Quantcast
İki Buçuk Asırdır Süregelen Müzmin Bir Kuruluş Tartışması: Osmanlı Devleti’nin Kurucusunun Gerçek Adı “Osman” mı, “Otman” mı? – Belgesel Tarih

Hakan YILMAZ
Hakan  YILMAZ
İki Buçuk Asırdır Süregelen Müzmin Bir Kuruluş Tartışması: Osmanlı Devleti’nin Kurucusunun Gerçek Adı “Osman” mı, “Otman” mı?
  • 02 Mart 2024 Cumartesi
  • +
  • -
  • Hakan YILMAZ /

Loading

Osmanlı Devleti’nin* kurucusunun ismi Osmanlı kroniklerinde doğrudan “Osman” şeklinde verilmesine rağmen, bazı istisnâî kaynaklarda rastlanan “Atman”, “Otman” ve “Toman” nâdir kullanım şekillerinden yola çıkılarak, onun adının başlangıçta bilinen “Osman” İslâmî ismi olmayıp, sonradan Türkçe daha başka bir ismin yerine konulduğu iddia edilmiş ve bu iddia birbirine benzer yüzeysel daha pek çok tahmin ve varsayımlar eşliğinde günümüze kadar tartışılmaya devam etmiştir.

Resim 1. Çağdaş kaynaklarda “dînî” ve “kavmî” iki isimle birden anılan Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osmân Gâzî. Topkapı Sarayı Müzesi, Padişah Portreleri, Env. nr.: 17/1.

İlginçtir ki bu tartışma, erken modern dönemde ortaya çıkan benzeri diğer çoğu iddiâ gibi çalakalem ve alelacele devşirilmiş basit iddiâlardan olmayıp, aksine iki buçuk asır öncesine kadar uzanan çok eski ve köklü bir geçmişe dayanır. Daha XVIII. yüzyıl ortalarında Joseph de Guignes, öncesinde hiç kimse tarafından gündeme getirilmemişken, Osmanlı Devleti’nin kurucusunun bazı Arap kaynaklarında: “Atman” ve “Taman” Türkçe isimleriyle anıldığını, fakat bunun daha sonraları Arapça “ʿOs̱mān” ismiyle karıştırıldığını iddia ederek[1], o zamandan bugüne dek akademik çevrelerde süregelecek uzun bir tartışmanın fitilini ateşlemiştir. Nitekim Edouard Gibbons onun bu görüşünü aynen tekrar ettiği gibi[2], Friedrich Giese de “Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu” hakkında kaleme aldığı meşhur makalesinde “Osman” isminin “Türkçe başka bir ismin, örneğin ‘Azman’ın İslâm’laşmış şekli olabileceği” yönünde tahmin yürütmüş[3]; Franz Babinger ise “Osman”ın gerçek adının “Atman” ya da “Azman” olabileceğini belirterek[4] tartışmayı benzer bir çizgide sürdürmüştür. Bundan sonra Kramers’in, ismin Türk-İslâm ve Avrupa kaynaklarında zikredilen farklı şekillerine ilişkin örnekler sunduğu kısa araştırmasını[5], Gyula Moravcsik’in konuyu yeni iddialarla daha ayrıntılı bir çizgiye taşıyan ve günümüzdeki yaygın görüşlerin zeminini oluşturan ilginç iddiâları takip etmiştir[6].

Resim 2-3-4. Osman Gâzî’nin tespit edilen üç sikkesinden birinin (İstanbul Arkeoloji Müzesi, İslâmî Sikkeler, DN.81) her iki yüzünde (üstte) ve diğer iki sikkesinin aynı mizanpajla tasarlanmış arka yüzlerinde (altta) kendisini bizzat “ʿOs̱mān” ismiyle tanıttığı açıkça görümektedir. Nicholas Lowcik Özel Koleksiyonu + Doha Müzesi/Katar, E. nr.: 3848.

Bu iddiaların tümünü yazdığı kısa bir makalede ayrı ayrı zikrederek, konuyu farklı kaynaklarda yer alan örnekler ışığında toplu hâlde değerlendiren Sâdık Adnan Erzi, uçlarda yaşayan Türk boyları arasında biri İslâmî ve biri an’anevî (geleneksel) iki ismin kullanılmış olmasından hareketle, Osman’ın da bilinen klasik isminin yanı sıra kavmî daha başka bir isim de taşımış olabileceğini bir ihtimâl olarak düşünmüşse de, çağdaş kaynaklar ışığında bunu destekleyecek tarihî bir sentez ortaya koyamadığı için yine de bu konuda kesin bir görüş serdetmemiştir[7].

Bundan sonra L. Bazin, Gyula Káldy-Nagy ve Elizabeth Zachariadou gibi araştırmacılar, De Guignes ve daha sonraki tarihçilerin eski tezlerinden ilhamla, “Osman” isminin aslında “Otman” olup sonradan İslâmî “Osman” şekline dönüştürüldüğü iddiâsını benzer ya da farklı gerekçelerle devâm ettirdikleri gibi[8]; Albert Failler de XIV. yüzyılda Anadolu’yu fetheden Türkmen emirleri ile ilgili uzun bir makalesinde Pachymeres’in Osman’ın ismini “Ἀτμάν : Atman” şeklinde yazmasını hatalı bularak, ismin yazımına “τ” (Taf)’tan sonra bir “α” (Alfa) daha ilâve edip Ἀταμάν : Ataman” biçiminde imlâ edilmesi gerektiğini savunmuş ve bu surette kurucu hükümdarın ismi ile ilgili tartışmalara bir şekilde o da dahil olmuştur[9].

Resim 5. Osman Gâzî’nin 723 Ramazân/Eylül 1323’te gelini Asparuça Hâtûn adına düzenlettiği vakfiyede, henüz sağlığında “es-Sulṭān ʿOs̱mān Ḫān-ı Ġāzī ibn Er-Ṭuġrūl” nisbesiyle tanındığını gösteren giriş kısmındaki ifadeler. Bursa Şerʿiyye Sicilleri, Ankara Millî Ktp, nr.: 4121, vr. 82a, st. 10.

Necdet Sakaoğlu Osman Gâzî’nin babasının, amcalarının ve kardeşlerinin Türk adı taşımalarının kendisinin Arapça isim taşımasıyla bir çelişki olduğu yönündeki müzmin klasik iddiayı tekrarladıktan sonra, bunu Osmanlılar’ın Ertuğrul ve Osman zamanlarında iken, hatta XV. yüzyılda bile müslüman olmadıkları (!) hipotezi ile tamamen mesnedsiz bir temele dayandırırken[10]; Feridun Emecen ise bunun tam aksini savunarak “Atman”, “Ottoman” ve benzeri diğer isimlerin Pachymeres’in kroniğindeki Grekçe “Ἀτμάν : Atman” yazımından doğduğu, gerçekte ise bu kelimenin “Grekçe alfabesiyle Osman yazılışının bozuk şekli” olduğu yönünde tahmin yürütmüştür[11]. Bundan sonra Vedat Turgut, Göynük’te vakıflarını tespit ettiği “Tomân Beg” adlı bir emîrin isminden yola çıkarak Osman Gâzî’nin de hem Arapça hem Türkçe iki isim taşımış olabileceği yönünde, Erzi’nin eski tezini destekleyen bir yaklaşım sergilemiş[12]; biz de daha önce Osman Gâzî’nin kayıp ikinci sikkesini tanıtmak amacıyla kaleme aldığımız makalemizde, el-Ömerî’nin aynı asırda hem “Osmân” hem de “Toman” ismini bir arada anmasını yine onun “dinî” ve “kavmî” her iki ismi birden taşıdığına delil kabul etmiş; Avrupa yazım literatüründeki “Uthman” ve “Othman” farklı yazılışlarını değerlendirirken ise -yalnız “Othman” ve “Ottoman” kullanım şekilleriyle sınırlı olarak- bunun Arapça, Türkçe ve Latin ses fonetiğindeki çıkış farkından kaynaklandığına işaret etmiştik[13].

Osmanlı Devleti’nin kurucusunun ismine ilişkin bu iddiâlar, hareket noktaları ve sabit metodolojik yaklaşımları açısından büyük ölçüde aynı noktada birleşirken; problemi çözümleme noktasında çoğu kez birbirinden çok farklı, hatta taban tabana zıt yönlerde seyrettiğinden, bunları tarihî bir zeminde tartışabilmek için öncelikle kaynaklardaki tüm verileri ayrıntılı bir şekilde incelememiz ve dikkatli bir şekilde karşılaştırıp tenkid etmemiz gerekecektir.

Resim 6. Batı Anadolu Oğuz emirlerinin Yenişehir’de Osman Gâzî’ye biati. Nakkaş ‘Osmân, Hüner-nāme, I, TSMK, Hazîne, nr.: 1523, vr. 49a.

Konu ile İlgili İlginç İddialar ve Spekülatif Çıkarımlar

Yaklaşık iki buçuk asırdır sabit müzmin iddiâlar ekseninde, çok dar bir bilgi zemininde yürütülen Osmanlı Devleti’nin kurucusunun ismi tartışmaları, ana hatları itibariyle hiçbir bilimsel temele dayanmayan iki ana hipotez üzerine inşâ edilmiş ve aradan çok uzun bir zaman geçmesine rağmen bu hipotezler bugüne dek benzer ifadelerle tekrarlanmaya devam etmiştir. İddia sahiplerinin bu tartışmalardaki iki ana yanılgı noktasından biri; De Guignes’ten beri Kurucu hükümdârın “İslâmî” ya da “kavmî” tek bir ismi bulunması gerektiğini iddia etmeleri ve bunun hangisinin diğerine dönüştüğünü kanıtlama yönünde anlamsız bir çaba sarf etmeleridir. Diğeri ise yine aynı varsayımdan hareketle “Otman”ın sonradan “Osman”a çevirildiği zannından yola çıkarak, ilk ismi kendilerince devletin ilk hükümdarının dinî yaklaşım ve altyapısını da ölçecek bir malzeme kabul edip, onun “İslâmî” değil “Şamanist” ya da “Râfızî” bir inanca sahip olduğunu öne sürmeleridir. Halbuki kuruluş devri Türk, İslâm ve Bizans kaynaklarının ciddî ve ayrıntılı bir tenkidi, resmî bir nitelik taşıyan çağdaş kaynak, belge ve materyallerde kurucu hükümdârın sâbit ve ortak bir biçimde, kendisini dâimâ: عثمان “ʿOs̱mān” dinî ismiyle andığını; اوتمان “Otmān”, اطمان “Atman” ya da طمان “Ṭomān” gibi kavmî isimlerin ise geçmiş büyük Türk hükümdarlarının hikâyelerinin ön plâna çıkarıldığı, yoğun jenealojik vurgular içeren epik/destânî eserlerde müstear bir isim olarak kullanıldığını göstermektedir.

Resim 7-8. İbn Fazlu’llâh el-‘Ömerî’nin Mesālikü’l-Ebṣār’ında Osman Gâzî’nin ölümünden birkaç yıl sonra, çağdaşı iki görgü şâhidinin ifadelerine dayanarak Orhan Gâzî’yi ayrı ayrı hem “Orḫān bin ʿOs̱mān”, hem de “Orḫān bin Ṭomān” ismiyle andığı satırlar. Mesālikü’l-Ebṣār, Süleymaniye Ktp. Ayasofya, nr.: 3416, vr. 99a, st. 5; vr. 109b, st. 11.

Devletin kurucusu Osman Gâzî’nin kavmî “Atman” yâhut “Ataman” ismini taşıdığına kanıt gösterilen yegâne tarihî dayanak, çağdaşı Bizans tarihçisi Georgios Pachymeres’in -halefi Gregoras’a da öncülük edecek şekilde- Historia’sında onun ismini Grek yazım tekniği ile: “Ἀτμάν” = “Atman” şeklinde imlâ etmesidir[14]. Bu tartışmalarda halife Hazret-i Osman’ın adını “Uthman” şeklinde aktaran Bizans ve Latin kaynaklarının, onun adını “Othman” ve devletinin adını ise “Ottoman” imlâsıyla aktardıklarına dikkat çekilerek, bu imlâ farklılığı onun “Osman” isminden daha farklı Türkçe bir isim taşıdığına delil kabul edilmiştir.

Osman Gâzî’nin asıl adının عثمان “ʿOs̱mān” olmayıp “Aaman”, “Otmān” ya da omān” isimlerinden biri olması gerektiği tartışması, onun illâ tek bir isim taşıması gerektiği şartına odaklı sâbit bir yaklaşıma dayandığı için, aslında en başından beri yanlış bir bakış açısıyla değerlendirilmiş ve -sadece Erzi’nin yaklaşımı müstesnâ olmak üzere- sonradan ortaya atılan tüm hipotez ve görüşler de aynı çizgi üzerinde sürdürülmeye devam etmiştir. Bu konuda fikir beyan edenlerin birçoğu, zamanla üzerlerine yenileri eklenen çağdaş kaynak ve belgelerdeki önemli ipuçlarını gözden kaçırarak, sanki konuyla ilgili bilimsel veriler iki yüz elli yıl öncekilere sâbitlenip kalmış, o dönemden bugüne dek hiçbir tarihî bulgu ortaya çıkarılamamış gibi, meseleyi hâlâ De Guignes’in başlattığı köhne tezler üzerinden tartışmaya devam etmişlerdir. Pachymeres’teki “Ἀτμάν : Atman” ya da “Otman” yazımlarının “sonradan İslâmî ‘Osman’ ismine dönüştüğü”, veyâ tam tersine bunların “Osman’ın bozulmuş şekli olduğu” tarzındaki yaklaşımların temelinde de, “İslâmî” ve “kavmî” olarak sınıflandırılan bu isimlerin aslında tek bir isim olması gerektiği fikrinin yattığı görülmektedir.

Resim 9. Seyyid Lokman’ın Ḳıyāfetü’l-İnsāniyye fī Şemāʾilü’l ʿOs̱māniyye’sinin Topkapı Sarayı nüshasına göre ‘Osmân Gâzî. TSMK, Hazîne, nr. 1563, vr. 24b.

Ne var ki “Atman”, “Otmān” ve “Toman” isimlerinin Osman Gâzî çağından çok önce ve bizzat onun devrinde de mevcut olduğunu gösteren kesin tarihî kanıtlar[15], bu üç ismin عثمان “ʿOs̱mān”ın değişime uğratılmasından doğduğu hipotezini peşinen yıkmakta[16]; her iki ismin XIV. yüzyılda aynı kaynakta, aynı zamanda ve aynı kişi hakkında kullanılabildiğini gösteren çağdaş kayıtlar ise tek bir isim arama çabasının isabetsizliğini ortaya koymaktadır. Nitekim daha önce Adnan Erzi’nin de gösterdiği üzere; اوتمان “Otmān” veya -onun “v”siz ya da و “vav”sız versiyonu olan- “Atman” isimleri Oğuz-Moğol kavmî literatüründe öteden beri rastlanan en meşhur isimler arasında yer aldığı gibi, bunlardan özellikle “Toman” (“Teoman”, “Tuman” ya da “Tümen”)’in[17] de Türk-Moğol târihinin en eski asırlarından beri, tâ Hunlar (=匈奴 / Xiōngnú) zamânından bu yana hükümdar ya da emir/noyanlar tarafından kullanıldığı iyi bilinmektedir.

XIV.-XV. yüzyıllarda yazılmış kavmî/destânî eserlerde Osman Gâzî hakkında kullanılan “Otmān” veya “Toman” isimlerinin, onun “sonradan tahrif edilen gerçek ismi olduğu” varsayımı, yukarıda belirttiğimiz üzere zamanla dinî ve siyâsî bâzı iddiaların da malzemesi hâline getirilmiş ve zorlama birtakım te’vil ve yorumlarla bu konu, devleti kuran hükümdârın gerçekte müslüman bile olmayıp “Şamanist” olduğu ya da normalde bu ismi taşıması beklenmeyen bir “Râfızî” olduğu noktasına çekilmek istenmiştir. Bu noktada cevaplanması gereken asıl soru aslında şudur: “Bir kimsenin millî/kavmî bir isim taşıyor olması onun müslümanlığını ölçmek, reddetmek veya Şamanist ya da başka bir dinden olduğunu ispat etmek için mantıklı ve yeterli bir delil midir?” Elbette değildir!. Çünkü İslâm’ı kabul etmiş tüm milletler, meşhur dinî isimleri kısa zamanda benimseyerek kendilerine mâlettikten sonra bile eski kavmî isimlerini hâlâ kullanmaya ve yaşatmaya devam etmişlerdir. Hazret-i Peygamber (s.a.v.) İslâm’ı seçen kişilerden putlara kulluk mânâsı içeren, ilâhlık düzeyinde yüceltici, aşağılayıcı ya da çirkin anlamlara gelen münferit birkaç isim dışında hiç kimsenin ismine müdâhale etmediği gibi[18]; başka milletlere mensup hiç kimseden de sırf “kavmî” olduğu için ismini değiştirmesini istememiştir. İslâm’ı ilk kabul eden tüm sahabelerin adlarının da onların eski kavmî isimleri olduğu bilinen bir gerçektir. Yalnız müslümanlığı seçmiş Türkmen toplulukları değil, onların durumunda olan daha başka milletler, örneğin Persler (Fârisîler) de İslâm’ı kabul ettikten sonra millî isimlerini hiçbir şekilde terk etmemişler; sadece Hazret-i Muhammed (sa.v.)’in, geçmiş peygamberlerin ve İslâm’ın diğer simge isimlerinin adlarını birer saygı ve sevgi ifadesi olarak, isimlerini ve hâtıralarını yâd etmek adına kendi tesmiye (isimlendirme) literatürlerine eklemişlerdir.

Resim 10. Oġuz-nāme kaynaklı Atalar Sözi kitabında “ʿOs̱mān” adının “Otmān” şeklinde kullanımına paralel olarak, Osmanlı Devleti’nin de “Otmānlū” adıyla anıldığı ata sözü. Berlin Staatsbibliothek, Or.: 187/94, vr. 6b, st. 9.

Klasik millî/kavmî isimlerinin yanında İslâmî isimler de taşıdığı görülen bir milletin bu isimleri taşımaları onların İslâm’ı benimsediklerine bir delil ve ölçü kabul edilebilirse de; milyonlarca müslüman Türk’ün günümüzde hâlâ etnik/kavmî menşe’li isimler taşıyor olmaları nasıl ki onların “müslüman olmadıkları” anlamına gelmiyor ve buna bir delil teşkil etmiyorsa, geçmişteki Türkler’in de İslâm’dan başka bir inanca sahip olduklarına bir delil ve ölçü olarak kabul edilemez. Bugüne dek en olmayacak ihtimâlleri zorlayarak bunun aksini savunmakta ısrar edenler, böylesine basit bir hipotezi iddialarına güya dayanak yapmakla ne kadar büyük bir yanılgı içine düştüklerini fark edememişlerdir.

Resim 11. Osman Gâzî’nin Yenişehir’deki sarayında huzuruna getirilen bir arslana boyun eğdirişi. Seyyid Lokman ‘Aşûrî, Hüner-nāme, I, TSMK, Hazine, nr. 1523, vr. 57b.

Osman Gâzî’yi “Otmān” ya da “Ṭomān” İsmiyle Anan Çağdaş Metinler ve Oġuz-nāme Kökenli Kavmî & Destânî Eserler

Kurucu hükümdarın ismi ile ilgili tartışmalarda عثمان “ʿOs̱mān”a alternatif gösterilen اوتمان / “Otmān” ve طمان “Ṭomān” isimlerinin Türkler’in en eski asırlardan beri kullandıkları meşhur hükümdar ve kumandan isimlerinden biri olduğunu belirtmiştik. Nitekim Orhan Gâzî dönemine kadar uzanan Oġuz-nāme menşe’li bazı kroniklerde Osmanlı Devleti’nin kurucusundan söz edilirken: عثمان “ʿOs̱mān” yerine اوتمان “Otmān” isminin kullanıldığı dikkati çeker.

744/1343-44’te Mûsâ bin ‘Alî tarafından mensur olarak kaleme alınan Ḥacı Bektāş-ı Velī Vilāyet-nāmesi’ne[19] Tārīḫ-i Mīr ʿOs̱mān adlı eski bir eserden nakledilen özgün bilgileri II. Bâyezîd devrinde aslî kaynağından yeniden derleyip nazma çeken Firdevsî-i Rûmî, ilk müellifin Er-Tuğrul Alp’ın oğlu Osmân’dan bilinen klasik şekliyle hep عثمان “ʿOs̱mān” ismiyle söz etmesinin[20] aksine:

Ẕikr olan Er-Dūñrūl Alp’uñ iy ʿazīz
Var idi bir oġlı ‘Otmān’ nām-ı nīz…”

Beyti ve diğer tüm beyitlerde ondan direkt اوتمان “Otmān” etnik/kavmî ismiyle söz etmiş[21]; hatta metnin sonunda yer alan: “Naḳl-i ‘Otmān Tārīḫi’ oldı tamām / Böyle meẕkūr oldı girçek ve’s-selām” beytinde, yararlandığı aslî kaynağı bile bu kavmî adlandırmaya paralel olarak اوتمان تاريخى “Otmān Tārīḫi” diye isimlendirmiştir[22].

Buna benzer şekilde, Yazıcı-zâde Ali’nin Selçūḳ-nāme’sinin boş varaklarına yazılan ve XV. yüzyıl başlarında Emîr Süleymân’a sunulduğu anlaşılan Oġuz-nāme metninde de, Emir Süleymân Oğuz kahramanlarına yaraşır ifâdelerle övülüp yüceltilirken: “Oġlancuḳların aġlatmayan, ṭavuḳların baklatmayan, nāḳūsların çaldurmayan Otmān-oġlı!” hitâbıyla büyük atası Osman’a yine اوتمان “Otmān” kavmî ismiyle gönderme yapılmıştır[23].

Resim 12-13. el-‘Ömerî’nin et-Taʿrīf bi-Musṭalaḥi’ş-Şerīf adlı inşâ kitabının iki farklı nüshasında Osmanlı Devleti’nin kurucusunun adını dinî ve kavmî şekliyle “ʿOs̱mān” ve “Ṭomān” şeklinde imlâ ettiği kısımlar.
Hacı Selim Ağa Ktp. Genel, nr.: 998, vr. 25a, st. 2-3; Süleymaniye Ktp. Ayasofya, nr.: 3823, vr. 28a, st. 6.

Büyük Oġuz-nāme’den çıkarılan hikmetli söz ve darb-ı mesellerin XV. yüzyıl başlarında yazılıp bir araya getirildiği Risāle min Kelimāt-ı Oġuz-nāme el-Meşhūr bi-Atalar Sözi adlı atasözü kitabının içinde ise: “Otmānlū yaaġı öyleye dekdür.” darb-ı meseliyle[24]; Kurucu Hükümdâr’ın kavmî ismi اوتمان “Otmān”a nisbetle kurduğu devletin adı da bizzat اوتمانلو “Otmānlū olarak isimlendirilmiştir. Hâlbuki biz Orhan’ın Bursa’da bastırdığı pek çok sikke örneğinde[25] ve bu eserle aşağı-yukarı aynı târihlerde yazılan Ahmedî’nin İskender-nāme’si, ‘Abdü’l-Vâsi‘ Çelebi’nin alīl-nāme’si ve Hâfız Ebrû’nun Mecmāʿu’t-Tevārīḫ’i gibi eserlerde, bu dönemde devletin yerleşik asıl adının İslâmî عثمان “ʿOs̱mān” isminden doğma عثمانيلر “ʿOs̱mānīler” ya da عثمان ايلى “ʿOs̱mān-ili” olduğunu çok iyi bilmekteyiz[26]. Bu durum, yukarıdaki tüm kaynaklarda zikredilen kavmî isimlerin İslâmî “ʿOs̱mān” adının yerine değil, ona alternatif ikinci bir isim ya da lâkap olarak kullanıldığını tarihî açıdan te’yid eder.

Ṭomān” ismine gelince; Kurucu hükümdârın Büyük Hun impataroru طمان Ṭomān/Teoman”la aynı adla anıldığını gösteren en önemli çağdaş kanıt, 1330’ların başlarında ünlü Arap coğrafyacı Şihâbüddîn el-Ömerî’ye beylikler hakkında bilgi veren Sivrihisar’lı Şeyh Haydar el-‘Uryân’ın Orhan Gâzî’yi اُرخان بن عثمان “Orḫān bin ʿOs̱mān” adıyla anmasına karşılık, aynı dönemde yaşayan Germiyan halkından Ceneve’li Balaban’ın onu direkt: اُرخان بن طمان “Orḫān bin Ṭomān” şeklinde tanıtmasıdır[27]. Osman Gâzî’nin adını bilinenin aksine ط “Ṭı” harfiyle: طمان “Ṭomān” şeklinde veren bu çağdaş tasvir, onun o dönem bir İslâm kaynağında gerçekten Türkçe bir isimle de anıldığını doğrular ki, müellif bu iki ayrı yazımı Kitābu’t-Taʿrīf bi-Musṭalaḥi’ş-Şerīf adlı Arapça inşâ risâlesinin farklı nüshalarında – اُورخان “Orḫān”ın başındaki ا “Elif” harfini de düşürerek- : روخان بن عثمان “Roḫān bin ʿOs̱mān”[28] veya: رُخان بن طُمان “Roḫān bin Ṭomān” şeklinde[29], “dinî” ve “kavmî” her iki versiyondan birini diğerinin yerine koyacak şekilde bir kez daha tekrarlamıştır. Ne var ki onun Mesālikü’l-Ebṣār’da yer alan ilk kaydını devletin kurucusunun gerçekte “Ṭomān” adını taşıdığına delil sayanlar, bir başka göz tanığının yine aynı kaynakta, yine aynı devir ve zamanda neden ondan klasik: “ʿOs̱mān” ismiyle de söz ettiği üzerinde hiç durmamışlar; aksine ilk ismi dâima ilginç bir tutarsızlıkla ikincisini ortadan kaldıran bir delil gibi yansıtmışlardır.

Özetle; sıraladığımız bu çağdaş tarihçilerden Pachymeres Osman’ın adını “Ἀτμάν” : “Atman” olarak verirken, Oġuz-nāme kaynaklı erken Osmanlı kavmî/destânî eserlerine onun ismi, bilinen klasik adı olan “ʿOs̱mān”a daha yakın bir şekilde doğrudan اوتمان “Otmān” ismiyle geçmiş; bir İslâm müellifi olan Şühâbüddîn el-Ömerî ise onu iki ayrı eserinde, hem: عثمان “ʿOs̱mān” hem de: طمان “Ṭomān” şeklinde iki farklı isimle birden zikretmiştir.

Resim 14. XVIII. yüzyıl minyatür sanatçısı Levnî’nin Silsile-nāme’sinde yer alan ‘Osmân Gâzî minyatürü. Kebīr Muṣavver Silsile-nāme, TSMK, nr. A. 3109, vr. 1b.

Kurucu Hükümdârın Gerçek Adının “ʿOs̱mān” Olduğunu Kesinleştiren Çağdaş Tarihî Kanıtlar

Osman Gâzî’ye atfedilen kavmî menşe’li isimlerin yalnız dış kaynaklardaki çok uzak tasvirlerde ve etnik/kavmî vurgular içeren eserlerde mevcut olduğunu, el-Ömerî örneğinde ise tek başına değil, İslâmî عثمان “ʿOs̱mān” adıyla bir arada sunulduğunu yukarıda görmüştük. Bizzat Osman Gâzî hayatta iken ya da ölümünden kısa bir süre sonra yazılan ve diğerlerinden çok daha nitelikli olan çağdaş resmî kaynak, belge ve materyallerde kurucu hükümdârın -iddiâ edilenin tam aksine- kendisini doğrudan عثمان “ʿOs̱mān” ismiyle tanıttığını ve diğer kavmî isimlerden hiçbirini literatürüne almadığını açıkça görürüz ki, bu yukarıdaki kavmî isimleri spekülatif yorumlarla dinî menşe’li bu gerçek ismin yerine koyma girişimlerinin büyük bir yanılgıdan öteye geçmediğini açıkça ortaya koyar.

Osmanlı Devleti’nin kurucusunun adının “ʿOs̱mān” olduğunu kesinleştiren XIV. yüzyıldan kalma çağdaş tarihî kanıtları, onun yaşadığı dönemden kalma ve -bir Türk ismi taşıması nedeniyle- dâimâ tartışmanın odağında tutulan oğlu “Orḫān” zamânı ile sonrasına ait resmî belge ve materyaller olmak üzere iki kısma ayırmak mümkündür.

Resim 15. Gâzî Süleyman Paşa’nın 761/1360 tarihli orijinal İznik vakfiyesinde, Ertuğrul Gâzî’nin yoldaşlarından “Ḥacı Ḳara-oġlan”ın asıl adının “ʿOs̱mān bin Yūsuf” olduğunu gösteren çağdaş satırlar. TSMA, nr.: E-7792, st. 36-37.

1.Osman Gâzî’nin Hayatta İken Kendisini “ʿOs̱mān” İsmiyle Andığı Belge ve Materyaller

Osman Gâzî’nin hayatta iken adının عثمان “ʿOs̱mān” olduğunu bizzat kendisinin dile getirdiği en önemli çağdaş kanıtlar; onun 699/1300’de Söğüt’te, 700/1301 ve tâkip eden yıllarda ise Yenişehir’de bastırmış olduğu üç gümüş sikkesinin[30] üzerinde yer alan yazılardır. O istiklâl sürecinin başlangıç ve tamamlanış zamanlarında Söğüt ve Yenişehir’de darp ettirdiği ilk iki sikkesinin bir yüzüne, tarihsiz olan diğer sikkesinin ise her iki yüzüne birden adını direkt: عثمان “ʿOs̱mān” olarak yazdırmış; gerçek ismi olduğu öne sürülen yukarıdaki kavmî isimlerden herhangi birini ise hiçbir şekilde anmamıştır. Bu elle tutulur-gözle görülür maddî kanıtlar, onun gerçek adının “Otmān” ya da “Ṭomān” gibi etnik isimlerden biri olmayıp, bilinen meşhur şekliyle bizzat عثمان “ʿOs̱mān” olduğunun çağdaş tarihî birer dayanağıdır. Şu hâlde Osman Gâzî bastırdığı bu sikkelerinde ismini bizzat kendisi: عثمان “ʿOs̱mān” olarak zikretmişken, asırlar sonra hiçbir delile dayanmadan bunun aksini iddia edenler adının ne olduğunu ondan daha mı iyi bilmektedir?

Resim 16. Gerçek isminin yanı sıra “Otmān” ve “Ṭomān” kavmî lakaplarını da taşıyan Osman Gâzî’nin Kapıdağlı Konstantin tarafından yapılmış bir portresi. TSM Padişah Portreleri, Env. nr.: 17/69.

Osman Gâzî’nin yaşadığı dönemde kendisini bize: عثمان “ʿOs̱mān” ismiyle tanıttığı bir başka önemli tarihî belge, 723 yılı Ramazan/1323 yılı Eylül ayında gelini Asparuça Hâtûn adına düzenletmiş olduğu Arapça vakfiyesidir. Gemlik yakınlarındaki bazı vakıf köylerinin bağış ve iâde işlemleri için hazırlanmış olan bu vakfiyenin iki yerinde o, tıpkı sikkelerinde olduğu gibi açık bir biçimde kendisini:  السلطان عثمان خان غازى ابن ارطغرول ارطغرول “es-Sulṭān ʿOs̱mān Ḫān-ı Ġāzī ibn Er-Ṭuġrūl” şeklinde tanıtmakla kalmamış[31]; ayrıca bu ismin başta  اورخان “Orḫān” olmak üzere, Türkçe isimli diğer aile fertleri arasında tuhaf durduğu iddiâsını da tamamen çürütecek şekilde, Orhan Gâzî’nin Asparuça’dan doğma iki oğlunun ise: شرف الله “Şerefu’llāh” ve ابراهيم بك “İbrāhīm Beg” İslâmî isimlerini taşıdığı resmen kayıt altına alınmıştır[32]. Dahası; “Osmanlılar’ın o dönemde Râfızî olduğu” iddiâsını da reddedecek şekilde, belgenin devâmında Osman’ın -Asparuça Hâtûn dâhil- tüm aile fertlerinin İmâm-ı A‘zam’ın yol ve içtihâdına tâbî oldukları açıkça vurgulanmış[33]; şâhidler kısmında ise yirmi iki şâhid arasında yer alan: كمال الدين ابن الشيخ حافظ عثمان  “Kemālü’d-dīn ibnü’ş-ŞeyḤāfıẓ ʿOs̱mān” ile ابو بكر ابن عثمان “Ebū Bekir ibn ʿOs̱mān”ın baba adları ışığında[34] “ʿOs̱mān” isminin Er-Tuğrul Gâzî devrinden beri ulemâ ve asker çevrelerinde yaygın olarak kullanıldığı netlik kazanmıştır.

Nitekim Ertuğrul Gâzî ile birlikte Söğüd’e yerleşen ilk Türkmen beylerinden biri olan Hacı Karaoğlan’ın İznik’teki zâviyesi adına 761/1360 yılında düzenlenen vakfiyesinde asıl adının عثمان بن يوسف “ʿOs̱mān bin Yūsuf” olduğunun açıkça belirtilmesi[35]; Osman Gâzî dönemi şöyle dursun, ana yurtlarından ilk geldikleri tarihlerde bile Osmanlı Kayıları arasında “ʿOs̱mān” isminin epeyce yaygın olduğunu[36] ve bu dönemde “ʿOs̱mān” dinî ismini taşıyan bir Türkmen liderinin kavmî başka bir isimle de anılmasının pekâlâ mümkün olduğunu kanıtlamakta; böylece bunların kavmî isimler kullanıyor olmalarının “Şaman” ya da “Râfızî” olduklarını öne sürmek için yeterli bir gerekçe olmadığı tezi sağlam ve güvenilir bir zemine oturmaktadır.

Kısacası bu sikke ve vakfiyelerde geçen ifâdeler, Osman Gâzî’nin kendi adını “ʿOs̱mān” olarak andığı ve İslâm dünyasında da böyle tanındığı gerçeğini yeterince ispat etmekle kalmayıp, bunların istisnâsız tümünde onun İslâm hükümdarlarının vasıflarıyla anılması; adının önceden kavmî bir isim iken sonradan “Osman”a çevrildiği ve başlangıçta Râfızîliğe benzer bir inancı benimsediği yönündeki spekülasyonları da kuşkusuz bir biçimde ortadan kaldırmaktadır.

Resim 17. Seyyid Kāsım el-Bağdâdî’yi 1324 yılı Haziran’ında taht odasına davet eden Sultan Orhan, cülûsundan beri ulemâ ve meşâyıhı Bursa’daki sarayında ağırlamayı âdet edinmişti. Sun’î Çelebi; Seyyid Lokman ‘Aşûrî, Zübdetü’t-Tevārīḫ, Chester Beatter Library, nr.: T.414, f. 146b.

2.Orhan Gâzî’nin Babasını “ʿOs̱mān” Adıyla Tanıttığı Çağdaş Tarihî Kanıtlar

Orhan Gâzî’nin babasının adının gerçekten “ʿOs̱mān” olduğuna şahitlik ettiği en eski çağdaş belge; onun ölümünden sadece üç ay sonra, 724 yılı Rebî‘u’l-evvel/1324 yılı Mart ayında Farsça olarak düzenlettiği Mekece Vakfiyesi olup, o burada müteveffâ babasını açıkça: فخر الدين عثمان / “Faḫrü’d-dīn ʿOs̱mān” İslâmî ad ve unvânı ile zikretmiştir[37]. Bu “ʿOs̱mān” ismi, adı geçen vakfiyenin düzenlenişinden sadece üç, Sultan Osman’ın ölümünden ise altı ay sonra Bursa’ya gelerek Orhan Gâzî’yi sarayında ziyâret eden sûfî gezgin Seyyid Kāsım el-Bağdâdî’nin (ö. 750/1349) Seyāḥat-nāme’sinin[38] orijinal nüshasında da aynen tekrar edilmiştir[39].

Kuruluş devrinde Osmanlı Beylik coğrafyasına gelmiş ilk ve en eski seyyah olan Bağdâdî, Sultan Orhan’ın henüz yeni vefât etmiş olan babasından “Otmān”, “Ṭomān” gibi kavmî isimlerden herhangi biriyle değil, doğrudan: المرحوم المغفور السلطان عثمان خان الغازى “el-merḥūmü’l-maġfūr es-Sulṭān ʿOs̱mān Ḫān el-Ġāzī” şeklinde söz etmekle kalmamış[40]; Türk ismi taşıması bir istismar aracına dönüştürülen oğlu Sultan اورخان خان “Orḫān Ḫān”ı ise, -Şamanist olduğuna ilişkin en küçük bir nitelemede dahi bulunmaksızın-:خليفة العالم Ḫalīfetü’l-ʿĀlem”, سلطان الإسلام “Sulṭānü’l-İslām” ve مجاهد فى دين الإسلام = “İslām dīni uğrunda mücāhid” olarak tasvir etmiş, hatta hem kendisinin hem de neslinin âhir zamâna kadar -Şamanizm ya da başka bir din değil- “İslām dīni” uğrunda savaşa devam etmeleri yönünde duâlar etmiştir[41].

Onun adının “ʿOs̱mān” olduğunu tasdik eden bir başka görgü şâhidi de, Seyyid Kāsım’dan birkaç yıl sonra Orhan’ın yanına gelen ünlü İslâm seyyâhı İbn Battuta’dır (ö. 770/1369). Seyāḥat-nāme’sinde Orhan Gâzî’nin adını babasının adıyla birlikte: اُرخان ابن السلطان عثمان جق “Orḫān ibnü’s-Sulṭān ʿOs̱māncuḳ” şeklinde anan İbn Battuta[42], Arapça okuyup-yazan okurlarına ismin sonundaki جق “-cuḳ” ekinin Türkçe’de: صغير = küçük” anlamına geldiğini[43] izah etme gereği duymasına rağmen عثمان “ʿOs̱mān” isminin mânâsını açıklama ihtiyacı hissetmemiştir. Bu ise ismin Türkçe menşe’li başka bir isim olmayıp, doğrudan Arapça عثمان “ʿOs̱mān” olduğuna kesin bir kanıt teşkil eder. Bu durum ünlü seyyâhın “Türkçe’yi iyi bilmemesi” gibi kalıplaşmış bahane ve gerekçelerle de izah edilemez; çünkü müellif onun ismine hiç müdahale etmeyip doğrudan “-cuk” ekinin anlamını izaha girişmekle, yalnız Türkçe kelimelerin değil eklerin bile ne anlama geldiğini bilecek düzeyde gramer bilgisine sahip olduğunu açıkça göstermiştir. Ayrıca o Batı Anadolu Beylik coğrafyasında, Osmanlılar’a yakın beyliklerden Lâdik (Denizli) topraklarında ve Moğol hakimiyeti altında bulunan Erzurum’da, el-‘Ömerî’nin de zikrettiği ve öteden beri “ʿOs̱mān”a alternatif gösterilen isimlerden تومان “Tomān/Tumān” adlarını taşıyan iki ayrı Türkmen Şeyhi ile karşılaşmış ve -bu ismi taşıyan herkesin illâ “Şaman” olması gerektiğini savunanların çıkarımlarının tam aksine- her ikisini de bize birer “Aḫī” şeyhi olarak tanıtmıştır[44]. Bir görgü şahidine ait olan bu izlenimler, bu dönem Türkmenleri’ni -sırf Türk ismi taşımalarını delil sayarak-, henüz İslâmlaşmamış “Şaman” bir topluluk gibi göstermeye çalışanların yüzeysel ve mantıktan yoksun spekülasyonlarını kesin bir biçimde ortadan kaldırmaktadır. Osmanlı Devleti’nin kurucusunun gerçek ismi iddia edildiği gibi: “Toman/Tuman” olsa ve bu isim sonradan “‘Osman” şeklini almış olsaydı, her iki ismi de çok iyi bildiği aşikâr olan İbn Battuta’nın zikrettiği bu Ahî şeyhleri gibi, onu da bize doğrudan Arapça عثمان “ʿOs̱mān” adıyla değil, Türkçe تومان “Tuman/Toman” ismiyle tanıtması gerekirdi.

Resim 18. Bir görgü şâhidi olan Seyyid Kāsım Bağdadî’nin Osman Gâzî’nin ölümünden altı ay sonra Orhan Gâzî’yi “Ḫalīfetü’l-ʿĀlem”, “Sulṭānü’l-İslām” ve “İslām dīni uğrunda mücāhid” olarak vasfedip, babasının adını doğrudan “ʿOs̱mān” olarak zikrettiği Seyāḥat-nāme’sindeki çağdaş kayıtları. Bağdâdî, Seyāḥat-nāme, Nimetullah Arvas Arşivi’ndeki Orijinal nüsha fotoğrafı, vr. 26b-27a.

Orhan Gâzî’nin günümüze intikal etmiş sayısız sikkelerinden babasıyla birlikte anıldığı sikkelerinin her birinde de adının istisnâsız اورخان بن عثمان “Orḫān bin ʿOs̱mān” şeklinde tekrarlanması[45], bunun tam aksine ortada babasının “Otmān” ya da benzeri bir isimle anıldığı tek bir sikke örneğinin dahi mevcut olmaması; hatta onun bu sikkelerden birçoğunun üzerine -tıpkı babasının sikkelerindeki gibi- “Kelime-i Tevhîd” metnini ve aralarında: عثمان “ʿOs̱mān”ın da bulunduğu dört halifenin isimlerini bastırması; yukarıdaki çağdaş kanıtlara eşdeğer şekilde babasının “ʿOs̱mān” adını taşıyan bir İslâm hükümdarı olduğuna kesin tarihî birer belge olarak ışık tutmaktadır.

Orhan’ın kendisini bizzat اورخان بن عثمان “Orḫān bin ʿOs̱mān” nisbesiyle tanıttığı 734/1335 tarihli İznik İmâret kitâbesi[46] ile Bursa Şehâdet Câmii üzerindeki 738/1337 tarihli kitâbesinde de, babasını kavmî herhangi bir adla değil, direkt عثمان “ʿOs̱mān” ismiyle anması[47]; ayrıca ikinci kitâbenin ortasında onun Tevhid inancının yeryüzündeki temsilcisi olduğunu vurgulayacak şekilde: “Allah’ın bir olduğunu ve eşi-benzeri bulunmadığını” ilân eden “İhlâs Sûresi”nin kayıtlı olması da, yine devletin kurucusunun kesin   olarak “ʿOs̱mān” ismini taşıdığını ve hakkındaki “Şamanizm” iddialarının gerçeği yansıtmadığını sarâhatle ortaya koyar.

Resim 19. Osman Gâzî’nin adını “ʿOs̱māncuḳ” şeklinde kaydeden İbn Battuta’nın, Seyâhat-nâme’sinde ismin anlamını açıklama ihtiyacı hissetmeyip, sadece “-cuḳ” ekinin “Ṣaġīr = küçük” mânâsına geldiğini izah ettiği kısım. İbn Battuta, Tuḥfetü’n-Nüẓẓār, Bibliothèque Nationale, Supp. Arabe, nr.: 909, vr. 87b, st. 18-20.

Türkçe “Orḫān” Adını Taşıyan Bir Hükümdârın Babasının Adının “ʿOs̱mān” Olamayacağı İddiâsı

Osmanlı Devleti’ni kuran hükümdarın orijinal adının “Otmān” olması gerektiği konusunda öne sürülen en meşhur iddia, onun oğlunun adının “Orḫān”, babasının adının “Er-Ṭuġrul” olması ve kardeşlerinin de “Gündüz” ve Ṣaruyatı” gibi öz Türkçe isimler taşımasıdır ki, bu konuda da iddia sahipleri düz bir mantık ve yüzeysel bir yaklaşımla, bunca Türkçe isim arasında “ʿOs̱mān” adının mevcut olmasını güyâ çelişkili bir durum imiş gibi göstererek iddiâlarını kendilerince tutarlı bir zemine oturtmaya çalışmışlardır.

Bu iddianın fikir babalarından Gyula Káldy-Nagy, Osmanlılar’ın ilk dönem gazâ anlayışı hakkında kaleme aldığı makalesinde bu konudaki tartışmalara da değinerek: “Ertuğrul ve oğullarının İslâmiyet ile bağlarının çok gevşek olduğunu” iddia etmiş ve buna onun, oğullarına “eski Türk, yani İslâmî olmayan isimler” vermiş olmasını gerekçe göstererek, Osman’ın asıl adının -önceki iddialara atıfla- “Ataman” olduğu görüşünü yinelemiştir[48]. Osman ve babası Ertuğrul’un o dönemde Pagan olmayıp Müslüman olduklarını kabul etmekle birlikte, her ikisinin de inançlarında samimiyetsiz olduklarını öne süren yazar, onların bu sözde “samimiyetsizlik”lerini delillendirme çabasıyla: “Artık pagan olmayan Osman, kendinden sonra tahta geçecek olan ‘Orhan’ da dahil oğullarının birçoğuna İslami değil de Türkçe kökenli isimler verirken ne dereceye kadar İslâm ruhuyla doluydu?” şeklinde anlamsız bir soru yöneltmiş ve bu mantıksız kuramını  daha da pekiştirebilmek için Osman’ın pek çok silâh arkadaşının da “İslami değil Türkçe adlara sahip oldukları”na dikkat çekmiştir[49]. Káldy-Nagy’nin bu tezi, -Osman’ın “Artık Pagan olmadığı” kısmı ters-yüz edilerek- son zamanlarda sanal platformda bir ezber şeklinde tekrarlanan klasik iddiaların temelini teşkil etmiştir.

Resim 20. Orhan Gâzî’nin babasının adının “ʿOs̱mān” olduğunu açıkça belirttiği, Bursa’da kendi adına diktirdiği mevcut en eski kitabe olan 735/1334 tarihli İznik İmâret kitabesi. İznik Müzesi, Env. nr.: 505.

Orhan Gazi’nin isminin Türkçe oluşu “Osman”ın gerçek adının İslâmî olamayacağına gerekçe gösterilirken, bu eski iddianın etkisinden kurtulamayanların onun diğer oğullarının adlarını görmezden gelerek yalnız “Orhan”ın ismine odaklanmaları; oysa onun yine “Orhan” kadar meşhur olup tüm kroniklerde adı geçen diğer bir oğlunun da doğrudan dinî bir ad olan علاء الدين ʿAlāʾe’d-dīn” ismini taşıması, bu iddiayı ortaya atanlarının ya kaynakları yeterince tetkik etmediklerini; ya da amaçlarının aslında ilmî olmayıp, sadece kendi ideolojilerini temellendirme amacı güttüklerini gösterir.

Sultan Osman’ın bir “İslâm hükümdarı olmadığı”nı kanıtlamaya çabasıyla, “ya tutarsa” mantığıyla en olmayacak ihtimâlleri bile zorlamaktan geri kalmayanlar; yukarıdaki çağdaş kayıtlara muhalif şekilde oğlu “Orḫān” ve çevresindeki birkaç ismin “Türkçe” isimler taşımalarından yola çıkarak, böylesine mantıksız ve basit bir iddiayı “delil” diye öne sürmekten çekinmeseler de; bizzat Sultan Orhan dönemine ait çağdaş kanıtlar onun babasının adının İslâmî “ʿOs̱mān” isminden başka bir şey olmadığını, kardeşlerinden bazılarının ve hatta istisnasız tüm oğullarının da İslâmî isimler taşıdığını tartışmasız bir biçimde gözler önüne sermektedir.

Resim 21-22. Osman Gâzî’nin ölümünden birkaç ay sonra düzenlenen 724/1324 tarihli Mekece Vakfiyesi’nde yer alan “Orḫān bin ʿOs̱mān” tuğrası ve onun “Orḫān” dışındaki oğullarından ikisinin “‘Melik bin ʿOs̱mān” ve “Ḥamīd bin ʿOs̱mān”, kızının ise “Fāṭıma Ḫātūn bint ʿOs̱mān” İslâmî adlarını taşıdıklarını gösteren şahit kayıtları. İBB Atatürk Kitaplığı, Muallim Cevdet, Fr. nr.: 10.

Bu konudaki tüm iddiâları geniş bir çerçevede çürütecek ve devletin bânîsinin gerçek isminin “ʿOs̱mān” olduğunu kesinleştirecek en ayrıntılı belge, Osman Gâzî’nin hayatta iken kendisini عثمان “ʿOs̱mān” ismiyle bize tanıttığı Asparuça vakfiyesinden sadece altı ay sonra, Rebî‘u’l-evvel 724/1324 yılı Mart ayında düzenlenen Mekece Vakfiyesi’ndeki orijinal ifâdelerdir. Orhan Gâzî’nin Beg Sarayı’ndaki Harem ağası Şerefüddîn Mukbil’e (daha sonraki adıyla: “Şerefü’d-dīn Paşa”) verdiği bu Farsça vakfiyede, Türkçe isim taşıması bir istismar malzemesi olarak kullanılan Orhan Gâzî kendisini bizzat: شجاع الدين “Şücāʿe’d-dīn” dinî lakabıyla vasfederken; henüz yeni vefât etmiş olan babasını ise direkt عثمان “ʿOs̱mān” dinî ismi ve فخر الدين “Faḫrü’d-dīn” İslâmî unvânıyla yâd etmiştir[50]. Burada adının “ʿOs̱mān” olduğu ve “Dīnin iftiḫârı” olduğu belirtilen bir hükümdarın, “Şamanizm”in değil elbette “İslâm dini”nin iftihârı kabul edildiği üzerinde konuşmaya gerek bile olmayacak derecede açık ve nettir.

Resim 23-24-25. “Orḫān” kavmî ismini taşıyor oluşu, babasının adının İslâmî “ʿOs̱mān” olamayacağına güya delil gösterilen Orhan Gâzî’nin üç oğlunun (sağdan sola): “Sulṭān bin Orḫān”, “Süleymān bin Orḫān” ve “İbrāhīm bin Orḫān” İslâmî isimlerini taşıdıklarını kanıtlayan Mekece Vakfiyesi’nin derkenarına tuğra şeklinde yazılmış olan adları. İBB Atatürk Kitaplığı, Muallim Cevdet, Fr. nr.: 10 sağ derkenarından ayrıntı.

Suret olmayıp tamamen orijinal olan bu vakfiye metninin şâhidler kısmı ve derkenarları da; babası, kardeşleri, amcaları ve oğulları hep Türkçe adlar taşıyan bir devlet kurucusunun adının Arapça عثمان “ʿOs̱mān” olamayacağı iddiasını kökünden çürütecek önemli tarihî kanıtlar içerir. Her şeyden önce,   başında Orhan’ın bizzat kendi eliyle çektiği: اورخان بن عثمان “Orḫān bin ʿOs̱mān” tuğrası bulunan bu vakfiyenin keşfinden önce, Orhan’ı âdetâ kurucu hükümdarın tek oğlu kabul ederek alabildiğine sığ bir yaklaşımla ortaya atılan eski köhne tezleri icat eden ve hâlâ bilinçsizce tekrar edenlere en nitelikli ve net cevâbı verecek şekilde, vakfiyede henüz yeni vefat etmiş olan فخر الدين عثمان “Faḫrü’d-dīn ʿOs̱mān”ın اورخان “Orḫān” dışında, vakfiyeye şahitlik eden dört oğlunun ve bir kızının daha adları, sonlarına بن عثمان “bin ʿOs̱mān” veyâ بنت عثمان “bint ʿOs̱mān” nisbesi getirilerek peş peşe sıralanmıştır ki; bu oğullarından ikisinin adı -yukarıdaki müzmin iddiâları tamamen izâle edecek şekilde-, Arapça: ملِك بن عثمان “Melik bin ʿOs̱mān” ve: حميد بن عثمان Ḥamīd bin ʿOs̱mān”, kızının adı ise yine aynı şekilde İslâmî: فاطمه خاتون بنت عثمان “Fāṭıma Ḫātūn bint ʿOs̱mān”dır[51]. Ayrıca onun diğer aile fertleri gibi “İslâmî” bir isim taşıyan eşinin de tam adı: مال خاتون بنت عمر بك “Māl Ḫātūn bint ʿÖmer Beg”dir ki[52], bu Hâtûn’un babasının adı aynı zamanda عثمان “ʿOs̱mān” ismine eşdeğer ilk üç halifeden birinin ismi olması hasebiyle, “Râfızîlik” iddiâsını da çürütecek türden çağdaş çok önemli bir kanıttır.

Türkçe adı İslâmî “ʿOs̱mān” ismine muhâlif gösterilen Sultan Orhan’ın, vakfiyenin sağ derkenarına dikey olarak, birer tuğra şeklinde kaydedilen üç oğlunun adlarının da bilinen en eski ve en meşhur “İslâmî” isimlerden: سلطان بن اورخان “Sulṭān bin Orḫān”,  سليمان بن اورخان “Süleymān bin Orḫān” ve ابراهيم بن اورخان “İbrāhīm bin Orḫān” olması bu iddiaların gerçek dışı olduğunu kanıtlayan bambaşka bir delildir. Orhan Gâzî’nin bu mülk-nâmede adı geçen oğullarından başka, diğer üç oğlundan ikisinin de “kavmî” değil, “İslâmî” isimler taşıyan: مراد بك “Murād Beg”[53] ile خليل بك Ḫalīl Beg” olduğu, ilkine benzer şekilde: اورخان بن عثمان “Orḫān bin ʿOs̱mān” tuğrası taşıyan 749/1348 tarihli başka bir mülk-nâmesinde: “Murād Beg’e bir ṭazı at ve bir al at virdi, Ḫalīl Beg’e bir at virdi.” cümlesiyle dile getirilmiş[54]; ayrıca Küçük Nişancı Mehmed Paşa’nın kroniğinde onun kalan son oğlunun da -yine İslâmî bir isme sahip olan- سلطان قاسم “Sulṭān Ḳāsım” olduğu açıkça belirtilmiştir[55].

Resim 26. Levnî tarafından çizilen Orhan Gâzî tasviri. Kebīr Muṣavver Silsile-nāme, TSMK, nr.: A.3109, vr. 3a.

“Orḫān”ın Türkçe bir isim taşıması şayet onun “Müslüman bir hükümdar olmadığına” (!) delil kabul edilecekse; onun oğullarından bir tanesine bile “Türkçe” isim koymayıp istisnâsız hepsine “İslâmî” isimler koymuş olması bu durumda hangi mantıklı gerekçe ile izah edilecektir?

Osman Gâzî Çağdaşı Kaynaklarda Neden İki İsimle Birden Anılmıştır?

Bizans kroniklerindeki “Ἀτμάν : Atman” yazımına benzer tarzda, Avrupa’da yazılmış eserlerde de Halife Hazret-i “Osman”ın adının dâimâ “Uthman”; Osman Gâzî’nin adının ise “Othman” şeklinde yazılmasını bir çelişki gibi yansıtan kimi araştırmacılar, bu gereksiz tartışmayı fütursuzca genişletmeye çalışırken, bu telâffuz farkının Arapça’da “O” harfinin mevcut olmayışı ve peltek “s̱” ( ث ) ile yazılan عثمان “ʿOs̱mān” isminin Arap ses fonetiğinde yumuşak bir tarzda: ʿUs̱mān”, daha sert bir yapıya sâhip olan Türk dil fonetiğinde ise: ʿOs̱mān şeklinde çıkmasından kaynaklandığını yeterince anlayamadıkları gibi; onun bu iki isimden birini diğerinin yerine kullanmış olması gerektiği sâbit fikrinden de kendilerini kurtaramamışlardır. Oysa bu tartışmalara en başından beri dâhil olan pek çok ismin her defâsında tekrarlayıp durduğu, Şihâbüddîn el-‘Ömerî’nin Mesālikü’l-Ebṣār’ındaki: طمان “Tomān” ve عثمان ʿOs̱mān adlarının her ikisinin de bizzat aynı çağda yaşamış iki görgü şâhidinin dillerinde dolaşması; bunlardan birinin kavmî, diğerinin ise dinî bir isim olarak, aynı zamanda ve aynı kişi hakkında kullanılabildiğini yeterince ispatlamaktadır.

Resim 27-28. Orhan Gâzî’nin 749/1348 tarihli mülk-nâmesinin üzerinde babasının adını “ʿOs̱mān” olarak sunduğu tuğrası (üstte) ve oğullarını ”Süleymān Paşa”, “Murād Beg”, “Ḫalīl Beg” ve “İbrāhīm Beg” dinî isimleriyle adlandırdığını belgeleyen satırlar. TSMA, nr.: E.10789.

Şihâbüddîn el-Ömerî Mesālikü’l-Ebṣār’ında iki görgü şâhidine dayanarak zikrettiği ʿOs̱mān” ve “Ṭomān” isimlerinin, aynı anda hem dinî, hem de kavmî isimler olarak kullanılabildiğini daha da kuvvetle belirginleştirecek şekilde; asrındaki İslâm hükümdarları hakkında kullanılan inşâ ifadelerini göstermek üzere kaleme aldığı Kitābu’t-Taʿrīf bi’l-Musṭalaḥi’ş-Şerīf adlı eserinin de bâzı nüshalarında Orhan Gâzî’yi direkt: “Orḫān bin ʿOs̱mān” klasik ismiyle anarken, kimilerinde yalnız “ʿOs̱mān” ismini değil, “Orḫān”ı da tahrif edecek şekilde “Roḫān bin Ṭomān” isimleriyle anar ki, bu, müellifin Orhan’ın babası hakkında daha önce ayrı ayrı kullanmış olduğu “İslâmî” ve “kavmî” her iki ismi birbirine eşdeğer kabul  ettiğini tartışmasız bir biçimde ortaya koyar. Bu tarihî sentez ayrıca, Kurucu hükümdârın asıl isminin yanı sıra, ona çok benzeyen “Ṭomān” isminin de o dönemde bir lakap olarak kullandığı bilgisinin yalnız Haydar el-‘Uryân ile Ceneveli Balaban gibi görgü şâhidlerinin değil, bizzat el-Ömerî’nin bilinçaltında da kuvvetle yerleşik bulunduğuna ışık tutar.

Bu noktada “ʿOs̱mān”ın adını kavmî ismine çok yakın bir tarzda “Ἀτμάν : Atman” şeklinde aktaran Bizans kaynaklarının, aynı ismi Arap fonetiğinden daha farklı bir şekilde aktarmaları onun daha farklı bir isim taşıdığı ile izah da edilemez. Çünkü İbn Battuta ve ʿOs̱mān Tārīḫi’ndeki عثمان جق “ʿOs̱māncuḳ” isimlendirmesine paralel olarak, onun adı bir Bizans tarihî takviminde açıkça: Ὀσουμαντζίϰη / “Osoumantzikēs” (= Osmancık) olarak da zikredilmiştir[56]. Bu ise düşünülenin tam aksine, ismin çağdaş Türk ve İslâm kaynaklarında yer alan bu şeklinden haberdar olan Bizans müverrihlerinin de mevcudiyetinin ve ondan söz ederken “Otmān”a daha yakın duran “Aṭmān” yerine, asıl ismi olan İslâmî “ʿOs̱mān” yahut “ʿOs̱māncuḳ”u tercih ettiklerinin bir delilidir. İbn Battuta ve İbn Haldun’un yukarıdaki çağdaş satırları ışığında, ismin takvimdeki bu kullanım şeklinin direkt Osman Gâzî’nin yaşadığı asra indiği ve bu takvimin esasını teşkil eden çok eski başka bir takvimden nakledildiği söylenilebilir.

el-Ömerî ve onun Osmanlı coğrafyasına komşu olan râvîleri bir arada andıkları hâlde, bu “dinî” ve “kavmî” iki ismi bilinçli bir şekilde birbirinden ayırarak onun gerçek adının “ʿOs̱mān” olmadığına ve bu ismin bu devirde hiç kullanılmadığına delil sayanların tutarsız iddialarının tam aksine; daha önce gösterdiğimiz üzere, Er-Tuğrul Gâzî ile birlikte Bithynia’ya gelen ilk Oğuz önderlerinden acı ara-oġlan’ın, yüz yaşının üzerinde iken tevliyetini yürüttüğü Gâzî Süleyman Paşa’nın İznik’teki vakıflarına ait Şa‘bân 761/Haziran 1360 tarihli orijinal vakfiyesinde asıl adının: عثمان بن يوسفʿOs̱mān bin Yūsuf” olduğunun kayıt altına alınması ve hemen öncesinde onun: زين الحج والحرمين “Zeyne’l-Ḥācc ve’l-aremeyn”, حاجى acı” gibi dinî unvanlarla anılması[57] da; Osman Gâzî’nin kendi çağdaşları şöyle dursun, selefi ve baba yoldaşı olan eski Türkmen liderlerinden bazılarının da kendisi gibi عثمان ʿOs̱mānismini taşıdıklarını ve aslen dinî, lakap olarak kavmî iki isimle birden adlandırılmış olduklarını yeterince ispat etmektedir. Nitekim baba yoldaşı acı ara-oġlan gibi gerçek adının عثمان ʿOs̱mān olduğu yukarıda işaret ettiğimiz çağdaş kanıtlar sâyesinde artık kesinlik kazanan kurucu hükümdârın adının, yalnız Oġuz-nāme kökenli destanlar, menâkıb kitapları ve bunlara âşinâ olan kimselerin anlatılarında تمان “Tomān” ya da اوتمان “Otmān” şeklinde yer alması bu tezimizi tarihî gerçeklik noktasına taşımakta ve aksi yöndeki tüm asılsız varsayımları kökünden yıkmaktadır.

Resim 29. Şehzâde Süleyman Paşa babası Orhan Gâzî’nin huzurunda. Venice, Biblioteca Nazionale Marciana, Cod. Or.: 57, fol. 234a.

Bunlara ek olarak; Osman Gâzî’nin bacanağı, gâzîlerin imamı ve Karacahisar’ın ilk kadısı olan Tursun Fakih’in, yazdığı manzum Ġazavāt-nāme’lerinde üçüncü halife Hazret-i ‘Osmân’ın adını sık sık diğer halifelerle birlikte övücü bir üslûpla anması da, عثمان “ʿOs̱mān” isminin bu dönemde bilinmeyen ve kullanılmayan bir isim olduğu iddiasını hükümsüz kılan çağdaş diğer önemli bir kanıttır[58].

Bir Oğuz İslâmî lideri olan Osman Gâzî’nin aynı anda hem dinî “ʿOs̱mān”, hem de kavmî “Otmān” ismiyle anılmasına eşdeğer şekilde, dinî/tasavvufî bir Oğuz önderinin de benzer şekilde hem “ʿOs̱mān”, hem de “Otmān” ismiyle anılmasının sâbit kavmî bir gelenek olduğunu ve bu kavmî teâmülün bir sonraki asırda dahi yürürlükte bulunduğunu kanıtlayacak önemli bir delile sahibiz. Bir Türkmen babası olarak bu kavmî ismin âdetâ simgesi ve XIV.-XV. yüzyıllardaki en ünlü temsilcisi kabul edilen Otman Baba, vefât yılı olan 883/1478 tarihini taşıyan kabir şâhidesinde: “Şāh-ı ilīmī, kerāmet menbaʿı ʿOs̱mān Baba” cümlesi ve “tārīḫ” mısrâ‘ının içinde “ʿOs̱mān Baba” ismiyle anılırken[59]; bu tarihten beş yıl sonra, 888/1483’te halîfelerinden Küçük Abdâl tarafından kaleme alınan Vilāyet-nāme’sinin içinde ve ondan yirmi dokuz yıl sonra, 903/1507’de türbesi üzerine konulan kitâbede: كاشف الأسرار ، سلطان اقليم العارف حسام شاه لقبه اطمان بابا “Kāşifü’l-esrār, Sulṭān-ı ilīmü’l-ʿārif üsām-Şāh, laabihī ‘Omān Baba…’” ifâdesiyle, tıpkı el-‘Ömerî’deki gibi ط ı” harfi ile yazılan اطمان “Omān” ismiyle anılmış[60] ve daha da önemlisi, bu “Omān” etnik isminin onun gerçek adı değil لقبه “laabı” olduğu da açıkça vurgulanmıştır. Demek ki yaşadığı dönemde Türkmen halk kitleleri arasında “Omān” adıyla anılan ünlü mutasavvıfın, bu isme odaklı çağdaş epigrafik kanıtlara göre de asıl ismi “ʿOs̱mān”dan başka bir şey değildi.

Resim 30. Hüseyin Gilânî’nin Silsile-nāme’sindeki Osmân Gâzî minyatürü. VGMA, nr.: 1872, vr. 18a’dan ayrıntı.

Nitekim Osman Baba’ya Oğuzlar arasında “Oṭmān” denilmesinin, gerçek ismi “ʿOs̱mān”a benzeyen bir lakap olmaktan başka bir anlam ifâde etmediği; türbe kitabesi ve şâhidesine paralel olarak Vilāyet-nāme’sinde de halîfesi Küçük Abdal tarafından: “İsm[ine] ẓāhirī ʿavām içinde ‘Otmān Baba’ dirler-idi ve kend-özi Oġuz dilin söyler-idi.” cümlesiyle bir kez daha te’yid edilmiştir[61]. Burada Baba’ya sadece Oğuz avam tabakası arasında “Otmān Baba” denildiğine ve kendisinin dâimâ Oğuz lehçesine ağırlık verdiğine yapılan önemli vurgu da, onun asıl ismi “ʿOs̱mān”ın etnik versiyonunu temsil eden “Otmān” lakabını, yukarıda gösterdiğimiz üzere sadece kavmî müstear bir isim olarak kullandığını kitabesine paralel bir çizgide doğrulamaktadır. Ayrıca bu bizim, çağdaşı el-‘Ömerî’nin ortaklaşa her iki ismi de kullanmasından hareketle, Osman Gâzî’nin şahsında bu etnik ismin ortaya çıkış gerekçesini Oġuz-nāme vurgulu kavmî/destânî eserlerle sınırlayan yukarıdaki tezimizin de doğruluğunun kesin bir kanıtıdır.

Resim 31-32-33-34. Büyük Türk mutasavvıfı Ḥüsām-Şāh’ın bizzat “ʿOs̱mān Baba” adıyla anıldığı 883/1478 tarihli kabir şâhidesi (solda); aynı ismin “Aṭmān/Oṭmān Baba”ya dönüştüğü ve bunun bir “laḳap” olduğunun açıkça belirtildiği 913/1507 tarihli türbe kitabesi (üstte) ve 921/1515 tarihli Vaḳıf Defteri’nde bu materyallere eşdeğer şekilde onun hem “ʿOs̱mān Baba” hem de “Otmān Baba” adlarıyla anıldığı Hasköy’deki vakıf ve kurbanlık zaviyelerine ilişkin kayıtlar (altta). BOA, TTD, nr.; 50, s. 130, 134.

Bu Vilāyet-nāme’nin 1173 Muharrem’i/1759 Ağustos’unda Hacı Bektâş-ı Velî Dergâhı için kopyalanan ve unvan yaprağında: يا علي “Yā ʿAlī ve:  حنكار حاج بكتاش ولى ünkār acı Bektāş-ı Velī yazıları yer alan yukarıda alıntılar yaptığımız nüshasında, zahriyyedeki: اوتمان بابا “Otmān Baba” isminden daha önceki varağa Baba’nın adının: عثمان باباʿOs̱mān Baba” şeklinde de kaydedilmiş olması[62], bu isimlerin tıpkı XIV.-XV. yüzyıllardaki gibi son dönemlerde bile hep bir arada kullanıldığına ve birinin diğerine zıt ya da muhâlif bir isim olarak algılanmadığına kesin bir delil teşkil eder.

“ʿOs̱mān” ya da “Otmān” Baba’nın biri Hasköy’de, diğeri ise yine Hasköy/Akyazı’da bulunan vakıf ve kurbanlık iki zâviyesi adına 921/1515’te düzenlenen tahrir kayıtlarında da, isminin hem عثمان بابا “ʿOs̱mān Baba” hem de اتمان بابا “Otmān Baba” şeklinde kaydedilmesi[63]; onun aslen “ʿOs̱mān” adını taşıdığı ve “Otmān” etnik lakabı ile anıldığını yine kitabe ve şâhidesine uygun bir doğrultuda teyid eder[64].

Resim 35-36. Küçük Abdal’ın yazdığı Vilāyet-nāme’nin XVII. yüzyılda Hacı Bektâş-ı Velî dergâhına vakfedilmek üzere istinsah edilmiş bir nüshasında, “Otmān Baba”nın isminin hâlâ “ʿOs̱mān Baba” şeklinde de yazılmaya devam ettiğini gösteren unvan yaprağında ve ilk varakta yer alan başlıklar. Küçük Abdâl, Vilāyet-nāme, Ankara Millî Kütüphâne, A. Ötüken İHK, Yz. nr.: 643, vr. C1, 1b.

Yukarıda serdettiğimiz ve pek çok farklı koldan gelerek aynı noktada birleşen bağımsız tarihî deliller, Sâdık Adnan Erzi’nin doğru olarak tahmin ettiği üzere; Osman Gâzî’nin “ʿOs̱mān” şeklinde dinî ve -bu isme benzerliği nedeniyle özellikle tercih edilen- “Otmān” kavmî isimlerini birarada taşıdığını netleştirmekte; babası Alp Ertuğrul’un yoldaşlarından Hacı Karaoğlan’ın asıl adının “ʿOs̱mān” olduğunun orijinal bir belgede ortaya çıkması ise, XIII.-XIV. yüzyıllarda Müslüman Oğuzlar arasında dinî ve kavmî iki ayrı isim taşıma yönünde yerleşik bir geleneğin mevcut olduğuna işâret etmektedir. Osman Gâzî ve oğlu Orhan’ın henüz hayatta iken adlarına düzenlettirdikleri resmî belgeler ve bizzat kendilerine ait çağdaş materyaller üzerinde sâbit ve ortak bir biçimde yer alan “ʿOs̱mān” ismi, yaklaşık iki buçuk asırdır devam edegelen bu gereksiz tartışmayı sonlandırmaya yetecek bir katiyet ve kesinlik taşımakta; onun gerçek adının “ʿOs̱mān”, lâkabının ise “Otmān” ya da Ṭomān” olduğu konusunda aksi yönde başka bir fikir dahi yürütmeye imkân bırakmamaktadır. Nitekim meşhur Türkmen babası Otmân Baba’nın da kitabe, şâhide, vilâyet-nâme ve vakfiyelerinde aynı anda hem dinî “ʿOs̱mān”, hem de kavmî “Otmān” ismiyle anılması bu geleneğin o asırlarda kuvvetle yerleşik bulunduğunun açık bir kanıtıdır.

Şu hâlde yukarıda sıraladığımız çağdaş kaynaklar, belgeler ve nümismatik materyaller ışığında Osmanlı Devleti’nin kurucusunun gerçek adının -bilinen meşhur şekliyle- kuşkusuz “ʿOs̱mān” olduğu, bununla birlikte onun Oġuz-nāme kaynaklı eserlerde ve benzeri etnik vurgular içeren Tārīḫ-i Otmān (Mīr ʿOs̱mān) gibi monografilerde meşhur iki “kavmî” isim olan “Otmān” ya da “Ṭomān” isimleriyle de yâd olunduğu; yine çağdaşı olan el-‘Ömerî’nin iki eserinde de bu yüzden iki görgü şâhidi tarafından, aynı anda hem “ʿOs̱mān” hem de “Ṭomān” isimleriyle anılmış olduğu neticesine ulaşabiliriz.

DİPNOTLAR

* Bu makale daha önce ilk kez Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi’nde iki bölüm hâlinde “Osmanlı Devleti’nin Kurucusunun Gerçek Adı ‘Osman’ mı, ‘Otman’ mı?” başlığı altında (LXVII, Sy.: 399 {Mart 2020}, s. 28-35; Sy.: 400 (Nisan 2020), s. 16-23) ve ikinci kez Şehrengiz Tarih ve Kültür Dergisi’nde (XIII/135 {Mayıs-Haziran 2022}, s. 12-29) tam metin hâlinde yayımlanmıştır.

[1] Joseph de Guignes, Ḫānlarıñ, Türkler’iñ, Moġollar’ıñ ve Daa Sāʾir Tatarlar’ıñ Tārīḫ-i ʿUmūmīsi, VII, trc.: H. Câhid (Yalçın), İstanbul: Tanîn Matba‘ası, 1923, s. 520, dipnot: 2.

[2] E. Gibbons, Histoire de la Décadence et de la Chute de l’Empire Romain, II, Paris 1839, p. 794.

[3] Friedrich Giese, “Das Problem der Entstehung des Osmanischen Reiches”, Zeitschrift für Semitistik und wervandte Gebiete, II (Leipzig 1924), 246-271; Türkçe çevirisi için, bk. Giese, “Osmanlı İmparatorluġu’nuñ Ḳuruluşu Mesʾelesi”, Türkiyāt Mecmūʿası, I (İstanbul 1925), s. 155-171.

[4] F. Babinger, “Osmancık”, Encyclopédie de l’İslam, III, p. 1082.

[5] J. H. Kramers, “Osman”, Encyclopédie de l’İslam, III, p. 1075; J. H. Kramers, “Wer War Osman?”, Acta Orientalia Sicentiarum Hungaricae, VI (1928), pp. 242-254.

[6] G. Moravcsik, “Türk Tarihi Bakımından Bizans Kaynaklarının Ehemmiyeti”, II. Türk Târih Kongresi (1937), TTK, Kenan Matbaası, İstanbul 1943, s. 498.

[7] S. Adnan Erzi, “Osmanlı Devletinin Kurucusunun İsmi Meselesi”, Türkiyat Mecmû‘ası, VII-VIII (1940-42)/1, s. 323-326.

[8] L. Bazin, “Antiquité meconnué du titre d’Ataman?”, Harvard Ukranian Studies, Eucharisterion, essays presented to O. Pritsak on his sixtieth birthday by his Colleagues and Students, III-IV/1 (1979-80), pp. 61-70; E. A. Zachariadou, “Historie et légendes des premiers Ottomans”, Turcica, XXVII (1995), pp. 45-89.

[9] Albert Failler, “Les Émirs Turcs à la Conquête de l’Anatolie au Début du 14e Siècle”, Revue des Études Byzantines, tome 52 (Paris 1994), p. 71-74, 77, 79-81.

[10] Burada müellif, son zamanlarda sıklıkla tekrarlanan klasik hipotezi tekrar etmiş ve Gibbons’ın eski tezinin etkisiyle Er-Tuğrul Gâzî’nin “İslâm’ı bilmediği için İslâmî ‘Osman’ ismini koyamayacağı” yönündeki mesnedsiz görüşü vâz ederek: “Babasının, amcalarının, kardeşlerinin Ertuğrul, Dündar, Gündüz, Savcı, Saruyatı, oğlunun Orhan adlarına bakılırsa onun da Türkçe bir adının olması gerekir ki, bu açıdan Othoman, Arapça “Osman”ın (Uthman) değil, Otman, Tuman ya da Ataman’ın, Batı dillerindeki yazımı olmalıdır. Eski tarihler, Ertuğrul Bey’in Müslümanlık konusunda bir bilgisinin bulunmadığını vurguladığına göre, oğluna İslami bir ad vermiş olabilir mi? Kaldı ki, o dönemde Anadolu Türkmenleri arasında Otman, Ataman, Tuman gibi adlar yaygındı.” demiştir (N. Sakaoğlu, Bu Mülkün Sultanları, Alfa Yayınları, İstanbul 2015, s. 27). Oysa Gibbons’un etkisinde kaldığı aşikâr olan Sakaoğlu’nun öne sürdüğü gibi, “eski tarihler”de Er-Tuğrul hakkındaki bu asılsız iddia ve isnadı doğrulayacak tek bir tarihî kayıt bile yoktur.

[11] Feridun Emecen, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluş ve Yükseliş Tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2015, s. 30. Emecen’in bu tezinin, özellikle harflerin dilden dile aktarımındaki ses değişim ve dönüşüm teamülleri dikkate alındığında, ismin Avrupa menşe’li “Othman” ve “Ottoman” şeklindeki kullanımları için doğru olduğu peşinen söylenilebilir.

[12] Vedat Turgut, “Osman Gazi’nin Kimliği Meselesi ve Cihanşümûl Bir Devlete İsminin Verilmesinin Sebepleri Üzerine”, AİD/JAI, XI/1 (2016), s. 83-120.

[13] Krş. Hakan Yılmaz, “Osman Gâzî’nin Kayıp İkinci Sikkesi ve Osmanlı Kuruluş Tartışmalarına Etkisi”, Âb-ı Hayât’ı Aramak: Gönül Tekin’e Armağan, haz.: Ozan Kolbaş-Orçun Üçer, Yeditepe Yayınları, İstanbul 2018, s. 763-788.

[14] Georgius Pachymérès, Corpus Scriptorum Historiae Byzantinae: Georgii Pachymeris de Michaele et Andronico Palaeologis, volume II, I. Bekker, Bonnae: Impensis Ed. Weberi, 1835, p. 332, 414-415, 637-638, 642.

[15] Meselâ Osmanlılar’ın dip-atalarından ayı Ḫān’ın oğullarından birine تومان خان “Tōmān Ḫān” adını koymuş olması (Krş. Cāmiʿu’t-Tevārīḫ (Tārīḫ-i Oġūz), tashîh: Muhammed Rûşen, Tahran, Mîrâs-ı Mektûb, 1384/2005, s. 67-75; Ebû’l-Gâzî Bahâdur Hân, Şecereʾ-i Terākime, Taşkent Özbek Bilimler Akademisi Doğu Elyazmaları Enstitüsü, nr.: 171, vr. 86b-89a, ayrıca bk. 74b, st. 7) Osman Gâzî’nin çağdaşı İlhanlı emirlerinden اوتمان پسر اباتاى نويان “Otmān püser-i Abatāy Noyān”ın (bk. Fazlu’llâh-ı Reşîdü’d-dîn, Cāmiʿu’t-Tevārīḫ, III, nşr.: ‘Abdül-Kerîm ‘Alî-oğlu ‘Alî-zâde, Bakü 1957, s. 197, 220, 256) bizzat اوتمان “Otmān” ismini taşıması ve İslâm tarihinin çeşitli dönemlerinde bu isme sık sık rastlanması (Buna dair örnekler için, bk. Erzi, a.g.m., 325-326); bu ismin Osman Gâzî’den çok daha önceki devirlerde ve onun bizzat yaşadığı dönemde de Oğuz-Moğol kavmî geleneğinde epeyce yerleşik bulunduğuna ışık tutar.

[16] Daha 1940’ların başında Sâdık Adnan Erzi, yukarıda adı geçen makalesinde: “Otman isminin Türkler arasında kullanılması hususunda nâdir olmakla beraber, bâzı misâllere tesadüf etmemiz, bunun Osman’dan muharref olması ihtimâlini zayıflatmaktadır.” diyerek bu durumu açıkça dile getirdiği gibi; Bizans kroniklerindeki “Atman”, “Atuman” ve “Otman” kullanım şekillerini de bu tezin hilâfına, doğru bir çizgide ismin literatürde mevcudiyetine delil olarak göstermiştir. Krş. Erzi, “Osmanlı Devletinin Kurucusunun İsmi Meselesi”, s. 325.

[17] Kâşgârlı Mahmud Dīvān-ı Luġāti’t-Türk’te ت “Te” harfiyle, ا “Elif”siz: تُمَن “Toman” ve م “Mim”den sonra bir ا “Elif” ilâvesiyle تمان “Tomān/Tumān” şeklinde imlâ ettiği bu isme: الضباب “Sis, duman” (Millet Ktp. Ali Emîrî, Arabî, nr.: 4189, vr. 62a-b, 105a, 133b / st. 16) ve:  الكَثِيرُ من كُلِ شَئ ٍ “Her şeyden ziyâde ve fazla olan” şeklinde (vr. 101b, st. 15) iki ayrı mânâ vermişse de, kadîm bir hükümdar adı olduğu dikkate alındığında bize göre bu ismin Oġuz-nāme’lerde öne sürülen ilk anlamından çok ikinci anlamı, “Otmān”ın ise bunun daha vurgulu şeklini temsil ettiği düşünülebilir.

[18] Buna dair bazı örnekler için, bk. Buhârî, Edeb, 108; Ebû Dâvud, Edeb, 70; ‘Azîm-âbâdî, ʿAvnü’l-Maʿbūd, XIII, 298.

[19] Eserin ilk telif tarihi olan ve mensur Vilāyet-nāme’nin çoğu nüshasında yer alan 744/1344-45 tarihi, eserin bazı geç dönem nüshalarında istinsah hatası nedeniyle bozulmuş; metnin içeriği ve yazım süreci ile bağdaşması mümkün olmayan hicrî 444, 644 ya da 844 gibi tarihlere dönüşmüştür. Krş. Bedri Noyan (Dedebaba), Hacı Bektaş-ı Veli Manzum Vilâyetnamesi, Can Yayınları, İstanbul 1996, s. 15.

[20] Krş. Mûsâ bin ‘Alî, Tārīḫ-i ʿOs̱mān, mensur Vilāyet-nāme içinde, Ankara Millî Ktp. Yz. A-7544, vr. 144a, 147b-149a.

[21] Firdevsî’-i Rûmî, Tārīḫ-i Otmān, Manzum Vilāyet-nāme içinde, Ankara Millî Ktp. Yz. A-7544, vr. 91a, st. 3, vd. Vilâyet-nâme’nin farklı bir müellif tarafından inşâ edilen manzum başka bir tertibinde, mensur metindeki gibi bu kısımda onun adını عثمان “ʿOs̱mān” şeklinde veren: “Bir oġlı oldı ‘ʿOs̱mān’ idi nāmı / İderlerdi riʿāyet ḫāṣṣ u ʿāmmı…” beyti yer alır ki (İBB Atatürk Kitaplığı, O.E. Yz. nr.: 124, vr. 119b, st. 22), bu yaygın kullanım biçimi “ʿOs̱mān”ın onun asıl ismi, “Otmān”ın ise bu asıl ismin alternatif kavmî şekli olabileceğini çağrıştırır.

[22] Firdevsî’-i Rûmî, a.g.e., vr. 94a, st. 19.

[23] Yazıcı-zâde ‘Alî, Selçūḳ-nāme, TSMK, Revan, nr.: 1390, st. 8-10.

[24] Risāle min Kelimāt-ı Oġuz-nāme el-Meşhūr bi-Atalar Sözi, Berlin Staatsbibliothek, Or.: 187/94, vr. 6b, st. 9.

[25] Bu tip sikkelerin kısmî bir tasnifi için, bk. Rolf Ehlert, Umlaufgeld im Osmanischen Reich, Band I: von den Anfagen bis Selim I, Heidelberg 2014, pp. 20-50.

[26] Krş. Ahmedî, İskender-nāme, Bibliothèque Nationale, Supp. Turc, nr.: 309, vr. 291b, st. 6; ‘Abdülvâsi‘ Çelebi, alīl-nāme, Kahire Millî Ktp. Edeb Türkî, nr.: 82, vr. 59b, st. 13 / vr. 61b, st. 13; Hâfız Ebrû, Mecmāʿu’t-Tevārīḫ-i Bāy-sunġurī, TSMK, nr.: 1659, vr. 449a.

[27] Şihâbüddîn İbn Fazlu’llâh el-‘Ömerî, Mesālikü’l-Ebṣār, Süleymaniye Ktp. Ayasofya, nr.: 3416, vr. 99a; 109b-110a.

[28] “ صاحب برسا ؛ وهو روخان بن عثمان ” İbn Fazlu’llâh el-‘Ömerî, et-Taʿrīf bi-Musalai’ş-Şerīf, Hacı Selim Ağa Ktp. Genel, nr.: 998, vr. 25a, st. 2-3. Muhammed Hüseyin Şemsüddîn’in tahkikli neşrinde kullandığı nüshalarda (Dârü’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, Beyrut 1998) ismin yazımı “ اُرخان بن عثمان ” : “Orḫān bin ʿOs̱mān” şeklindedir (s. 64).

[29] “ صَاحب بُرسا ؛ وهو رُخان بن طُمان ” el-‘Ömerî, a.g.e., Süleymaniye Ktp. Reîsülküttâb, nr.: 997, vr. 30b, st. 3-4; Ayasofya, nr.: 3160, vr. 27a, st. 13-14; Ayasofya, nr.: 3823, vr. 28a, st. 6; Laleli, nr.: 1702, vr. 22a, st. 8-9. Et-Taʿrīf’in farklı nüshalarında “Orḫān”ın رُخان “Roḫān” şeklindeki yazımında, kimi kararsız müstensihlerin ر “rı”nın önüne tereddütlü bir şekilde belli-belirsiz bir ا “elif” yerleştirme konusunda yaşadıkları gel-gitler, bunların gerçekte aslî nüshada zayıf yazılmış bir ا “elif” harfi de bulduklarını, ancak Türkçe isimlere fazla âşinâ olmadıklarından bunu gösterip-göstermeme konusunda ihtiyatlı davrandıklarını belgelediği gibi; eserin Paris Bibliothèque Nationale’da yer alan bir nüshasında ا “elif”ten sonra رُخان “Roḫān”ın ر “rı”sının da düşürülerek ismin خان بن طُمان Ḫān bin Ṭomān” şeklinde yazılmış olması ise (Supp. Arabe, nr.: 5872, vr. 25b, st. 5), bu yazım farklılıklarının ortaya çıkışında bir dereceye kadar istinsah hatalarının da etkili olduğunu gösterir.

[30] Bu sikkeler ve üzerlerindeki metinlerin çözümlemesi için, bk. İbrahim Artuk, “Osmanlı Beyliği’nin Kurucusu Osman Gazi’ye Ait Sikke”, Türkiye’nin Sosyal ve Ekonomik Tarihi (1071-1920): ‘Birinci Uluslararası Türkiye’nin Sosyal ve Ekonomik Tarihi Kongresi’ (11-13 Temmuz 1977) Tebliğleri, ed.: O. Okyar – H. İnalcık, Hacettepe Üniversitesi, Ankara 1980, s. 27-33; Hakan Yılmaz, “Osman Gazi’nin Bastırdığı Sikkeler ve Ona Atfedilen Yeni Bir Sikke Hakkında / I”, HAİD, XVIII/212 (Nisan 2011), s. 45-46; İ. Günay Paksoy, “Osman Gazi’nin Şimdiye Kadar Yayımlanmış Tek Gümüş Sikkesi Üzerine Düşünceler”, Birinci Uluslararası Anadolu Para Tarihi ve Nümismatik Kongresi (25-28 Şubat 2013) / Bildiriler, ed.: Kayhan Dörtlük, vd., Antalya: AKMED & Vehbi Koç Vakfı, 2014, s. 443-456; Hakan Yılmaz, “Osman Gâzî’nin Kayıp İkinci Sikkesi…”, s. 763-788; Hakan Yılmaz, “Osman Gâzî’nin 700/1300-1301’de Yenişehir’de Bastırdığı Üçüncü Sikkesi”, Vak‘anüvis Uluslararası Tarih Araştırmaları Dergisi, IV, Söğüt Özel Sayısı (Aralık 2019), s. 81-120.

[31] Bursa Şerʿiyye Sicilleri, Ankara Millî Ktp., nr.: 4121, vr. 82a, st. 10; vr. 82b, st. 40.

[32] Bursa Şerʿiyye Sicilleri, göst. yer, vr. 82b, st. 40 / vr. 83a, st. 1.

[33] Krş. Bursa Şerʿiyye Sicilleri, göst. yer, vr. 83a, st. 11-16.

[34] Krş. Bursa Şerʿiyye Sicilleri, göst. yer, vr. 83b, st. 7-8 (sol) ve st. 20.

[35] TSMA, nr.: E-7792, st. 37.

[36] Osman Gâzî’nin çağdaşı olan Reşîdüddîn, durup dururken neye dayanılarak ortaya atıldığı belli olmayan bu “Şamanizm” spekülasyonlarını ortadan kaldıracak şekilde, ʿAlī Ḫān ve Şah-Melik’ten yarım asır kadar önce yaşamış X. asır Oğuz ümerâsı arasında عثمان خان “ʿOs̱mān Ḫān” adını taşıyan bir emirin mevcut olduğundan açıkça söz eder (Krş. Cāmiʿu’t-Tevārīḫ, TSMK, Hazine, nr.: 1653, vr. 389b).

[37] İBB Atatürk Kitaplığı, Muallim Cevdet, Fr. nr.: 10, st. 1.

[38] Bağdâdî’nin seyahat notları ve bu dönemle ilgili tartışmaları sonuçlandıracak nitelikteki kayıtları hakkında, bk. Hakan Yılmaz, “Orhan Gâzî’yi Sarayında Ziyaret Etmiş Bir Seyyah/Sûfî: Seyyid Kâsım el-Bağdâdî ve Seyāḥat-nāme’sinin Kuruluş Devri Osmanlı Tarihi Açısından Önemi”, Osmanlı’da Yönetim ve Savaş, ed.: M. Yaşar Ertaş-H. Kılıçaslan, Mahya Yay. & OSAMER, İstanbul 2017, s. 17-39.

[39] Seyyid Kāsım el-Bağdâdî Seyāḥat-nāme’sinin 750/1349-50’de oğlu Haydar bin Kâsım tarafından yazılan orijinal yazma nüshasının fotoğrafları, bu nesle mensup olan emekli eski Van müftüsü Nimetullah Arvas’ın arşivinde yer almakta olup, yakında kendisi tarafından Türkçe tercümesi ile birlikte neşredilecek; bu neşri ise bizim Seyāḥat-nāme’nin tenkidli metni, içeriği ve tarihî önemine ilişkin çalışmamız takip edecektir. Bu orijinal nüshanın Orhan Gâzî’yi Bursa’da ziyaretle ilgili kısmının (vr. 26b-28b) bir kopyasını bana vermek nezâketinde bulunan Sn. Arvas’a teşekkürü bir borç bilirim.

[40] Bağdâdî, Seyāḥat-nāme, Orijinal nüsha, vr. 26b, st. 13-14.

[41] Bağdâdî, a.g.e., vr. 26b, st. 11; vr. 27a, st. 5-9. Kısa bir süre önce yayınlanan bir kitapta bu Seyahat-nâme hakkında “mühim şüpheler” ve “ciddî tereddütler” olduğu öne sürülmüşse de, bunların ne olduğu yazarı tarafından izah edilemediğinden ilmî açıdan bir ciddiyet ve önem arz etmemektedir. Seyāḥat-nāme’nin geç istinsahlarında yer alan bu vasıfların ilk kez burada yayınladığımız 750/1349 tarihli orijinal nüshasında da yer alması bu gibi sözde tenkidleri peşinen çürütüp izâle etmektedir. Bununla ilgili bkz. kitap bölümü: Hilafet ve Saltanat, İstanbul, Ocak 2020, s. 27.

[42] Krş. İbn Battuta, Tufetü’n-Nüẓẓār fī Ġarāʾibü’l-Emṣār ve ʿAcāʾibü’l-Esfār, Bibliothèque Nationale, Supp. Arabe, nr.: 909, vr. 87b, st. 18-20. XIV. yüzyılda yaşamış büyük İslâm tarihçisi İbn Haldun da (ö. 808/1406) aynı şekilde ondan عثمان جق التركمانى “ʿOs̱māncu et-Türkmānī diye söz ederek bu kullanımın o dönemde epeyce yaygın olduğunu göstermiştir. Krş. İbn Haldun, Kitâbü’l-‘İber, V, Bulak Matba‘ası, Mısır 1868, s. 163.

[43] “Otmān” veya “Ṭomān” isimlerinin neden “ʿOs̱mān” aslî ismine alternatif olarak kullanıldığını çözümleyemeyen Avrupa’lı tarih yazarlarının birçoğu, bazı çağdaş ya da çağdaşa yakın kaynaklarda عثمان “ʿOs̱mān”ın sonuna eklenen bu جق “-cu ekinin de isme nasıl bir mânâ yüklediğini anlayamamışlar; isimle birlikte “Ottoman-zich” şeklinde telaffuz edilen bu ekin Osman’ın baba adı yahut unvanı olduğunu zannederek, kimileri onu “Zich” (Cuk) adlı bir emirin oğlu olarak göstermiş, kimileri ise “Zich”in “Şeyh” mânâsına geldiğini iddia etmişlerdir ki, bunların ikisinin de tarihî gerçeklikle bağdaşmadığı izahtan vârestedir. Oysa Osman’ın beyliğini vefatından sadece on yıl sonra ziyaret eden İbn Battuta, Seyāḥat-nāme’sinde yeni herhangi bir çıkarıma ihtiyaç bırakmayacak şekilde kelimenin Türkçe aslî mânâsını doğru bir şekilde vermiş, Giese de isabetli bir çıkarımla bu ekin “muhtemelen bir sevgi ifâdesi” olduğunu tahmin etmiştir ki; bu mânâ Tārīḫ-i ʿOs̱mān adlı çağdaş kronikten bizlere intikal eden: “Merḥūm Er-oġrıl Alp’uñ bir oġlı var idi, ismini ‘ʿOs̱mān’ dirler idi. Ana ve ata çaġırmalu olıca: ‘ʿOs̱māncu!’ diyü çaġırurlardı ve anı oşadılardı, ḫāṭıruñ ḫōş utarlardı.” cümlelerinde daha net bir şekilde ifade edilmiştir (Ankara Millî Ktp., Yz. A.8597, vr. 147b, st. 9-11).

[44] Krş. İbn Battuta, a.g.e., vr. 82a + 84b, st. 1-7.

[45] Krş. Şevki Nezihi Aykut, “Osmanlı Sikkeleri”, Türkler, X, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2002, s. 823-824; Rolf Ehlert, Umlaufgeld im Osmanischen Reich, Band I, pp. 20-50, vb. Orhan’ın sikkelerinin çoğunda babasının adıyla birlikte “Orḫān bin ʿOs̱mān” şeklinde anıldığı öteden beri herkesçe malûmken, Sakaoğlu’nun “üzerinde ‘Osman bin Ertuğrul’ okunduğu ileri sürülen bir akçeye karşılık, oğlunun akçesinde salt Orhan adının var olduğu” iddiası (Sakaoğlu, a.g.e., s. 28) gerçek tarihî ve mümismatik verilerle hiçbir şekilde bağdaşmaz.

[46] İznik Müzesi, Env. nr.: 505.

[47] Gazâ tartışmalarının odağında bulunan bu kitabe metninin ilk çözümlemesi için, bk. Ahmed Tevhid, “Bursa’da Eñ Eski Kitābe”, TOEM, V/29 (1330), s. 318-320.

[48] Gyula Káldy-Nagy, “The Holy War (Jihad) in the First Centuries of the Ottoman Empire”, Harvard Ukranian Studies, III/4 (1979-80), p. 467-473; Türkçe tercümesi için, bk. a.mlf., “Osmanlı İmparatorluğu’nun İlk Yüzyıllarında Kutsal Savaş (Cihat)”, Söğüt’ten İstanbul’a, ed.: Oktay Özel-Mehmet Öz, İmge Kitabevi, İstanbul 2000, s. 401.

[49] Káldy-Nagy, “Osmanlı İmparatorluğu’nun İlk Yüzyıllarında Kutsal Savaş (Cihat)”, a.g.e. s. 402.

[50] İBB Atatürk Kitaplığı, Muallim Cevdet, Fr. nr.: 10, st. 1.

[51] İBB Atatürk Kitaplığı, Muallim Cevdet, Fr. nr.: 10, st. 24-26. Osman’ın “İslâmî” bir isim taşıyan oğlu ملِك “Melik”in vakfiyede geçen kızı ملَك “Melek”in isminin de Arapça dinî bir isim olduğunu ilâveten belirtmemiz gerekir.

[52] İBB Atatürk Kitaplığı, Muallim Cevdet, Fr. nr.: 10, st. 26.

[53] Son günlerde bu “popüler” tartışmaya dahil olan konu ile ilgisiz bazı isimlerin Arapça menşe’li مراد “Murād” ismini bile “Türkçe isimler” arasında sayıp durmaları, tartışmanın günümüzde nasıl bir bilgi seviyesinde yürütüldüğünü gösteren çok çarpıcı bir örnektir.

[54] TSMA, E. nr. 10789, st. 15-17.

[55] Küçük Nişâncı Mehmed Paşa, Tārīḫ-i Münteab-ı Āl-i ʿOs̱mān, Harvard Unv. Library, MS Turk, nr.: 8, vr. 38a.

[56] P. Schreiner, Chronica Byzantina Breviora, Kronik LXII-I/2, Österreichischen Akademie der Wissenschaften, Wien 1975, p. 461; Şahin Kılıç, Bizans Kısa Kronikleri (Chronica Byzantina Breviora): Osmanlı Tarihinin Bizanslı Tanıkları, İthaki Yayınları, İstanbul 2013, s. 192.

[57] TSMA, nr.: E-7792, st. 36-37.

[58] Krş. Tursun Fakih, Ġazavāt-ı Resūlu’llāh –allā’llāhu ʿAleyhi ve Sellem-, Millet Ktp. Ali Emîrî, Manzum, nr.: 1222, vr. 88b-89b; 97a; a.mlf., Cumhūr-nāme (Ġazavāt-ı Bar-i ʿUmmān ve andūḳ), Yapı Kredi Sermet Çifter Arş. Ktp., Yz. nr.: 978, beyit: 198-199, 209; a.mlf., Dāsitān-ı Muammed anefī, Ankara Millî Ktp. Yz. A-3538/6, vr. 127a. Tursun’un özellikle son eserinde yer alan: anı ol Bū Bekr ʿÖmer ʿOs̱mān ʿAlī? / Erlük ile dirdiler bunlar yolı…” beyti (vr. 127a, beyit: 13) bu dönem Türkmenler’i arasında hakim olan dinî algı ve yaklaşımı özetlemesi bakımından kayda değerdir.

[59] “ʿOs̱mān” ya da “Otmān Baba”nın kabir şâhidesi ve uzun yıllar okunamayan türbe kitabesinin fotoğrafları, iki yıl önce Katerina Venedikova tarafından yayımlanmıştır: “За живота на един светец и един интересен надгробен паметник от 1478/1479 г. / On The Life Of a Saint and an Intriguing Tomb Stone From 1478/1479”, Нумизматика, СфрагиСтика и Епиграфика, XIII (2017), p. 317-361. Literatürde daha çok “Otmān Baba” adıyla meşhur olan ünlü mutasavvıf, Venedikova’nın yer yer bazı okuyuş hatalarıyla transkribe ettiği, aşağıda tashih ederek yeniden aktardığımız kırık şâhidesindeki manzumenin hem ilk beytinde, hem de “tārīḫ” dizesinin içinde doğrudan عثمان بابا “ʿOs̱mān Baba” adıyla anılarak şu üstün vasıflarla yâd edilmiştir:

“Şāh-ı iḳlīmī, kerāmet menbaʿı ʿOs̱mān Baba
Rūm-ili içre kerāmātı bulup neşv ü nemā
Cümle pīrān-ı ṭarīḳuñ Şāh’ı hem Sulṭān’ıdur
El alanlar bu ṭarīḳ içre olur ġamdan reḥā
Ẓāhiren çün evliyālar Şāh[’ı] Ḳuṭbü’l-ʿārifīn
Hem daḫı baḥr-i kerāmet, maḥzen-i sırr-ı Ḫudā
Ḥāniḳāh-ı dergehüñde ʿışḳ-ıla cān-bāşıla
Ḫidmetinde bendelerdür nice aʿlā vü gedā
Ḥorasān’dan yedi-yüz ṭoḳsānda ḫurūc eyleyüp
Nice ʿabdāl ile geçüp Rūm-ili’ne ḥāliyā
Seyyidā olsun duʿā fevtine tārīḫ diyelüm:
‘Hem sekiz yüz seksān üçde göçdi şol ʿOs̱mān Baba.’
Sene: 883.” (Krş. Venedikova, a.g.m., Табло LXII/1-3, LXIII/1-2; s. 333-334)

[60] “İlâhî sırların keşfedicisi, ʿĀrif iḳlīminin Sulṭānı, laḳabı ‘Otmān Baba’ olan Ḥüsām Şāh…” Okunuşu uzun süre bir muammâ olarak kalan kitabenin fotoğrafı için, bk. Venedikova, a.g.m., Табло LXI/2; Ayrıca bk. Elinizdeki makale.

[61] Küçük Abdâl, Vilāyet-nāme, Ankara Millî Kütüphâne, A. Ötüken İHK, Yz. nr.: 643, vr. 9b, st. 5-6.

[62] Krş. Küçük Abdâl, a.g.e., vr. C1-1b.

[63] Krş. BOA, TTD, nr.; 50, s. 130, 134. Bu ikili isimlendirme daha sonraki tahrir defterlerinde de tekrarlanmaya devam etmiştir.

[64] Farklı tarihlerde düzenlenen vakfiye ve mülk-nâmelerde ayrı ayrı bu iki ismi de kullanan kadıların ve inşa kriterlerine göre vakıf ve mülk kayıtlarının özetlerini imlâsına sâdık kalarak doğrudan belgenin aslından aktaran tahrir memurlarının, aynı vakıf defterinde iki farklı zaviye kaydı bulunan Baba’yı hem عثمان “ʿOs̱mān” gerçek adıyla, hem de اتمان “Otmān” lakabı ile anmaları, bazı araştırmacıların onu iki farklı kişi gibi yansıtmalarına bile yol açmıştır: Ayşe Kayapınar-Levent Kayapınar, “Balkanlar’da Karıştırılan İki Bektaşi Zaviyesi: XV-XVI. Yüzyılda Osman Baba ve Otmān Baba Tekkeleri”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş-ı Velî Araştırma Dergisi, Sy.: 55 (2010), s. 97-128. Oysa şâhidesinde ve türbe kitabesinde onun her iki isimle birden anılması tek bir şahıs olduğunu kanıtlamaya yettiği gibi; yukarıdaki Vilāyet-nāme nüshasında geçen ifadelerle, el-‘Ömerî’nin aynı durumun Osman Gâzî için de geçerli olduğunu ortaya koyan ilk ağızdan rivayetleri, aslında ortada İslâmî “ʿOs̱mān” adını ve kavmî “Otmān” lakabını taşıyan tek bir Türkmen babasından başka birinin mevcut olmadığını yeterince ispat eder. Bu tarihî verilere kıyasla, Ḥacım Sulṭān Vilāyet-nāmesi’nde adı geçen “ʿOs̱mān Baba”nın da aslında “Otmān Baba”dan başka biri olmadığı tamamen belirginleşmektedir.

Hakan YILMAZ

Hakan YILMAZ / Araştırmacı-Yazar & Yeniçağ Tarihi Uzmanı 21 Şubat 1977’de İstanbul’un Beyoğlu ilçesinde dünyaya geldi. Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Yeniçağ Tarihi Bilim Dalı’nda başladığı Yüksek Lisans (Master) eğitimini “İbn Kemâl (Kemâl Paşa-zâde): Tārīḫ-i İbn Kemāl / VI. Defter (İnceleme-Transkripsiyon-Tıpkıbasım)” başlıklı teziyle tamamladı. Kuruluş devri Osmanlı tarihi ve Yeniçağ tarihi ile ilgili yeni bulgular ve bilimsel tartışmalara yönelik makaleleri 2004 yılından beri farklı akademik ve popüler dergilerde yayımlanmakta olup, uzmanlık alanı ile ilgili farklı sahalarda araştırma ve çalışmalarını sürdürmektedir. e-posta: [email protected] | [email protected] | [email protected]

FACEBOOK - YORUM YAZ

Sosyal Medyada Paylaşın:

BU MAKALELER İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR!

  • YENİ
Romanlarda Sosyal ve Kültürel Yaşam

Romanlarda Sosyal ve Kültürel Yaşam

Emel ÖRGÜN, 2 Kasım 2024
“İki Kasım 1943” Karaçay Sürgünü

“İki Kasım 1943” Karaçay Sürgünü

Prof. Dr. Hilmi ÖZDEN, 2 Kasım 2024
Bir Zamanlar Kültürpark

Bir Zamanlar Kültürpark

Haber Merkezi, 2 Kasım 2024
Söğütlülü Destancı Aşık Ali Şahin

Söğütlülü Destancı Aşık Ali Şahin

Haber Merkezi, 2 Kasım 2024
“Cumhuriyet Türküsü”

“Cumhuriyet Türküsü”

Prof. Dr. Hilmi ÖZDEN, 26 Ekim 2024
Kefir’deki Vatan Yahut Kefir’in Kökeni

Kefir’deki Vatan Yahut Kefir’in Kökeni

Prof. Dr. Hilmi ÖZDEN, 26 Ekim 2024
Söylev’in Okunuşunun 97. Yılı

Söylev’in Okunuşunun 97. Yılı

Nevin BALTA, 16 Ekim 2024