân vardır.  Bu gelenektir.  Gelenek içinde yetişen usta âşıklar bu yola baş koymuş genç âşıkları yanlarına alarak yetiştirirler. Emrah, ustası Erbabî’den aldığı saz, söz ve belagattaki feyzini Anadolu’yu adım adım dolaşarak geliştirmiş, adına Emrah kolu denen âşık kolu oluşturmuştur.

Tokat’ta Nurî’yi ve Gedaî’yi kendisine çırak edinmiş, Usta çırak geleneği içinde onları yetiştirmiştir.

Bu geleneği yaşatırken de Niksar’a yerleşmiş ve Niksar’ı mesken edinmiştir.

Âşık edebiyatının yaşatılmasında da âşık kollarının önemi çok büyüktür.
Tokat yöresinde oluşan diğer iki kol da Talibî Kulu ve Kemterî Kolu’dur.

Tokat deyince akla ilk gelen âşık Emrah’ın en önemli çırağı Tokatlı Nurî olmasına karşın ne hikmetse Tokatlıların üzerinde durmadıkları kent merkezli en önemli âşık  Nurî’dir.

Tokatlı Nurî, 19. yüzyıla damgasını vuran birkaç âşıktan biridir.

Erzurumlu Emrah koluna mensup olan Nuri,  başta oğlu Arif (Mururî) olmak üzere Ceyhunî,  Tıflî, Enverî  ve Gayretî’yi  yetiştirmiştir.

Âşıklık geleneklerini en iyi uygulayanlardan biri olan Nurî, mahlasını Emrahtan almıştır.

Emrah vefat ederken Tokatlı Nuri’ye sazını ve sözünü, diğer çırağı Tokatlı Gedaî’ye ise kalem ve hafıza-ı kuvvetini bırakmıştır[3]  denmektedir.

Tokatlı Nurî hakkında Çankırı’da Çankırılı Ahmet Talat Onay 1933’te bir kitap hazırlamışken ondan haberi olmadan 1936 yılında M. Zeki Oral Ankara’da Tokatlı Âşık Nurî[4] adlı bir kitap yayımlamıştır.

Ortak şiirlerin yanında her iki kitapta farklı şiirler de yer almaktadır.

Sadece,  (Benim danışmanlığımda)  İ. Seçkin Aydın,  Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesinde Tokatlı Nurî’de Gelenek ve Halk Eğitimi Unsurları adlı bir yüksek lisans tezi yapmış ve iki kitaptaki şiirleri bir araya getirmiştir. Fakat halen çeşitli cönk ve kaynaklarda Tokatlı Nurî’nin şiirleri mevcuttur.

Âşık Nuri, Tokat’ın Kızılca mahallesinde 1820’de doğmuştur. Asıl adı Mahmut’tur. Gençliğinde saz çalmaya başlamış, Tokat’a gelen Erzurumlu Emrah’ın:

                        Emrah sana ilham ile mahlas dedi Nurî
                        Nurî gibi isminle müsemmâ olacaksın

deyişinde işaret edildiği gibi Nuri mahlasını Emrah’tan almıştır. 1882’de Samsun’da vefat etmiş, Şeyh Kutbettin türbesi yakınına gömülmüştür.

Tokatlı Nurî’ye kimileri ümmi diyerek yanılgıya düşmekteler.

Dil-rüba hüsnün gibi bir yahşi suret kimde var
Bu taravet böyle yüz böyle letafet kimde var

biçimindeki deyişleri ümmi bir kimsenin söyleyebilmesi mümkün değildir.

Âşık Nuri, Tokatlı olmakla beraber en fazla ilgi ve itibarı Çankırı’da görmüş bir âşıktır.  Zamanında birçok Çankırılı gencin şiire ve saza ilgi duymasına vesile olmuştur.

Nasıl Gedaî İstanbul Beşiktaş’a mal edilmeye çalışıldı ise bazı art niyetli kişilerce de Tokatlı Nuri Çankırı’ya mal edilmeye çalışılmaktadır.

Bunun önüne geçmek için Tokat Valiliği, Belediye Başkanlığı ve Üniversite elde bulunan iki kitap ve kitaplara girmemiş şiirlerini bir araya getirip bir kitap yayımlamalı,  kitabın tanıtımını da iyi yapmalıdır.

Tokat’ın yetiştirdiği çok önemli bir âşık da Tokatlı Gedaî’dir.

Halk şairlerimizin ters bir kaderi vardır. Âşıklar alçak gönüllü kişiler olduklarından şiirlerinde çoğu kez memleketlerini, açık künyelerini, yaşadıkları yılları belirtmezler. Sadece tabşırma ile yetinirler. Mahlasları dışında ad bulma olanağı çoğunlukla yoktur.

Halk şairlerinin şiirlerinde çoğunlukla yaşadığı yöreleri belirleyen izlerin bulunmayışı, bazı halk şairlerinin memleketlerinin karıştırılmasına neden olmuş; örneğin, Çorumlu Deli Boran güneyli sanılmış, Tokatlı Gedai de Beşiktaşlı sanılarak edebiyat dünyasına Beşiktaşlı Gedai olarak tanıtılmıştır.

Sadettin Nüzhet Ergun ise 1933 yılında Beşiktaşlı Gedai adlı bir kitap yayımlayarak Tokatlı Gedai’nin İstanbul’a mal edilmesine neden olmuştur.

Ne zaman ki, Muhtar Yahya Dağlı Gedai’nin manevi oğlu Dr. Rıza Bey’le tanışıp, Gedai’nin defterlerini elde edip, Dr. Rıza Bey’den hayatı hakkında gerçek bilgileri öğrenip Tokatlı olduğunu anlayınca durum değişmiş ve Dr. Ali Rıza Bey’den aldığı bilgilere dayanarak Tokat’a gidip araştırmalar yapmış; 1943’te de Tokatlı Gedai adlı bir eser yayımlamıştır.

Ne yazık ki hâlâ bu yanılgı tam düzelmiş değildir. Kimileri yine Tokatlı Gedaî’yi Beşiktaşlı Gedaî olarak göstermektedir.

Bu konuda da Tokat Valiliği, Tokat Belediye Başkanlığı ve Üniversiteye büyük görev düşmekte;  Erzurum’da yapılan Erzurum Kitaplığı dizisi,  Malatya’da yapılan Malatya Kitaplığı dizisi gibi Tokat Kitaplığı dizisi ihdas edilip işe Tokatlı Nurî ve Tokatlı Geaî’nin şiirlerinin yayımı ile başlanmalıdır.

Emrah kulundan sonra bu yürede oluşan önemli bir âşık kolu da Talibî koludur.

Talibî Kolu (Zile Yöresi)
Zilelî Talibî:  Zileli Fedaî,   Ali,   Seferoğlu,   Esat,  Raşit Seferoğlu: Hatun
Zileli Fedaî: Kâmilî,  Fanî,
Kâmilî: Sezaî
Fanî: Arifî   
Arifî: Remzî, Lütfî
Ali: İsmail
İsmail: Kâmil, Rifat

olarak şemalaştırılabilir.

Tokat yöresinin en eski âşıklarından biri olan Talibî’yi dil ve üslup açısından incelediğimizde,  18 ve 19. yüzyıl iç Anadolu ağız özelliklerine tam sahip olduğu, kese, medet, sin, kolçak, dem, eyyam, seğirtmek, kile, kardak, yetmek, mitil, gibi Tokat-Zile halk ağzında yaygın olarak kullanılan sözcüklerin yoğunluğu görülmektedir.

Talibî’nin bütün çıraklarının da eğitimli olduğu bilinmekte ya da sezilmektedir. Örneğin, Sezaî, iyi bir medrese eğitimi almıştır.  Mezar taşında:

Ben garip başım garip
Sılada eşim garip
Ölsem mezara girsem
Mezarda taşım garip

biçiminde arı, duru, temiz bir Türkçe ile bir dörtlüğü bulunan Talibî’nin baskın özelliği çok iyi saz çalması, şiirlerinde öğüt ağırlıklı etkin söylemlerin ön planda olmasıdır. Bu durum çıraklarının da ana özelliklerindendir.

Talibî dünyada bahtı siyahım
Göz göre göklere erişti âhım
Hâsılı inayet senden Allah’ım
İşte sarp yolumuz düş geldi yine

gibi ahenkli ve coşkulu söyleyişlerinin benzerini:

Baş uydurup gözün aç gel didâre
Bu didârda kavga olmaz kal olmaz
Uydur işleğini Hakk’a hoş ola
Bala bal demekle ağız bal olmaz   (Fedaî)

gibi renk kavramını da vurgulayarak atasözleriyle örülmüş biçimde çırağı Fedaî’de ve diğer çıraklarında görmek mümkündür.

Âşıklık geleneğinde usta baba yarısı sayılır. Ona saygı daimidir. Usta öldükten sonra da sevgi ve saygı devam eder.

Her âşık ustası ile iftihar eder. Tokatlı Nurî’nin, ustası Erzurumlu Emrah için onun çırağı olmasından gururla söz ettiği:

Sevdiğim üstüne faikin kimdir
            Benden özge vasfa lâyıkın kimdir
            Sorarlarsa âşık sadıkın kimdir
            Nurî vardır Emrah çıraklarından

deyişi,  Emrah kolunda; Nurî’nin çırağı Zileli Ceyhunî’nin:

Sırrı enel-hak diyecek kimdir
Kanaat lokmasın yiyecek kimdir
Melamet hırkasın giyecek kimdir
Ceyhunî var Nurî çıraklarından

biçimindeki deyişi geleneğe bağlılığın ve ustaya olan saygının işaretlerindendir.

Tâlibî’nin, usta çırak geleneğini önemsediğini işaret eden:

Âşık tarikine girdim der isen
Gel evvel pirinden kimdir haber ver
Ârifane kelâm edelim dersen
Görelim üstazın kimdir haber ver

biçimindeki dörtlüğü ve Zileli Fedaî’nin de İstanbul Kumkapı’daki âşıklar kahvesinde âşıkların, ustası Talibî’yi sormaları üzerine söylediği:

Dediler mevlidin olur nereden
Dedim ki aslımız olur Zile’den
Dediler Talibî n’oldu oradan
Dedim bir Fatiha ihsan İstanbul

biçimindeki deyişi, usta çırak geleneğini vurgulayan önemli söyleyişlerdendir.

Zile’nin en eski âşıklarından Fadaî’nin de:

Ey  Fedaî  gafil Hakk’a ermeyen
Bir mürşit kâmil’e ikrar vermeyen
Bakıp her surette Hakk’ı görmeyen
İşte ona derler âmâ gözü yok

gibi deyişleri eğitimli ve usta bir âşık olduğu sezdirmektedir. Zaten Kâmilî ve Fanî gibi yörenin iki önemli âşığını Fedaî yetiştirmiştir.

Âşık edebiyatı geleneklerinden Bade İçme olgusu Tokatlı âşıklarda görülen önemli hususlardandır.  Badeli âşıklar dan Tokatlı Nuri, Zileli Ceyhunî, Aydın Ali, Kul Aşur ve kadın âşıklardan Nevruz Bacı sadece birkaçıdır.

Tokat’ın önemli âşıklarından Selmanî badeli âşık olduğunu:

Selmanî der ustam verdi ilimi
Bana destur deyip açtı dilimi

biçiminde dile getirmiştir.

Bade her zaman manevi âlemde içildiği hissi olan bir mai olmayıp rüyada sunulan ekmek, su ya da bir başka nesne olabilmektir. Nevruz Bacı badeli âşık oluşunu:

Ben de hayran oldum senin halına
Rüyamda bir saz verdiler elime
Saz ile oturdum tren yoluna
Tren durur aşkın treni durmaz

biçiminde işaret etmiştir.

Âşık Karşılaşmaları Tokatlı âşıkların olmazsa olmazı arasındadır. Emrah kolundaki âşıkların hemen hemen hepsinin atışmanın önemli simaları arasında sayıldığı görülmektedir.

Benim ayak verip atıştırdığım Davut Sularî ve Turhallı Kul Semaî’nin:

Kul Semaî:

Nice âşık sadık yollarda gezmiş
                        Kul Semaî türlü dallarda gezmiş
                        Mecnun Leyla için çöllerde gezmiş
                        Leyla diye Mevla bulanlar gördüm

Davut Sularî

Herkes bulamazmış gani Mevla’yı
                        Her kul keşfedemez Davut Sularî
                        Defteri kudrette gerçek dünyayı
                        Ama çoğu yolda kalanlar gördüm

Biçimindeki atışması sadece biridir.

Tarih düşürme işlemi Âşık Edebiyatında da Divan Edebiyatının etkisi ile uygulanmaya başlamış ve zaman içinde gelenek haline dönüşmüştür.

Tokatlı âşıklar da, kıtlık, yangın, sel felaketi, salgın hastalık vb. toplumu yakından ilgilendiren sosyal hayatla ilgili olaylarla, kendi doğum tarihlerini şiirlerinde

Kul Hüseyin, ilk dizesi:

Sene bin yüz doksan yedi yazıldım

biçiminde olan şiirinde 1782’de dünyaya geldiğini;

Âşık Kâmilî, İlk dörtlüğü:

Sene bin iki yüz kırk dokuz oldu
Bu insanlar pek tamaha geldiler
Bir ihrak erişti şehri Zile’ye
İşiten ehli dil cümle geldiler

biçiminde olan şiirinde meşhur Zile yangınını,

Sezaî de İlk dörtlüğü:

Zile fukarası halleri hey can
                        Dinlersen eyleriz muhtasar beyan
                        Sene doksan bire yakın kalınca
                        Şiddeti şitadan halleri yaman      

biçiminde olan şiiri ile Anadolu’yu kasıp kavuran Kıtlığı dile ve tele dökmüştür.

Nazire, bir şairin şiirini, diğer bir şair tarafından, aynı uyak ve ölçüde olmak üzere benzer biçimde yazma demektir. Divan edebiyatının etkisi ile halk şiirinde de yaygın olarak kullanılmış, gelenek haline dönüşüp güzel örnekleri verilmiştir.

Nazire biçim ve içerik açısından aslına bağlı kalınarak yapılır. Nazire yapma işine de tanzir adı verilmektedir.  Tokatlı pek çok âşığın ustaca uyguladığı bu biçimde:

Ceyhunî’nin:

                         İnkisar eylesem yazıktır sana
                        Döşek üzre yan gelesin sevdiğim
                        Ağzından burnundan hicran yerine
                        Parça parça kan kusasın sevdiğim

diye başlayan destanına Tokatlı Nurî’nin bir naziresi olduğu gibi,

Nurî’nin;

           Evvel ateş püskürürken ağzından
Şimdi bir pamuğu yakamaz oldum
                        Tab ü fer kesildi iki gözümden
                        İpliği iyneye takamaz oldum[5]

dörtlüğü ile başlayan şiirine  Hüznî’nin:

 

Kırcı boran duman tuttu dağları
                        Kapıdan  ışarı  çıkamaz oldum
                        Esti bad-ı hazan bozdu bağları
                        Bağıma bahçeme bakamaz oldum[6]         

biçiminde bir nazire yazdığı da bilinmektedir.

Seyranî’nin bir dörtlüğünde:

           Nice defterlerden isim sildirdin
                      Gelmedi hiç senden ses kara bahtım
                      Bahtın gemisinde yelken yok bildin
                      Durma lodos gisi es kara bahtım[7] 

dediği şiirine.  Tokatlı Nuri:

Yine defterlerden silmişler beni
                      Duyunca bir çirkin ses kara bastım
                      Sandılar gemimin yoktur yelkeni
                      İnadına coşkun es kara bahtım[8]

biçiminde ustaca bir nazire yazmıştır.  Örnekleri çoğaltmak mümkündür.

Âşıklık geleneklerinin tümünün en iyi ve en temiz Türkçe ile uygulandığı yörelerin başında Tokat Gelmektedir. Bu geleneğin çarhından çıkmış bir grup Tokatlı âşığı şu şekilde sıralamak mümkündür.

Bir şiirinde:

Ârif isen yüksek olma türâb ol
                        Yerde biten yüze kimse basamaz

deyen Âşık Hüseyin;

Yatırlar Destanı’na:

Niçin beğenmezsin şehri Zile’yi
                        Şeyh Ethem Çelebi bunda yatmaz mı

biçiminde özgün bir söylemle başlayan Seyid Derviş;

Âşık Remzî’ye gelip, yaptırdığı bir çeşmeye ısrarla kitabe yazdırmak isteyen halk arasında iyi tanınmayan bir esnafa, hemen oracıkta:

Çaldın çırptın yaptırdın bir çeşme
                        İç suyunu kişne ha kişne

yazıp eline tutuşturan Remzî;

Bir deyişinde:

Hey benim sevdiğim seni bu yerden
                        Alıp kaçsam da bir, kaçmasam da bir
                        Gizli sırlarımı dosta düşmana
                        Gayrı açsam da bir açmasam da bir

deyen Arifî;

Bir deyişinde:

Der ki İsmail’im bu bir nur idi
                        Akıl fikir ermez bu bir sır idi
                        Bizim bildiğimiz Ali bir idi
                        Şimdi her köyde Ali eylediler

deyen Âşık İsmail;

Bir şiirinde:

Zile dilberine meyil vereli
                        Aklımı başımdan yel aldı gitti

gibi Karacaoğlan edalı deyişleriyle ünlü Âşık Ali;

Bir şiirinde:

Bakmazsın Bedrî’nin telaşlarına
                        Asla rahmeylemem göz yaşlarına
                        Cefa defterinin ders başlarına
                        Ya bir mum yapıştır, ya tebeşir çek

deyen Niksarlı Bedrî;

Bir deyişinde:

Âşık olan kelamından bellolur
                        Hayır işi şerre yazmaz âşıklar
                        Mürşit meydanında pişer hallolur
                        Nefsi emareye uymaz âşıklar

gibi ustalık eseri deyişi ve:

Zefil Necmi dünya bana dar oldu
                        Masiva elinden işi zor oldu
                        Feryadı figanım ahü zar oldu
                        Saz oldu vücudum tel ne ilazım

biçiminde yöresel söyleyişi ustalıkla kullanan Tokat yöresi âşıklarının sadece birkaçıdır.

Niksarlı Cesurî, Almuslu Selmanî, Zileli Eminî, Recaî, Hürremî, Vasıf, İmamoğlu, Sabrî, Mevcî, Kemterî’yi şükran, minnet ve rahmetle anıp nasihat ağırlıklı şiirleriyle ünlü Suzî’nin bir dörtlüğü ile sözümüzü bağlayalım.

Suzî’m der ki olam dersen postnişin
                        Sakın bırakmayın gerçeğin peşin
                        Yaradanı fark et sonunu düşün
                        Bir gün olur seni senden sorarlar. 

[1] Mehmet Yardımcı-Hayrettin İvgin, Zileli Âşık Ceyhunî, Ank. 1996, s.37

[2] Mehmet Yardımcı, İz Bırakan Zileli Şairler, İzmir, 2004, s. 151

[3] Çankırılı Ahmet Talat Onay, Âşık Tokatlı Nurî, Çankırı, 1933, s. 59

[4] M. Zeki Oral, Tokatlı Âşık Nurî, Ankara, 1936

[5] İvgin – Yardımcı, a.g.e. s.48

[6] Oğuz, a.g.e. s.135

[7] ……………. , a.g.e. s.272

[8] Çankırılı Ahmet Talât, Âşık Tokatlı Nuri,  Çankırı  l933,  s.272

Yrd. Doç. Dr. Mehmet YARDIMCI

Zile (8 Ağustos 1945) Babası, Kurtuluş Savaşı’nda İzmir’e ilk giren sivari bölüğünde yer alan Muharip Gazi (Hacırecep Oğullarından 1315 Doğumlu Ali Oğlu Mustafa) Mustafa Yardımcı’dır. İlk, Orta ve yüksek Öğrenimini Zile, Ankara, Tokat, Trabzon ve Malatya’da tamamladı. Yurdun çeşitli yörelerinde edebiyat öğretmenlikleri ve müdürlüklerde bulundu. 1983’te Cumhuriyet Üniversitesi Rektörlük okutmanı oldu. Tokat Ziraat Fakültesi Türk Dili okutmanı iken, 1985’te İnönü Üniversitesi Personel Dairesi Başkanlığına atandı. İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Türk Halk Edebiyatı alanında yüksek lisans, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Türk Halk Edebiyatı alanında doktora yaptı. Yrd Doç Dr ünvanıyla kurucusu olduğu Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölümü’nden yaş haddinden emekli oldu. Evli ve iki çocuk babası Yardımcı ; Ulusal ve Uluslararası pek çok sempozyum, seminer ve bilimsel kongrelerde 50 kadar bildiri sundu, 50'nin üzerinde makale yazdı ve 43 kitap yayımladı. E-Posta: [email protected]

FACEBOOK - YORUM YAZ

Sosyal Medyada Paylaşın:
  • YENİ
Bir Mektup.. Bir Tehdit… Bir İsyan…

Bir Mektup.. Bir Tehdit… Bir İsyan…

Haber Merkezi, 13 Mart 2024
Kalfatlı – Kalafatlı ve Kültürel Kimliği

Kalfatlı – Kalafatlı ve Kültürel Kimliği

Dr. Yaşar KALAFAT, 11 Mart 2024
İnegöl’de Bir Yıldız Söndü

İnegöl’de Bir Yıldız Söndü

Haber Merkezi, 11 Mart 2024
Osman, Atman, Tuman ve Vakanüvislik

Osman, Atman, Tuman ve Vakanüvislik

Ekrem Hayri PEKER, 18 Şubat 2024
Muğla Kalafatları ve Halk İnançları

Muğla Kalafatları ve Halk İnançları

Dr. Yaşar KALAFAT, 11 Şubat 2024
100 Yıllık Bir Lezzet: Hacıbaba Köfte

100 Yıllık Bir Lezzet: Hacıbaba Köfte

Ekrem Hayri PEKER, 11 Şubat 2024