Quantcast
Bursa’da Şarapçılık: Misi Köyü ve Şarapları – Belgesel Tarih

Ekrem Hayri PEKER
Ekrem Hayri  PEKER
Bursa’da Şarapçılık: Misi Köyü ve Şarapları
  • 15 Kasım 2020 Pazar
  • +
  • -
  • Ekrem Hayri PEKER /

Loading

Bağcılık Anadolu’da çok eski çağlardan beri yapılmaktadır. Sümerlerin, Hititlerin ve Mısırlıların birayı ve şarap yaptıklarını ve kullandıklarını biliyoruz. Yerleşik hayat tahıl üretimi, hayvancılık ve bağcılığı öne çıkarmıştır.

Üzümün, asmanın kökeninin Anadolu olduğu iddiası oldukça güçlüdür. Hattilerden başlayarak, Hititler üzüm üretiminin yanı sıra şarap üretimi de yapmışlardır. Boğazköy metinlerinde yer alan “Wiyanna” sözcüğü Hititçe’de şarap anlamına gelir. Günümüzde kullanılan wine, vinus, vino, wein sözcüğünün kökeni ise Hitit’lerin wiyanna sözcüğüdür.

Anadolu’da Elazığ ve Malatya yöresi, Kapadokya, Ankara, Kırıkkale, Bozcaada, Gökçeada, Ege Bölgesinde İzmir, Denizli, Uşak ve Tekirdağ ülkemizin önde gelen bağcılık ve şarapçılık üretim merkezleridir.

Şarap, Antik Çağ’dan günümüze önemli bir ihraç ürünü olmuştur. Üzüm hem taze üretilen hem de şıra ve pekmez yapılan bir tarım ürünü olduğu için önemliydi. Besin kaynaklarının kısıtlı olduğu Antik ve Orta çağlarda asma ve üzüm bağları önemli bir zirai faaliyetti. Bağcılık ve şarapçılık günümüzde de eskisi kadar olmasa da önemini sürdürmektedir.

Dionysios; Grek mitolojisinde toprağın ve ürünün bereketini simgeleyen doğa tanrısıdır. Şarap ve coşkunluk tanrısı olarak da bilinir. Kökeni Batı Anadolu’dur. Bu kült, Denizli’nin Çal ilçesinde doğmuştur.

Söylencelere göre Zeus ve Semele’nin oğludur. Hindistan’a gittiği, orada yaşayanlara asma yetiştiriciliğini öğrettiği, kentler kurduğu bu hikâyelerin ortak noktalarıdır. (Strabon, Geographika, XI.5.5; Diodoros Sikeliotes, Bibliotekhe Historike, II.38). Ayrıca Phrygia’ya gittiği, tanrıça Kybele’yi ziyaret edip ondan çeşitli gizemler öğrendiği varsayılır (Apollodoros, Bibliotekhe, III.5.1). Thrakia üzerinden Yunanistan’a, Thebai’ye gelip Yunan tanrıları arasına girmiştir.

Zeus ve Apollon ile birlikte Antik Çağ Yunan düşüncesinin üç büyük tanrısından biridir. İnsanı sakin, uslu yaşamından uzaklaştırıp kendinden geçiren, sarhoş eden, kederi alıp neşeyi veren bir tanrıdır, bu yüzden simgesi şaraptır. İnsanın olağan kişiliğinden vazgeçmesi, onu dönüştürmesi olarak nitelenebilecek bu durum maske ile simgelenir.

Yunan tiyatrosu Dionysios şenliklerinde görev alan maske takmış korolardan geliştiği için tragedyanın mucidi ve tiyatronun koruyucusu olarak da görülür. Geleceği haber verme, hastalıkları iyileştirme özelliği vardır; barışın koruyucusudur, yasa koyucudur. Mitleri vahşi ve gariptir, sosyal düzene meydan okuma içerirler. Daha çok kadın olan müritleri onun kendilerine vahşi hayvanlar biçiminde göründüğüne inanıyorlardı. Bu yüzden şarap içip kalabalık sarhoş sürüleri halinde dağlara çıkar, naralar atarak döne döne raks ederler, karşılarına çıkan hayvanları parçalar ve çiğ çiğ yerlerdi. Böylece tanrıyı içlerine almış oluyorlardı. Satyr, silenos gibi yarı insan yaratıkların da dahil oldukları bu gruba bakkhoi denirdi. Attika tragedyalarında ondan çiğ et yiyicisi olarak bahsedilir. Orfik din (Orpheos) Dionysios gizemciliğinden gelişmiştir.

Homeros’un eserlerinde adının çok az geçmesi onun yeni bir tanrı olduğunu düşündürür. Romalılar ona Bacchus derler ve özgürlük ve şans tanrıçası Libertas’la bir tutarlardı. Şarap kültürü ve kültürünün Ege’den İtalya’daki Etrürya bölgesine göç eden ve Roma’yı kuran Etrüskler tarafından getirildiğini söyleyebiliriz.

Roma’daki kültü MÖ 2. yüzyıl başlarında başlamıştır. Bu kült, Anadolu’dan Mısır’a da ulaşmıştır. Herodotos: “Mısırlılar Selene ve Dionysios dışında hiçbir tanrıya domuz kurban etmezler” (Historia, I.47) diye yazmıştır.

Antik Çağ sanatında en fazla tasvir edilen tanrıların başında gelir. Uzun, gür saçlı, kadınsı bir genç olarak tasvir edilir, genellikle bir elinde asma dalı, diğerinde şarap kabı tutar. Sık rastlanan bir simgesi, ucunda çam kozalağı bulunan, asma dallarıyla sarılmış değnek (thyros)’tur.

Trakyalılar, biranın nasıl yapıldığını bulduklarında esrikliği (sarhoş olma hali) tanrısal sandılar ve Bacchus’ u yüceleştirdiler. Sonra üzüm asmasını ve şarap içmeyi öğrendiklerinde Bacchus hakkında farklı düşündüler. Bacchus, şarabın sarhoş ediciliğini değil, sosyal ve faydalı etkilerini temsil eden bir tanrı oldu. Sembolü olan asma ağacı gibi ölüp yeniden doğar, haz ve acı arasında iki uçta gider gelir. Medeniyetin destekçisi ve barış aşığıdır. Bütün efsaneleri tek bir motif üzerine kuruludur: tepki ve direnç.

Dionysios kültünde olduğu gibi Bacchus şenlikleri dört mevsimde kutlanmıştır ama en önemlisi bağ bozumu şenlikleridir. Bacchus töreninde vahşi hayvanları parçalamak ve çiğ yemek gibi barbar öğeler vardı. Törenlerde Bacchus’ un tiranlarca parçalanıp yenmesinin yeniden sahnelendiği varsayılmıştır. Burada hayvan bir bakıma Tanrı’nın cisimleştirilmesidir. Yüksek sınıftan, yaşlı kadınlar ve genç kızlar, çıplak olarak tepelerde coşkunluk yaratan danslarla alkolden gelen gizemli esriklikle topluca sabahlardılar. Bacchus tapınması vahşi, kırıp dökücüydü.

Bacchus adına düzenlenen şenlikler, topluluk üyelerinin gündelik yaşamın döngüsünün dışına çıkmaları için bir fırsat oluşturmuştur. Dört elementin ve beş duyunun üzerine çıkabilmek, günlük yaşamın kargaşasından sıyrılıp kendi aynasında kendisini, çevresinde ve doğada evreni görebilmek için kısa duraklar sunmuştur.

Kadınlarla erkeklerin birlikte katıldıkları Bacchus ayinleri zamanla şekilde kalmış, özünü fazla koruyamamıştır sonraları ise Roma tarafından büyük bir tehdit olarak görülmüş ve yasadışı ilan edilmiştir.

                                          *

Çocukluğumda evimize Hayat dergisi gelirdi. Şevket Rado’nun (*) çıkardığı bu dergi ABD’de yayınlanan LIFE dergisini kendine model almıştı. Derginin ortasında tel yoktu. Ortadaki yaprakta, yani iki sayfada ünlü ressamların tabloları, devlet büyüklerinin resimleri bazen de futbol takımlarının veya ünlü yıldızların renkli o dönemin posteri diyeceğimiz resimleri olurdu. Bu resimler evlerin ve esnaf dükkânlarının duvarlarını süslerdi. Hayat dergisinin kardeş dergisi Hayat Tarih dergisini alıp okurduk. Ama artistlerin hayatlarını anlatan Ses ve Resimli Roman dergilerini babam almazdı.

1968 yılında okudum Hayat dergisinde ilginç bir yazı okudum. Fransızlar Kapadokya’da odalarındaki musluklardan şarap akan bir otel kurmuşlardı. Musluğun birinden beyaz şarap, diğer musluktan ise kırmızı şarap akıyormuş. Yıllar sonra otelin kapandığını okudum. 7 Aralık 2007 yılında CNN’de şu haberi okudum;

(* )Şevket Rado, 1913 yılında Üsküp’de (Makedonya) doğdu.  Gazetecilik ve yayıncılık yapmıştır.  Ayrıca liselerde edebiyat öğretmenliği yaptı. Ayrıca İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsü’nde yazı türleri adlı dersi yürüttü. Bunların dışında beş yıl süreyle İstanbul Radyosu’nda her hafta aile sohbetleri programı yaptı.

1956’da Hayat dergisini çıkardı. Hayat dergisi, dışında ünlü sinema-tiyatro dergisi SES ile Resimli Roman, Hayat Spor, Ayna ve Hayat Tarih dergileri de Şevket Rado’nun çıkardığı ve yönettiği dergilerdir. Hayat dergisi ve diğer yayınlar, 1978 yılında başlayan bir grev neticesinde kapanmışlardır.

1961 yılında fasiküller halinde yayınlamaya başladığı Hayat Ansiklopedisi büyük bir olay olmuş ve 150.000 adetten fazla satmıştır. Hayat Ansiklopedisi dışında çeşitli eğitici yayınlar, ansiklopedi ve sözlükler, çocuk kitapları gibi yüzlerce kitap yayınlayan Şevket Rado, 1988 yılında İstanbul’da vefat etti.

*

“Kapadokya bölgesinin ilk butik oteli olan ve ”musluklarından şarap akan otel” olarak ünlenen Kaya Otel kiraya verilecek. 1968”de yapılan 74 odalı ve 140 yatak kapasiteli otelin mülkiyeti ise belediyeye ait.  Otelin odaları Kapadokya manzarasını barındıran Güvercinlik Vadisi’ne bakıyor. Kapadokya bölgesinde açılan ilk kayadan oyma butik otel olma özelliği taşıyan yapı, yapıldığı tarihten bu yana Fransız firması Clup Met tarafından işletiliyordu.

Nevşehir’in Uçhisar Beldesi Belediye Başkanı Mustafa Zühal, oteli ihaleyle kiraya vereceklerini söyledi. Zühal, “Mülkiyeti belediyemize ait olan oteli, yapıldığı tarihten bu yana 10 yıllık sürelerle Fransız firması işletmişti. Firmanın sözleşme süresinin dolması nedeniyle yeniden kiralama için 21 aralıkta ihale düzenleyeceğiz” dedi.

Maria Callas ve İngiltere Veliaht Prensi Charles’ın da aralarında bulunduğu birçok ünlü bu otelde konaklamış.”

Yaklaşık on yıl önce gittiğim Kapadokya seyahatinde önünden geçtiğim otel kapalıydı.

*

Bursa’da şarap tüketimi hakkındaki geniş bir bilgiyi bir misyoneri hatıratında buldum.

1840’lı yılların başında Bursa’ya eşiyle gelen Protestan misyoner Eliza Schneider, gözlemlerini mektuplar halinde ABD’de destek aldığı kilise cemaatine iletir.

Madam Schneider, Bursa’daki faaliyetlerini, Bursa’yı, Müslümanları, gayri Müslimleri ve bilhassa üzerinde çalıştıkları Ermenileri anlatır.

Şehirdeki gayri Müslimlerin şaraba olan düşkünlükleri Madam Schneider’i şaşırtır. III: mektubunda bu konuya değinir. “Üzüm bol miktarda bulunuyor. Bazıları çok lezzetli. Aydan aya ve okkası (1 okka=1.282 kg) bir sentten satılıyor… Bu şehirde inanılmaz miktarda şarap üretiliyor. Her yıl binlerce fıçı şarap yapılıyor. Neredeyse tüm Hristiyan aileler bu işle uğraşıyor (Hristiyan kelimesini, Müslümanlardan ayırmak için kullanıyorum). Şehrin 12 veya 13 tane şarap dükkânı var. Sıradan şaraplar (maalesef) okkası bir kuruş gibi çok ucuz bir fiyata satılıyor. Daha kaliteli olanların fiyatı biraz daha yüksek. Şarap burada da diğer her yerde olduğu gibi, toplumun belası, aile huzurunun düşmanı, insanların kaderlerini değiştiren ve maneviyatlarını harap eden bir musibet. Hem üst hem alt tabaka hem garibanlar hem zenginler hem asiller hem de ayak takımı tüm iyiliklerin düşmanı olan bu musibete pek düşkün…Türklerin sarhoş edici içmesi Kuran’da yasaklanmış. Ancak dini vecibelerini ve vicdanlarını bırakıp gizli gizli içenler var. Bazıları (aslında çok azı) sarhoş olacak kadar içiyor. Şehrin Ermeni veya Rum mahallelerine kıyasla Türk mahallesi bu konuda çok daha iyi durumda. En kötüsü de Rum mahallesi.

Bu Ermeni ve Rumların bir oturumda tükettikleri şarap miktarı, ölçülü alışkanlıkları olan insanları şaşırtıyor. Hem erkekler hem kadınlar, normal insanlar nasıl su içiyorsa o kadar rahat bardak bardak şarap içiyor…”

MİSİ KÖYÜ VE ŞARAPLARI

Eski adı Misi Köyü, Orhaneli yolu üzerinde, etrafı ormanlarla kaplı dört tepenin çevrelediği, eğimli arazi üzerine kurulu tarihî bir yerleşim yeridir. Bursa merkezine 12 km. uzaklıktadır. Ortasından Nilüfer Çayı geçer. Asma yaprağı, misket üzümü, pekmezi ve şarabıyla ünlüdür. 17. ve 18. yüzyıldan kalma yapıların bulunduğu bir yerleşimdir ve 1989 yılında SİT alanı ilan edilmiştir.

Yerleşim yerinin tarihi M.Ö 1800’lü yıllara kadar götürülebilmektedir. Tarihçiler Trakya’dan Güney Marmara Bölgesi’ne göç eden ve Misyalılar olarak bilinen bir kavmin biri Misi olan üç yerleşim kurduklarını, bunların Romalılarla karışarak MS 5. yüzyıla kadar varlıklarını sürdürdüklerini, bu tarihten sonra da Doğu Romalıların bölgede hâkimiyet kazandıklarını aktarmaktadır.

Bursa Ovası’nın ortasında kuzeyden güneye doğru akan, geçmişte Silvardos (Gümüş Nehir) olarak adlandırılan, zaman içinde adı Nilüfer olarak değişen akarsu, Misi’nin yerleşim için tercih edilmesinin nedenlerindendir. Batı’dan gelen kervanların Bursa’ya ulaşabilmek için aşmaları gereken bu çay üzerindeki köprülerden birisi Misi’de idi.

Günümüze ulaşmayan Misipoli Manastırı’nda İncil tartışmaları yapılmış Bursa kuşatması sırasında Orhan Gazi bu yerleşimi ele geçirip bir kale yaptırmıştır.

Bizans döneminde Misi’deki manastırların bağlarından elde edilen üzümle şarapçılık yapılmış; bu zanaatı miras alan Türkler şarap yerine pekmez üretmişlerdir.

1961 yılında ismi “Gümüştepe” olarak değiştirildi. 1987 yılında köy statüsünden çıkarılarak bir mahalle haline getirildi. 1989 yılında kentsel sit alanı ilan edilmiş olup koruma altına alınmıştır.

Tarihsel süreçte en önemli geçim kaynakları ipekçilik, bağcılık ve şarapçılık olmuştur. Günümüzde ipekçilik tamamen, bağcılık ve şarapçılık büyük ölçüde yok olmuştur. İpekçiliği canlandırmak ve turizm merkezi yapmak için çalışmalar yapılmaktadır.

Araştırmacı Raif Kaplanoğlu, “Bursa Yer Adları Ansiklopedisi” kitabında Misi köyü için şunları yazmaktadır; “Köyün adının, bölgenin tarihsel adı olan Mysia’den geldiği sanılmaktadır. Nitekim bazı kadı sicillerinde Mysie şeklinde yazıldığı görülür. Çünkü Uludağ’nın antik dönemdeki adı Mysia Olimposu idi. Mysos ise kayın demektir. Bu nedenle köy ve civarında çok miktarda kayın ağacı bulunduğu için de bu ad verilmiş olabilir. Menthon XIX. yüzyıl sonu ile XX. yüzyıl başlarında köyde yaptığı araştırmalarda, önemli bir kentin kalıntılarını belirlemiştir. Köyün kuzeyinde antik sitenin, yükseklerden başlayıp kuzeydoğu eteklerindeki amfitiyatroya kadar yayıldığını yazıyor. Üzüm bağları ve tarlalarla çevrelenmiş tüm bu alanda yer yer toprağı eşelediğimizde yapı kalıntılarını görebiliriz. Köylüler burada bazen yontulmuş mermer kabartmalara, kitabelere rastlar. Bu kitabelerden biri kasabanın camisine girmeyi sağlayan eşikteymiş. Ama harflerinden bazıları ayaklar altında ezilmiş olduğundan artık okunamaz duruma gelmiş. Burada çok sayıda Manastır da vardı.

… Sultan I. Murad’ın vakıf köyü olup geliri, Çekirge’deki imarete harcanıyordu. Orhan Bey’in kardeşi Alaaddin Bey’e ait vakıflar da vardır. 1530 yılı tahrir defterine göre köyde sadece 3 hane yaşamaktaydı. 1895 ve 1908 Yıllığı’na göre köyde 174 hane bulunuyordu. 1987 yılında alınan bir karar ile Büyükşehir Belediye sınırları içine alınıp mahalle olmuştur. Köydeki eski hamam yakın zamanlarda yıkılmıştır. Köyün güneyindeki tepelerde Gerger Dede olarak anılan adak yeri ile köyün hemen yanında bulunan Kavacık Sultan yatırları birer adak yeridir. Özellikle Kavacık Sultan’a sıtma bağlanmak ve çocuğu olmayanların adaklarına iyi geldiği söylenmektedir. Köyün güneyindeki yamaçta bulunan Ayazma Pınarı, tonozdan yapılmış tarihi bir sarnıç içinden akmaktadır. Misi üzümlerinin, sirkesi ve şarapları da çok ünlüdür.”

Misi köyü, Osmanlı döneminde önemsiz bir yerleşim yeriymiş. Kanuni döneminde sadece 3 hanelik bir yermiş. Bu tarihte bağ bile yokmuş. Bir ara Misi deresinin önünün kesilmesiyle bir gölcük oluşmuş. Köyün nüfusunun artması çok daha sonraki yıllardadır. 1844 temettuat defterlerine göre, köyün göç alarak büyüdüğü anlaşılmaktadır

*

Meyhaneciler deyince Misi’yi ve şaraplarını anmadan geçmek olmaz. Altmışlı yıllarda şarapçılık çok yaygındı. Bağcılık yaygındı. Köylerde pekmez, şıra ve şarap yapılırdı. Çocukluğumda Yenişehir’in Subaşı köyünde bağ bozumuna şahit olmuştum. Toplanan üzümler ayaklarla eziliyordu. Ezilen üzümlerden çıkan üzüm suyu ya taze olarak tüketiliyor ya da şıra yapılıyordu. Az sayıda kişi evlerinde şarap yapıyordu.

Üzümler üzüm teknesine konulurdu. Teknenin bir deliği olurdu. Ezilen üzümler bu delikten aşağı akardı. Toplanan üzüm suyuna pekmez toprağı konulur ve kaynatılır. Toprak alta çöker, pekmez ayrılırdı. Üzümler köfünlerle taşınırdı.

İnegöl’de Doma köyde (Şehitler köyü) şarap yapılırdı. Bu köyde yapılan şaraplardan içmiştim. Epey sert bir şaraptı.

Üzümler özel bir bıçakla kesilirdi. “Bağ Bıçağı” denilen tırtıllı eğri bıçaklar katlanıp tahta sapını içine girerdi.

Misi Köyü’nün şarapları çok farklıydı. Öncelikle köyde yüzlerce yıldır bağcılık ve şarapçılık yapılıyordu. Anadolu’da binlerce yıldır bağcılık yapılıyordu. Misi’de yapılan pekmez ve şaraplar çok tutuluyordu.

Toprağın bölünmesi, şehirlerin büyümesi sadece Misi’de değil; köyden kente göç ve hava kirliliği de köylerde bağcılığı öldürmüştü. Köyde bazı soyadları o günleri anlatıyor. Bardakçı, Özbağcı…

Bursa’daki çok sayıdaki şaraphanenin sahibi Misili ve satılan şarap Misi köyde üretilenlerdi.

Misi Köyünden Bir Görünüş

Misi Köyü’nün şarapları çok farklıydı. Öncelikle köyde yüzlerce yıldır bağcılık ve şarapçılık yapılıyordu. Anadolu’da binlerce yıldır bağcılık yapılıyordu. Misi’de yapılan pekmez ve şaraplar çok tutuluyordu.

Toprağın bölünmesi, şehirlerin büyümesi sadece Misi’de değil; köyden kente göç ve hava kirliliği de köylerde bağcılığı öldürmüştü. Köyde bazı soyadları o günleri anlatıyor. Bardakçı, Özbağcı…

Bursa’daki çok sayıdaki şaraphanenin sahibi Misili ve satılan şarap Misi köyde üretilendi.

19 Ağustos 1950 tarihli ANT gazetesi, Kayhan’daki Misili Meyhanesindeki bir kavgayı haber yapar.

Şaraba farklı tadı veren, köyün kıraç topraklarında yetişen sarı renkli üzümleri ve siyah küçük taneli misket üzümünün aroması Misi şarabını bölgenin en tanınan şarabı yapmıştı. Mudanya iskelesinden yüklenen şarap ve pekmez Avrupa’ya giderdi. Bu ticaret Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra sona erer. Misi’de yapılan şaraplar Bursa’da Kayhan’da Cumhuriyet Caddesi’nde itfaiyenin karşısındaki Üç Köfte’de ve Arap Şükrü Sokağı girişindeki şarap evinde satılırdı.

Rakıyla da şarapla da geç tanıştım. Önce rakıyla tanıştım. Üniversite yıllarında şarapla. Eskişehirde öğrenciyken “Çubuk Şarabı” alırdık, galon olanı tercih ederdik. Çubuk, en ucuz şaraptı. Bir galonu üç litreydi. Biraz daha fazla paramız olunca “Dimitrikopulo” şarabını içerdik.

Bursa’da şarabı “Üç Köfte”de içerdim. Köftesinin yanında iyi gidiyordu. O yıllarda bira kahvelerde serbestçe içiliyordu.

Misi’de şarap üretimi için 1937 yılında bir kooperatif kurulmuş ve Tekel’in desteği ve kontrolünde şarap üretilmiş. O yıllarda köyde şarapçılıkta marka olan isimler Emin Deveci, Halit, Bardakçı, Haldun diye anlatılmaktadır.

Tekel’den izinsiz şarap üretilmesi yasaktı. 22 Kasım 1960 tarihli Hakimiyet gazetesinde Bursa’nın 27 Mayıs’tan önce ilçe yapılan, 27 Mayıs’tan sonra köye çevrilen Umurbey’de iki kişinin kaçak şarap üretmekten yakalandığını okuyoruz.

Günümüzdeki yasaklar o dönemde yoktu.  Gazetelerde şarap reklamları rahatça yapılıyordu. 5 Aralık 1956 tarihli Hakimiyet gazetesinde Ankara’da üretilen “Hasan Baba Bağları ve Demirhan şarapları”nın reklamları yer alıyordu.

O yıllarda Beşevler’de yaşayan Yahudiler köye gelip şarap alırlarmış. Köydeki 7-8 üretici yılda 100-150 ton şarap üretirmiş. Misi Köyü’nde yetişen üzümün tat derecesi 17 boğmaymış. Diğer üretimlerde bu oran 8-12 arasındaymış. Şarapta tat oranı yükseldikçe alkol oranı yükseliyor ve şarabında kalitesini arttırıyormuş. Köyde yetişen misket üzümü de köyde yapılan şaraplara ayrı bir aroma katıyormuş. Köyde 7 adet şarap imalathanesi ve 3-4 şarap içilen meyhane bulunur.

Köydeki şarapçılık alkollü iş yerlerine gelen kısıtlamalardan sonra Bursa’da şaraphaneler hızla azalmaya başlar. 2000 yılına doğru köydeki şarapçılık biter.

Misi Köyü Girişindeki Köprü ve Misi Deresi

Köye bağ bozumu zamanı Orhaneli’nden, Kastamonu’ndan çalışmaya gelenler olurmuş. Köydeki hamamın arkasındaki handa kalırlarmış. O yıllarda köyde iki tane han varmış. Orhaneli’ne gidenler handa kalırlarmış. Toplanan üzümler İstanbul’a gönderiliyormuş.

Şarap bardakta satıldığı için şarap satılan yerlere ve şaraphanelere bardakçı denilirmiş.

               

Turan Çalay’ı dinleyelim;
“En büyük şarap imalathanesi Bardakçıların (aynı zamanda en son kapanan) şarap deposudur. Bunların 80 dönüm şaraplık üzüm bağları vardı. Beşevler’de Musevilerin büyük bir şarap depoları vardı. Bunlar deponun yolu daha düzgün olduğu için (arabalarla bile üzümler taşınabilirdi. Misi’ye ancak at, eşek ve katırlarla taşınabilirdi) daha düşük fiyata alsalar da çevre köylüler yetiştirdikleri şaraplık üzümleri buraya satmak zorunda kalırlardı. Bu deponun sahibinin, (şarap imalathanesinin Zafer adında bir oğlu vardı. Bütün işlerle bu ilgilenirdi. O zaman kendilerinden öğrendiğime göre, benden 5 yaş büyük olan (1948 doğumlu) bu çocuğa, 1948 yılında yapılan Arap-İsrail savaşını israil kazanarak bağımsız devlet olunca, bu çocuk o gün doğduğu için kendisine “Zafer” adı verilmiştir.

Orhaneli yolunu açan Bursa Valisi Ahmet Vefik Paşa, torununu bu yol çalışmaları yapılırken kendisini Misi’ye götürmüş sanırım. 1895 Yılında, kızı Hayrünnisa Hanım (İnegöl’e de gitmiş) arkadaşlarıyla Bursa’ya gelince, bunları Misi ‘ye götürmüştür. Kendi hatıralarında bunu anlatmaktadır.”

İkinci dünya Savaşı yıllarda orduyu beslemek için köy ve çevresinden tonlarca üzüm alınmış.

Araştırmacı Raif Kaplanoğlu, “Bursa’da Bağ Bozumu ve Şarap Kültürü” yazısında Bursa’da şarap üretimi konusunda şunları yazar; “Bursa’nın en zengin ürünlerinden biri olan üzüme bağlı olarak şarap, sirke, şıra gibi ürünler açısından Anadolu’nun en zengin bölgesiydi. Osmanlı döneminde de bağcılık ve şarapçılık sürmüştür.

15.-16.yy. belgelerine göre Bithynia bölgesinde bağcılık yapan 20 kadar köy ve kasaba saptanmıştır. Bursa’da en eski belgelerde Demirkapı Hıristiyanlarının şarap ürettikleri konusunda bilgiler vardır.

1647’de yazılan bir fermana göre de Bursa’nın özellikle Filedar/Gündoğdu, Tepecik, Demirtaş, Kelesen köylerinden şarap getirildiği kayıtlıdır. Bu belgelerden Bursa’nın hemen hemen tüm Hıristiyan köylerinde şarap yapım ve satımı olduğu anlaşılmaktadır.

*

Bursa’ya gelen hemen tüm yabancı gezginler Bursa’da şarap içildiğini yazmaktadırlar. 1494-1568 yılında Hans Dernschwam İznik’te şarabı büyük taştan oyulmuş amforalar içinde sakladıklarını yazıyor. Gölün her tarafının ise bağ ve üzümlerle dolu olduğunu belirtiyor. Gezgine göre İznik’te her zaman şarap bulmak olasıdır. 1745 yılında Richard Pockocke Mudanya ve İznik’ten İstanbul’a beyaz şarap ihraç edildiğini yazar.

1855 yılında Bursa’ya gelen Ubicini’ye göre Bursa’nın başlıca üretim maddesi ipek ile şaraptır. Paul Lindau 1897 yılında Bursa’da üretilen şarabın önemli ürünler arasında yer aldığını fakat son yıllarda oldukça gerilediğini, bağların yerini dut ağaçlarının aldığını yazar.

1880 yılında Bursa’ya gelen Mari de Launa Bursa’nın şaraplarını över: ‘Keşiş Dağı’nın beyaz ve kırmızı şarabı çok nefistir.  Bu şarap lezzet açısından Fransızların en güzel şaraplarıyla kıyas edilebilecek nitelikte olup, Anadolu’nun diğer yerlerinde üretilen şaraplara benzemez. Bu şarabın en nefisi Keşiş Dağı’nın güney yamaçlarındaki Akçaköy, Dolanca (Doğancı olmalı) ve Kirazlı adlı köylerin sağlarında üretilir. Eskidikçe güzelleştiğinden dolayı kadri artan ve çoğu zaman tam süzülmeksizin saklanabilen bu şarap uzak yerlere dahi götürülebilir. İstanbul ile Rusya’ya, hatta İngiltere’ye bile satılır.

Bursa ovalarının en ünlü olan ürünlerinden biri de Flader üzümüdür. Çok iri, beyaz taneli ve salkımlara inci gibi olan bu üzüm irisi, yılın mayıs ayına kadar taze olarak saklanabilir.’

1926 yılında Bursa’da önemli ölçüde içki sanayi vardı. Bu tarihte Bursa’daki 21 işletmeden 52.098 kilo şarap üretilmekteydi. Uzun yıllar Bursa’nın en önemli şarap üretim merkezi ise Keşiş Dağı/Uludağ şaraplarını üreten Misi Köyü idi.

Avrupalılar, ipekçilikten önce Bursa’da şarapçılık yapmak üzere gelmişti. 1855 Paris Sergisi’nde, Bursa’da ilk fabrikayı kuran Falkheisen’e Olimpos Şarapları için madalya verilmiştir. Daha sonra Bursa’da çok sayıda ipek fabrikasın sahibi olacak Bayan Augustine Brotte’un da ilk işi Hotel Anatolie adlı oteli işletmek ve şarap üretmek olmuştu. Bursa’dan çok sayıda şarap üreticisinin 1906 yılı Bursa Sergisi’ne katıldığını görmekteyiz. Eczacı Kurdikyan Efendi, şişesi 25 kuruştan satışa çıkarılan 25 şişe eski şarap ile sergiye katılmıştır. Gemlik’te Burgurcuoğlu Dimitri, Orhangazi Yeniköy Nahiyesi Belediye Reisi Şarapnatyan Markor Efendi, Yeniköy’den, Monpalya Ziraat Mektebi mezunlarından Karavasyan Efendi de sergiye gönderdikleri şarap şişeleri ile katılmışlardır.”

BURSA’NIN ŞARAPHANELERİ

Bursa’da dokuz şaraphane varmış, Emniyet Sandığı’nın bitişiğindeki Rumlardan kalan şaraphane otuzlu yıllarda da faaliyetini sürdürmüş. Son şaraphanenin sahibi Kaya Ali Bey 2015 yılında vefat etti.

Bize bu bilgiyi veren Kapalıçarşı’nıneski esnaflarından antikacı ve karagöz oyunlarının duayeni Şinasi Çelikkol’un ataları Yunanistan’ın Serez bölgesinin Menlik kazasından gelmişler. Kaza Sturuma Vadisi’nde olduğu için iklim ılıman ve burada bağcılık yapılıyor ve şaraplık üzüm yetiştiriliyormuş.

“Rumlar gidince şaraphaneler ve şarapçılık Misi Köylülerine kaldı. Rumlar Misi Köyü’nde yetişen üzümlerden şarap yapıyorlarmış. Rumlar, giderken şarabın formülünü de yanlarında götürmüşler”. Bursa’da benim bildiğim kadarıyla 9 şaraphane bulunuyordu. Kayhan’da, Cumhuriyet Caddesi’ndeki Perşembe Hamamı’nın sokağında, Zafer Meydanı’ndaki Zafer Oteli’nin arkasındaki ahşap binanın üçüncü katında şaraphane vardı. Ayrıca buradaki üç Köfte Lokantası’nda isteyene şarap veriliyordu. Arap Şükrü Sokağı girişinde ilginç bir şaraphane bulunuyordu, “Misi Şarapçısı”.

Misi’de Bir Bağ

Misi köyü muhtarı 1958 doğumlu Yakup Dülger köydeki şarapçılığı ve nasıl sona erdiğini anlattı (08/05/2017).

Köydeki üzüm yetiştiriciliğinin ve şarapçılığının geçmişinin iki bin yıl öncesine kadar uzandığına ait kayıtların olduğunu, köydeki Rumların mübadeleye kadar şarapçılık yaptığını, ellili yıllara kadar İstanbul’a üzüm gönderildiğini söyledi.

Köyde seksenli yıllara kadar şarapçılığın yapıldığını, köyde yedi imalathane ve 4 şaraphane bulunuyordu.

Köyde yetişen siyah misket üzümünden yapılan şarapların tadına doyulmazmış. Bursa’da Misi üzümlerinden yapılan şarapları satan 7-8 şarapçı vardı.

Köyde o yıllarda çok sayıda insanın şarap içtiğini dört şarapçının yanı sıra şaraphanelerde şarap satarmış.

Bağcıların yetiştirdikleri sofralık üzümleri Bursa dışında Karacabey ve Mustafakemalpaşa’da da satarlarmış. Bursa’ya her gün 5 minibüs üzüm gönderilmiş. Üzümleri satmak için Tahtakale’ye giderlermiş. Üzümler daha ziyade Ağustos-Ekim ayları arasında toplanıp satılırmış. Bağcılar römorklara yükledikleri üzümleri askeri levazım amirliğine götürürlermiş. Ellili yıllarda Köyde yetişen sebze ve meyve Bursa’yı beslermiş.

Yakup Bey, 1965-1967 yıllarında okula giderken şaraphanelerin önündeki küfelerden sızan şıranın dere gibi aktığını, arılardan o sokaklara giremediğini anlattı. O yıllarda üzümlerin konduğu köfünlerin eşeklerle taşındığını anlattı.

Şarapçılığı sona erdiren sebeplerin başında Bursa’da açılan otomobil fabrikaları geliyor. Tarımsal uğraşlar, bağcılık yoğun insan gücü geliyordu. Miras yoluyla bağların bölünmesi, gençlerin çalışmak için fabrikaları tercih etmeleri, şehre göç eden damatların toprakları satması bağcılığı zayıflatmış, en son sanayiden gelen kirli hava akımları bağlardaki üzüm verimini düşürmüş, çiy halinde düşen kirlilik bağları kurutmuş, şarapçılığın sonunu getirmiştir.

Köyde yapılan pekmezin kokusu, pekmezden yapılan cevizli sucuğun ve köftenin tadını unutamadığını söyledi.

Şarapçılığı ve bağcılığı olumsuz etkileyen başka bir faktör de şaraphane sahiplerinin şaraplık üzüm üreticilerine ürün bedellerini çok uzun vadeye yayarak ödemeleri olmuştur.

Köydeki şaraphaneler yetmişli yılların başında kapanmaya başlamış. 2006’da köyün girişindeki şaraphane de kapanmış.

En meşhur şarapçılar Ömer Gümüş ve Kayaali’ymiş.

Yakup Bey, “Önceleri tabiata göre ziraat yapardık. Turnaların uçuşunu gözlerdik. Yakup bey, köyde sekyıkılan değirmende “Ah Bir Zengin Olsam” filminin çekildiğini söyledi. Tanju Okan’ın ünlü şarkısı 1971 yılında filme alınmıştır. Filmde Tanju Okan, Murat Soydan ve Zeynep Aksu başrollerdeydi. Filmin final sahnesi değirmende çekilmiş.

Misi şaraphanelerini Şinasi Çelikkol’dan dinleyelim.

Seksenli yılların sonu ve doksanlı yılların başında Aynalı Çarşı’da turistlere Karagöz oynatıyordum. O zaman henüz peştemal kuşanmamıştım. Ustaları İstanbul ve Ankara’dan getiriyordum. Kent Otel’de ağırlıyordum. Ayrıca turistler tur düzenliyordum.  Turistleri Güneybudaklar köyüne götürüyordum. Güneybudaklar’da turistlere folklor gösterisi yapıyor ve köyde kurduğumuz çeyiz odasını gezdiriyorduk. Folklor ekibini Bursa’dan getiriyorduk.  Gençler kıyafet değiştirince tanımıyorlardı.

Buraya giderken Misi köyüne uğrardık. O zaman ahşap konaklar, binalar duruyordu.

Misi Köyünde Şinasi Çelikkol’un Kurduğu Karagöz Evi

 

Bir gün ABD’nin Teksas Eyaleti’nin San Diego şehrinden Charles Ross adında bir turist geldi. Kendisini dolaştırdık, çok memnun kaldı. Turizm şirketi varmış “size tur getireceğim” dedi. Şirketinin adı Neor Hakikar Tour’du.  Ertesi yıl önce yalnız geldi. Sonra 18 kişilik bir turla geldi. İstanbul’dan bir rehber alırlar ve o zamanın lüks otobüs markası olan Prenses marka otobüsle Bursa’ya gelirlerdi.

Önce Bursa’yı gezdirirdim. Bursa’da Muradiye’deki Yılmaz Faik İpek fabrikasını gezdirirdim.

Burada ipek ipliği çekilir ve dokunurdu. Burada daha çok Demirkapı ve Muradiye’de yaşayan Roman vatandaşlar çalışıyordu.

Turistlere Aynalıçarşı’da Karagöz oynatırdım. Oyuna turizmcileri, kültür müdürlüğü, kaymakamlık ve belediye bürokratlarını davet ederdim. Ustalar Ankara ve İstanbul’dan geliyorlardı.  Sonraki gün Güneybudaklar ve Misi, üçüncü gün İznik’e hacı olmaya götürürdüm.

Güneybudak köyünün rakımı 950 metredir. 2 Haziran günü kar yağdı, şaşırdık. Bir saat sonra kesildi. Folklorcularımız Türkmen oyunlarını oynarken köyde yaşayan birkaç kişi de oyuna katıldı. Harmanyeri yanında Eşref’in evi vardı, o evde mola verirdik. Gelmeden önce haber verirdik.

Misi’de doksanlı yılların başında dört şarap deposu ve bir şaraphane vardı. Köyün girişinde köprüye yakın bir şarapçı vardı. Sahibi Bardakça lakaplı Ömer Gümüştü. Turistleri oraya götürürdüm. Bazıları şarap içerdi. Kimisi satın alırdı. Ömer Bey fıçıdan kola şişelerine şarap doldurup hediye ederdi.

Bursa’da Misi köyünden gelen beş şarapların satıldığı beş şarapçı bulunuyordu. Kayhan’da, Cumhuriyet Caddesi üzerinde İnci Sineması’nın karşısında, cadde çıkışında bugün Çokran Plak’ın olduğu yerde ve yanındaki dükkân şaraphaneydi. Üç Köfte’de şarap içilirdi. Bir başka şarapçı Arap Şükrü Sokağı girişindeydi. Bu sokakta Yahudi Vitali’nin de şaraphanesi bulunuyordu.

Şarap bardakta satıldığı için şarap satılan yerlere ve şaraphanelere bardakçı denilirmiş. Köyden İstanbul’a üzüm satılırdı. Şimdi üzüm de şarapta üretilmiyor.                                                         *

Anlatan 1956 doğumlu Hüsnü Usta: “Gülbahçe’de oturuyordum. 16-17 yaşlarındaydım. Yetmişli yıllarda Arkadaşlarımızla Hürriyet’e gider, oradan kız arkadaşlarımızla Çekirge üzerinden Atatürk Ormanı’nın içindeki patikadan Misi’ye inerdik. Ellerimizde plastik bidonlar olurdu. Bir, birbuçuk saat yürürdük.

Burada Yahudi şarapçı Liya’nın şaraphanesine giderdik. Şaraphanenin mahzeninde meşeden yapılma 10-15 büyük fıçı bulunuyordu. Ağaç kupalarla fıçılardaki şarapları tadardık. Kafayı bulunca da ‘hangisinden istersen ver’ derdik. Dönerken elimizdeki bidonlara şarap doldururduk. Sonra şarkı söyleye söyleye yola düşerdik. Önce kızları bırakırdık. Sonra mahalleye dönerdik. 1974 yılından sonra girmedim.

Kaya Dede

Misili şarapçıların en meşhuru Kaya Dede diye anılan 1939 doğumlu Kaya Ali Yeşilkaya’dır. Doğma büyüme Misilidir. 2013 yılında Gastronomi sergisinin mart sayısında kendisiyle yapılan söyleşi de köydeki şarap imalathanelerinin öyküsünü anlatmıştır.

Bundan 30 yıl öncesine kadar köyde 6 meyhane bulunduğunu, sahiplerinin Bardakçı Mustafa, Emin Efe, Emin argın, Emin Deveci ve Halil Çakar olduğunu söylüyor. Köyde meyhane sözcüğü içkinin içildiği yer değil, şarap üretilen yer anlamında kullanıldığını söylüyor. Şarap buralarda üretildikten sonra tüketilmesi için Arap Şükrü Sokağı’na gönderiliyormuş.

Yörenin şarabı M art ayında asmalar patlamadan aşılanan şıralık üzümden yapışıyor. 1 kilosundan 800 gram şıra alınan üzüm fındık iriliğinde, yuvarlak formda ve beyaz. Kaya Dede, 30-40 kilo çeken asmalar olduğundan söz açıyor.  Köylüden üzümün kilosunu 20-25 kuruşa aldıklarını, 20 kuruş vergi verdiklerini, 10 kuruş işçilik ödediklerini, 50-60 kuruşa mal ettikleri şarabın litresini 1 liradan sattıklarını anlatıyor. Düğün ve benzer cemiyet için gelenlere 26 kiloluk damacanalarda litresini 80 kuruşa sattıklarını anlatıyor.

Misi ev şarabının yapılıyla ilgili ayrıntılar veren Kaya Dede: “Üzüm 2-2,5 ay meşe fıçılarda kalıyor. Şıranın çamuru dibe oturuyor. Her fıçıda yaklaşık bir karış çamur birikiyor. Fıçılara ucu süzgeçli hortumu bir karış yukarıdan bağlıyoruz. Şıra hortum sayesinde berrak olur. Bu şırayı başka bir fıçıya alıyoruz. Fıçılar 2-2,5 tona kadar, sarnıçlar 10 tona kadar üzüm alır. Fıçının dibinde kalan çamuru soda kostik ile çalkalarız. Bu işlem 2-3 sefer yapılır.  Çamurun temizlenip temizlenmediğini anlamak için fıçının içine 5 tane kükürt çubuğu koyarız, kükürtleri yakarız, içine salarız. On dakika bekleriz. Eğer Fıçı temizlendiyse çubukların hepsi yanar. Eğer yanmazsa bir daha temizleriz. Şarabı fıçıya koyduktan sonra ağzına tülbent koyuyoruz. 10-15 gün kaynama payı var. Depoları ekim ayında açarız.”

Misi ev şarabı 17-18 derece alkole sahip, söz konusu fıçılar meşe ve kestane ağacından yapılıyor. Köydeki şarap depolarını, yerel ağızda sarnıçları kuran Ali Usta’ymış.

Üreticinin en büyük korkularından biri şarabın içine ekmek düşmesidir. Çünkü bir çeşit maya olan ekmek şarabın bozulmasına, kötü kokmasına yol açar. Böyle dutumda kaç ton olursa olsun şarabın dökülmesi gerekirmiş.

Şinasi Çelikkol, Kaya Ali Bey için şunları anlattı: “Misi köyünden babasının gönderdiği şaraplık üzümleri Doruk İş Hanı’nın bulunduğu sokağa girdiğinizde soldaki arada bulunan şarap imalathanesine getirirdi. Daha sonra amcasının Kayhan’daki şaraphanesinde (meyhanesinde) çalışmış. Bir sebepten araları açılmış ve köye dönüp, şarap imalatına başlamış.”

Yaklaşık yedi-sekiz yıl önce bazlama pişiren köy kadınlarından birisine, “Niye şarapçılığı bıraktınız” dediğimde, bana; “Erkeklerimiz çok içiyor demişti.

Ömrünün son yıllarında Kaya Ali Bey’e şarap yapar diye üzüm satılmamış.

Bursa’nın başka bir şarap yapılan köyü İnegöl’deki Domaköy (Şehitler köyü)’dür. Bu köyde yapılan şaraplar ticaret için değil, içmek için yapılırdı. Birkaç kere içme fırsatım oldu. Piyasada satılan şaraplara göre epey sertti.

*

16 Ağustos 2004 tarihinde NTV’de yayınlanan bir haberde Misi şarabı kentleşmeye direniyor diye bir haber yapılır. Köyün son şarap üreticisi Ömer Gümüş, “bölgenin her yanı üzüm bağlarıyla doluydu” diye hatırladığı çocukluğunda, köyde her büyük hanenin şarap imalatı yaptığını vurguluyor.

Geçen yıllarda ancak, Misi Köyü çarpık kentleşmeden olumsuz etkilendi. Gümüş “Doğanın zamanla katledilip her yerin betonlaşması, üzüm bağlarını kuruttu, şarapçılarımız büyük darbe yedi, imalathaneler teker teker kapanmak zorunda kaldı” sözleriyle köyün son yıllardaki durumunu özetliyor.
Köyde baba mesleğini sürdüren bir tek kendisinin kaldığını ifade eden Gümüş, “Babamın 1940 yılında kurduğu imalathanede, tahta fıçılarda yıllık 30-40 ton şarap imal ediyorum. Bursa’nın dışında İstanbul, İzmir ve Antalya’da müşterilerim var. Geçmişte şarabıyla ünlü olan ve ününü bugüne kadar sürdürmeyi başaran köyümüzde, şarapçılık mücadelesini artık tek başıma veriyorum” diye konuştu.
Gümüş, köyde üzüm bağlarının bulunmaması nedeniyle, üzümleri İzmir’in Selçuk İlçesi’nden getirtiyor.

Şarap Damacanaları

Misi köyünü geç keşfettim. Ben gittiğimde şaraphaneler kapanmıştı. Şarap içmeyi öğrencilik yıllarımda öğrenmiştim. En ucuz şarap Çubuk şarabıydı. Galon tabir edilen 3 litrelik şarabı alıp, arkadaşlarla içerdim.  Sonra rakıcı oldum.

Yıllar sonra içtiğin Doma köyde yapılan ev şarabını epey sert bulmuştum. Tesadüfen tanıştığım vişne şarabı çok beğendim ve Denizli’den getirtmiştim.

Misi köyüne girişteki köprüden gelmeden sağda geniş kapılı bir ev vardı. Evin önünde bulunan devasa bir fıçı vardı. Eski bir şarap fıçısı. Devasa fıçının etrafını otlar sarmıştı.

Fıçının hemen yanında ellili yıllarda filmlerde gördüğümüz eski model bir Amerikan arabası vardı. Uzun burunlu Chevrolet marka araba vardı. Antika sınıfına girecek bir arabaydı Zaman içinde o da enkaza dönüştü.

Köy Girişindeki Şaraphaneden Geride Kalan Fıçı Yıllar İçinde Çürüyüp Gitti.

Burası son şarapçı Ömer Güneş’e aitti. Ömer Gümüş, 1941 yılında doğmuş. Babası Mustafa Gümüş’te şarapçıymış.  Kooperatif dağılmış ve ortaklar kendi başına devam etmişler.

Şaraphanenin Önünde Ömer Gümüş’ün Chevrolet Arabası

1988 yılında Olay gazetesinde Aslan Şahin imzalı bir yazı Miside şarapçılıkla ilgili geniş bir yazı çıkar. Köydeki şarapçılık kötü günler geçirmektedir.

Şaraphane sahiplerinden Tevfik Gündoğdu, köydeki şarapçılığın gidişatını iyi görmediğini anlatır. Tevfik Bey, 1965 yılından bu yana şarapçılığı sürdürdüğünü ifade eder. Ancak köydeki üzüm bağları kalan iki şaraphaneyi bile beslememektedir. Tevfik Bey, Ege’den üzüm getirdiğini söyler (son şarapçı Ömer Gümüş şarap yapmak için Ege’den üzüm getirmiştir).

Şaraphane hakkında en son bilgiye yeme içme kültürü hakkında araştırma yapan, Bursalı Hakan Doğu’nun 5 Aralık 2006’da Milliyet blogda yayınlanan yazısında rastladım. Otomotiv sektöründe çalışan Hakan Bey, yeme içme kültürü ve şarapçılık konusunda araştırma yapan bir insan. Bursa’nın iki bin yıllık şarap üreticisi Misi köyüne koşar ama hayal kırıklığı yaşar. Köyde bir şaraphane kalmıştır.

Şaraphane sahibiyle tanışır.

“…Kala kala bir şaraphane kalmış. O da perişan bir yerde bir şeyleri rölantide sürdürüyor. Beraber bir iki kadeh yuvarladık. Bursa yöresinde yetişen kırmızı ve beyazlardan bazı şaraplar yapmış, beyazlar hiç iyi değildi, kırmızılar ise bir nebze daha iyiydi, ama sonuç kötüydü. Benim gibi şarapçılığı İngilizce kitaplardan öğrenen bir mektepli ile kesiklikle alaylı bir üreticinin tartışması pek hoştu. Şarabın ne kadar doğal bir şey olduğunu bana bir kere daha hatırlattı. Ben birtakım manüplasyonlar ile daha iyi şaraplar yapıyorum, ama o insanlık tarihinin en eski içkisini en doğal yöntemlerle yapıyordu.”

Hakan Doğu’nun Milliyet Blogda yayınlanmış yazısına bakalım:

“Tarihe dönüp baktığımızda, üzümün ve şarabın anavatanı Anadolu’da, toprak ve iklim itibarıyla en uygun yörelerin Bursa ve civarı olduğunu, yakın tarihe kadar şarap ve şarapçılıktan önemli nimetler alındığını görmek kolayca mümkün oluyor. Belki de insanoğlunun ilk üretim tecrübesi olabilecek şarap yapımı, Bursa’da daha 40 yıl öncesine kadar önde gelen sanayi dalıydı. Üstelik yüzyıllardır böyle olduğunu belgelerden görmek de mümkün. Bursa Ticaret ve Sanayi Odası’nın kurulduğu 1889 tarihindeki ilk önemli karar şarap olmuş… 18 Haziran 1889’da kurulan Ticaret Odası’nın ilk toplantı kararı adresinin tespiti. Sonraki kararı ise tefrişat ve görevlilerle ilgili… 23 Temmuz 1889 tarihli ilk çalışma toplantısında Başkan Osman Fevzi Efendi; 2. Başkan Kâmil Beyefendi, üyeler ise; Serupçan Efendi, Filibeli Kirkor Efendi, Nikolaki Efendi, Bay Kostan Efendi… Toplantının ilk ve tek konusu ise; şarap ihracatının arttırılması amacıyla bağ bozumu zamanlarının tayini! Takip eden pek çok toplantıda konu yine şarap olmuş. Öyle ya Osmanlı yüzyıllarca, topraklarında üretilen yüz milyonlarca litre şarabı Orta Avrupa’ya ihraç etmiş, yüz binlerce altın kazanmıştı… Rakamlar çok çarpıcı. 1904 yılına dek, yılda 300 milyon litre civarında şarap ihraç ediliyormuş. Bugün ülkemizdeki toplam şarap üretimi o tarihte ihraç edilen miktarın beşte biri…

Bursa şarap ihracatında önder bölgelerden birisiymiş. Keşiş Dağı’nın (Uludağ) her yerinde şaraplık üzüm yetiştiriliyormuş.

Mudanya sırtları, Orhaneli, İnegöl, İznik, Gemlik, Orhangazi ve Karacabey de şaraplık üzüm bağlarıyla doluymuş…

Uludağ’ın Kızık köyleri, Misi, Orhaneli ve Geçit almış yürümüş… Her yer üzümlerle doluymuş. Keşiş Dağı’nın üzerinde yüzyıllar öncesinden kalan Bakus mabetleri her yerdeymiş. Bakkhalarla şarap şenlikleri yapılıyormuş.

Her bağ bozumunda. Yöredeki kazılarda bulunan eski Roma, Bizans ve Prusya sikkelerinin üstlerinde Bakus figürleri yer alıyormuş.

Osmanlı’nın şarap ihracatındaki en önemli limanlarından birisi ise Tirilye olmuş. (Zeytinbağı) Bugün Tirilye’ye giderseniz, her evin önünde bir asma dikili olduğunu göreceksiniz.

Gelelim 40 yıl öncesine… 1959–60 yıllarında Bursa’da 19 şarap işletmesi varmış ve milyonlarca litre şarap üretiliyormuş. Örneğin, 1960 yılında 16 000 hektar bağ alanından kayıtlı 1.269.400 litre şarap üretilmiş. Kayıtlı olmayanlarla birlikte bunun 3.000.000 litre civarında olduğu tahmin ediliyor. Misi, Geçit, eski İzmir yolu hatta şimdiki Korupark’ın yanında şaraphaneler varmış ve her yer bağlarla örülüymüş. Büyüklerimizden dinlemişizdir; o tarihlerde Mudanya’ya trenle gidilirken, yolcular Mudanya tepelerinde yavaşlayan trenden inip bağlardan üzüm koparıp yerlermiş. Bursa’nın kendine has üzümleri varmış: Mudanya üzümü, müşkile, çavuş, rezaki, beylerce, irikara, bostancı, beyaz şıralık, pembe şıralık, misket, çağrışan karası gibi… Alkol oranı % 12,2 ile 14,2 arasında değişen şaraplar üretilirmiş. Üzümler toplanır, tahta preslerde sıkılır ve yöredeki meşe ağaçlarından yapılan fıçılara konulur saklanırmış. Yani üzüm, bölgenin yani bizim preslerimizden, bizim fıçılarımızdan, bizim ağaçlarımızdan ve bizim ustalarımız tarafından yapılmış. Üretimde çalışan şarap ustaları da bizim insanımızdanmış. Nasıl üzülmez ki insan… Bu kadar her şeyi bize ait bir değer nasıl “ıskalanır”, kaybolur ve azalır? Sorarım size, ülkemiz bir sanayi ülkesi mi? Şayet cevap evet ise hangisi “bizim” sanayimiz… Yani, teknolojisi ithal, motoru, plastiği, lastiği, çelik sacı ve yönetimleri ithal otomotiv mi bizim sanayimiz ya da dokuma makinaları, baskı makinaları, dikiş makinaları ithal, sentetik ipliğinin hammaddesi, pamuğu, keteni ithal tekstil mi “bizim” sanayimiz? Yoksa, hammaddesi en güzel iklim ve toprak şartlarına sahip Anadolu’da yetişebilecek üzüm olup, yüzyıllarca hatta bin yıllarca tarih ve deneyim sahibi olduğumuz “şarap” mı “bizim” sanayimiz?

Anadolu’nun şarap tarihi 6000 yıllık… Oysa Anadolu’dan 3500 yıl sonra ve yine Anadolu’dan alınıp fideleri götürülerek üzümle tanışan Fransa yılda şaraptan 10 milyar dolar döviz kazanıyor. Daha 150 yıllık şarap tarihine sahip Avustralya ve Güney Afrika yılda 2,5 milyar dolar şarap ihracatı gerçekleştiriyorlar. Bizdeki rakamı bilmek ister misiniz? Toplam şarap üretimimiz şu anda 70 Milyon litre civarında. 100 senede 5–6 misli küçülmüş. Üretici sayısı 70 civarında (40 yıl önce sadece

Bursa’da 19 üretici varken, bugün bir tek faal üretici var), ihracatımıza gelince; yılda 2,5 milyon litre ihracatımız var.

100 yıl öncesine göre 120 kat azalmış ve sadece 9 milyon dolar gelir elde ediliyor. Dünya şarap ihracatı 30 Milyar dolarlar civarında.

Böylelikle neleri “ıskalamış” olduğumuz kolayca görülüyor. Daha dünya nüfusunun yarısının şarap tüketmeye başlamadığı ama 10 yıl içinde başlayacağı düşünüldüğünde kayıp daha belirgin görülüyor.

Kaçıp gidenlerden bahisle kötümser bir tablo ortaya koymuş olabilirim. Hiç mi hoş gelişme yok şarapta diye sorabilirsiniz. Tabi ki var. Şarap tüketimi çok daha bilinçlenmeye başladı. İnsanımız, daha çok dışarıda yemek yemeye, iş toplantılarını, kutlamalarını akşam yemeklerine taşımaya başladı. Yurt dışı gezileri ve ülkemizi ziyaret eden yabancı sayısı arttıkça şarap bilinci de arttı. Buna paralel olarak şarap üreticileri de bağcılıkta ve şarapta kaliteye daha çok önem vermeye başladılar. Denetimler de keyifsiz ve düzensiz şarap üretiminin önüne geçti. Şarabı severek ancak bilerek tüketme ihtiyacı arttı. Şarap kursları, tadımlar her geçen gün çoğalıyor. Üretici sayısı yavaş da olsa artmaya başladı. Bursa’mız da bundan payını aldı. 2000 yılına gelindiğinde Bursa’da tek bir şarap üreticisi kalmamışken, 2003 yılında Tirilye’de butik ve kaliteli şarap üretimiyle bir şaraphane kuruldu. Adını bölgemizde yaşadığına inanılan ve adına tarihte şenlikler, mabetler yapılmış olan şarap tanrısı “Bakus”ten alan bu yeni şarap üreticisi adeta “kaybolan bir değeri geri kazanmak “Adına kaliteli butik şarap üretimi yapıyor. Ben halen Geçit’ten geçerken, sağda Çin Çin Şaraphanesi’nin terk edilmiş binasına ve Bademli yolu girişindeki Nilüfer Şaraphanesi’nin yıkıntılarına bakarken buruk hislerle doluyorum. Eski şarap üstadı Misili Ömer Bey ile sohbetlerimizde hisleniyorum. (16 Ağustos 2004)

Bursa’ya 4 kilometre uzaklıktaki Misi Köyü, 550 yıl önce kuruldu. 250 haneli köy, Osmanlı döneminde Avrupa’ya üzüm ihraç ediyordu. Ömer Gümüş, “bölgenin her yanı üzüm bağlarıyla doluydu” diye hatırladığı çocukluğunda, köyde her büyük hanenin şarap imalatı yaptığını vurguluyor.

 Kentleşme Bağları Yok Etti

Geçen yıllarda ancak, Misi Köyü çarpık kentleşmeden olumsuz etkilendi. Gümüş “Doğanın zamanla katledilip her yerin betonlaşması, üzüm bağlarını kuruttu, şarapçılarımız büyük darbe yedi, imalathaneler teker teker kapanmak zorunda kaldı” sözleriyle köyün son yıllardaki durumunu özetliyor.

Şarabı Yaşatmaya Kararlı

Köyde baba mesleğini sürdüren bir tek kendisinin kaldığını ifade eden Gümüş, “Babamın 1940 yılında kurduğu imalathanede, tahta fıçılarda yıllık 30-40 ton şarap imal ediyorum. Bursa’nın dışında İstanbul, İzmir ve Antalya’da müşterilerim var. Geçmişte şarabıyla ünlü olan ve ününü bugüne kadar sürdürmeyi başaran köyümüzde, şarapçılık mücadelesini artık tek başıma veriyorum” diye konuştu.

Gümüş, köyde üzüm bağlarının bulunmaması nedeniyle, üzümleri İzmir’in Selçuk İlçesi’nden getirtiyor.

 

KAYNAKÇA:

  • ANT
  • Bursa Hakimiyet
  • Doğu, Hakan, Milliyet Blog, 5 Eylül 2006
  • Gastronomi, Mart-2013
  • Hakimiyet Milletindir
  • Kaplanoğlu, Raif, Bursa’da Bağ Bozumu ve Şarap Kültürü, www.bursadakultur.org
  • OLAY
  • Scheneider, Eliza Cheney Abbott, Bursa Mektupları, İstanbul-Ekim 2009, Dergâh Yayınları
  • Yeni ANT

Sözlü Kaynaklar

  • Hüsnü Usta
  • Ömer Gümüş
  • Şinasi Çelikkol
  • Turan Çalay
  • Yakup Dülger

Ekrem Hayri PEKER

Kimya mühendisi, araştırmacı, yazar. Bursa Mustafakemalpaşa’da (1954) doğdu. Anadolu Üniversitesi Kimya Mühendisliği bölümü mezunu. TUBİTAK veri tabanına kayıtlı “Teknoloji tabanlı Başlangıç Firmalarına Özel İş Geliştirme” mentörü, C Grubu iş Güvenliği uzmanı olarak Nano kimyasalların tekstil materyallerine uygulamalar konusunda üniversitelerde konferanslar verdi. Yayınlanmış kitaplarından bazıları: "Kuşçubaşı Hacı Sami Bey", "Özbek Mektupları", "Yeşim Taşı - Ön Türkler ve Türk Tarihinden Kesitler", "Kafkasya'dan Anadolu'ya - Zekeriya Efendi". Belgeseltarih.com kurucu ortağı ve yazarıdır. E-Posta: [email protected]

FACEBOOK - YORUM YAZ

Sosyal Medyada Paylaşın:
  • YENİ
Bir Mektup.. Bir Tehdit… Bir İsyan…

Bir Mektup.. Bir Tehdit… Bir İsyan…

Haber Merkezi, 13 Mart 2024
Kalfatlı – Kalafatlı ve Kültürel Kimliği

Kalfatlı – Kalafatlı ve Kültürel Kimliği

Dr. Yaşar KALAFAT, 11 Mart 2024
İnegöl’de Bir Yıldız Söndü

İnegöl’de Bir Yıldız Söndü

Haber Merkezi, 11 Mart 2024