Çöl Yemen’de Can Verenler – Biri Memet Biri Memiş |
Yemen: Arap Yarımadasının Güneybatı köşesinde olup, mutluluk anlamına gelen bir sıfatla nitelendirilir. Fakat bu sözcük Türkler için geçerli değildir. Türklerde Yemen denilince mutluluktan ziyade akla hüzün gelir, gözyaşı gelir. Gidip de dönemeyenlerin arkasından yakılan ağıtlar gelir. Yemen bizim için anaların döktüğü gözyaşıdır. Yemen üstüne yakılan ağıtlar toplumsal ağıtlar grubu içerisindedir. Bu ağıtların yakılış tarihleri hayli eski olmasına rağmen özelliğinden, güzelliğinden ve tazeliğinden hiç bir şey kaybetmemiş, yakılan ağıtlar türküleşerek bizlere ulaşmıştır. Maalesef yakılan ağıtların çoğu hep söz de kalmış, sadece türküleşenler bize ulaşmış, geçmişle gelecek arasında önemli bir köprü olarak da kayıtlara geçmiştir.
Yemen ağıtlarına geçmeden önce, ağıtların yakılmasına vesile olan Osmanlı ile Yemen ilişkilerini kısaca değinmek gerek:
Osmanlıların Yemen ile ilk ilgilendikleri tarih, 1530´lu yıllarda başlar. Bu tarihten itibaren Osmanlı Devleti, İstanbul’dan Yemen´e üst düzeyde görevliler göndererek, hem kendisi, hem de bölge için güvenli bir yönetim kurma gayreti ve çabası içerisine girer. İkili ilişkilerin çok sıcak geliştiği bu dönemde, Yemen idarecilerinin Osmanlı Devletine son derece bağlı olduğu bilinmektedir. Sonraki tarihlerde bu politikalarda bazı değişiklikler olmuşsa da, genel hatlarıyla Yemen´in Osmanlı yönetimi altında bulunması, kaçınılmaz bir hal almıştır. Çünkü başta Portekizliler olmak üzere diğer Batılı devletlerin emelleri ortaya çıkmış, Yemen´i de içine alan İslâm coğrafyasının güvenliği tehdit edilir olmuş. Bu çerçevede, Osmanlıların Yemen’e sahip çıkmalarının temel sebeplerinden biri: Müslümanların kıblesinin bulunduğu Mekke ve çevresini yabancılardan korumak, suikast ve saldırılara karşı korumaktır. İşte Osmanlının gidip de dönüşü olmayan Yemen’e sahip çıkmasının birinci derecedeki amacı kutsal toprakları yabancılardan korumaktır.
Arada bazı kesintiler olmakla birlikte Yemen 400 sene kadar Osmanlı idaresi altında kaldı. Sosyal, kabilevî, mezhebî ve coğrafî yapısı nedeniyle idaresi çok zor bir ülkeydi. Asayiş, emniyet ve huzuru sağlamak için yüzbinlerce Osmanlı askeri bu topraklarda can verdi. Bu yüzden Yemen dağlarının, vadilerinin, sırtlarının, çöllerinin her bir noktasında hatıramız kaldı. Yemen’in en ıssız, en vahşi kenarlarında bile binlerce şehidimiz yatıyor. Kuzey Yemen’de Zeydîlerden başka Hudeyde ve San’a arasındaki Haraz Dağı’nda Şiî ve İsmailî kabileler bulunmaktaydı. İsmailîlerin Yemen’deki bu kolu, Attara Kalesini üs edinmiş geleni gideni haraca bağlamıştı. Öte yandan Yemen’de Şafiî-Sünni topluluklar da yaşıyordu. San’a ve Sa’da şehirlerindeki halkın çoğunluğu Hanefî mezhebindendi. Yemen, hâkimiyetimizin altında olduğu 400 senelik dönemde Osmanlı Devletine en fazla isyan eden ve bu yüzden de defalarca yeniden fethedilen bir bölge olmuştu.
19.Yüzyıla kadar bölgenin idaresi fiili anlamda Osmanlı Devletinin elinden çıkmıştı. Osmanlı’nın Yemen üstüne ikinci kez yoğunlaşması 19. Yüzyıl ortalarından itibaren özellikle bölgede artan İngiliz ilgisinin de etkisiyle gerçekleşti. İngilizlerin Aden’i 1839’da ele geçirmesinin ardından Osmanlı idarecileri bölgenin güvenliğini sağlamak için harekete geçtiler. Gazi Ahmet Muhtar Paşa askeri güçle bölgeyi tekrar Osmanlı hâkimiyetine bağlamayı başardı. Aralık 1870’de Gazi Ahmet Muhtar Paşa Yemen’de askeri kuvvet kumandanı ve ardından vali olarak görev yaptığı dönemde San’a merkezli bir Yemen isyanı bastırıldı. Ardından da Yemen, Osmanlı’nın bir vilayeti haline getirilerek askerî ve idari açıdan teşkilatlandırıldı.
Osmanlı, Yemen’de görev yapacak memurların, halkla olan ilişkilerinde yaşanan aksaklıkları gidermek için, bazı önlemler aldı. Arapça bilen memurlar göndererek bazı düzenlemeler yaptı. Alınan önlemlere rağmen 1889 ve 1895 yılları arasında zorluklarla bastırılan isyanlar başladı. 1902’de İmam Hamidüddin’in başlattığı isyan Ahmet Fevzi Paşa’nın 15 Temmuz – 1 Eylül 1905 tarihleri arasında yürüttüğü harekâtla, kabile reisleri bertaraf edilerek başlatılan isyan bastırıldı.
Osmanlı Yemen topraklarını ülkesine kattıktan sonra buradaki hükümdarlığını sürdürmek için çok şehit verdi. Beş cephe de birden çarpışan Osmanlı kuvvetleri Anadolu’dan sürekli asker göndererek oradaki askerlerine güç kazandırmaya çalıştı. Çarpışmalar çok şiddetliydi. Halk Yemen cephesine giden evlatlarının artık geri dönmeyeceğini öğrenmişti. Birçok aile cepheye giden çocuklarından bir daha haber alamadı. Kısaca giden gelmiyordu. Gelenler de ya kördü ya da topaldı. Memleketlerine geri dönemeyenler de orada hayatlarını sürdürmeye çalışıyorlardı. İşte Yemen böyleydi. Gidenin dönmediği, gelenin görmediği bir yerdi Yemen. Yemen… Yemen… Zalim Yemen. Bir bardak suyun altın olduğu Yemen…
Yemen ah!.. Yemen… Arabistan ve Yemen çöllerinde hain kurşunların, salgın hastalıkların kol gezdiği Yemen. Vatan evlatlarının, ana kuzularının, nice genç kızların, gencecik gelinlerin, anaların, babaların, ağaların korkulu rüyasıydı Yemen. Kısaca yol gözleyen, yavrum diye dizini döven anaların, ağlamaktan gözleri kan çanağına dönen gelinlerin, hıçkırıklarının uğultusuydu Yemen. Anadolu’da oğlunu Yemen’e gönderen, gelmeyince de: Tarlalarda biter kamış / Uzar gider vermez yemiş / Şol yemende can verenler / Biri Memet biri Memiş diyen ananın feryadıydı Yemen. 24 yıl ağlayan, gelince oğlunu göremeyen ananın gözünden akan yaştır Yemen…
Gerçekten Yemen üstüne o kadar ağıt yakılmış ki. Biz; sadece türküleşerek bize ulaşanları biliyoruz. Oysa ülkemizde her ana Yemen’e gidip de dönemeyen kuzusu için bir ağıt yakmış. Hem de dizini döve döve. Guzum diye diye… Onun için bir Yemen türküsü dinlediğimizde içimiz burkulur. Boğazımızda yaşlar düğüm düğüm olur. Yemen türküleri Arap çöllerinden geri kalan, içimizi ezim ezim ezen ezgiler yumağıdır. Yüreğimize siyim siyim akan gözyaşıdır… İşte bunlar yüreğimize ok olup saplanan Yemen türküleridir… Yüzyıl öteden doğmuş, kalpten kalbe akmış duygular yumağıdır Yemen.
Yemen’e Çukurova’dan giden iki kahramanı var. Memet’le Memiş. Memet Emine bacının oğlu. O ünlü Yemen ağıtının kahramanı. Mehmet anasından ayrılırken: Aman ana canım ana / Sütün emdim kana kana / Ben Yemen’e gidiyorum / Helal eyle sütün bana der ve yürür. Bir daha arkasına bakmaz. Gidiş o gidiştir. Bir daha da geri dönmez. Emine bacı ağlaya ağlaya gözden, dövüne dizden olur. Ağıt yakar. Zaten yapacağı başka bir işte yoktur. Çaresizdir. Yürek yanar. Yangın yürek acısını, ağıtlara döker. Giden bir değil, iki değil, beş değil bindir. Onlardan biri Memet biri de Memiş’tir.
Ağıtın nasıl yakıldığını Ferit Celal Güven Yemen Türküsü[1] adlı yazısında şöyle anlatıyor. Aynan aktarıyorum.
Emine Bacı:
“O gittiği yerin ne olduğunu benden daha iyi biliyor. Dedesi gitti gelmedi, babası gitti dönmedi, emmisi gitti sesi çıkmadı, gidip dönmeyen yerlere gitmenin ne olduğunu anlamayacak çağda değildi… Onun niyeti kötüydü, çöle gidip Arap’la boğuşacağıma, dağa çekilir kendi ilimin, kurduna kuşuna yem olurum diyordu…
Ona git oğlum, Tanrı kerimdir, dedim. Kaçak anası olmayı bana yakıştırır mısın? Günü gelen ölür… Sen çok tazesin, ecel senin gibi çiçeklere dokunmaya utanır… dedim. O öyle bir yüzüme baktı ki içimden bir iğne geçti sandım.
‘Korkma ana, ben soyumuza kir getirmem. Yalnız Tanrı’nın Yemen´deki kuyusu çok derin olacak ki giden düşüp kalıyor’ dedi.
O sabah asker, çadırını yıkmış, katırlarını yükletmiş istasyona doğru yürüyüşe geçmişti[2]. Askerin önünde bir muzika yürüyordu, iriyarı kara sakallı bir asker alayın önünde kırmızı meşin kılıf içindeki bayrağı taşıyordu. Kalın, boğucu bir toz bulutu içinde yürüyen askerlerin yanında başı açık, çıplak ayaklı çocuklar, çarşaflarını omuzlarından geriye atmış değneğine dayana dayana yürüyen ihtiyar kadınlar, gözlerinin yaşlarını örtülerinin kenarlarına silen genç gelinler de hızlı hızlı yürüyorlardı. Bunları seyreden çok kamburlaşmış bir ihtiyarın kulağına bir çocuk bağırıyor:
— Yemen´e gidiyorlar… Baba… Yemen´e…
İstasyonun küçük bir çinko saçağı altında, dut ağaçlarının diplerinde karışık bir kalabalık bir dala asılmış arı hevengi gibi kaynaşıp uğulduyor. Değneklerini yere vura vura ´sebil, sebil´ diye bağrışan kör dilenciler kırık testilerden su dağıtıyorlardı.
Artık askerler trene iyice yerleşmiş, vagonların etrafına süngülü nöbetçiler konmuş, kalanlarla gidenlerin arasına süngüden bir çit çekilmişti. Lokomotifin istim borularından çıkan ıslık sesleri trenin yürümeye başladığını anlatıyordu. Fesinin altına geçirdiği kırmızı benekli mendilin altında sakalının akları seçilen, ceketinin düğmeleri çözük bir redif muzika zabiti vagonların önünde duran takımına kınından sıyırdığı paslı kılıcıyla bir işaret verdi. Muzika üç defa selam havası çaldı, asker üç defa bağırdı. Bundan sonra acı bir düdük sesine düzensiz bir muzika sesi karıştı:
Ey gaziler! Yol göründü gene garip serime…
Lokomotif vagonları zorlukla çekiyordu, bir avuç içi kadar duvar gölgesine, saçak altlarına sığınanlar birbirlerine karıştılar, tıklım tıklım vagonları dolduran askerler bir ağızdan Yemen türküsü söylüyorlardı. Emine bacının eteklerine sıkı sıkıya yapışmıştım. Ortalık bir ana baba günü olmuştu. Üzerimize kalın bir toz bulutu çökmüştü. Vagonlar seçilemez bir hayal gibi süzülüp geçiyorlardı. Lokomotif sanki bir canavardı, korkusu dağ gibi yürekleri ezen bir cehenneme doğru, binlerce insanı, ana, kucağından, yavuklu kucağından çivi söker gibi çekip götürüyordu… Dizini döven, kanını içine akıtan bu kalabalık gidenlerin arkasından uğunuyor. Emine bacı bir yandan söylüyor, bir yandan terden, tozdan yüzüme yapışmış saçlarımı okşuyor, beni; biraz önce Memed’ine yaptığı gibi bağrına basıyordu…
Gara çadır is mi dutar
Martin tüfek pas mı dutar
Ağlaşalım anam bacım
Elin gızı yas mı dutar
Kutlu kumaş kirlenirse
Başta püskül pullanırsa
Ya kimlere baba desin
Küçük bebek dillenirse
Günden yana soldu m’ola
Yerden yana oldu m’ola
Memmed’imin ala gözün
Garıncalar oydu m’ola
Getme Yemen’e Yemen’e
Yemen sıcak dayanaman
Dan borusu er vurulur
Sen cahilsin uyanaman
Tren artık kıvrıntıyı dönmüştü. Biteviye çalan lokomotifin düdüğü kısılmış, sesler gittikçe kayboluyor, silikleşiyor, sona ermiş bir nefes takatsizliği içinde her şey yorgun cansız düşüyordu. Yemen türküsünün son yangıları kulaklarda bir çınıltı gibi inceliyordu. Kimde ağlayacak can, hangi gözde yaş kalmıştı? Korkunç bir gök gürültüsünden sonra bulutlarla hızla yere dökülen iri damlalara benzeyen gözyaşları artık kurumuştu. Yağmur sonu selleri
gibi insanlar sokaklarda akışıyorlar.
Aylar’dan sonra Yemen’den Emine bacıya oğlu Mehmet’ten 1319, yani 1901 yılında yazılmış bir mektup gelir. Mektup: 1935 yılında Ülkü Dergisinin Eylül sayısında Ferit Celal Güven imzasıyla yayınlanan Yemen Türküsü adlı yazıdan alınmıştır. Aynen aktarıyorum[3].
‘Ana: Bir buçuk iki aydır iskeleden iskeleye uğraya uğraya birçok şehirler ve denizler geçtik. Sonunda Yemen denilen yere geldik. Sıcağı gelin de bura da görün. Elime mendil sarmadan martinin namlusunu tutamıyorum. Bir asker on dakikadan fazla nöbet bekleyemiyor. Yere düşüp bayılmadık kimse yok. Burada bir yudum duru su, altından daha pahalı… Rüzgâr bile kaynar su gibi nereye dokunsa haşlıyor. Araplar askerlerin kanını şerbet sanıyor. Bizim köyün yarısı yollarda hastalanıp kaldılar. İçimizden ölen de yok değil. Kimse duymasın ya!… Fatma gelinin de kocası ölenler arasında. Gece nöbet beklerken zavallının karnını Arap, hançeriyle açıvermiş.
Canımızı kadere bağladık ana. Yarın erkenden Cebel denilen kuru, katı dikenli, kumluk, taşlık bir yere gideceğiz. Araplar gene başkaldırmışlar.
Ali ne yapıyor ana. Yürümeye başladı mı? Anam!… Canım anam!… Aşağı pınardan geçerken bir avuç soğuk su iç benim için’ diyerek mektuba son noktayı koymuş Mehmet. Altına rakamla 1319 (1901) yazılmış. Bir kenarında ise büyük bir parmak izi…
Mektubun yayınlandığı yazıda Mehmet’in anasının yani Emine bacının Seyhan nehrinin bir kolu olan Çakıt Çayının[4] üst kenarındaki köylerden birinden olduğu söyleniyor. Yazar köy hakkında az da olsa şu bilgileri veriyor[5]:
“O zaman biz de yazı geçirmek için Emine bacının Toros Dağları eteklerinde, Çakıt kenarından köyüne giderdik. Emine bacıyı oradan tanıyorduk. Damı bir tepenin sırtıyla birleşmiş evinin önünde küçük bir bağı, birkaç yüz dönüm iyi bakılmış tarlası, besili inekleri, davarları vardı. O bizi çok kere keçiboynuzu ağacının koyu gölgesine götürür, köy masalları söylerdi. Hele davarları sağarken söylediği türküler çok hoşumuza giderdi… Yolun üzerindeki iki gözlü, taş tekneli pınarı, derenin kenarındaki yunak[6] yerini büyükbabası yaptırmıştı. Onun için Emine bacı köyün ileri gelenlerinden sayılıyordu.[7]”
Ben yazıyı okuduktan sonra kendimde yörenin, o toprakların[8] insanı olarak Emine bacının köyünü bulmak için kolları sıvadım. Önce Adana’nın Karaisalı ilçesine bağlı Çakıt Çayı’nın kenarındaki köyleri düşündüm. İlk köy kanyona adını veren Kapıkaya ( Kökaraplar ) sonra Hacıaraplar, Kocaveliler, Salbaş ve Memişli. Memişli köyü sınırları içinde de nehir göle kavuşuyor.
Ben Kapıkaya ve Hacıaraplar köylerinin Çakıt kenarındaki konumunu bildiğim için bu köylerin olamayacağını düşündüm. Onun için de Kocaveliler köyünden işe başlamaya karar verdim. Kendi köyümden Kocaveliler köyünü iyi tanıyan, oğlunun kayınbabasının Kacavelilerden olduğunu bildiğim halamın oğlu Arif Atar’la doğru Karaisalı’ya gittim. Karaisalı’da konuya ilgi duyan kütüphane memuru Yakup Uçar’ı da alarak Kocaveliler’e hareket ettik. Tarih 13 Ağustos 2019.
Kocaveliler köyü Çakıt Çayı’nın kenarında. Çevrenin büyük köylerinden. Çakıt’ın nimetlerinden de en çok faydalanan köy.
Tabir yerindeyse “deh çöh deh çöh” köye ulaştık. Hava sıcak. Hem de iyi sıcak. Karacaoğlan’ın: “Çukurova yanar yanar örd” olur. Dediği cinsten.
Arabayı uygun bir yere park ettikten sonra caminin karşısında ki dükkânın önündeki sandalyelere oturduk. Dükkân sahibi beni televizyonda yaptığım programlardan, Karaisalı kültürüne hizmetlerimizden ötürü hemen tanıdı. İlgi gösterdi. Bu arada köylülerden birkaç kişi de yanımıza geldi. Diğerleri kim bunlar acaba diye hoyurt hoyurt bakıyorlar.
Hoş beşten sonra çay kahve ve soğuk limonata derken, ben niye geldiğimizi, Çöl Yemen’de can verenler – Biri Memet biri Memiş dizeleriyle başlayan ünlü Yemen ağıtındaki Mehmet’le Memiş’i araştırdığımızı özetledim. Hiçbir şey bilmediklerini, köyde yaşlı bir karı kocanın olduğunu, ancak onların bileceği söylendi. Haydi, gidelim dedik. Dükkân sahibi Ahmet Koca bizi yaşlı karı kocanın evine götürdü. Oturmadık. Ayakta derdimizi anlattık. Fakat konuyla ilgili hiçbir bilgi sahibi olmadıklarını söylediler. Yaşlılardan sonuç alamadık. Böylece Mehmet’le Memiş’in Kacaveliler’den olmadığı kesinleşti.
Hava iyi sıcak… Hem de güneşin öfkeli olduğu saatler. Buna rağmen yürüyerek arabaya kadar gedik. Bizi ağırlayan dükkân sahibi Ahmet Koca ve diğer köylülerle vedalaştıktan sonra Salbaş’a hareket ettik. Çakıt boyunu takip ederek Salbaş’a ulaştık. Salbaş yörenin nüfus bakımından en büyük köylerinden. Belediyelikti. Yeni yasaya göre köye, sonra da mahalleye dönüştü. Bizim gözümüzde teşkilatlı bir köy olarak varlığını sürdürüyor.
Salbaş’ta sevgili dost Foto Süleyman Çağlayan’ı bulduk. Süleyman bizi der-
dimizden anlayacak kaynak kişilere götürdü. Kaynak kişiler meselinin ciddiyetini anlamalarına rağmen yardımcı olamadılar. Zira konuyla ilgili bilgileri yoktu. Aradan çok zaman geçmiş olması işimizi zorlaştırıyordu. Sonuçta el el de, baş başta… Kaynaklardan az da olsa bir ipucu yakalayamadık. Sevgili Süleyman Çağlayan’a başka bir günde araştırmaya devam edeceğimizi söyleyerek vedalaştık. Yakup Uçar’ı Karaisalı’ya bıraktıktan sonra biz de Arif Atar’la köye döndük.
Araştırmaya kısa bir ara verdikten sonra 18. 9. 2019 tarihinde tekrar başladık. Bu sefer başlangıç yerimiz Salbaş. Bacım Gülay Akçam da Salbaş’ta oturuyor. Misafiriyiz. Konuyu tartışıyoruz. Bacım; Salbaş’ın ilerisinde bir Memişli köyü olduğunu, ağıtta geçen Memiş adıyla ilgisi olabileceğini söyledi. Şimdiye kadar köyü bildiğimiz halde hiç aklımıza gelmemiş. Öyle ya; Çöl Yemen’de can verenler / Biri Memet biri Memiş. Doğru tespit. Memişli köyü kişinin adına izafeten verilen bir isim olmalı… Üstelik Memiş adı da Karaisalı ilçe sınırları içinde çok yaygın. Nasıl Ökkeş Kahramanmaraş – Gaziantep de, Satı adı Kastamonu ve Çankırı da yaygınsa, Memiş adı da Adana’nın Karaisalı ilçesinde öyle…
Biz toplum olarak babadan oğula isim koyma geleneğine sadık bir milletiz. Mesela: Babanın adı Halil, oğlu Mahmut ise, Mahmut evlendiğinde oğluna babasının adını verecek, geleneğe uyarak atasının adını yaşatacaktır. Özellikle Karaisalı köylerinde bu gelenek hala devam etmektedir. Sonuçta nesil Halil oğlu Mahmut, Mahmut oğlu Halil olarak devam edecektir. Memişli köyünün de babadan oğula ad koyma geleneği sonucunda bu ismi aldığı ihtimali çok yüksektir.
Doğrusu bu fikir ortaya çıkınca neden olmasın diye düşündük. Hemen Memişli’ye gitmeye karar verdik. Süleyman Çağlayan köyün muhtarını aradı. Muhtar köyde imiş.
Bizim Karaisalı da Değirmenden gelenin eline bakarlar diye bir deyim vardır. Bu düşünceden hareketle yiyecek içecek aldık. Sonra da Süleyman Çağlayan, Yakup Uçar, Arif Atar’la doğru Memişli’ye. Önce Arif Atar’ın arkadaşı Mustafa Altıntop’u bulduk. O bizi köy muhtarı Ramazan Altıntop’a götürdü. Muhtarın konuğuyuz. Hoş beşten sonra meseleyi anlattık. Konu pek dikkatlerini çekmedi. Ama ben buna rağmen tüm gücümle onları konuşturuyor, ısrarla ipuçları aramaya çalışıyordum ki… Muhtar, dostumuz Bekir Uysak’ın[9] bu köyden olduğunu, konuyla ilgili bilgisi olacağını söyledi. “Kardeşi aşağıya yeni ev yaptırdı” dediler. Doğru Bekir Bey’in kardeşinin evine gittik. Sağ olsun kabul etti. Evin önündeki terasta oturuyoruz. Ben konuyu açtım. “Bilgim yok dedi. Ama ağabeyim bilir”. Ağabeyi Bekir Uysak’ın telefonunu verdi. Arkadaşlar otururken ben telefonla Bekir Bey’i aradım. Konuyu anlattım. Hemen intibak etti. Memişli köyünün adının nereden geldiği konusunda bizim gibi düşünüyordu. Bekir Bey’e yazıda geçen Emine bacının köyüyle, eviyle, tarlasıyla, evin önündeki harnupla (keçiboynuzu) ilgili bilgiler aktardım. Bekir Bey harnup ağacının olduğunu doğruladı. Emine bacıyla ilgili birtakım bilgiler verdikten sonra: Yemen’de şehit olan Memet’in anasının üçüncü kuşağı olan Emine bacının Adana da, kendisinin de teyzesinin kızı olduğunu söyledi. Yani Yemen’de şehit olan Emine bacının oğlu Mehmet, ana tarafından da Bekir Uysak’ın da akrabasıydı.
Bu tespitleri yaptıktan sonra tez elden Adana’ya gitmek gerekiyordu. Bekir Bey’i tekrar telefonla aradım. Emine bacıyla nasıl görüşeceğimizi sordum. Bekir Uysak: “Oğlum Ramazan Adana’da muhasebecidir. O sizi Emine bacıya götürür. Tez elden Adana’ya ulaşın” dedi ve Ramazan’ın telefonunu verdi. Hemen Ramazan Uysak’ı aradım. Bir yer belirledik. Birbirimizi tanımadığımız halde kavilleştiğimiz yerde buluştuk. Ramazan bizi Emine bacının evine götürdü.
Emine bacı çok yaşlı. Ömrünün son günlerini yaşıyor. Geçmişi de pek hatırlayamıyor. Unutkanlık başlamış. Ben Emine bacının anasının adının Emine, Emine’nin anasının da Emine olduğunu tespit ettim. Konuştuğumuz Emine bacı, Yemen’de şehit olan Mehmet’in anasının üçüncü kuşağı. Yemen’de şehit olan Mehmet’in de anasının torununun torunuydu[10].
Nasıl bir mutluluk. Nasıl bir sevinç… İdamdan son anda kurtulan bir mahkûm. Bayramlığını giymiş bir çocuk. Tıpkı avcının kanat kırığı kekliği[11] bulması gibi.
Kısaca “Sabırla koruk helva oldu”. Zor bir muamma çözüldü. Yaklaşık bir asır önce yakılan “Çöl yemen de can verenler / Biri Memet biri Memiş” ağıtın nerede ve nasıl yakıldığını, Mehmet’in Memişli’den olduğunu güç de olsa tespit ettik. Netice itibariyle Mehmet’le Memiş’in ağıtı Çukurova’dan Anadolu’ya dalga dalga yayılmış. Tespitlerimize göre ağıtı ilk defa Adanalı Hakkı Efendi önceden verdiğimiz sözlerle taş plağa okumuş. Bir başka taş plak kaydı da Ahmet Gazi Ayhan’a ait. Ağıt plak kayıtlarına geçtikten sonra değişik sözler monte edilerek çeşitli şekillerde okunmuş. TRT repertuvarına Ümit Bekizağa’nın Ahmet Gazi Ayhan’ın plak kaydından yazdığı nota Kayseri türküsü olarak kayıtlara geçmiş. (Örnek Nota 1) Bizde Adanalı Hakkı Efendi’nin okuduğu şekliyle notasını yazarak kalıcılığını sağladık. (Örnek Nota 2) Ancak bunun dışında adı geçen Yemen ağıtıyla ilgili internette neler var diye baktığımızda:
1-Tunceli Hozat’tan Ali Asker’den Ali Çağlayan’ın derlediği Yemen ağıtı. Kara çadır ismi tutar. (Örnek Nota 3 )Ağıt 4 dörtlük olarak kayıtlara geçmiş. Sözlerde küçük farklılıklar olsa da içerik olarak aynı.
2-Yaşar Kemal’in Osmaniye – Kadirli’den Emine Sayman’dan derlediği Yemen Ağıtı. Kara çadır ismi tutar. Ağıt 7 dörtlük olarak kayıtlara geçmiş. Baştan 4 dörtlük bizim tespitlerimizle aynı. Diğer üç dörtlük ise Getme Yemen’e Yemen’e diye başlayan dörtlüğün küçük değişlikler içeren versiyonu.
3- Yusuf Ziya Demirci’nin Köy Halk Türküleri adlı kitabındaki Yemen ağıtı. (1929 yılı Sinop seyahati derlemesi.) Ağıt 3 dörtlük olarak kayıtlara geçmiş. III. dörtlük eksik. Sözlerde küçük farklılıklar olsa da içerik aynı.
4- Yusuf Ziya Demirci’nin Köy Halk Türküleri[12] adlı kitabındaki Yemen ağıtı. 1933 yılında Ödemişli Kâhya’dan derlenmiş. Yemen illerinde bana mı geldin dizesiyle başlıyor. Sözlerin tamamı bir dörtlük, (Kol. P. No: 17280.) içerik olarak da çok farklı.
5- Yusuf Ziya Demirci’nin Köy Halk Türküleri adlı kitabındaki Yemen Türküleri – Ağam sen gideli – Nizipli Deli Mehmet’ten alınmıştır bilgisi var. Sözleri bizim tespitlerimizle hiç alakası yok.
Sonuç olarak Emine Bacının söylediği Kara çadır is mi tutar dizesiyle başlayan Yemen ağıtı yukarıda verdiğimiz sözlerle kayıtlara geçmiş. Kaynaklarda sözleri farklı olan Yemen üstüne hayli ağıt olmasına rağmen Emine bacıdan tespit edilen sözlerle yayınlananlar beş kalem.
Artık şunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ağıt Emine bacının nice Mehmetlerin ardından döktüğü gözyaşının kanıtıdır. Mehmet’le Memiş’in ağıtı Emine bacının Adana istasyonundaki feryadıdır. Figanıdır. Guzum diyerek dizlerini dövüşünün sesidir. Kara vagonları doldurulan nice Mehmet’lerin arkasından dökülen gözyaşıdır.
Yemen ah!.. Yemen… Arabistan ve Yemen çöllerinde hain kurşunların, salgın hastalıkların kol gezdiği Yemen. Vatan evlatlarının, ana kuzularının, nice genç kızların, gencecik gelinlerin, anaların, babaların, ağaların korkulu rüyası Yemen. Kısaca yol gözleyen, yavrum diye dizini döven anaların, ağlamaktan gözleri kan çanağına dönen gelinlerin, hıçkırıklarının uğultusu Yemen. Yemen … Yemen … Ah Yemen…
Emine – Emiş[13] (Buturak) bacının gençlik yılları.
ÖRNEK :1[14]
PLAKTAN | ||
YÖRESİ | NOTASI YAZILDI | |
ADANA | GARA ÇADIR İS Mİ TUTAR[15]
| 24, 4, 2020 |
KAYNAK KİŞİ | NOTAYA ALAN | |
ADANALI HAKKI EFENDİ | HALİL ATILGAN |
Gara çadır is mi dutar
Martin tüfek pas mı dutar
Ağlaşalım anam bacım
Elin gızı yas mı dutar
2
Kutlu kumaş kirlenirse
Başta püskül pullanırsa
Ya kimlere baba desin
Küçük bebek dillenirse
3
Günden yana soldu m’ola
Yerden yana oldu m’ola
Memmed’imin ala gözün
Garıncalar oydu m’ola
4
Getme Yemen’e Yemen’e
Yemen sıcak dayanaman
Dan borusu er vurulur
Sen cahilsin uyanaman
ÖRNEK: 3
DERLEYEN | ||
ALİ ÇAĞLAYAN | ||
YÖRESİ | DERLEME TARİHİ | |
TUNCELİ – HOZAT | KARA ÇADIR İS Mİ TUTAR
| |
KAYNAK KİŞİ | NOTAYA ALAN | |
ALİ ASKER | SALİH TURAN |
1
Gara çadır is mi dutar
Martin tüfek pas mı dutar
Ağlaşalım anam bacım
Elin gızı yas mı dutar
2
Getme Yemen’e Yemen’e
Yemen sıcak dayanaman
Tan borusu er vurur
Sen küçüksün uyanaman
3
Yemen yolu çukurdandır
Karavana bakırdandır
Zenginimiz bedel verir
Askerimiz fakirdendir
4
Tarlalarda biter kamış
Uzar gider vermez yemiş
Çöl Yemen’de can verenler
Biri Memet biri Memiş
TEŞEKKÜR
Bu araştırmayı gerçekleştirirken yardımlarını esirgemeyen Memişli köyünden dostumuz Bekir Uysak’a, oğlu Ramazan Uysak’a, Salbaş köyünden Süleyman Çağlayan’a, halam oğlu Arif Atar’a, Karaisalı’dan bize katılan Yakup Uçar’a, Memişli köyü muhtarı Ramazan Altıntop’a, köy sakinlerinden Mustafa Altıntop’a, Kocaveliler köyünden Ahmet Koca’ya, bacım Gülay Akçam’a Emine bacının oğlu Celal Buturak’a çok teşekkür ediyorum. Sizlerin sayesinde bu araştırma gerçekleşti. Bize güç verdiniz, cesaret verdiniz. Eğer bu araştırma sonunda attığımız taş yerini bulur, Memişli köyüne Yemen Şehitleri anısına bir anıt yapılırsa çok daha mutlu olurum. Saygılarımla.
Dr. Halil Atılgan
ÖNEMLİ NOT:
Bu tespitlerden sonra inşallah Memişli Köyü Muhtarlığı, Memişli’nin bağlı olduğu kaymakamlık, vilayet yetkilileri Adana milletvekilleri bizim tespitimizi değerlendirir. Memişli’ye Mehmetle Memiş’in ve tüm Yemen şehitleri anısına bir anıt yaptırırlar. Şehitler için yakılan ağıtın notasını da uygun bir yere yazdırarak bir ilke imza atarlar. Böylece gidip dedönmeyen Mehmet’le Memiş’i bir kez daha ölümsüzleştirirler.
DİPNOTLAR
[1] Ferit Celal Güven: Yemen Türküsü, Ülkü Dergisi Eylül sayısı 1935.
[2] Adana tren garı.
[3]Ahmet Erdoğdu: Gidip de Dönemeyenlerin Hikâyesi: Adı Yemen’dir ( 1) Yani Adana Gazetesi- 5 -10. 2013.
[4] Çakıt Çayı’nın kaynağı Niğde ili Ulukışla ilçesi sınırları içinde bulunan Toros Dağları’dır. Buradan çıkan su etraftaki derelerle birleşerek Şeker Pınarı’na ulaşır. Pozantı’nın içinden geçer Toros Dağları’nı yararak Adana ili Karaisalı ilçe sınırları içindeki Kapıkaya Kanyonunu oluşturduktan sonra ovaya ulaşır. Yörenin sulama ihtiyacını da gören Çakıt Çayı verimle topraklardan geçerek Seyhan Baraj Gölüne dökülür. Kapıkaya Kanyonu Karaisalı ilçe merkezine 5, Adana‘ya 72 km. dir.
[5] 1935 yılında Halk Evlerinin çıkardığı Ülkü Dergisinin Eylül sayısında Ferit Celal Güven adıyla yayınlanan Yemen Türküsü adlı yazı.
[6] Çamaşır yıkanan yer.
[7] Yazar, Emine Bacıyı çocuk yaşta tanıyor ve ailesi Adana’da oturuyor.
[8] Ben daha önce Karaisalı’ya bağlı olan, 1993 yılında Mersin ilinin Tarsus ilçesine bağlanan İncirgediği köyündenim. Yazıda adı geçen Çakıt Nehri ( Çayı ) köyümüze takriben 7- 8 km uzaklıktadır. Onun için Çakıt Nehri kenarına kurulmuş olan köylerin hepsi tarafımızdan bilinir.
[9]Bekir Uysak 15. 1. 1940 tarihinde Adana Memişli köyü doğumlu. Baba adı Mehmet – Ana adı Fatma. Zamanında Adana’da MHP’nin önde gelen isimlerindendi. 1994 – 1999 yerel seçimlerde MHP’nin Seyhan Belediye Başkanı adayı. Adana belediyesinden emekli. Halen Adana’da hayatını idame ettirmektedir.
[10] Ahmet Erdoğdu’nun Gidip de Dönemeyenlerin Hikâyesi – Adı Yemen’dir başlıklı yazısından aldığımız pasaj ağıtın Emine bacı tarafından yakıldığının önemli bir kanıtıdır.
YEMEN OLAYLARINDA ADANA VE ÇEVRESİNİN ROLÜ
Yemen olayları sırasında sık sık isyanlar çıkmaktadır. Bu isyanların ana nedeni Hz. Ali´nin torunlarından geldiklerini ileri süren Müslümanların Zeydi tarikatına dayanan halkın Osmanlı halifesini değil, kendi imamlarını halife olarak kabul etmeleridir. Bu isyanları bastırmak için Osmanlı İmparatorluğu devamlı surette Yemen´e asker göndermiştir. Adana´nın buradaki önemi ise; gerek iklim özellikleri itibariyle gerekse Osmanlı İmparatorluğu´nun Karadeniz ve diğer uzak bölgelerine göre Yemen´e olan yakınlığıdır. Karadeniz´den Yemen´e gitmek üzere yola çıkartılan bir gemi, Süveyş Kanalı´nda beklemezse bir ayda, İskenderun’dan çıkan bir gemi ise 12-13 günde Yemen´in Hudeyde Limanına ulaşmaktadır. Bu nedenle tercih, Adana ve çevresi olmaktadır. Yemen´e gönderilen Adana Redif Tugayı, oradaki görevini tamamladıktan sonra döner. Aradan üç-dört sene geçince yeni bir isyanda başvurulacak adres yine Adana Redif Tugayıdır. Adana Tugayı içinde Mağara, Feke, Kozan, Misis gibi taburlar da bulunmaktadır.
[11] Avcı kekliği vurur. Keklik sadece kanattan saçma aldığı için bir kanadı kırıktır. Başka bir yerinde yarası yoktur. Sağlamdır. Sadece uçamaz. Ama müthiş kaçar. Yakalanmamak için tüm gayretini gösterir. Av köpeği olmaz isi kanadı kırılan keklik çok zor çantaya girer. Avcı vurduğu kekliği çantaya koymak için döne döne arar. Çoğu kez bulamaz. Ama bir de bulursa dünyalar onun olur. Bu sevinci avcı olmayanlar bilemez. Tahmin de edemez. Onu yaşamak gerekir.
[12] Yusuf Ziya Demirci, Seçme Köy Türküleri, Burhanettin Matbaası İstanbul 1938.
[13] Esas adı Emine (Buturak) olmasına rağmen köyde Emiş Bacı olarak biliniyor.
[14] Bu ağıt Ahmet Gazi Ayhan’ın okuduğu taş plaktan Ümit Bekizağa tarafından notası yazılmış, bu kayıtla da TRT repertuvarına girmiştir.
[15]Türkünün notası Adanalı Hakkı Efendi’nin taş plak kayıtlarından yazıldı. Hakkı Efendi ağıtı uzun hava gibi (serbest) okumuş. Fakat ezgi uzun hava kalıbına oturmuyor. Yarı serbest, yarı ölçülü… Ben ağıtın notasını 8 / 8’lik ölçü kalıbına sığdırarak yazdım. Ayrıca önemli bir tespit… Ağıttaki III. dörtlük (Boldla yazılan) Emine bacının Mehmet Yemen’e giderken söylediği dörtlüklerden çok farklı bir içeriğe sahip. O dörtlük Emine bacı tarafından Mehmet’in Yemen’de öldüğünü düşünerek söylediği dörtlüklerden biri olmalı.