Kafkasya Nart Destanları ve Nörobilim |
Bu Yazıda - Konu İçi Ara Başlıklar
(Turan Akademik İlim Fikir ve Sosyal bilimler Dergisi, Sayı 45, 2022, ss.89- 125)[1]
Kafkas Boylarının ortak kültürü içinde Nart destanları önemli bir yer tutmaktadır. Bütün Kafkas boyları binlerce yıldır her yeni nesile bu destanları aktarmıştır. Her ne kadar boylar arası dil farkları olsa da destanlardaki ve destan kahramanlardaki şaşırtıcı benzerlik dil teorilerinin ve nöro bilimlerin açıklamalarını beklemektedir. Nöro bilimler günümüzde aynı masalları, hikâyeleri ve destanları anlatan topluluklarda aynı nöral-eşleşmenin ve iletişimin olduğunu göstermektedir. Bu eşleşmede ise aynı dilin konuşulduğu ortak bir dönem olması gerektiği ifade edilmektedir. Dinleyici anlamadığı bir dilde masal/ hikâye ve destanın anlatıcısına katılamamaktadır. O halde nasıl olmuştur da binlerce yıl Kafkas destanları günümüze kadar tarihsel güçlü etkiler bir tarafa bırakılırsa nasıl günümüze kadar boylar arası dil farklılığına rağmen benzerliğini korumuştur. Bunun cevabını, dillerin kökenleriyle değişimini araştıran dilbilimin ve nöro bilimlerin Kafkas boylarının kadim dönemlerde aynı yahut akraba diller konuştuğu gerçeğini yakın zamanlarda aydınlatabileceğidir.
Destanlar her toplumun efsanelerle dolu dönemlerinde özellikle kahramanlar çevresinde ortaya çıkarlar. Daha sonra asırlar içerisinden gelişirler ve her gelen yeni kuşağa aktarılırlar. Destanlar halkın zorluklardan üste gelme gelebilme gücünü güçlendirir. Hayatlarına şekil verir ve ortak bir yaşama kültürü geliştirir. Felaketli dönemlerde destan kahramanları halka umut ışığı olur. Ulusların ozanları bunları bazen manzum bazen de nesirler halinde insanların hafızasında güçlendirir. Anonim halk destanları millî hafızada yaşar. Kuzey Kafkasya Nart destanları da tüm Kafkas boylarında ortak bir değer olarak yaşamaktadır. Tüm boyların destan metinlerinin konuları ve kahramanların isimleri ufak farklılıklara rağmen önemli bir bütün olma özelliğini korumaktadır.
Bunun açıklanmasında nörobilim çok önemli yer oluşturmaktadır. Çünkü eğer bu halklar tarihin kadim dönemlerde aynı destanları anlatmamış ve aynı serüveni yaşamamış olsaydı bu aktarımlar bu kadar benzeyemezdiler. Üstelik o dönemlerde aynı dili de paylaştıklarını göstermektedir. Proto Kafkas yahut proto Turanî halklar ve diller döneminde nöronal aktarımlarların oluşumu söz konusudur. Destanlardaki güçlü korelasyon bunun en büyük kanıtıdır. Kafkas Nart destanlarında Sümer ve Saka izleri üzerine yapılan çalışmalarda bu gerçekler aydınlatılmıştır[2]. Destan metinlerindeki ayrılıklar ise boyların farklı dönemlerde az miktarda Yahudilik, Hıristiyanlık ve çok miktarda olmak üzere ise İslâm dinine girişleri ile ilişkilidir. Özellikle İslam kültürünün destanların değiştirilmesinde kuvvetli bir etkisi olmuştur. İslam’ı geç dönemlerde kabul etmiş boylarda destanlardaki farklılar çok azdır. Çeçen ve İnguş boyları aynı dilli paylaştıkları halde bu özellik çok belirgindir. Sovyetler döneminde yaptırılan çalışmalarda ise özellikle boylar arasında benzerlikleri değil boylar arasındaki farklılıkları artırmaya yöneliktir. Bu çalışmanın amacı, destan anlatma ve dinleme geleneği ile Kafkas boylarındaki Nart varyantlarının, nöro bilimin verileri ışığında beyindeki nöral eşlenmenin sayesinde ortak bir kaynaktan çıktıktıklarını göstermektir.
Yılmaz Nevruz Umumî Kafkas Tarihi’ne Giriş isimli eserinde “Kafkasların kendilerine has bir kahramanlık çağı tarihleri, o çağda yaşayan müşterek ataları, onların arasından çıkan destan kahramanları vardır. Bu en eski atalara “Nartlar”, onların arasından çıkan bağatırlara “Nart bağatırları” ve bu Nartlar ile Nart bağatırlarının efsanevi yaşamlarını anlatan destanlara da “Nart Destanları” adı verilir”[3] demektedir. Nart destanlarının tüm Kafkas halklarının ortak değeri olduğunu Yılmaz Nevruz, Ufuk Tavkul, Ekrem Hayri Peker, Adilhan adiloğlu, Özdemir Özbay, V. İ. Abayev, S.D. İnal Apa, Georges Dumezil vd birçok araştırmacı söylemektedir. Bu ortak değerin anlaşılması için farklılıklardan ziyade ortak paydanın ortaya konması gerekmektedir. Yılmaz Nevruz’un vurguladığı gibi “Milleti oluşturan temel unsurlar hepsinde aynıdır, ancak sosyo-kültürel yaşamda her millet de olduğu gibi tâli derecede farklılıklar meydana gelmiştir. Mesela, dilde lehçe ve şive farklılıklarının oluşması, yaşam tarzında ufak tefek farklılıkların husule gelmesi bu meyanda zikredilebilir. Kafkasya kalıcı istilalara maruz kalmadan önce, alt etnik gruplar arasında hem yaşam tarzı hem de kültür yönünden herhangi bir farklılık yoktu. Müstevli güçler kendi yönetimlerini güçlü kılmak için, özellikle dil farklılıklarını ve yerel yaşam ortamını esas alarak Kafkas Halkını zorunlu etnik ve coğrafik parçalara ayırdılar ve millî dayanışmanın gelişmemesi ve zayıflaması için uzun vadeli plan ve programlar hazırlayarak bunları uyguladılar. Önceleri Kafkasya’yı Terek Vilayeti ve Kuban Vilayeti olmak üzere ikiye ayırdılar, bu bir coğrafik ayırım idi. Daha sonra Abkhazya, Adığey, Karaçay-Çerkes, Kabardey-Balkar, Çeçen-İnguş, Kuzey ve Güney Osetya ve Dağıstan idari bölgelerini ihdas ettiler. Bunlara Şapsığ idari bölgesini de eklemek gerekir. Böylece sekiz parçaya bölünen Kafkasya’da etnik milliyetçiliğin gelişmesi ve süper etnos, yani “Kafkas Ulusu” kavramının ve müşterek millî şuurun zayıflatılması ve yok edilmesi için yine uzun vadeli programlar uygulanmıştır (Nevruz, 2013: 398). Yılmaz Nevruz’un diğer bir açıklama getirdiği önemli husus da şudur: Nart Destanları Kafkas halklarının, dolayısıyla Kafkasya kültürünün önemli bir ögesidir. Buna karşın bazı yazarlar bu ortak değeri sadece kendi etnik gruplarına mal etmeye çalışmaktadırlar. Nart Destanları Adığelere/Çerkeslere aittir, Abkhazlara aittir, Osetinlere aittir, Karaçay- Balkarlara aittir, diğerleri bunlardan ödünç almışlardır” diyenlere sıkça rastlanılmaktadır. Gerçek bilim adamlarına göre, Nart Destanları Kafkas Ulusu’nu oluşturan boyların müşterek malıdır, bölgeler veya subetnik gruplar arasında destanların muhtevasında ve kahramanların isimlerinde ufak tefek farklılıklar husule gelmiştir. Bu durum, başka milletlerde de görülen doğal bir sonuçtur[4]”. Bütüncül olmayan parçacıl bakışa özellikle Kafkasyalı olmayan diğer ulusların araştırmacıları da destek vermektedir. Hâlbuki Nart destanlarında ortak kahramanlar ve temalar ödünçleme olarak alınmış denemeyecek kadar Kafkas uruklarında çoktur. Bu çerceveden bakılmasını günümüz nöro bilimleri de bu gerçeğe katkı sağlamaktadır. Nart sözünün anlamını her Kafkas boyunun kendi dilinden açıklaması da ayrılığa değil zenginliğe katkı sağlar. Dil bilim açısından yapılan hatalar ise zamanla daha da doğru ilmî açıklamalarla yeniden düzeltir.
Özdemir Özbay Dünya Mitolojisi ve Nartlar isimli eserinde Çerkez Mitolojisinin bütününü kapsayan Nart destanları İsa’dan önceki çağlardan bugüne Kuzey Kafkasya boylarının dilinde, müziğinde, sanatında yer etmiştir. Kuzey Kafkasya halk destanlarına ad olan Nart sözcüğü “Ne: göz” “Tın” veya “ten”: vermek anlamına gelir. Aphaz ve Adige şivelerinde de vermek fiilin aynı köktendir. “Yıstep: ona veririm”, “A-te-re: Vermek” karşılaştırmalarında olduğu gibi “Ne: Göz” ile “Ten: vermek” fiili mastarının birleşmesinden oluşan “netn” veya “nertın” göz vermek, gözünü budaktan esirgememek mitoloji kahramanlarına ad olmuştur[5]. Osetyalı ünlü Kafkasolog-Tarihçi Porf. Dr. V.İ. Abayev Nart destanlarının İskit efsanelerine dayandığını İ.Ö. VII-VIII. Yüzyıllara kadar uzandığını göstermektedir. Öte yandan İ.S. XIII ve XIV. Yüzyıllarda Moğollarla olan ilişkilerin Nart Destanı’nda izler bıraktığını kuşku yoktur demektir[6]. Aynı zamanda Abayev’e göre Nerton (Nart) Kelimesi kudrete, yüceliğe, bolluk ve berekete, güzelliğe, olağanüstülüğe duyulan hayranlığın bir simgesi olarak kullanılmıştır. Asetinler daha önce görmedikleri mısırla ilk tanıştıkları zaman ona narthor (nart buğdayı) adını vermişlerdir[7]. Prof. Dr. Georges Dumesil’e göre Nart sözü ve nartlar ödünçleme yoluyla Çerkez, Çeçen, İnguş ve Kuzey Kafkasya’daki Tatars söylencelerine geçmişlerdir. Sanskritçe ve eski İran dilinde “Nar” sözünün “Erkek (insan), asker-savaşçı” anlamında kullanıldığını ileri sürmektedir. Ayrıca, Nart sözünün eski bir arien sözü olduğunu ve “Dans etmek, raks etmek” anlamına gelen “Nrit” sözünden de gelebileceğini söylemektedir. G. Dumesil, Nart destanlarına; Osetlerin ataları olarak saydığı Alanların kaynaklık ettiğini ifade eder[8].
Adilhan Adiloğlu’nun açıklamasına göre nart kelimesi, ner, (ad: namus; terbiye, meşhur) kelimesinden türemiştir. Moğol kelimelerindeki e sesi yerine, Türk dillerinde a sesi gelmektedir. Met-matallı, henz-hans gibidir. Türk dillerindeki nart, Moğol nert ile yakın manalardadır. Karaçay- Malkar dilinde nart, Kumukça’da da olduğu gibi “eski, batır, pehlivan, güçlü, namuslu, akıllı” manalarını verir. Nart, nar kelimesine çokluk ifadesi eki olan -T eklenip kurulmuştur. Mana yönünden nar, Moğolca nar’a bağlanmaktadır. Nar, Yakutça’da “ham, işlenecek”, Çuvaşça’da “kıpkızıl, kızıl yüzlü”, Karaçay’da “güzel” manalarında kullanılmaktadır. Karakalpakça’da ise nar “yiğit, hiçbir şeyden korkmayan, iyi adam” manalarında kullanılıyor. Ayrıca Mariy dilinin dağ diyalektiğinde nar, “pehlivan” demektir[9].
Karaçay-Malkar Nart destanlarına göre; Nart kahramanlarının yaşadıkları yerler Kuban vadisi dolaylarıdır. Ancak Nartların seferlere çıktığı ve savaştıkları yerler Kuban vadisi dolaylarıyla sınırlı kalmıyor. Destanlarda, Nart kahramanlarının itil (volga) ırmağına kadar gelip bu bölgelerde de savaştıkları anlatılır. Hatta bazen itil ırmağını da geçerek çok uzak yerlere bile seferler yaparak oralardan oldukça yüklü ganimetlerle dönerlermiş. Adigelerin Nart destanlarına göre Nart kahramanlarının yaşadıkları yerler yine Kuban vadisi dolayları olarak gösterilir. Abhazların Nart destanlarına göre ise; Nart kahramanları Kuban, Narsana, İncik (Zelençuk) ırmakları dolaylarında yaşarlarmış[10].
Karaçay-Malkar Nart destanları ilk önce evrenin ve Nart’ların yaratılışını anlatan bir efsaneyle başlar; “Güneş tanrısı, güneşi yaratmış. Yer tanrısı, yeri (yeryüzünü) yaratmış. Üçüncü olarak denizler yaratılmış. Gök ve yer yaratıldıktan sonra ikisi arasında insanoğlu yaratılmış. İlk insanlar Nart’lar idi. Yeryüzünde ilk defa Nartlar yaşamaya başladı…” Karaçay-Malkar Nart destanlarındaki evrenin yaratılışıyla ilgili bölüm ile Göktürk Kitabelerindeki:” Yukarıda gökyüzü, aşağıda yağız yer yaratıldıkta, ikisi arasında insanoğlu yaratılmış…” ifadeleri arasındaki benzerlik dikkat çekicidir[11].
Karaçay-Malkar Nart destanlarında Nartların demircisi olan Debet’in ayrı bir önemi vardır. Karaçay-Malkarlıların “Debet”, Osetlerin “Kurdalogon”u, Adigelerin “Tlepş”i, Abhazların “Aynariji”si kendi zamanlarının demir ve demircilik çağını anlatırlar. Karaçay-Malkar Nart destanlarının kadın kahramanı olan satanay-Biyçe’nin doğuşu da demirci Debet’in doğuşunda olduğu gibi mitsel motiflerle süslenmiştir. Satanay-Biyçe tanrıların kızıdır;
“Güneş (tanrısı) idi. Satanay’ın babası
Ay (tanrısı) idi onu doğuran tatlı anası…”[12]
Karaçay ve Balkarların folklor ve edebiyat mirası ile Kazak medeniyeti arasında kökü çok eskilere uzanan benzerlikler ve ortaklıklar vardır. Kazakların tarihi destanları ile Nart destanı arasındaki tipolojik benzerliklerin ve farklılıkların araştırılması başlı başına bir inceleme konusudur. Kazakçadaki “Narttay (Nart gibi)” sözünün kökünü incelemek bile çok ilginç olurdu. Nart destanı, Karaçay ve Balkarların dünya destan kültürüne önemli bir hediyesidir[13].
M.Curtubayev’e göre, bütün Nart kahramanları Debet ile Satanay-Biyçe’den türemişlerdir. Ona göre, Kaynar-Teyri’nin (güneş-tanrı) daha sonraki adı Dipbet (ateş yüzlü) olmuş ve nihayetinde Debet şeklini almıştır. Satanay-Biyçe sözünün anlamı da “Set (kutsal)-anay (ana/amaç)” veya “Satan (olağanüstü güzel)-ay (ay)” şeklindedir. Yani, bütün Nart kahramanları, Güneş (Debet) ile Ay’dan (Satanay-Biyçe) türemişlerdir. Fakat ay-tanrı’nın kocası Dipbet (Debet) değil, Shurtuk’tur. Yani, Karaçay-Malkar Nart destanlarının güneş-tanrısı ve daha sonraki tanrı-demircisi Debet değil, shurtuk’tur. Karaçay-Malkar Nart destanlarında anlatılan, daha doğrusu “pek fazla” anlatılmayan “Shurtuk” adlı kahraman ile Bulgar Türklerinin Şan/Han Kızı Destanında anlatılan güneşin oğlu ve tanrı-demirci Alp Hunu, Doğu Slavlarının güneş-tanrısı Hors eski Mısır kültüründeki Asya menşeli güneş-tanrı Horus arasında muhtemel bir bağlantı vardır[14].
Ekrem Hayri Peker, Çerkes Sürgünü, Bir Soykırım Öyküsü isimli çalışmasında Mısır ve Pelasg kültürüne kadar uzanan mitolojik zinciri şu şekilde özetlemektedir: “Heredot, (Mısır kökenli tanrıların dışında kalan) Helenlerin tanrı adlarının Anadolu’da yaşayan Pelasgos/Pelasglardan aldıklarını yazar. Heredot, Diyanizos kültürünün /tapınmasının da ülkesine dışarıdan geldiğini yazar. Heredot doğal olarak daha eski çağlarda Grek mitolojisi ve kültürüne Kafkasya’dan giren ögeleri bilemezdi. Bazı Adige tanrı isimlerinin, eski Mısır medeniyetiyle ilgisi vardır. Adigelerin oyun ve yılan tanrısı Blevus, eski Mısır’da Blevsis adıyla geçmekteydi. Adigelerin bal tanrısı Merisa eski Mısırlılarda Meris adıyla yaşamaktaydı”[15]–[16].
Umar Bayramıkov, Karaçay-Malkar Nart destanlarının ilk Nart kahramanının Shurtuk olduğunu söylemektedir. Ona göre Karaçay-Malkar Nart destanlarında anlatılan bütün kahramanlar shurtuk ile Satanay-Biyçe’den türemişlerdir. “Shurtuk” sözü Karaçay-Malkar Nart destanlarında birkaç yerde geçer. Söz gelimi, Nartların ilk yaşadığı yerin (köyün) adı Shurtuk’tur; Nartlarda Shurtuk adlı bir sülale vardır. Nart Alavgan’ın sülalesinin adı shurtuk’tur, dolayısıyla Debet’in de sülalesinin adıdır. Çünkü Alavgan, Debet’in en büyük oğludur. Nart Örüzmek adlı kahramanın babasının ve sülalesinin adı da shurtuk’tur[17].
Çin kaynaklarında verilen bilgilere göre, Orta Asya’daki eski Türk dininin esasları; gök tanrı, güneş, ay, yer-su, ateş ve ataların ruhları kültleridir. Hunların dini inançlarında güneş ve ay kültü çok önemli bir yer tutuyordu. Meşhur Rus Tarihçi L.N. Gumilev bu konuda şunları söylüyor: “Hun imparatorları, her gün olmak üzere, sabahları doğan güneşe, hava karardığı zaman da aya tapınırlar, yani günde iki kere ibadet ederlerdi.” Büyük Hun İmparatoru Batır’ın (Mete) oğlu Kik’un (Chi-yü, Lac-şang) Hun tahtına oturduğu zaman aldığı unvan “Gök-tanrı ile Yer-tanrı’nın oğlu” ve Güneş-tanrı ile Ay-tanrı’nın tahta oturttuğu Yüce Hun imparatoru şeklindeydi.
Karaçay-Malkar Nart destanlarında anlatılan tanrı demirci Debet’in gök-tanrı ile yer-tanrı’nın oğlu olmasını ve Satanay-Biyçe’nin güneş-tanrı ile ay-tanrının kızı olmasını hatırlatmaktadır. Bu durum, İskit kültürüyle de benzerlik göstermektedir. İskit efsanelerine göre İskitlerin “Targıtay” adlı atası da gök-tanrı ile yer-tanrının birleşmesinden doğmuş bir kahraman idi.
“Shurtuk” adlı kahraman, Karaçay-Malkar Nart destanlarının “kaybolmuş” veya “unutulmuş” bir “tanrı-demirci”sidir. Karaçay-Malkar Nart destanlarının tanrı-demirci”sidir. Karaçay-Malkar Nart destanlarının tanrı-demircisi Debet Davut Peygamberin adından kaynaklanmıştı. Herhalde başlangıçta, Karaçay-Malkar Nart destanlarının tanrı-demircisi Shurtuk idi. Daha sonra, demircilik sanatıyla meşhur Davut Peygamberin adı “Debet > Devet > Davat” şeklinde Karaçay-Malkar Nart destanlarındaki tanrı-demirci Shurtuk’un yerini aldı.
Kuzey Kafkasya Halk destanlarının ünü en yaygın olan kahramanıdır. Sasrıkua, her çağda, her dönemde Nart Destanlarının bilinen kahramanıdır. Diğer kahramanlardan hiçbiri Sasrıkua kadar ünlü değildi. Ünlü Nart kadın kahramanı Seteney Guaşe Bakhsan Irmağı kıyısında çamaşır yıkarken Nartların sığırtmacı onu görür ve güzelliğine vurulur. Fırlayıveren aşk oku, karşı kıyıda üzerinde çamaşır yıkanan taşa çarpar. Taş hemen ısınmaya ve büyümeye başlar. Seteney sıcak taşı eteğine sararak Nart Tlepş’in döküm hanesine götürür. Telpş büyük çekici ile taşı kırar, içinden ateş saçan, kor halindeki Sasrıkua çıkar. Bu nedenle Nart Sasrıkua Nart Tlepş ile Seteney Guaşe’nin oğlu sayılır. Sasuruk: Karaçayca sos demek “granit kaya, granit” demektir. Efsanelerin hepsinde Sasuruk’un, nehir kenarındaki granit kayadan doğduğu anlatılmaktadır. Bundan dolayı da Sasuruk’a “Sos ulan (granit oğlu, granit kayadan doğan)” denilmektedir. Sasuruk’un bir diğer adı da Soslan’dır.
Yismeyl Özdemir Özbay Mitoloji ve Nartlar isimli eserinde bu destanı şu şekilde özetler:
Günlerden bir gün Seteney çamaşır yıkamak için eşyalarını toplayıp ırmak kıyısına iner. Bu sırada karşı kıyıda sürüsünü suya indiren Nart’ların sığır çobanı görünür. Çoban Seteney Guaşe’yi tanır. Anında bir değişime uğrar, sevgi duyguları damar damar ayağa kalkar, benliğini aşk ve sevgiden oluşan bir ateş sarar.
“Ey yeryüzünün eşsiz yaratığı güzeller güzel, ne olur, kaldır başını da bir kez olsun yüzüme bak…”
Seteney’in güzelliğine daha fazla dayanamayan çoban aşk okunu fırlatıverir. Ok Seteney’in üzerinden çamaşır yıkadığı taş’a gelip yapışıverir. Olay Seteney’i çok üzer, hemen eşyalarını toplayıp yola koyulur. Çoban Seteney’in arkasından bağırır:
“Ey ey Seteney, çoluğun çocuğun yok, yeryüzünde yapayalnızsın, Taşı bırakma, al götür onu, ileride belki bir çocuk doğar bu taştan, olurya… Bakarsın Nartlara yararlı bir insan olur”
Seteney dönüp taşı alır, evine götürür, olaydan da kimseye söz etmez. Taşı yatağa yatırıp sıkıca keselere sarar. Ona her gün özenle bakar. Taş giderek şişmekte, büyümektedir. Seteney’i bir kuşku, bir üzüntü alır, onu izlemek için başından ayrılmaz olur. Kendir ipler hazırlayıp onlarla bağlar, ama taş o kadar hızlı büyümekte ki ipleri koparır. Seteney anlar ki taş giderek büyümekte…
Dokuz ay dokuz gün geçer aradan, Dokuzuncu günü dokunulmayacak kadar ısınır. Yanmaya başlar. Seteney olayı sıradışı demirci Tlepş’e anlatmayı düşünür. “Bunun günü gelip çattı, ne yapmalı” diye kıvranır.
Tlepş’in dökümhanesine gider.
“Gel gel, buyur şöyle, hoş geldin Seteney…” diyerek Tlepş onu içtenlikle karşılar.
“… Geldim Tlepş ama gelişim çok üzüntülüdür, başım dertte. Senden bir dileğim var, eğer beni Nartların diline düşürmezsen bana bir iyilikte bulunursan yaşamın boyu sana minnettar kalırım. Kurtar beni bu dertten …” der ve olayı tüm detayı ile Tlepş’e anlatır:
“-Ey Seteney, benim yaşamım Nart toplumuna hizmet içindir. Emret, sana hiçbir şeyi esirgemem, yapabileceğim yardımı söyle” ve konuşmasını sürdürür.
“Çabuk git, taşı alıp buraya getir.”
Tlepş’in sözlerini sevinçle karşılayan Seteney bir koşu gidip ateş gibi yanan taşı keçelerle tutarak getirir. Tlepş büyük çekici ile bir gün süre ile taşa vurur. Günün bitiminde taşı çatlatabilir. Yarılan taşın içinden Sasrıkua fırlar. Seteney sevinçle çocuğu kapar, elleri yandığı için çocuğu eteklerine sarıp sarmalar, ama eteği de yana düşer, çocukta yere düşer.
Bunun üzerine Tlepş maşası ile Sasrıkua’yı dizlerinden yakalayıp suya daldırır. Sulardan yükselen buhar dökümhaneyi doldurur. Tlepş, sasrıkua’yı yedi kez suya daldırıp çıkarır. Vücudun her yeri çelikleşirken, maşanın altında kalan diz kapakları et ve kemik olarak kalır. Seteney Sasrıkua’yı alıp sevinçle evine götürür[18] .
Ömer Büyüka Abhaz Mitolojisi Anaç mı? isimli eserinde Sasrıkua (Sasruka)’nın doğumunu şu şekilde anlatır:
Anıları en çok ve en övgü ile anlatılan bir kahraman. Bir gün Sateney Guaşe yün ve keten dokumalarını Koban (veya Bzip) suyu başlarında suya koyup döverek ve çiğneyerek tüğlendirmiş ve beyazlatılmış ve sonra da kuruması için güneşe serilmişti. Yaz idi, ortalık sıcaktı, kendisi de serinlemek için suya girme ihtiyacı duydu. Amma, açıkta soyunur ve nehre girerse teniniz çevreye aksedecek nuru insanların başını döndürmesin diye nehrin orman içinden geçtiği kapalı bir yerde suya girmek için ilerlemiş, epey gitmişti ki aşağısındaki dereden çok tatlı ve çekici bir şarkı sesi duydu. Oraya gitmekten kendini alamadı, gitti, dereye indi. Şarkıyı söyleyen, yiğit bir çobandı. Hayvanlarını öğle sıcağında gölgelere oturmuş; kendisi de yamaçlardan akan çağlayanların milyonlarca defa kayalara çarpa çarpa be bin çarpmada bir zerre kopara kopara yollarını açarak hür akmaya başladıklarını düşünüp, kendi halkının da Daw’ların çektiklerini ve en geç ateşe sahip olmak gerektiğini düşüne düşüne duygulanmış, ayakta bir aşağı bir yukarı gide gele çağlayanlara hitaben duygularını şarkı olarak dile getirmekteydi.
Duygusu ve kahraman ruhu Sateney’ı da büyüledi. Selam işaretini vererek karşısında oturup dinlenmeye başladı. Çoban biraz onu dinlettikten sonra şarkıyı kesti. Adı Maza idi. Daw’lara karşı halkın güvenini sağlamak kaygısını o da eksiksiz taşıyordu. Bu konudaki yakınmaları Sateneya’nın bamteline dokundu; vecd içinde cezbeye tutulmuş gibiydi Sataniya. Gözüne görünen doğada hep kendi özlemlerini görüyordu artık. Suyun öbür yakasında beyazlı siyahlı büyük sel taşlarını görüyordu. Şu önlerinde dikili büyük ak granit de ne güzeldi. Seller hep ona çarpmış ve dağıtılmıştı, dağılınca da ak granitin arkasındaki ufak taşları sürükleyememiş ve sürükleyemeyecekti. “Ah ne olurdu şu ak granit gibi, çarpanları dağıtacak güçte bir kahramanımız olsaydı, anası da ben olsaydım” diye düşünüyordu.
Sateney’in üzerine bir uyku çöktü, sırtını kayaya dayayarak dalıverdi. Biraz uyumuştu. Rüyasında, imrendiği ak granit (Kuaş)’dan doğma, hayalinde tasarladığı oğlu olmuş, bir atı dizgininden tutup geliyor, annesi Sateneyi severek “Anne!” diye kucağına atılıyor, Sateney de “Yavrum!” diyerek kucağını açıyor ve uyanıyır; ışıl ışıl gözleri çocuğunun geldiği yana (göğe) bakıyor. İşte o an; günahsız insanlara en içli zamanlarda görünen (Levhi Mahfuz) açılarak göğe yazılı yazıyı gördü ve Levhi Mahfuz kapanmadan yapacağı isteğin kabul olunacağını hemen hatırlayarak “Bundan sonra yapacağım dualar kabul olunsun!” diye haykırdı ve onun cezbesinin farkına vararak kendisini hayranlıkla seyretmekte olan zeki maza işi anladı ve “Anç veyhüaayt Âmin!” yapıştırdı. Sateney’e gördüklerini Maza’ya anlattı. Made ki artık duaları kabul olunacaktı, o halde rüyasında gördüğü ve beğendiği ak granitten olma sevgili oğlunun heykeli yapılacak ve bu heykele Sateney’in dahi ve kahraman ruhu aşılanarak canlanması için dua edilecek ve ruhundan bir parça olmasıyla oğlu alacaktı. Sateney, rüyada gördüğü çocuğu tarif etti, Maza onu ak granite çizdi; Aynarjiy (Peygamber ruhlu, her derde çare bulucu hali heykeltraş) çağırdılar, ona da anlattılar ve ak graniti traş ederek, ona çizili yavrunun heykelini ortaya çıkardı. Sateney’e bu heykelciği dokuz ay 9 gün karnının üzerinde teninin sıcaklığıyla ısıtarak taşıdı. Çocuk sonunda canlandı ve yeni doğmuş bir çocuk olarak dünyaya geldi.
Konu komşu toplanarak iffet ve doğum koruyucusu Xantaisa (Hansisa)’nın şerefine doğum salınacağı asıldı ve onda geleneğe göre kızlar ve genç gelinler sallanarak doğum meleği ilahileri okundu. Maza doğum evine çağrıldı. “Bu çocuğu en ziyade özleyen birisin, adını sen koy” dedi Seteney ona. Maza, çocuğun maddi yapısının granit olduğunu ve (Halkın kalesi) anlamında R.-kua’yı düşünerek “Bunun adı Rıkua=Ruka olsun, babası olan ak granitin sel saldırılarını dağıtıp, arkasındaki soydaşlarının yerlerinden atılmalarına engel olduğu gibi, bu da Daw’ların saldırılarını dağıtarak halkımızın kalesi olsun!” dedi ve altın zerreli suyu çocuğun üzerine serpmekle adını kutladı. Aynarjiy yine çağrıldı, üstad demirciydi de beşik ona ısmarlandı; o demirden tılsımlı bir büyük beşik yaptı; kendi kendine sallanır, durması gerekince kendiliğinden durur, çocuğa annesinden başkasını dokundurmaz, çarpar; çocuğu çabuk büyütür. Aynarjiy ayrıca çocuğun bedeninin her şeye dayanıklı olması için demircinin yaptığı gibi, onu maşa ile tututp ateşte kızdırarak soğuk suya sokmakla çelikleştirdi[19].
NART İSİMLERİNİN KAFKAS DİLLERİNDE SÖYLENİŞLERİ[20] | |||||
Adige (Kabardey-Besleney-Adıgey) | Abazin | Abhaz | Ocetin | Karaçay | İnguş (Çeçen) |
Setenay-Guaş (Adıgey-Şapşığ) | Seteney-Guaşe | Seteniy-Guaşe | Setnay-Biçe | Sizla-Sata | |
Sataney-Guaşe (Kabardey) | Şatana | ||||
Saosırıko Sawsırıko | Sosrıkua | Sasrıkua | Sasrıko | Saska-Solsi Seksi-Solsi | |
Savsırıkua (Kabardey) Sasrıkua | Sasrıko (İron) Sozrıko (Digor) | ||||
Nart Nat (Şapsığlarda) | Nart | Nart | Nart | Nart | Nart (Nyart) |
Peterez Beterez Batraz | Paterez | Pataraz | Batraj (İron) Batraz (Digor) | Batraz | Petrez |
Aşemez Kateywuan (Sapsığca) | Açamaz Çamaz | Kataman Ketuan | Açemej (İron) Açemez (Digor) | Açemez | Açımız |
Şebatımko (Sapsığ) Şebatnıko (Kemerguey) | Badınokua | Na-şbata-Kua | Batoku-Şentuko | ||
Badinokua (Kabardey) | Baden Bedeneg | ||||
Adıyif (Adıgey-Sapsığ) | Kaydıyiukh | ||||
Adıyiukh (Kabardeyce) | |||||
Tlepş | Tlepş | Tlepş |
Heredot, İskitlerin “Tabiti” adını verdikleri Ocak Tanrıçasına çok önem verdiklerini ve ona taptıklarını yazmaktadır. İskitlerin Ocak Tanrıçasına verdikleri Tabiti adı ile Karaçay-Malkarlıların günümüzde dahi Ocak Tanrıçasına verdikleri “Tabu” ve “Tabıt” isimleri arasında büyük benzerlik vardır[21] [22].
Günümüzden en az 2700- 3000 yıl önce İskit kültüründe yaşayan Ocak Tanrıçası Tabiti’nin günümüzde Karaçay-Malkar Kültüründe “Tabu” adı ile yaşaması Karaçay-Malkar halkının Kafkasya’daki etnik ve kültürel varlığını günümüzden 3000 yıl öncesine taşıyacak bilimsel bir gerçektir.
Adige ve Abazin halklarının Nart destanlarında, özellikle tarım bayramlarında ortaya çıkan “Ajegafe” ya da “Cegafe” adı verilen keçi ayaklı bir yaratık görülmektedir. Bu motif İskitlerin hayat ağacı çevresinde dikilmiş dağ keçileri motifinin Adige-Abazın kültürüne yansımış bir şeklidir[23].
Bu bölümde destanların ortak yönlerinin ne kadar güçlü olduğunu anlamak için Yılmaz Nevruz’un Umumî Kafkas Tarihine Giriş[24] isimli eserinden Kafkas boylarındaki Nart destanlarının versiyonlarını özetleyerek vermek gerekmektedir:
Karaçay-Balkarlı folklor araştırmacısı M.Ç. Curtubaev’e göre, Nart bahadırlarının destanları Karaçay-Balkarlılar, Osetinler, Abazinler, Kabardinler, Adığeler, Abkhazlar ve diğer birçok Kafkas halklarında vardır. Bunların birçok ortak yönleri olduğu gibi farklı yönleri de görülmektedir. Karaçay-Balkar Nart destanlarının özelliklerinden biri, bunların hem manzum hem de nesir halinde iki ayrı formda olmalarıdır. Zaten, epik hikâyeleri yazmaya başlayan 19. yy. bilim adamları hikâyeleri bilinen destanların şarkı formlarını bilen insanların azaldığını ve bu şarkı formlarının yavaş yavaş unutulduğunu belirtmişlerdir. Karaçay ve Balkarlarda sözü geçen epik şarkıları bilenlerin yarısı Stalin’in uyguladığı soykırım sırasında yok olmuşlardır ama yine de bilenlerin sayısı az değildir. Bu soykırım dezavantajına rağmen, Karaçay-Balkar epik materyallerinin birçoğu toplanmış, hatta yayımlanmıştır, bu metinlerdeki mısra sayısı 7000’den az değildir. Bu arada birçok melodi geri döndürülemez şekilde kaybolmuştur. Daha 19. yy’da Karaçay-Balkar anlatılarını araştıran Rus bilimadamı P. Ostryakov’un ifadesine göre melodilerden her biri ayrı bir motif içeriyordu. Şimdi üzerinde çalıştığımız epik metinlerin eksik varyantları ile karşılaşıyoruz, bunlar tamamlandığında dünya epik edebiyatının en büyük bir eserinin ortaya çıkacağı açıktır.
Nartlar kimlerdir sorusuna M.Ç. Curtubaev Karaçay-Balkar anlatılarına dayanarak cevap aramıştır. Onun araştırmalarına ve geleneklere göre, bu savaşçı kahraman halk, yani Nartlar, demircilik tanrısı Altın Debet’in torunlarıdır. Büyük Teyri onları yeryüzünde düzeni kurmak, emegenleri ve ejderhaları yok edip onlardan tüm dünyayı arındırmak ve insanları korumak amacıyla görevlendirmiştir. Bu yüzden Nartların ana meşgalesi savaştır. Tabiyatıyla onlar sadece canavarlarla mücadele etmiyorlardı, aynı zamanda diğer insanların birbirleriyle olan mücadelelerine de duyarsız kalmıyorlardı. Onlar doğuştan savaşçılar oldukları için evde uzun süre kalmaktan sıkılıyorlardı, içlerinden birinin sefer ve baskına hazırlanmak için çağrıda bulunmasını bekliyorlardı[25].
M.Ç. Curtubaev’e göre, Karaçay-Balkar Nart destanında dört ana klan vardır:
Alikolar, Skhurtuklar (Uskhurtuklar), Boraylar ve İndiler. Her klanın kendi kahramanları vardı. Mesela, Alikoların kahramanı, Altın Debet’in en büyük oğlu Alavğan ve onun oğlu Karaşavay’dı; Skhurtukların liderleri Nart Örüzmek ve oğulları Sosuruk, Sibilci, Byurçe, Bora (Bora-Batır) ve muhtemelen Sozar, diğer yedi kardeşin isimleri ise anılmıyor. Yine Curtubaev’e göre, Karaçay-Balkar Nart destanlarında açıklanan ve Nartlarla ilgili olayların cereyan ettiği teritoryum çok geniş bir alanı kaplamaktadır. Destanda dört denize atıfta bulunuluyor: Karadeniz, Hazar Denizi, Akdeniz ve Gökdeniz. Bu son ikisi hakkında bir şey söylemek güçtür, muhtemelen Azak Denizi kastedilmiş olabilir. Adil/Etil, Kuban, Don, Terek (Terk) gibi büyük ırmaklardan sık sık sözedilir, keza Mingitau (Oşkhamafe), Kazbek (Kazman), Dıkh-Tau ve Kafkasların diğer bazı zirvelerinin de isimleri sık geçer. Bunlara ilaveten Gezam-Tau ve Karmir- Tau’dan da bahsediliyor ki bunlar ve aynı şekilde Sarı-Arka dağ zinciri (Batı Kazakstan’da aynı adı taşıyan bir dağ zinciri var) hakkında da bir şeysöylemek oldukça güçtür. Metinlerden ve anlatılardan Nart akınlarının Karadeniz ile Hazar Denizi arasındaki steplere, Kafkasardı’na, İran’a ve Şimal ülkelerine düzenlendiği anlaşılmaktadır. Nartların kendi ülkelerinin adı ise “Kırk-Suv” (=Kırk akarsu)’dur. Ne yazık ki bu ülke, destanda tam olarak tanımlanmamıştır. Tabiyatıyla bugünki Karaçay-Balkar’da bazı dağlar ve nehirlerin onların yaşam ortamı olduğuna inanılmaktadır, mesela “Taşlı Sırt” bunlardan biridir. Nartların uğraşlarına gelince, onların esas meşgaleleri (çirkin görünüşlü devler biçiminde tanımlanan) emegenler, ejderhalar ve yabancı düşman kabileler ile savaşmaktır. Nartlar her şeyden önce savaşçıdırlar. Günlük yaşamları sürüleri gaspetmek amacıyla akınlarda ve baskınlarda geçerdi. Fakat aynı zamanda normal işlerle de meşgul olunurdu. Bağatırlar dışındaki halkın genelde işten kaçınmadığını Nartların özelliklerin biri olarak belirtmeliyiz. Mesela, “savaşçı-bağatır” olmadan önce Alavğan demircilik, Bödene balıkçılık, Çüyerdi de Bora- Batır’ın çobanı olarak çalışmıştır. Debet’in ikinci oğlu Guv koyun güdücülük, üçüncü oğlu Tsekhni avcılık yapıyordu. Nartlar çiftçilik yapıyor, buğday, arpa, darı, nartükh (mısır) ve diğer ürünleri üretiyorlardı. Nartların en sevdikleri meşgalelerden biri avcılık, çoğunlukla da geyik ve bizon avcılığı idi. Aynı şekilde, Karaçay-Balkar Nart destanında demircilik önemli bir yer tutar. Görünüşe göre bu durum, demircilik tanrısı Altın Debet imajı ile bağlantılıdır, dolayısıyla Karaçay-Balkar destanı, Nartların metalürji (demircilik) çalışmasıyla başlıyor. Kısacası, Nartların önem sırasına göre yaptıkları işler şöyledir[26]:
M.Ç. Curtubaev’in bir başka çalışmasında verilen bilgiye göre, Nart Destanlarının doğasında bulunan tüm ortak ulusal değerler Karaçay-Balkar versiyonunda da mevcuttur:
Halk bağatırları “Nartla” (=Nartlar) diye isimlendiriliyor. Özellikle, Nart ataların güçlü, cesur ve soylu insanlardan oluşan bir halk olduğu vurgulanıyor. Çeşitli anlatılarda farklı sikluslara/devrelere ait birçok kahramanlar vardır. Karaçay-Balkar eposunda birinci derecede kahramanlar şunlardır: Altın Debet, Satanay-Biyçe, Örüzmek, Raçikau, Sozuk, Socuk, Sosuruk, Şirdan, Agunda, Sibilci, Alaugan, Karaşavay, vs. A.Z. Kholaev (Kholaev, 1974, s. 90) Açey ulu Açemez, Bödene ulu Raçikau ve Şirdan, Nöger ve Gilyakhsırtan gibi isimleri bilinen figürleri de “küçük” bağatırlar olarak niteliyor. Açemez ve Nöger başta olmak üzere çeşitli anlatılarda geçen diğer figürler de çoğu zaman önemli rol üstleniyorlar5. Aynı çalışmada belirtildiğine göre, şarkı formundaki metinlerin birçoğunun kaybolduğu kuşkusuzdur. Bu sebepten şarkı formundaki versiyonun hacmi oldukça küçülmüştür, 6-7000 mısra kadardır. Bazı anlatıların çeşitli varyantları bilinmektedir, bazıları ise (şarkı veya nesir şeklinde) sadece tek metindir. Eposun başlıca sikluslarında asıl hikâye ile münferit hikâyelerin parçaları anlatılır. Varyantı olmayan metinler azdır[27]:
Daha önce de bilirtildiği gibi Nartlar ile ilgili birçok manzum ve mensur anlatılar kaybolmuştur. Nartlara izafe edilen birtakım şarkılar ve marşlar da vardır:
Nart Bağatırların şarkısı “Akından Dönüş”,
Nart avcıların şarkısı “Bizon Avı”,
Ana tanrıça Umay-Biyçe’nin marşı,
Yıldırım tanrısı ve askerlerin koruyucusu Eliya’nın marşı,
Yüce tanrı Teyri’nin marşı.
Karaçay-Balkar Nart Destanı’nın birinci derecede kahramanları şunlardır[28]:
Debet-Gök tanrısı ile yer tanrısının oğludur. Nartların büyük atası ve demircilik zenatının mucididir. Örüzmek’in manevi babasıdır, kendisinin 19 oğlu bir kızı vardır.
Satanay-Biyçe-Güneş ata ile ay ananın kızıdır. Deniz tanrısı onu Ay’dan çalıp bir adada saklıyor. Su anası ona bakıyor. Satanay biraz büyüyünce yüzüne bir maske geçiriyor ve bir tahta parçasını kayık yaparak kıyıya ulaşıyor. Onu orada almastılar (uzun saçlı efsanevi yaratıklar) görüyorlar ve alıp kara ormana götürüyorlar, yedirip içiriyorlar. Bir gün oraya kocaman bir dev (emegen) geliyor, almastılar kaçışıyorlar, Satanay kaçamayacağını anlayınca yüzündeki maskeyi çıkartıyor, emegenin tek gözü kamaşıyor ve görmez oluyor. Sinirlenen emegen sağa sola koşmaya başlıyor ve büyük bir uçurumdan yuvarlanıyor. Satanay yalnız kalınca etrafı dolaşıyor ve bir Nart köyüne geliyor. Köyün kenarında bir yaşlı kadına konuk oluyor. Yaşlı kadın onu kimseye göstermeden büyütüyor, sonra da onu Nart Örüzmek ile evlendiriyor.
Örüzmek-Nartların demircisi Debet bir gün demir cevheri toplamak için dağa tırmanıyor, vakit geçikince geceyi bir mağarada geçirmeye karar veriyor. Bir zamanda büyük bir aydınlık ortaya çıkıyor, Debet mağaradan başını uzatınca gökten bir kuyruklu yıldızın kaymakta olduğunu ve karşıdaki iki dağın arasına düştüğünü görüyor. Hemen o tarafa gidiyor. Olay yerine gelince ikiye ayrılmış kocaman bir göktaşı ve onun içinde sevimli, gürbüz bir oğlancık görüyor. Çocuk iri bir kurdun memesini emiyordu. Debet onun yanına vardığında oğlancık üç yaşındaki bir çocuk kadar büyümüştü. Debet çocuğu alıp Nart köyüne götürüyor. Bu esnada oğlancık yedi yaşındaki çocuk kadar büyüyor. Oğlan büyüyüp gelişince ona “Örüzmek” adını verdiler.
Sosuruk-Örüzmek ile Satanay’ın evlatlığı, demir vücudlu bir savaşçı. Çoban Sozukku’nun tohumunun isabet ettiği bir kayadan doğmuştur. Yeraltı ruhları tarafından terbiye edilmiştir, çeliğe su verir.
Alavğan-Debet’in 19 oğlunun en büyüğüdür. Nart kahramanlarının da en ünlülerindendir.
Karaşavay– Alavğan’ın emegen kadından olan çocuğudur.
Raçikav– Bödene’nin manevi oğludur, çocukluğunda bağatırlık alametleri gösterir.
Bödene– güçlü ve cesur Alavğan gibi başka bir kabileden gelen yabancıdır. Egemen Ak-Biyçe’nin askerleri onun kumandasında düşman birliklerini bozguna uğratır. Etil kıyısında balıkçılıkla uğraşıyordu (bir zamanlar Alavğan da deniz sahilinde balıkçılıkla uğraşmak zorunda kalmıştı).
Nöger (Cönger)-Nart Nöger’in soygunla uğraştığı “Şirdan ve Nöger” isimli bağatırlık şarkısında dile getirilir.
Açey-ünlü Nartlardan biri (prens diye de çağrılıyor). Kubu (Gubu) ile bir düello sırasında öldürülmüştür. Bir başka anlatıda, yaşlanmış olarak Nartların başında işgalci bir ordu ile savaş sırasında öldürülmüştür.
Açemez (Etsemey)-babasının öldürülmesinin intikamını almıştır.
Bora (Bora-Batır)-Seçkin bir Nart, Boralar soyunun kurucusu[29].
Nart destanlarında isimleri geçen ikinci derecedeki kahramanlardan bazıları ile diğer figürlerin bellibaşlıları şunlardır:
Guv– Debet’in ikinci oğlu, babasının sürülerine bakan çoban.
Tsekhni (Çekhni)- Debet’in üçüncü oğlu, avcı.
Socuk (Sozuk, Sozukku, Sösümek)– Debet’in küçük oğlu, çoban.
Matçaluv (Batçaluv, Gommakhan)– Bazı anlatılara göre Debet’in karısıdır ve zaman zaman Satanay’ın yerini alır, yenidoğan Karaşavay’ın kurtarıcısı rolündedir, onun kaderi dev-anası tarafından yenilerek ortadan kaldırılmaktır.
Uskhurtuk (Skhurtuk)– Çoban, Uskhurtuk sülalesinin başı. Debet’in oğlu (bazı metinlerde kardeşi) ve Örüzmek’in manevi babası.
Aseney- Uskhurtuk’un karısı, Örüzmek’in manevi anası. O ve Satany- Biyçe anlatıların birinde Nartların anası olarak anılır ki muhtemelen burada Nartların hepsi değil, sadece Uskhurtuklar kastedilmektedir.
Çüeldi (Çüerdi)-Nart Kubu ve Sarasan’ın oğlu. Erken öksüz kalmış ve Bora-Batır onu sürülerine çoban tutmuştur.
Khımıç (Bolat-Khımıç)-O ve oğlu Batıraz hakkındaki anlatılar nerdeyse tamamen kaybolmuştur. Birçok müsabakayı kazandıktan sonra Avar hanının kızı ile evlendiğini anlatan sadece bir şarkı varlığını korumuştur. Onun önceki eşlerinin Khmıç’dan çocukları olmamıştır. Muhtemelen Batıraz’ın anası Avar hanının kızıdır.
Batıraz (Bolat-Khımıç’ın oğlu)-yurdun savunulmasında onun büyük cesaret ve gayretle savaştığından sözedilir. Nesir anlatıda Batıraz’ın emegenlerden hububat çalarak Nartlara getirdiği dile getirilir
Gezdokh– İndiler ailesinin kurucusu Nart İndi’nin oğlu. Temir-Çokkoy tarafından öldürülmüştür.
Sozar-Gezokh’un oğlu, babasının intikamını aldı. At yılkısını kaçırıyor, yıldırım tanrısı Eliya Sozar’ı kanlısına karşı koruyor.
Temir-Çokka-Sozar’ın kanlısı, efsanede “Nart prensi” diye anılmıştır.
Aksak-Temir-Nart Sozar’ın terbiyecisi. Nartların üst düzey sihirbazlarından.
Noğay (Noğayçık)– Kötü dev kardeşlere karşı mücadelede Nartlara yardıma gelen güçlü bağatır.
Bayrım-kızı-Cadı, Alavğan’ın emegenlerde esir olan babasını ve kardeşlerini kurtarmaya yardım edeceğini, ancak şartının kızı ile evlenmesi olduğunu bildirerek, Alavğan’ı kızı ile evlenmeye mecbur eden emegen kadın.
Küçsadak-Alavğan’ın evlendiği emegen kızın babası olan dev.
Zinziuvar-Alavğan’ın karısı, insan yiyen dev kadın[30].
Ayrıca Toturbiy, Miçiliuv, Miçiuvan, Khunker, İşçi, Sibilçi, Bürçe, Agunda, Kaytmırza, Camparaz (Cantaraz), Örüzbiy, Elbuzduk, Tavbiy, Tauas, Cambolat, Ak- Biyçe, Daurbiy, Kujzın, Khayırsüle, Tokhana, Künkız, Bayçı, Argu, Sandırak, Çolak-Yünus, Kırs-Biyçe, Künbiyçe, Ekicürek, Akbilek, Çümediy (Boyunçak), Örebaş, Goşa, Turtu, Açıbatır, Kobalbatır, Kiçibatır, Tükleskhan (Tükleş), Aymölek, İndilay, Nesran-Batır (Nasran-Biy), Celbıdır, Üçleme, Törtleme, Boraka, Kudent, Allahberdi, Sarasan, Gubu, Kurşa, Batırbaz, İblis, Ay, Külümkhan, Şavlukh İnci.
Nart destanlarına ait manzum ve mensur metinler incelenirken hangilerinin en eski zamanlara ait oluğunu, hangilerinin de sonradan ortaya çıktığını anlamak o kadar güç değildir. Yüzyıllardan hatta binyıllardan beri Nart destanlarını taganni eden sanatçılar ve onları mensur halde anlatan masal anlatıcıları, metinlerde unuttukları kelimeleri kâh kasıtsız kâh kasıtlı olarak uygun kelimelerle doldurmuşlardır. Aynı şekilde toplumun değişen inanç ve yaşam tarzının tesiriyle de birçok çağdaş kavramları ifade eden kelimeler de metinlere girmiştir. Allah, Allahberdi, Aymölek, Çolak-Yunus, İblis vs. gibi kelimeler buna örnektir ve İslam’a girildikten sonra metinlere girmiştir. Ancak bunlar metinlerin yaşını gençleştirmediği gibi, değerini de düşürmez[31].
Kafkas Nart Destanları’nın Adığe versiyonuyla ilgili pek çok araştırma ve yayın mevcuttur. Bunların içinde en önemlilerinden biri Çerkes bilim adamı A.M. Hadaghal’e yönetiminde 1968-1971 yılları arasında çalışan bir ekip tarafından hazırlanan eser “Geroiçeskiy epos Nartı i igo genezis” (Nart Kahramanlık Destanları ve Ortaya Çıkışları) adlı eserde toplanmıştır. Hadaghatl’e ve arkadaşlarının hazırladığı toplam yedi ciltlik çalışma araştırmacılar için önemli bir kaynak oluşturmaktadır. Yılmaz Nevruz araştırmasında Adığe Nart destanları konusunu işlerken, sözü geçen eserin HAPİC. Yıldız tarafından çevrilen bölümlerinden faydalanmıştır: A.M. Hadaghal’e ve arkadaşlarına göre, destanın yaşını şu tarihten şu tarihe kadar diye kesin zaman dilimiyle sınırlamak doğru bir yaklaşım değildir. Çok eski destan anlatıları olduğu gibi sonradan oluşanlar da vardır. Bölümlerin yaşları her bir bölümdeki türkü, şarkı ve öykülerden haraketle açıklığa kavuşturulabilir. Adığe Nart destanında adı geçen kişileri yakından tanıyıp yüklendikleri görevleri, beceri ve ustalıklarını ve onlar üzerine düzenlenmiş öyküleri incelediğimizde, her bir söylentinin doğduğu ve oluştuğu yüzyılı ya da dönemi yaklaşık olarak saptayabiliyoruz. Buna göre, yaşlı Nartların yanı sıra genç Nartlarımızın da bulunduğunu görüyoruz. Sözgelişi, Adığe Nart destanında geniş bir yer tutan, ilk orağı, demir maşayı, değişik kılıçları, koca mızrakları ve okları demirden yapan ünlü demirci ustası Nart Tlepş’i ele alalım. Nart destanında yer alan Nart Tlepş’e ait bölümün oluştuğu dönemi belirlemek için, Kafkasya’da demir çağına ne zaman geçilmiş olduğunu saptamak gerekir. Bunun için de tarihsel olgulara dayanmak zorundayız. Kafkasya’da demirin işlenmeye başlaması bilimadamlarınca MÖ. VIII-VII. yy’lara tarihlendiğine göre, Debet’in yaşı bu tarihler arasında bir zamandır[32].
Adige “Nartlar” destanları 26 bölümden oluşmaktadır:
Vubıkhler ile Kabardey nart destanları da Adığe destanlarına benzemektedir. Kuban Adığeleri ile bunlar arasında çok küçük farklılıklar vardır; keza Nart kahramanlarının isimlerinde de şive farklılıklarından ileri gelen farklılıklar söz konusudur. Bununla beraber, Kabardey varyantlarında “komşuluğun etkisiyle” Karaçay-Balkar ve Osetin Nart Destanı varyantlarına benzer ifadeler bulunmaktadır. Bu benzerlikler hem hikâyelerde hem de kahramanların isimlerinde görülmektedir[33].
Abkhaz Nart Destanları külliyatı Ş.D. İnal-İpa’nın yönetiminde bir çalışma grubu tarafından derlenmiş ve 1962 yılında kayda geçirilmiştir. Bu çalışmayı yöneten Abkhaz bilimadamı Ş.D. İnal-İpa “Çto rasskazıvayut abkhazı o drevneyşem naselenii Abkhazii i svoem proiskhojdenii (materialı s kommentariyami)” / [Kadim Abkhazya Nüfusu ve Onun Kökeni İle İlgili Abkhaz Anlatıları (materyaller ve yorumlar)] başlıklı çalışmasında Abkhaz Nart destanlarını diğer Kafkas halklarının Nart destanları ile karşılaştırmalı olarak incelemiş ve yorumlamıştır. Ona göre, Abkhaz efsanelerinde hem erkekler hem de kadınlar vardır ve bazı durumlarda kadınlar ön safta yer alırlar. Nart efsaneleri etnogenetik unsurlar da içermektedir. Mesela “şimdiki Abkhazların nartlardan türedikleri” keza “onların bir başka kökten de çıkmış olabilecekleri” araştırmacılarca belirtilmiştir. Abkhazya topraklarında Nart kahramanlarının isimleriyle ilişkili birçok yer adının olması calibi dikkattir: Sasrıka lahdi ve Sasrıka kayası (kelimesi kelimesine “oturma yeri”), Gumıst ve Kodor boğazında Gunda, Bedia’da Ckhov Nart Kalesi (Nartskhoy-Abaa), vd. Nart Destanı, Kafkas halklarının manevi kültürünün en eski anıtıdır, Abkhaz Nart efsaneleri de bunun en eski bölümlerinden biridir. Bu olgu tek başına, Abkhazların Kafkasya’da eski etnik kökenlerinin varlığının çok önemli ve olağan üstü bir kanıtıdır. Nart Destanları’nın nüvesinin oluşum dönemi muhtemelen MÖ. III. milenyuma uzanmaktadır ve bu dönemde akraba Adığe kabilelerinden ayrı bir etnik grup olarak Abkhazlar zaten vardı, destanın ortaya çıkması sürecine onların katılmaması mümkün değildir[34].
Diğer taraftan Nart Destanı’nın sadece derin bir kronolojik olgu olmadığı, bilakis Batı Kafkasya’dan Doğu Kafkasya’ya yeterince geniş bir teritoryal alanda tedricen ortaya çıktığı, onun taşıyıcılarının çeşitli dil gruplarına [(Kafkas dil grubundan (Adığeler, Abkhazlar, vs.), İran dil grubundan (Osetinler), Türk dil grubundan (Karaçay-Balkar ve Kumuklar), vs.] mensup halklar olduğu gerçeği akılda tutulmalıdır. Batı Kafkasya’da Abkhazlar ve Adığeler, Merkezî Kafkasya’da Osetler Nart Destanı’nın üç ağırlık merkezini oluştururlar. Bunların yanı sıra sadece Vubıkhlar ile Abazinlerin varyatları değil, aynı zamanda Karaçay-Balkar ve Svanların Nart destanları variyantları da söz konusudur. Nart Destanı ile ilgili çalışma, çevredeki akraba ve komşu halklar katında Abkhazların pozisyonunu belirlemede ve Abkhazlar ile onlar arasında etnik ve kültürel akrabalığın karakterini doğru tespitte de yardımcı olacaktır[35].
Ş.D. İnal-İpa’ya göre, yakın geçmişte Abazinler maddi ve manevi ana kültürde Abkhazlar ile tek bir etnik grup teşkil ediyorlardı. Aynı benzerlikler ve özellikler her iki halkın Nart destanlarında da görülmektedir. Resim, motif, yapı ve diğer hususlarda fevkalade yakın benzerlik vardır. Aralıksız sıkı etkileşimler sebebiyle (genelde relatif yakın kökenli) Abazin eposunda, ulusal Osetin eposunun ve özellikle de Adığe halkı eposunun etkileri görülmektedir. Abazin ve Abkhaz efsanelerinde başlıca 99 kardeş ile bilge ve ebedi genç kalan annenin büyük Nart kardeşliği ve toplum yaşamı kikâye edilmektedir. Nartların anası Abkhazlardaki gibi çağrılıyor: Sataney-Guaşe (bazen Sana). Efsanelerin her iki versiyonunda görevler ve roller temelde aynıdır. Abazin eposunun en önemli figürü Abkhazlarda olduğu gibi Sasrıkva’dır. Burada Sasrıkva siklusu destanın merkezi nüvesi olarak görev üstlenir. Bu nüve etrafında diğer olaylar cereyan eder. Genelde Narckhov (abazince Arckhov), Khvajarpıs (abazince Khıvabıjı-Arpıs), Şaurdın (abazince Şardan), Batakva (abazince Batako), Tatraş (abazince Totraş), Patrazs (abazince Batraz), Khımış, Tolombak (abazince Albak) vs. imajları öne çıkar. Karakterlerin farklılıkları büyük ihtimalle eposun ana çekirdeğine ait değildir; Nartların güzel kızkardeşleri Gunda, Abkhaz ve Vubıkh efsanelerinde hiçbir şekilde ön plana çıkmaz, aynı şekilde, Askhazlar arasında populer olan ormanların, avcılık ve yaban yaşamın koruyucuları sükûtla geçiştirilirler (Ayrg- Ajveypşaa). Bazan birçok konular en küçük ayrıntıya kadar birbirleriyle çakışırlar: Sasrıkva’nın taşdan doğduğu epizotu, Khımış’ın bir cücenin kızıyla evlenmesi, onun kocasına gücenmesi ve onu terketmesi; Arckhovlar ile Khoj-Arpısların kavgası; haset ve kıskanç kardeşlerin Sasrıkva’ya düşmanlığı, kardeşlerin Sasrıkva’ya komplo kurması; Sasrıkva’nın yiğitliğinin temel niteliklerinin belirtilmesi (Abazin efsanelerinde farklı olarak onun kardeşleri sadece ateşe dönüşmez, bilakis darıya dönüşür); vs… Öteyandan, Abazin destanı Abkhazlarınki gibi arkayik özelliklerle karakterizedir. Referanslar arasında sık sık bakır ve bakır malzemelere rastlanır: bağatırın kafasına bakır yama konulması, tüm yapıların (ms. darı anbarı) ve eyerlerin bakırdan imal edilmesi, vs. buna örnektir. Abazin efsanelerinde, yine Abkhazlarda olduğu gibi Aalp (adığece Alp), duldul, Seriy adını taşıyan olağanüstü atlar büyük rol oynarlar. Atlar akıllıdır ve konuşma kabiliyetine sahiptirler, bazen tanrı Yaşkho adına yemin ederler, sürücüleri ile bağlantı kurarlar. Aynı destanlarda geyikbaşlı Sotraş diye anılan at da ilginç bir olgudur[36].
Ş.D. İnal-İpa’nın ifadesine göre, Abkhazlarda olduğu gibi, Adığe anlatılarında da taştan doğan, su verilerek sertleştirilmiş Sasrıkva ana kahramandır, onun babası bir demirci anası da Sataney’dir. Sasrıkva’nın doğumu her iki versiyonda da aynıdır. Onun devlerle olan savaşlarının hikâyesi de birbirinin aynısıdır. Yazar’a göre, Nart destanları her halkın kendi ulusal tarzlarının derin çizgilerini taşırlar ve ana çekirdeğin tüm sürümleri büyük ihtimalle aynı orijinal kaynağa varıp dayanırlar. Destanların doğuş sürecinde Anaerkil aile anlayışı ağır basmaktadır, Sataney-Guaşe figürü bunun kanıtıdır. Daha sonra Ataerkil anlayış öne geçmeye başlar, hatta Sasrıkva bir kadının sözüyle hareket edilmeyeceği düşüncesine sahiptir. Yazara göre, Abkhaz efsanelerinde ataerkil aile ve ataerkil düşünce sistemi, sosyal farklılaşma sürecini genelde az etkilemiş gibi görünüyor. Baba soyluluk Nart destanının Adığe ve Osetin varyantlarına kuvvetle yansımıştır, orada levirat (dul kadının ölen kocanın bekâr kardeşiyle evlenmesi) ve kalım/başlık geleneği ile müterafık ataerkil evlilik, akraba himayesi, büyük ataerkil aile, yaşlılar kültü, erkekler konseyi şeklinde toplum yönetimi mevcuttur (Osetinlerde nikhas, adığelerde khaze). Patriarkal akraba grubunun seçilmiş liderine Adığelerde “thamade”, yani Nartların başı adı verilir. Nart destanlarının taşıyıcıları olan halk gruplarının dil, gelenek, folklor ve yaşam benzerlikleri, yüzyıllara göre zaman zaman biri birine yaklaşmış, bazen de aralarındaki ilişki kopmuştur. Ancak, genelde kültür alışverişi kesintisiz olarak süregelmiştir. Ş.D. İnal-Apa’ya göre, diğer Kafkas halkları gibi Abaza halkının sözlü edebiyatında, insan üstü yaratıklar olan Nart halkının yaşamı, yaşamdan kaynaklanan destanlarda Grek mitolojisinde olduğu gibi anaerkil ve ataerkil dönemlerin izlerine rastlanabilmektedir. Bu iki gurup destanlar arasında analojik paralellik belirgindir. Bu özellikler Grek mitinde tek başına doğmamıştır. ”Çağdaş bilimin öğretilerine göre, Homeros’un poemleri, Grek tarihinin ilk yüzyıllarının izlerini de taşımaktadır”. Aynı şekilde, Abaza halk destanlarında da destanın söylendiği yüzyılın öncesinden izler bulunmaktadır. Mesela, insan eti yiyen devlerin işlendiği öyküler vardır. (Tek gözlü dev, Hağur’un kardeşlerinin hepsini yer, Hağur da devin tek gözünü oyar, mağaradaki devin koyunlarının yünlerine asılarak gizlenir ve mağaradan bu şekilde kaçar). Nart halk eposunun en ünlü kahramanı Sosrıkua’nın, annesi Sataney’in önerisi ile suya batırılarak çelikleştirilmesi olayı ile Akhilleus’un, annesi Thetis tarafından Ctyks ırmağına daldırılarak vücuduna su verilmesi olayı arasında da büyük benzerlik vardır. İki destan gurubu arasında daha başka benzerlikler de bulabiliriz. Mesela; Thetis, oğlu Akhilleus’u ölümsüz yapabilmek için ateşe gömmüştür. Thetis’in aynı biçimde ateşe gömdüğü diğer yedi oğlu ölmüştür. Nart destanlarında da “Naribgia”, doğumu yaklaşınca büyük bir ateş yakar, doğan çocuklarının her birini ateşe atar. Çocuklarının hepsi ölür. Sonuncu çocuğu Şavay ise, ocaktaki kızgın marsık taşını yutarak ateşini soğutur, tekrar ağzından çıkarır. Sıcağa karşı dayanıklılık kazandığı için ölmez. Annesi de ”bu çocuğum Nartlara layık bir erkek olacak” diye övünür. Çift sürme ve hasada yönelik ”Rareyta” adlı Abaza şarkısı ekime başlarken veya hasat sonunda söylenirdi. Karaçay ve Balkarların “Erirey” adlı bolluk ve bereket şarkısı da buna benzemektedir. Abaza Nart eposunda anaerkil dönemin sona erişiyle onun yerini alan ”Ataerkil-Patriarkal” toplum çağında Nart destanları kökleşmiş ve yerleşmiştir. ”Bu çağlarda, halk göçebeliği bırakıp yerleşik düzene geçmeye başlamıştır. Sosrıkua ile Sataney Abaza halk eposunun en eski kahraman tipleridir[37].
Yeni kahraman motiflerinin yaratıldığı daha sonraki yüzyıllarda da temel motif Sosrıkua’dır. Abaza Nart destanlarında Sosrıkua’nın isminin önüne her zaman “Nart” sözcüğü konulur: “Nart Sosrıkua”. Öteyandan, Sosrıkua’dan sözeden Abaza destan tekstleri ile aynı çağın Adığe destan tekstleri birbirlerine çok benzerler. Sosrıkua’nın Abaza halk destanlarında anlatılan kahramanlıklarının en ünlüsü; devlerden ateşi çalarak insanlara vermesidir. Abaza Nart Destanlarında ve bunlara yakın diğer halk destanlarında ”sadece Sataney ismi ile ilgili” belirli bir asır saptanamamıştır, ayrıca, Sataney başka kavimlerde olduğu gibi bir tanrıça katına da yükseltilmemiştir. Bunun sebebi, Sataney’in tüm özellikleri ve görevleriyle birlikte halkın içinde, halkın sorunlarının içinde yaşatılmasıdır. Sataney’in bu özellikleriyle yaşatılması, diğer destan kahramanlarından çok daha eski tarihlere dayanmaktadır. O, her olayda vardır: Nart toplumunun bir özelliği, sorunlarını tartışarak kurultaylarda çözümlemesidir. Bu tür toplumsal sorunların hepsinde güzel ve bilge Sataney Nart halkının danışmanıdır. Onlara, öğütleriyle yol gösterir. Doğurmadan edindiği oğlu Sosrıkua ise görülmemiş kahramanlıklarla Nart halkına hizmet etmektedir, Abaza Nart Destanları’nda Sataney’ın kişisel vasfı sadece yararlı olmaya ve bilgeliğe yönelik değildir. O, dilerse en büyük kötülükleri de yapabilmektedir. Büyü ve efsun yapmakta ustadır. Düşleri ise her zaman doğru çıkar ve gaipten, geçmişten, gelecekten haber verir. Sataney aynı zamanda Nart halkının falcısıdır. Eski halkların yaşam felsefesini göstermesi bakımından Sataney’in günümüze ulaşan öykü ve özelikleri çok önemlidir. Nart Nart Destanı’nın Abaza varyantı ile ilgili olarak, bir başka çalışmada, Nart Destanlarının Abaza, Vubıkh, Adığe Osetin, Abhaz, Balkar, Karaçay, Çeçen ve İnguşlar gibi Kafkasya halk gruplarının ortak ürünü olduğu, fragmanlar halinde, Dağstan’da yaşayan halk guruplarında az da olsa Nart Destanları’na rastlandığı bildirilmektedir. Aynı çalışmaya göre, ilk çağlarda Abaza ve Abhaz boylarının ataları olan halk ile Osetin halkının ataları komşu idiler. Osetin Nart Destanlarında (Alagata) her üç isimden biri abazacadaki köke benzemektedir. Abaza Nart Destanları ve Osetin Nart Destanlarında yer alan kahramanların isimleri de benzeşmektedir[38]:
Abazaca Osetince
Sosrıkua, Sasrıkua, Sozrıko
Batraz, Bataraz, Batraz
Camaz, Açamaz
Khımış Khamıç
Sosran, Sosranpa Soslan, vs.
Çeçenlerde Nart efsaneleri, Dağıstan boyları ile İslâm dinine ilk giren Kafkasya boyu olmaları nedeniyle unutulmaya yüz tutmuştur. Bu konuda ciddi araştırmalar ve yayınlar çok azdır. Bunda Çeçenlerin İnguşlarla beraber 1944 yılında Savyet Rejimi tarafından topyekûn sürgün edilmelerinin de rolü vardır. Ancak dönüşten sonra da bizatihi Nart destanları hakkında belirli bir derleme ve yayına rastlanmamaktadır. Mamafih, diğer sözlü halk edebiyatı ürünleri derlenirken Nart efsanelerine dair bölük pürçük bazı materyaller de toplanmıştır. Vaynakh (Çeçence’de bizim halk demektir) efsaneleri diğer Kafkas halklarının efsanelerinden şu iki özellikle ayrılırlar[39]:
1-Vaynakhlar ile Nartlar zaman zaman birbirleriyle savaşan iki halk olarak görünürler. Efsanelerde bu savaşların galibi her zaman Vaynakhlardır. Nartlar, Vaynakhları öldürmekte ve onlara bin bir zorluk çıkarmaktadırlar. Son derece zalim ve acımasızca davranırlar. Ama sonunda Nartlar hep yenilirler, yok edilirler.
2-Vaynakh Nart efsanelerindeki “Nart” teriminin yanında daima ikinci bir terim daha vardır:”Orstkho”, böylece hep Nart-Orstkho ifadesine rastlarız. Haddizatında Orstkholar Vaynakhların bir kabilesidir. Bazı yazarlar Vaynakh efsanelerinde bunları kötü figürler arasında zikretmişlerdir. Ancak bunun doğruluğu meşkûktur, zaten İnguş Nart Destanı bahsinde soruna açıklık getirilecektir. Burada ilginç olan, Nartların kötü ve acımasız bir topluluk olarak tanımlanmasıdır. Oysa diğer Kafkas halklarının efsanelerinde Nartlar güçlü, dürüst, adil, güçsüzlerin yardımına koşan mert insanlar olarak gösterilirler. Vaynakhlarda Pkharmat efsanesinde efsanenin baş kahramanı olan Pkharmat’ın özellikleri ve yaşam biçimi tıpkı Nart bağatırlarınkine benzemektedir. O, dağlarda yaşayan kuvvetli ve çok cesur bir insandır. Sanatkâr ve iyiliksever birisidir. Nartlardan güzel davranışlarla iyilik gördükçe onlara bronzdan kılıç, kalkan, zırhlar yapar. Akıllı, basiretli, sabırlı ve cömerttir. Bu nitelikleri ve mesleği ile Pkharmat bir insandır ve bir sanatkârdır, ustadır. Pkharmat’ın yaşamı ve yaptığı işler Greg efsane kahramanı Prometeus’a benzer. Tıpkı Prometeus gibi tanrıdan ateşi çalarak insanlara getirmiştir. İşte bu Pkharmat efsanesinde bazı Nart kahramanlarının isimlerini andıran isimler geçmektedir: Sela, gaddar ve acımasız gök tanrısıdır. Göklerle ateşin sahibidir. Kudretli, ama insanlara zarar vermekten ve verdiği zarardan hoşlanan bir tanrıdır. Sata, Sela’nın karısıdır. Ancak o çok iyi kalbli bir karakterdir. Keza, Nart- Orstkhoyların anasıdır; onlar işkencelerle kıvranırken hep üzüntü duymuştur. Ateşi çalarken Nart Pkharmat’a da yardım etmiştir. SelaSata, Pkharmat efsanesinde adı geçmez ama, Sela ile Sata’nın kızlarıdır ve genç kızların koruyucusudur. Turpal, efsanede Pkharmat’ın atının adıdır. Pkharmat, Sela’dan ateşi çalarken bu ata binmiştir. Morzakh, Pkharmat’ın ateşi kavrayıp getirdiği aletin adıdır. Maşa, pens, kıskaç, kerpeten anlamına gelir. Başlam, Sela’nın Pkharmat’ı zincirle bağladığı dağın adıdır. Çeçen-İnguşlar Kazbek dağına bu adı verirler. İda, Pkharmat’ın ciğerini yiyen kartalın adıdır. İda’nın eski adının Gargaron olduğu da söylenmiştir. Pkhar, “usta, sanatkâr”, özellikle “demirci ustası” demektir. Phar-kho, “usta birisi,(ustalaşmış) bir sanatkâr adam, (bilinen) bir demirci ustası” demektir. Phalğ, “demirhane, demir-çelik işleme evi, demircilik atelyesi” demektir. Bütün bu isimlerin içinde sadece “Sata” ismi, diğer Kafkas halklarının efsanelerindeki “Satanay”ı hatırlatıyor[40].
İnguş Nart destanı aynı dili konuşan Çeçenlerin Nart efsanelerine göre kıyaslanamıyacak derecede geniş ve çok kahramanlıdır. Genel Kafkas Nart Destanı’nın iyi saklanmış bir versiyonu olarak kabul edilebilir. Bunda, daha önce de belirttiğimiz gibi İnguşların Çeçenlerden çok sonra müslüman olmalarının etkisi olduğu kuşkusuzdur. Bazı İnguş yazarlarına göre, yakın zamana kadar İnguş Nart destanı yanlışlıkla “Nart-Orsthoy” diye isimlendirilmiştir. Tabiatıyla eposun ortaya çıkışından beri 3000 yıl geçtiği ve onun taşıyıcılarının o dönemden itibaren birçok sosyo-psişik merhaleler geçirdiği söylenebilir. İnguş Nart’ı –destan kahramanı Orstkho- bir etnik kabilenin de adıdır. Ç. Akhriev daha XIX. yy’ın 70-li yıllarında epik ve etnik ismin yanlış tanımlanmasından sözetmişti. O İnguş eposu hakkındaki makalesinde şöyle yazıyordu: “Tüm İnguş anlatı ve şarkılarında Nart kahramanları ve Ortskhoylar zıt karakterleri temsil ediyorlar. Öncelikle Nartlar son derece iyi ve yüksek seciyeli insanlar olarak tasvir ediliyorlar ve “nyart” kelimesinin inguşça cins isimler arasında bulunması da şaşırtıcı değildir. İnguşçada birini çok övmek için şöyle söylenir: ‘nyart gibi yaptı, nyart gibi iyi’. Halkın anısında zayıfların savunucuları nyart şövalyeler vardır, onlar halk efsanelerinde kızgın insanlar olarak nitelendirilen Ortskhoylar ile sürekli mücadele ederler”. Ç. Akhriev’in Ortskhoyları bu şekilde kötü vasıfla karakterize etmesi doğru değildir. Ortskhoylar XVIII-XIX. yy’ların kesiştiği dönemde diğer kabilelerden daha önce müsliman olmuşlardır. Genelde ne İnguş- Ortskhoylar ne de İnguş-Ğalğaylar birbirlerinden farklıdırlar.
Ç. Arkhiev’i takiben İnguş Destanı açıkça ve özellikle “Nart” şeklinde anılmıştır. İnguş geleneğinde kâinat üçe ayrılmıştır: gök, yer ve öteki dünya. İnguş nartlarının yaşamları onlarla bağlantılıdır. Çok eskiden Nartlarda, normal insan-nartlar ve onların düşmanları pozisyonunda öfkeli siyah nartlardan oluşan bir dualizm fikri vardır[41].
Nart bağatırlarından bazıları şunlardır: Seska Solsa, Khamça, Patarza, Seliy Pir’a, Orzmi, Arsh, Nyasar, Jov-Byatar, Cantalg, Tsok, Moakaz, Syatal, Mayra, Bolat v.s. Kadın figürler oldukça azdır: Sela Sata, Myalkha Aza ve Jer-baba. Nartların birçak düşmanları vardır: Vampallar (devler),14 Sarlak-Sartal (ejderhalar), Eşap (ölülerin hamisi), Gam (cadılar), Ovda, Garbaş (dev kadını), Hege (kötü yabancılar). Cüce yaratıklar: Pkharalbyare (tavşan binitler), Biydolg-byare (dirsekli ve yumruklular), Nakiy lokha Boştolg (çepiş). Sihirli öğeler: bazen gizemli hayvanlar ve kuşlar, bazen de destan kahramanlarının atları ve silahları. Önemli Nart kahramanları ise şunlardır: Seska Sola (Sosruko), Pataraz (Batraz), Sela Sata (Sataney guaşe/Satanay-biyçe)[42].
“Nart Destanları’nın Osetin versiyonu, diğer Kafkas halklarının Nart Destanlarından önemli iki farkla ayrılır. Osetinler J. Dumezil, V.F. Miller gibi aryanist yazarların da etkisiyle bu destanların İskito-Sarmat kökenli olduklarını kabul edilmektedir. Böylece diğer versiyonlar ile Oset versiyonu arasında iki temel farklılık ortaya çıkmaktadır: birincisi, Oset versiyonu diğer versiyonlardan daha sonraki bir döneme tarihlenmektedir (MÖ. VII. yy.), diğer versiyonlarda ise bu başlangıç tarihi, MÖ. III. binyıl ile I. binyıl arasında yer alan bir tarihtir. İkincisi, Nart Destanı’nın Hind-Avrupa kökenli İskit- Sarmatlara izafe edilmesi sebebiyle onun Hint-Avrupalı halkların ya da onların öncüllerinin mitolojisi ile ilgili olduğu görüşüdür”[43]. Üstelik Avrupalı ve Hint Avrupa tezini ileri sürenler İskit ve Sarmatların Turanî halklar olduğunu göz ardı etmektedirler. Günümüzde İskitler ve Sarmatlar’ın Hind-Avrupa kökenli olmadığı üzerine yapılmış birçok araştırma bulunmaktadır.
“Diğer taraftan Osetinleri de onlara ait Nart Destanı versiyonunu da Kafkas Kültüründen ayıramayız. Osetin asıllı Sovet yazarları V.İ. Abaev ve B.A. Kaloev birlikte yaptıkları çalışmanın ürünü olan “Nartlar, Asetin Halk Destanı” isimli kitabın ön sözünde Osetin Nart Destanı hakkında genel bilgi verilmektedir. Onlara göre, eski devirlerde Kafkas halklarınca yaratılmış ve yüzyıllar içerisinde şekillenmiş Nart Destanı Oset, Kabardey ve Abazalar arasında geniş biçimde yayılmıştır. Bir destanın kesin ulusal çizgilerle sınırlandırılmayarak birçok halkın ortak malı olma özelliği az rastlanan bir olaydır. Nart Eposu’nun kronolojik doğuşunu ve gelişim evrelerini doğru bir şekilde tayin etmek, şimdiki bilgilere göre mümkün değildir. Yapılan bazı analizler, destanın konu ve motifleri itibariyle eski İskit efsanelerine dayandığını göstermektedir. Bu demektir ki efsanelerin başlangıcı MÖ. VIII-VII. yy’lara kadar uzanmaktadır. Keza, Miladî XIII-XIV. yy’larda Moğollarla olan ilişkilerin, Nart destanında izler bıraktığında kuşku yoktur. Öteyandan, mitolojik şartlara rağmen destan kahramanları gerçek yaşamla iç içedir. Anlatılan olayların fantastik görünüşüne rağmen derin bir realizm yansımaktadır. Orada klişecilik yoktur, halkın kendi yaşamı vardır. Aynı yazarların ifadelerine göre, destanda Nartlar zeki, cesur, savaşçı, güç duruma düştüklerinde zekâlarını ustalıkla kullanan ve kendilerini tehlikeye atarak düşmanlara karşı yurdu savunan kişiler olarak tasvir edilmektedir. Buna karşılık onların düşmanları olan devler aşağılanan, alaya alınan, aptal, fakat acımasız, korkunç ve aynı zamanda sinsi yaratıklardır. Devler büyük fizik güçlerine, devasa gövdelerine ve zaptedilemez kalelerine rağmen Nartlara karşı hep mağlub olurlar. Nartlar kendi öz halklarına ve özellikle yoksullara ve yaşlılara karşı çok merhametlidirler. Ele geçirdikleri ganimetlerden çoğunu onlara cömertçe dağıtırlar. Nartlar düşmanlarla savaşırken bir takım fantastik olaylar da yaşanır; mesela atlar, kuşlar ve köpekler Nartlara yardım ederler. Nartın en sadık dostu ve yardımcısı olan at süvarisiyle konuşur ve ona akıl verir. Keza bitkiler, vahşi hayvanlar ve kuşlar da insan gibi konuşurlar ve Nartların dilinden anlarlar. V.İ. Abaev ve B.A. Kaloev’e göre, destanda Osetinlerin uzak geçmişteki toplum düzenleri, yaşam tarzları, dünya görüşleri, sosyo-ekonomik yaşamları, psikolojik yapıları ve gelenekleri yansıtılmıştır. Destanın önemli bölümleri dağlık alanda değil, Oset-Alanların step arenasında yaşadıkları dönemde ortaya çıktığında kuşku yoktur. Osetin eposunda geçen toponimler ve etnonimler genelde belirsizdir ve bile bile uydurulmuş gibidir. Destanda zaman ve mekân içinde husule gelen olayların lokalize edilmesine önem verilmez, aksine üstü kapalı bir anlatım söz konusudur. Yine aynı destanda anaerkil düzen ilişkilerini de görmekteyiz. Eposun en önemli kadın kahramanı Satana tipi bu sistemin orijinal ve canlı bir misalidir. Öteyandan, Nartlar yerleşik düzene geçmiş bir halk olarak görülüyorlar. Birkaç mahalleye bölünmüş köylerde yaşarlar. Aralarında anlaşmazlıkları çözmeye ve yurdu savunmak için karar almaya yetkili istişare meclisleri de vardır ve bu meclis köyün “Nihas” adı verilen özel yerinde toplanır. Eski söylencelerde mağaralar, kulübeler gibi barınaklardan söz edilirken, sonrakilerde yüksek kulelerden, zaptedilemez kalelerden ve saraylardan söz edilir. Nart erkekleri günlük yaşamda zamanlarının büyük bir bölümünü “Balts” adı verilen seferlerde geçirirler. Ayrıca avcılık, hayvancılık ve çiftçilikle uğraşırlar. Kadınlar ev işi yaparlar, ustalıkla rong (baldan yapılan içki), boza ve bıraga hazırlarlar; elbise dikerler, yün ipliğinden bez dokurlar. Bütün bu işlerde başı çeken Satana’dır”[44].
Osetin Nartları üç aileye ayrılırlar: “Alegate-Alagate”, “Ahsartagate- Ihşartegate” ve “Borate”. Bunların en varlıklısı”Borate” ailesiydi. “Alagate” ailesi en akıllı olanıydı. Bu ailenin gücü zekasından ileri geliyordu. “Ahsartagate” ler ise en cesur olanlarıydı. Nart Destanı’nın Osetin versiyonunun başlıca kahramanları şunlardır: Bore, Dzılev, Vrıjmek, Hemıts, Satana, Batraz, Sozrıko (Soslan), Karadzav, Atsemez, Sırdon, Totraz, Agundo, vs. Başlıca Osetin Nart kahramanlarının isimleri ile Karaçay-Balkar Nart kahramanlarının isimleri hem morfolojik hem de taşıdıkları görev itibariyle özdeştirler:
Osetince Karaçay-Balkarca
Alegatlar Alikolar
Ahsartagatlar Uskhurtuklar
Sozrıko Sosurka/Sosuruk
Boratlar Boralar
Hemıts Khımıç
Batraz Batıraz
Karadzav Karaşavay
Atsemez Açemez
Sırdon Şırdan
Agundo Agunda
Satana Satanay[45]
Kafkas Nart Destanları ile ilgili manzum metinlerin orijinalliği ve bunların XX. yy’ın ilk çeyreğinde bile halkın hafızasında unutulmadan hala taptaze ve manzum olarak saklandığı hakkında ileri sürülen görüşlerin doğruluğundan pek emin değiliz. Sovyetler Birliği zamanında, 1930’lu yıllarda tüm Kafkas halkları katında gerçekleştirilen derleme çalışmalarını yürüten kişilerin tam bağımsız hareket etme imkânından mahrum oldukları bilinen bir gerçektir. Sözlü halk edebiyatıyla alakalı manzum ve mensur metinler derlenerek değerlendirilirken, diğer alanlarda olduğu gibi hep Marksist-Leninist yönteme sadık kalınmıştır. Hal böyle olunca, toplanan tekstler üzerinde ekleme ve çıkarma şeklinde pek çok değişiklik yapılmıştır. Manzum metinler dikkatlice incelendiğinde bu türlü müdahalelerin varlığı açıkça görülecektir. Mesela, Karaçay Halkı’nın önemli önderlerinden olan “Karça”nın yaşamını anlatan herhangi bir manzume bilinmemektedir. Nesir anlatılar ise oldukça çoktur ve halk tarafından çok canlı bir şekilde günümüze kadar yaşatılmıştır. Anılan manzumenin sonradan düzenlendiğini içeriği de göstermektedir. Zira manzumede nesir metinlerin hiçbir varyantında bulunmayan ve Karaçay/Balkar-Kabardey düşmanlığını haksız bir biçimde “varmış gibi” gösteren ifadeler bulunmaktadır. Böylece Karça ile ilgili manzum hikâye, orijinale sadık kalmaktan çok uzaktır ve tamamen Marksist-Leninist ideolojiye dayalı dikta yönetiminin halkları birbirine hasım kılarak onların birlikte hareket etmelerini engelleme politikasının tipik bir göstergesidir. Sözü geçen metinde anlatıldığına göre, Kabardeylerin beyi Kaytuko, Karaçayların Beyi Karça’ya vekilharcını göndererek haraç ister ve büyükbaş hayvanlardan oluşan bir sürü göndermesini talep eder. Karça buna çok sinirlenir ve vekilharcın sırtına yaşlı bir iti bağlıyarak Kaytuko’ya iade eder, bu olay manzumede şöyle anlatılır:
Bir zamanda keldi cüyüshannı şapası – Bir süre sonra geldi beyin vekilharcı,
Bir ullu ser kart itni sırtına költürüb – Bir büyük bunak yaşlı iti sırtında taşıyıp.
Karça sanga alay aythandı cüyüshan- Karça sana şöyle söyledi beyim:
Alırsa atangı canı üçün ögüzle.- Alırsın babanın canı için öküzler.
Bu ifadede estetik yoktur. Hiçbir manzume özelliği olmadığı gibi, buna karşılık husumetin en seviyesiz derecesi vardır. Karça gibi onurlu bir bey için ayıplanacak bir davranış biçimi bulunmaktadır. Kesinlikle bu metin masa başında hazırlanmıştır ve hiçbir sözlü kaynaktan alınmamıştır. Hikâyenin nesir anlatısı çok daha güzel ve daha seviyelidir. Karça’ya yakışan bir davranış biçimi sergilenir. Bu misalden anlaşılacağı gibi Sovyetler Birliği zamanında, 1930’lu yıllarda derlenen metinlerin masa başında değiştirildiği, çok sayıda kalitesiz ve şiirden uzak manzum metin oluşturulduğu kuşkusuzdur. Bu itibarla Kafkas Nart destanlarını hikâye eden manzum metinleri değerlendirirken çok dikkatli olmak gerekmektedir. Nesir metinlerin hemen hepsi orijinaldir veya ona yakındır. Zaten Kafkas yaşlıları veya destan anlatıcıları çocuklara Nart anlatılarını tıpkı masal anlatır gibi nesir biçiminde anlatmışlardır[46].
Mehmet Özsoy Hikâye Anlatma ve Dinlemenin Nörobilimi isimli araştırmasında çok önemli sosyal bir olguya dikkat çekmektedir. Hikâye anlatma ile masal ve destan anlatma arasındaki benzerliği unutmadan araştırma dikkatle okunursa bunun Nart destanları içinde ne anlama geldiği anlaşılacaktır: “Orta çağ Avrupası’ndaki trubadur’lardan, Anadolu’da köy köy, kasaba kasaba dolaşan saz şairlerine ve tabii günümüzün en çok izlenenler listesine giren Hollywood filmlerine kadar, hikâye anlatıcılı ve anlatılan hikâyelerin dinlenmesi biz insanlar için hep ilginç ve çekici bir nitelikte olmuştur. Psikolojik açıdan incelendiğinde hikâyeler, içinde yaşadığımız dünyayı anlamlandırmamızı sağlamanın ötesinde hayat adını verdiğimiz okyanusun dalgaları arasında rotamızdan şaşmamamıza yardımıcı olmakta ve olası sosyal gerçekliklerin simülasyonlarını yapmamıza olanak vermektedirler”[47].
Robin I. M. Dunbar’ın How conversations around campfires came to be?[48] “Kamp ateşi etrafındaki konuşmalar nasıl meydana geldi?” isimli çalışmasından kaynak verdiği “Kamp Ateş Çevresinde Hikâye” anlatma geleneği toplumsal hayat için anlamlı ipuçları vermektedir: Evrimsel ve antropolojik perspektiften bakıldığında ise hikâyeler insan toplumları için kritik adaptif bir rol oynamaktadır. Hikâye anlatma eyleminin insanlar arası ilişkilerin kurulmasında ve hem anlatıcıda hem de dinleyicilerde sübjektif duygulanımları etkilemede merkezi bir etkisi olduğu çeşitli çalışmalarla gösterilmiştir. İnsan toplumlarının evrimsel sürecini biraz daha takip ettiğimizde, hikâye anlatma ve dinleme eylemlerinin genelde akşamları, güneş battıktan sonra ve hemen her zaman bir kamp ateşinin etrafında gerçekleştirildiği görülmektedir. Wiessner ve arkadaşlarının Botswana’daki avcı-toplayıcı bir kabile olan Ju’/hoansi’lerde yaptığı saha çalışmaları, kabile üyeleri arasında gündüz gerçekleşen konuşmaların çoğunlukla işlevsel karakterde olduğunu ve kabiledeki sosyal normların uygulanması, ekonomik problemler ve arazi hakları gibi konularda gerçekleştiğini bulgulamıştır.
Buna karşılık, akşamları kamp ateşinin çevresinde gerçekleşen konuşmaların ana karakteristiğinin sosyal nitelikte olduğu ve %80’ninden fazlasının da hikâyelerin anlatılması ve dinlenmesi üzerine kurulu olduğu anlaşılmıştır. Söz konusu hikâyelerin topluluğa ait kültürün hikâyeler aracılığı ile paylaşılması sonucu topluluğu bir arada tutan bir tür sosyo-psikolojik çimento görevi gördüğü de araştırmacıların vardığı sonuçlardan biri olmuştur[49].
Tüm bunlara ek olarak nöral eşlenmenin farklı beyin bölgelerinin yanı sıra farklı işlevsel seviyelerde de oluştuğu gösterilmiştir; alt-seviye işitsel alanlar, Broca alanı, Wernicke alanı ve temporoparyetal alan (TPJ), bunlardan bazılarıdır. Ayrıca üst-seviye extra-linguistik alanlar olan precuneus ve mPFC de yine işin içinde görülmektedir.
Tüm bu nörofizyolojik entegrasyon hikâyenin bağlamsal modelinin oluşturulmasını sağlamaktadır. Nöral eşlenmenin görüldüğü extra-linguistik alanların başarılı bir iletişim için sosyal enformasyonun işlenmesinde, topluluktaki diğer bireylerin hedeflerinin, arzularının ve inançlarının fark edilmesinde de rol oynamaları tabloyu daha da ilginç kılmaktadır. Tüm bu nöral aktivitelerde ayna – nöronların varlığı ve rolü de düşünüldüğünde hikâye anlatma ve dinleme eylemleminin nörobilimsel altyapısı ortaya çıkmaktadır[50]. Ayna-nöron sisteminin empati de (duygudaşlıkta) ve insanların birbirlerine birçok duyguyu aktarımlarda önemli olduğudur. “Kanıtları da bir başka insanın hareketlerini, duygusal durumunu gördüğümüzde beynimizdeki bazı bölgelerin (ön insula, ön singulat korteks, inferior frontal korteks gibi) daha fazla aktivite göstermesidir. Empatik bireylerin duyguları, gözlemlediği duygular karşısında oldukça kuvvetli etkinleşmektedir. Yapılan araştırmalar, daha empatik kişilerin insulayı daha kuvvetli etkinleştirdiğini ortaya koymuştur. İnsulalarını kuvvetli etkileyen kişilerin, tepkileri de daha fazladır. Ama unutulmaması gereken başka bir konu daha var ki, herkes kendi bedensel haritası doğrultusunda kopya eder. Yani herkes kendi duygusal tecrübeleri doğrultusunda karşı taraf ile empati kurabilir. Birinin algılarını doğrudan fark etmek, kafalarının içine doğrudan bakıp duygularını anlamak mümkün değildir. Duyguları anlamanın yolu, davranışları gözlemlemekten geçmektedir. Bu algıyı belirli anlatıcı unsurlar sağlar. Duygularımız, beden dili ve ses tonu ile aktarılmaktadır. Bedenin dış görünüşü, karşıdaki kişinin duygusal durumu hakkında yeni bir bilgi kaynağı oluşturmaktadır”[51].
Ayna nöronlarımız, gözlemlediğimiz bilgiyi kopya etme özelliğine sahiptir. Başkalarında gözlemlenen duygu kişiyi tetiklemekte ve aynı duygu durumuna sürüklemektedir; çocukların, başka çocukların üzüntüleri karşısında tepkisiz kalmadıkları görülmektedir. Küçük çocuklar ağlayan bir çocuğu gördüklerinde, tıpkı onun gibi çığlık atarak ağlamaya başlarlar. Bulaşıcı duygulara yakalandıkları açıkça görülmektedir. Bu durum, hasta birine çok yaklaşıp ondan hastalık kapmaya benzer bir durumdur. Birinin sevincine tanık olan kişi mutlu olur ve bu mutluluk kişiyi gülümsetir. Böylece kişinin yüz anlatımı dolaylı olarak, gözlemlediği kişiye benzemektedir. Birlikte fazla vakit geçiren insanların hareketleri birbirine benzemektedir, birbirini sürekli gözlemleyen kişilerin aynı doğrultuda algı paylaşımı ve duygusal bulaşma halini yaşamakta olduğunu söyleyebiliriz. Kişilerin etrafını sarmalayan insanların duyguları bulaşıcıdır. Buna karşın tanımadığımız kişilerinde duygularından etkilenmekteyiz. Tanımadığımız birini ağlarken gördüğümüzde, bir yabancının aldığı kötü haber bizi doğrudan etkilemese bile, o yabancının duygularını paylaşıp, dolaylı olarak etkileniriz. Birinin algılamasına şahit olduğumuzda, kendi duygusal algılamalarımız da etkinleşmektedir. Birinin bir yerini kestiğine tanık olduğumuzda, aynı yerde aynı acıyı hissetmemizin sebebi, bazı hücrelerimizin kendi elimiz kesilmiş gibi etkinleşmesidir. Beynimizde aynı hücrenin ateşlenmesi ile beynimiz bu durumu kendi yaşıyormuş gibi algılamaktadır. Esneyen birinin karşısında bir süre sonra gelen esneme isteğimizi de aynı araştırmalar kanıtlamıştır. Midesi bulanan, tiksinmiş birinin yüz ifadesi karşısında tepkisiz kalamadığımız anları insulamız, iç organsal algımız ve bedensel haritamızdaki değişim açıklamaktadır. Duygunun, sesin tonunda saklı olduğu herkes tarafından bilinmektedir. Bu durum, kahkaha seslerinin yükselerek devam ettiği bir ortamda konuyu anlamasak da, istemsiz olarak attığımız kahkahayı veya yanımızda hıçkırıklarla ağlayan birine olan üzüntümüzü açıklar niteliktedir. Bu açıdan bakıldığında, kendi şartlarımızın önemi otomatikman ortadan kalkıyor. Sebepsiz yere oluşan, tanımlayamadığımız duygularımızın sebebi belki de bağlantılı olduğumuz başka bir nöral sistemle ilgilidir. Etrafımızdaki olan biten durumların ne kadar dışında olsak da içselleştirmemizin bir nedenidir bu nöronlar. Bu da bulunduğumuz ortamdan, konuştuğumuz kişiden bulaşan duyguyu açıkça ortaya koymaktadır[52].
Aynı ortamda bulunan insanların davranışlarına ve konuşmalarına empatik bir tavır sergilemelerine neden olan ayna nöron sisteminin destanların ve mitlerin aktarımında ve kuşaklar arası aktarımda da önemi görülebilmektedir. Kafkasya Nart destanlarının asırlardır boyların ortak sözel ve ritüel zenginlikleri barındırmasında katkısı bulunmaktadır. Üstelik “destan geleneği” dinleyicileri sağlıklı ve dinamik tutmaktadır. Çünkü beyinin ve tüm vucudun sağlığı insanlar arası olumlu iletişimden geçmektedir. Hatta sağlık açısından ameliyata alınacak hastalarda veya yoğun bakım hastalarında personelle olan iletişim sonucu daima etkilemektedir.
“Guilherme Brockington ve arkadaşlarının hastanelerin yoğun bakım ünitelerinde tedavi gören çocuklar üzerinde gerçekleştirdikleri bir diğer çalışmada ise, hastane ve yoğun bakım ortamının çocuklarda oluşturduğu travmanın hikâyeler anlatılması ile hafifletildiği de bulunmuştur. Bu çalışmada hikâye dinleyen çocuk hastaların oksitosin seviyeleri dinlemeyenlere oranla daha yüksek çıkarken, stres-hormonu olan kortizol seviyelerinin de düştüğü gösterilmiştir[53]”. Hikâye dinleyen çocuklar ana dillerindeki anlatılara cevap vermektedir. O halde Yılmaz Nevruz ve Ufuk Tavkul gibi Kafkasyalı araştırmacıların ve diğer bilim insanlarının aşağıdaki şu ortak görüşü nasıl değerlendirilmelidir?
“Nart destanları aynı coğrafyada yaşayan fakat birbirinden tamamen farklı dillerde konuşan pek çok halkın ortak Destanı olması açısından Dünyanın tek örneğini teşkil etmektedir. Kafkasya’da yaşayan ve Kafkas dilleri grubunun çeşitli alt gruplarına dâhil birbirinden tamamen farklı dillerde konuşan Abhaz-Abazin, Adige-Kabardey, Çeçen-İnguş, Lak, Dargı, Lezgi, Avar, Oset, Karaçay-Malkar, Kumuk haklarının Ortak destanları olan Nart destanları aynı zamanda Kafkasyalı kimliğinin de bir belgesi sayılmaktadır[54]” Bu tesbit bizlere tarihin eski dönemlerinde Kafkas halklarının ortak bir kültürü hatta aynı yahut benzer akraba dilleri konuştuklarını araştırmaya yönlendirmektedir. Çünkü “destan anlatma ve dinleme ile oluşan beyindeki nöro-eşlenme” bilim insanlarına bunu düşündürmektedir:
“İlk insan topluluklarının oluşması sürecinde önemli bir role sahip olduğu görülen ve günümüz modern toplumunda bu rolünü devam ettiren hikâye anlatma ve dinleme eylemlerinin insan beyninin bilişsel süreçleri ile olan bağlantısı nörobilim çalışmalarının ilgi alanı içine girmiş bulunmaktadır. Bir hikâyeyi izlemeye ya da dinlemeye başladığımızda nöronlarımızın aktiviteleri anlatıcının nöronlarının aktiviteleri ile aynı örüntüleri sergilemeye başlarlar, buna “nöral eşlenme” (neural coupling) adı verilmektedir. Anlatıcı ve dinleyici arasında nöronlar seviyesinde oluşan bu senkronizasyon beynin değişik bölgelerinde meydana gelmekte ve hikâyenin bağlamsal modelinin paylaşılmasını sağlamaktır. Hikâye anlatıcısı tarafından bakıldığında hikâyenin oluşturulması ve işlenmesi süreçlerinde motor ve duyu korteksinin yanı sıra frontal korteksin de rol aldığı gösterilmiş olup, ilgili nöral ağların aktiviteleri beyindeki önemli bir sinyal iletici olan dopamin salımı ile de desteklenmektedir. Dopamin’in bu sistemdeki işlevi de yine beynimizde bulunan ödül-ceza yolağı ile ilgili olduğundan duygusal olarak iyi organize edilmiş, güçlü bir hikâyeyi izleyip, dinlediğimizde hikâye dopamin’in söz konusu etkisi nedeniyle daha kolay ve daha kesin bir şekilde hatırlanabilir duruma gelmektedir. Greg J. Stephens[55] ve arkadaşlarının bu konuda yaptıkları önemli bir çalışma hikâyenin anlatılması ve dinlenilmesi eylemleri esnasında anlatıcı ve dinleyicilerin beyinlerinin zamansal olarak eşlenik (senkronize) aktiviteler gösterdiklerini tespit etmiştir. Aynı nöral-eşlenme, iletişimin olmadığı durumda ya da bilinmeyen yabancı bir dille iletişim kurulmaya çalışıldığında görülmemektedir. Dahası, anlatıcı ve dinleyici arasındaki nöral eşlenme arttıkça iletişim de daha güçlü ve başarılı hale gelmektedir.
Denekler üzerinde fMRI ile gerçekleştirilen deneylerde dinleyicinin beyin aktivitesinin belli bir zamansal gecikme ile anlatıcının beyin aktivitesini yansıttığı da bulgulanmıştır. Yine aynı çalışmada dinleyicinin bazı beyin bölgelerindeki nöral aktivitenin anlatıcının nöral aktivitesinden önce oluştuğu gösterilmiş, hikâye açısından öngörü ve beklenti oluşmasını gösteren bu önsel aktivitenin dinleyicinin striatum, medyal ve dorsolateral prefrontal korteks (mPFC ve dIPFC) bölgelerinde yoğunlaştığı yine fMRI görüntülemesi ile kanıtlanmıştır. Görülen bu öngörüsel aktivitelerin dinleyiciye duyacağı ya da duymayı beklediği kelimelerin işlenmesi sürecinde zaman kazandırdığı ileri sürülmektedir. Hikâye dinleyicisinin öngörüsel beyin aktivitelerinin yaygınlığı ile hikâyenin anlaşılması ve anlamlandırılması arasında da güçlü bir ilişkinin varlığı gösterilmiş olup, bu güçlü korelasyon başarılı bir iletişim için dinleyicinin aktif katılımına işaret emektedir[56]”.
1996 yılında İtalya’da Parma Üniversitesi’nden Giovanni Rizzolatti, Vittorio Gallese ve ekibinin bulduğu ayna nöron sistemi (MNS: Mirror Neuron System) de masal, hikâye, destan anlatımları yüz ve beden hareketler, musiki ve dans gibi birçok sosyal etkinliğin açıklanmasına ışık tutmuştur.
İnsanlar birbirlerine masal, hikâye ve destan gibi sözlü anlatımlarla nöronal şekillenmeyi (plastisteyi) geliştirmişlerdir. İnsanlarda ayna nöronlar Brocca konuşma alanına yakın olarak inferior frontal kortekste bulunurlar. Bu da insanlarda lisanların ayna nöronlarda gerçekleşen mimik performansı/anlama sisteminden kaynaklandığı yönündeki görüşlere öncülük etmiştir. Ayna nöronların; anlama, taklit etme, diğer insanların davranışlarına benzeşme durumları için potansiyel bir mekanizma olduğu düşünülmektedir.
Dillerin kökeni ve gelişiminin MNS ile ilişkisi üzerine teoriler ortaya atmadan önce hem MNS’nin hem de dillerin yapısını anlamamız gerekmektedir. Ayna nöronların keşfi insan dillerinin doğuşu ve gelişimi ile ilgili daha fazla detayı anlamamıza imkân sağlamıştır. İyi bir iletişim için bireyin bir mesaj göndermesi ve alması gerekmekte ve aldığı sinyali anlamlandırması gerekmektedir. Bu açıdan bakıldığında ayna nöronlar dillerin doğuşunda ve gelişimindeki keşfedilmemiş bağlantı noktalarıdır. Ayrıca anlamların paylaşılması için de katkı sağlarlar. Rizzolatti ve Arbib ayna nöronların eylem aşaması ile iletişim kurma arasında köprü görevi gördüğünü düşünmektedirler. Görsel ve işitsel ayna nöronlar soyut kavramları ve eylemlerin anlamlarını kodlamaktadır. Ayna nöronlar üzerinde çalışan araştırmacılar bu nöronların dillerin anlaşılmasındaki önemi üzerinde durmuşlardır Ramachandran biyolojide DNA ne ise psikoloji için de ayna nöronların aynı değerde olduğunu söylemiştir. Ayna nöron’un tanımı; bir eylemi hem yaparken hem de aynı eylemi gözlemlerken aktive olan nöronlardır. Ayna nöronların keşfi dillerin doğuşunu ve gelişimini anlatma açısından ve dillerin temeli olan insan beyninde ilk ortaya çıkan yapı olduğu düşünüldüğü için önemlidir. Ayna nöronların hem ses ve mimikler hem de anlamların linguistik olarak temsil edilmesi açısından zemin oluşturduğu gösterilmiştir. Diller tabiat olarak homojendirler: anlamlar ile sesler arasında birliktelik vardır[57].
Ayna nöronlarla ilgili iki teori bulunmaktadır: Konuşma algısının motor teorisi diğeri de heceleme filtreleme hipotezidir. Motor teori ayna nöronların keşfinden önce de vardı. Bir eylemi algılama sırasında ve eylemi gerçekleştirme sırasında aynı nöronlar rol alıyorsa ayna nöronlardır. Eğer motor teori doğruysa çocukların dil öğrenme problemi de çözüme kavuşabilir. Örneğin yürümek gibi; zana nöronlar sadece eylemlerin temsil edilmesinde rol almaktadır. Fakat elma tornavida gibi nesne isimlerinin temsil edilmesinde rol almadığı ifade edilse de nesnelerin temsil edilmesinde de motor ve duysal nöronlar arasında bir bağ olabilir.
İnsanlar yoğun sosyal varlıklardır. Bir diğeri ile iletişim anlamında oyun, dans konuşma fonksiyonuna sahibiz. Dil ve kültür bizi diğer primatlardan ayıran özelliktir. V.S. Ramachandran’na göre; (ayna nöron üzerine çalışan nöroscientist), Ayna nöronlar, bizim evrimimizdeki anahtar noktadır. Hayvanlardan ayırır. Bu gelişmiş ayna nöron sistemi bize bütün durumlarda gelişmeye izin verir. Örneğin, Bir ayı için daha kalın posta sahip olmak milyonlarca yıl ve nesil alır. Fakat bir kişi için bir öğreticiyi izlemek ve üstüne post giymek çok kısa zaman alır. Ayna nöron sistemi, gözlemi karşılaştırmak ve sonra eylemi uygulamak olan eski bir tanıma sistemidir. Bu eylemlerden bir şeyler öğrenmek anlama gelir. Bu hatta şu anlama gelir: Ayna nöronlar oyunların, dansların kabile ritüelleri ve hatta insan dilinin evriminin kaynağıdır.
Daniel Glasser’de MNS deneyi için dansı seçmiştir. Çünkü dans hareket sözlüğüne sahiptir Bunun anlamı şudur: standart bir hareket dizisi vardır, her komponent bir isme sahiptir. Premotor korteksin aktivitesi, kişinin dansı bilip bilmemesine göre değişir, vizüel korteks’ (görsel) de kendi stillerinde dansı seyreden kişilerde daha fazla aktivite vardır[58].
Liberman’ın ileri sürdüğü konuşma algısının motor teorisi kognitif bilimlerde en çok ilgi çeken teorilerdendir. Bu teoriye göre insanlar konuşma seslerini ses olarak değil konuşanın fonetik mimikleri olarak algılarlar. Ve MNS keşfi de bu teori için bir rezönans olmuştur. Çünkü ayna nöronlar algı ve eylem arasında bire bir örtüşme sağlarlar. Bu yüzden algılama ile eyleme geçmenin ortak nöral kodu paylaştığı ileri sürülmüştür. Ayna nöronların keşfi de ayrıca nörobilimlerdeki konuşma, dillerin gelişim süreci üzerindeki araştırmaları da etkilemiştir. İnsanlardaki ayna nöronların konuşma algısında önemli rol oynadığı düşünülmektedir. Bunu destekleyen bir bulgu maymun kortexinde ayna nöronların bulunduğu bölgenin insanlardaki Brocca alanı ile homolog olabileceği görüşüdür. Ayna nöronlar ve motor teori arasındaki ilişki ye inanmamız için bazı nedenler vardır[59].
İşaret dili, konuşma dilinin linguistic, kognitif(bilişsel), biyolojik tüm karakterlerini taşıyan komplex yapıda bir sistemdir. Burada ifadeler ağızdan ziyade eller ve kollar ile yapılır. Bu yüzden işitsel sistemden çok görsel sistemle yapılan bir algılamadır. Dünyadaki birçok işaret dilleri; birbirinden farklılık göstermektedir.
İnsan hareketlerinin algılanması ile ilgili çalışmalar makak maymunlarından elde edilen bulgulardan etkilenmiştir. Bu bulguların çoğu hedefe yönlendirilmiş hareketlerin gerçekleştirilmesinde ve başkaları tarafından yapılan hedefe yönlendirilmiş hareketlerin algılanmasında ortak rol oynayan bazı hücrelerden bahsederler: ayna nöronlar. İşaret dili klasik dil bölgeleri ile eşleşmektedir. Bu bölgeler perisilvian dil bölgeleri inferior pariatal bölgeler, sol frontal premotor bölge ve operculer bölgelerdir. Aksine Non linguistik mimikler; orta temporal, oksipital bölgeler ile eşleşmektedir. Davranışsal ve nöropsikolojik kanıtlar sağır kişilerde işaretlerin eylem sürecinde farklı işlediğini düşündürmektedir. Bu da insan hareketlerinin algılanmasının tüm şekillerinde ayna nöron siteminin yer almadığı ihtimalini bulundurmaktadır.
Dillerde olduğu gibi müzikte de bir bilginin algılanması ve oluşturulması arasında bir ilginin olduğudur. Müzik dinlendiğinde insan ayna sisteminin aracılık ettiğidir. Müzik; zihinsel gelişim, duyguların düzenlenmesi ve sosyal etkileşim gibi işlevlerde önemli roller oynar. İnsan MNSnin bu işlevlerin bazılarında görev aldığı düşünülmektedir. Örneğin ayna nöron sisteminin müzik algısı ile duygular arasında deneyimsel (represential-temsil-den ziyade deneyimlerle) bir mekanizma aracılığı ile bağlantı kurduğu düşünülmektedir. Müziğe karşı verilen duygusal cevapların oluşumunda ayna nöron sisteminin muhtemel rolü: duysal müzik sinyalleri ilk olarak superior temporal girusda işlenir ve posterior inferior temporal girus ve premotor cortexde müzik sinyalleri tarafından oluşturulan hareket bilgisi (müziğe karşı verilen cevap) ile kombine edilir. Anterior insula (duygusal farkındalık) ayna nöron sistem (yapısal analiz) ile limbik sistem (komplex duygusal cevap) arasında bağlantı sağlar böylece limbik sisteme ulaşan bilgiler komplex duygusal bir cevap ortaya çıkmasında rol alır[60].
MNS dillerin gelişimi için doğal bir zemin hazırlamıştır. İnsan olmayan primatlarda bu sistem biolojik hareketleri anlamak için büyük bir ihtimalle de taklit ve dil için imkân sunmuştur. Ramachandran ayna nöronların psikolojide; biyoloji deki DNA kadar önemli bir sistem olduğunu ifade etmiştir. Ayna nöronlar taklit, hareketleri anlama, lisan, metafor, öğrenebilme gibi fenomenleri izah edebilmemiz için bir imkân sağlamaktadır. Ayna nöron sistemi yetmezliğinin otizm gibi konjenital nöropsikolojik hastalıklara yol açtığı günümüzde yaygın bir şekilde kabul görmektedir. İronik olarak ayna nöronlar maymun beynin de bulunmuştur. Fakat insandaki yetenekler maymunda yoktur veya onlarda otizm görülmez. Ayna nöronların taklit etmedeki rolü çok kapsamlıdır. Ayna nöronlar insanlar taklit ettiklerinde eşdeğer bir sistemin aktive olduğu görüntüleme yöntemleri ile saptanmıştır[61].
Eğer dillerin zihinsel yapılanma (Örneğin kültürel farklılıklar) ile şekillendiği doğru ise bu Praha dili ve modern Avrupa dilleri arasındaki farklılığı da açıklayabilmektedir. Praha dilinde sayılar ve sayma sistemi yoktur. Renk isimleri yoktur. Hatta fiiller bile kısmen yoktur. Buna rağmen Praha dili morfolojik ve (ölçü-vezin) dil olarak zengindir. Buradaki asıl nokta dillerin kültürlerin ihtiyacına göre adapte olduğudur. Ayna nöronlar ne yapmaktadır: Ayna nöronların keşfi dillerin mimiklerden geliştiği teorisine güçlü bir destek sağlamaktadır. Ayna nöron sisteminde geçişsiz eylemlerin geçişli eylemlere bağlandığının bulunması insan MNS’ nin iletişim kurmada rol aldığına bir delil teşkil eder. Muhakkak ki dillerin anlaşılması ayna nöronlardan daha fazla sistemlerin de açıklanması ile mümkün olacaktır. En azından genişletilmiş MNS’i kavramı dillerin anlaşılmasına daha çok katkıda bulunacaktır. İnsan beynindeki lisan bölgelerinin primat beyninde tanımlanan genişletilmiş MNS ile harita üzerinde örtüşmesi de dikkat çekicidir.
MNS sistemindeki taklit insanın sosyal gelişimi, öğrenmesi ve iletişimi için büyük bir role sahiptir ve enstrümantal öğrenme, ilişkisel öğrenme ve birçok duygusal süreç tabanlıdır. Yani taklit, basit bir kas hareketi sürecinden çok daha karmaşık bir süreçtir. İnsanlar üzerinde ayna nöron bulma çalışmalarını başlatan grupların başında, bu nöronların keşfini sağlayan Giacomo Rizzolatti’nin araştırmalarında, makakların beynindeki F5 bölgesiyle homolog olan insan beyninin Broca bölgesini incelediler. Araştırma sonucunda, insanın bir şeyi gözlemlemesi ve uygulaması sürecinde bu bölgenin son derece aktif olduğunu gördüler. Fakat en büyük gelişmenin kaydedildiği araştırma, kuşkusuz 2010 yılında makaleleri yayınlanan Roy Mukamel ve ekibine aittir. Bu grup, 21 insan üzerinde yaptıkları deneyde gözlemleme ve uygulama süreci içerisinde bir grup nöronun diğer nöronlara nazaran daha fazla tepki verdiklerini gözlemişlerdir. Bu da insanlarda da ayna nöronların bulunduğuna dair en önemli kanıtı oluşturmaktadır. Fakat bu ekibin tek eksiği ayna nöronlarının nerede arayacaklarını seçmemeleri olmuştur. 21 kişinin de medial duvar (içerisinde singulat korteks, SMA ve ön-SMA bulunduruyor) ve medial temporal lobuna (içerisinde amigdala, hipokampüs, parahipokampalgirus ve entorinal korteks bulunduruyor) elektrotlar yerleştirilmiş ve gözlemlenmiştir. Fakat bu bölgelerin hiçbiri daha önce ayna nöronlarla ilişkilendirilmemiştir. Bundan dolayı da artık ayna nöronlarının insan beyninin çok farklı yerlerinde bulunduğu anlaşılmıştır. Ayrıca yapılan başka bir araştırmaya göre insanlardaki ayna nöronlarının ilk 12 aydan sonra gelişiyor ve bu yüzden de bebekler genel olarak 1 yaşından sonra çevrelerine daha tutarlı tepkiler vermektedir. Ayna nöronların insana özgü becerilerin gelişmesinde merkezi bir rolü vardır. Gözlemlediğimiz kişiyi taklit edemiyor olsaydık insana özgü yetilerimiz bu kadar gelişmemiş olacaktır. Ayna nöronlar taklit ve bunun aktarımı sonucu; dilin gelişimi, kültürün aktarılması, ilk icatların günümüze kadar yayılması gibi insan evriminde önemli bir yere sahiptir. Ayna nöronların işlevleri toplumsal etkileşim ve empati yönünden de önemli bir rol oynamaktadır[62].
Ayna nöronlar birisini bir şey yaparken seyrederken, dinlerken sanki kendisi yapıyormuş gibi aktive olmaktadır. Bir bilimsel çalışmada araştırıcılar uzman piyanistlerin ve müzisyen olmayanların beyin aktivitelerini karşılaştırmışlardır. Deneklerin her iki grubuna da piyano dinletilmiş ve herhangi bir tuşa basmaları istenmiş ve her durum için deneklerin beyinleri f MRI ile taranmıştır. Sonuç olarak piyano dinlendiğinde sadece piyanistlerde piyano çalarken aktifleşen beyin bölgelerinin aktifleştiği görülmüştür. Diğerlerinde görülmemiştir. Whetley ve arkadaşları insan kültürlerini anlamak için 2 hipotez öne sürmüşlerdir. Birincisi, zihin, adalet, ahlak gibi kognitif değerler içermektedir. Superior temporal sulcus (1), insula (2), medial prefrontal cortex (3), posterior cingulate (4), amygdala (5), ve lateral fusiform gyrus (6), Bunların herbiri spesifik sosyal kognitif fonksiyonlarla ilişkilidir. Örneğin insula ve amygdala duygusal işlemlerle ilgilidir. İkinci hipotez simulasyon teorisidir. (inferior parietal cortex, 7, ve ventral-premotor/inferior-frontal cortex, 8,). Aynı hareket özelliklerini kodlayan duyu ve motor nöronların bağlantılı aktivasyonu sadece biz taklit ettiğimizde değil(a) aynı zamanda optik aynaları kullandığımızda da (b), kendi hareketlerimizi izlediğimizde(c), başkalarını, spor ve dans eksersizlerindeki senkron hareketleri yaparken izlediğimizde (d) de gözlenmektedir. Görsel ve motor nöronların bağlantılı aktivasyonu beraberindeki sesler yoluyla indirekt olarak da oluşturulabilir. Aynı ses olayın gözlemlenmesi ve yerine getirilmesi sırasında duyulursa sesi duymak hareketi kodlayan hem görsel hem de motor nöronları aktive edecektir[63].
Diğer primatların aksine insanlar, daha iyi taklit yeteneğine sahiptirler. Birkaç günlük bir bebek annesini izledikten sonra onunla aynı şekilde dilini dışarı çıkarabilmeyi taklit etmektedir. Ayna nöronların doğumda çalışmaya başladıkları bulunmuştur. Bir çocuk bir hareketi gözlemleyip daha sonra yaptığı zaman ayna nöronlar işe karışmaktadır. İnsanlarda, ayna nöronlar maymunlara göre daha zeki, daha esnek ve yüksek niteliklidir. İnsan ayna nöronları sadece hareketle ilgili değil aynı zamanda niyetler ve duygularla da ilgilidir. Bunlar insanı sosyal varlık yapan değerlerdir. Bir kişi diğerinin bir hareketini izlediği zaman beyindeki ayna nöronlar hareketi uyarmakta ve sonrasında hangi hareketin yapılacağını tahmin edebilmeyi sağlamaktadır[64].
Şükrü Torun, Beyin ve Dil isimli eserinde yeni-dil modelini şu şekilde özetlemektedir: “Klasik dil modelinden yeni-dil modeline geçildiği günümüzde hikâye ve destan anlatımları sırasında da karşı taraftaki bireylerde (dinleyicilerde) sosyal beyin yorumları önemli görülmektedir. Dil beyin ilişkilerine nörobilim, dilbilim, kognitif psikoloji ve komputasyonel nörodilbilim gibi çoklu disiplinlerden farklı bakışlar getiren günümüz koşulları konuşma merkezi, anlama merkezi gibi tek hemisferde belli bölgelere sınırlanmış nöroanatomik modelleri geçersiz kılmıştır. Artık ilgili bilim alanlarında dil beyin ilişkilerinden söz eden anlatımlarda Broca alanı, Wernicke alanı gibi terimler yerine anterior-posterior dil alanları, ikili işlem akışı, paralel çevrimler, ses anlam eşleşmesi, fonolojik haritalama, lokal işlemler, bihemisferik (iki hemisferin de katıldığı) işlemler, nöron devreleri, semantik geri çağırmak, modüler ağ organizasyonu, nöron şebekeleri, nöron ağları, dil ağları, çoklu işlev ağları, dağıtılmış global ağlar, işitsel-görsel eşleşme gibi yeni terimler daha çok yer bulmaya başlamıştır. Söylemlerdeki değişikliklerin arkasında kuşkusuz ki dil bilimsel bilgiler ışığında dille ilgili beyin işlemleri ve bu işlemleri ortaya koyan mikro makro yapılar ve mekanizmalara yönelik gelişmeler ve yenilenmeler yatmaktadır. Beyin-dil işlemlerini dil bileşenleri boyutunda oldukça ayrıntılı aşamalarına ve birbiriyle bağlantılı olarak değerlendirmesine karşın modern yaklaşımların model lokalizasyoncu diyebileceğimiz bazı özellikleri içermesi kaçınılmazdır. Ancak buradaki lokalizasyonculuk bir işlev-anatomik yapı eşlemesinden çok işlem-anatomik yapı eşlemesi çerçevesindedir. Daha da önemlisi yeni işlevsel nöro-anatomik bakış dil işlemlerinin nerede yapıldığı kadar nasıl yapıldığı sorusuyla da ilgilenmektedir[65].
Dil işlemlerinin nasıl yapıldığından hareket edildiğinde insanın sosyal boyutu akla gelmektedir. Beyinin gelişimi sosyal mutlaka sosyal bir ortam gerektirir. Sosyal Beyin Hipotezleri de bunu desteklemektedir. John Gowlett ve arkadaşları Sosyal beynin arkeolojisi çalışmasında “zihni ve maddi kültürü” değerlendiren araştırmalarında şu tesbitlerde bulunmaktadır: Sosyal beyin hipotezi (SBH), arkeolojide ve bunun da ötesinde insanın sosyal, bilişsel ve teknolojik evrimi arasındaki ilişkiyi yorumlamada önemli bir rol oynamıştır. 1990’lardan bu yana, Robin Dunbar temel tezin en tanınmış savunucusu olmuştur ve en popüler hale gelen SBH’nin onun versiyonudur. Özellikle, neokorteksin nispi boyutu ile primatların sosyal grubu arasında nicel bir ilişki olduğu ve bu taksona özgü pozitif bir korelasyon olduğu bulgusunu ortaya koymuştur. SBH, değişen ittifaklarla karakterize edilen bir sosyal dünyada, bu değişiklikleri takip etme ve aynı zamanda statüsünü iyileştirme yeteneğinin hayati önem taşıdığını göstermektedir. Bu görünüşe göre, bireylerin başkalarının niyetlerini ve duygularını anlamalarını ve takdir etmelerini gerektirir. SBH bir “Zihin Teorisi”nin gelişimi veya “zihin okuma”(bireyin duyu dışı algıdır. Düşünce aktarımı ile telepatinin iki ana biçiminden biridir) yeteneği açısından ifade edilmesi zorunludur. Bu kapasite, artan sayıda başka zihinler (amaçlılık düzeyleri veya düzenleri olarak bilinir) hakkında yinelemeli bir inanç durumları hiyerarşisi oluşturmuştur Birinci dereceden “Biliyorum” başlayarak, ikinci dereceden “Bildiğinizi biliyorum”, üçüncü dereceye “Düşündüğünü bildiğinizi biliyorum” vb. ikinci dereceden niyetliliğe sahip olunduğunda elde edildiği söylenebilir (çünkü bu, diğer zihinler hakkında akıl yürütmenin başladığı ilk seviyedir).İnsanlarda yetişkinlerin yedinci dereceden niyetliliğe ulaşabildikleri öne sürülmüştür ancak Stiller ve Dunbar’ın analizi, günlük kullanımda dördüncü ila beşinci derecenin daha yaygın olduğunu göstermektedir; Beşinci dereceden niyetliliğin ötesindeki seviyeler bilişsel olarak zorlayıcıdır. İnsan olmayan primatların (ve aslında insan olmayan diğer hayvanların) bir “zihin okuma”ya sahip olup olmadığı sorusu tartışmalıdır. Dunbar dilin (potansiyel olarak kahkahadan önce gelir) bu soruna bir çözüm olarak ortaya çıktığını ileri sürer: aynı anda birkaç kişiyi “yetiştirecek” daha verimli bir strateji olarak dil, daha büyük sosyal ağların korunmasına yardımcı olmuştur. Sosyal beynin arkeolojisi Sosyal beyin çerçevesi ve onu sosyal bilimlere uygulamak isteyen araştırmacılar tarafından ele alınmaktadır[66].
Sosyal bağlamın önceliğine uygun olarak, bu tür çalışmalar SBH’yi hem geçmiş bilişsel yeteneklere erişmek için bir buluşsal yöntem olarak hem de maddi kültürün yaratılmasını “teknik” terimlerden ziyade “sosyal” olarak yeniden yorumlamak için kullanmıştır. Başka bir deyişle, alet yapımının hesaplamalı taleplerini bilişsel değişimlerin itici gücü olarak görmek yerine, daha karmaşık malzeme formları bilişsel becerilerde sosyal olarak türetilmiş değişikliklerin ürünleri olarak görülür[67].
Soyut öğrenmelerden ve aktarımdan biri olan destan geleneği SBH açısından önemli olmaktadır. Nart destanları Kafkas halklarının arasında en temel “iç kimlik” katmanını inşa ediyorsa bu gerçeğin göz ardı edilmemesi gerekmektedir. John Gowlett ve arkadaşları da daha karmaşık hayal gücü ve planlamaya sahip olduğundan, bunların daha karmaşık bilişsel yeteneklere ve davranışlarla bağlantılı sosyal beyinle alakalı olduğunu vurgulamaktadır. Üstelik bunlar amaca yönelik bir davranışı yansıtan temel bir benlik duygusunu ima ederler. Soyut düşüncenin önemi ve nesiller boyu bunun bir miras olarak aktarılması asla tesadüf olmamalıdır. Bunun önümüzdeki dönemlerde Kafkas urukları arasında birleşik Kafkasya ülküsünü yeniden canlandıracak olan bir görevi olduğunun da işaretlerini taşımaktadır. Beyin kapasitesi sinapslar arası gelişmiş ve artmış plastisite yeteneği (gelişime uyumluluk) sosyal beyin açısında destan kültürüne sahip toplumlarda daha fazladır. Destan geleneği olmayan Batı Avrupa toplumları genellikle Grek ve Roma Mitolojisi ile sosyal bir kimlik inşa etmeye çalışmaktadır. Hâlbuki doğu toplumlarında ve Kafkasya Nart destanlarında zengin bir kimlik inşası bulunmaktadır. Kafkas Millî kimliğinin inşasında destanların önemi her geçen gün anlaşılacaktır. Kimlikte Millî şahsiyette Nart karakterine sahip gençler kadim geleneklerin niçin unutulmadığını anlayarak dünü yarınlara bağlayan köprüler olacaklardır.
John Gowlett ve arkadaşlarına göre insanlık tarihinde “ateşin, ocak şeklinde kullanılması” “Sosyal Beyin” bağlamında yorumlanmıştır. Gowlett ateşin insan evriminde ayrılmaz bir rol oynadığını, yalnızca daha enerjik olarak kaliteli yiyeceklere erişmenin araçlarını sağlamakla kalmayıp, aynı zamanda önemli yankıları olan işlevsel bir gündüz uzantısını da sağladığını savunmaktadır. Daha uzun bir iş günü, sosyalleşme için daha fazla zaman ve daha iyi grup savunmasını sağlamıştır. Aynı zamanda, farklı yaş gruplarının değişen uyku düzenlerinin toplumsal yaşama entegrasyonunu, emek ve malzemelerin ortak koordinasyonunu da gerektirmiştir. İleriye dönük planlama, görev dağılımı ve topluluk iş birliği açısından yer alan karmaşıklık, Gowlett ve arkadaşlarını ateşi ocak yapanların en azından üçüncü veya dördüncü dereceden niyetliliğe (zihni anlama/ okuma) sahip olabileceğini önermeye yöneltmiştir. Dunbar ve Gowlett ayrıca dilin kökenlerinin bir araya gelmek için harcanan sosyal zamanda yatabileceğini öne sürmüşlerdir[68].
Sosyal ve bilişsel işlevlerin dil aracılığıyla genişletilmesi, müzik, sosyal kurumlar ve maddi kültür yalnızca topluluk uyumuna yardımcı olmakla kalmadı, aynı zamanda sosyal grupların, süreci desteklemek için ‘dış’ kaynaklar olmadan dengelenmesini de sağlamıştır. Böylece, biyolojik ve kültürel biçimlerin birlikte evrimleştiği söylenir, ancak aynı oranda olması da zorunlu değildir: Sosyal Beyin gelişimi ile biyolojik beyin gelişimi anlatma ve dinlemenin zenginliği ile toplumsal yapıyı asırlardır devam ettirmektedir. Çünkü bu süreklilik bireysel zihinlerde; sosyo-kültürel bir bağlamda ortaya çıkar ve ortak dikkati yönlendiren ve başkalarını anlamamızı sağlayan nesneleri içerir. Ortak ve kamusal düşünce, bilgi ve duyguların ortak bir “zihin ortamının” ortaya çıkmasını besleyen bir yetenek olarak görülebilir. Başka bir deyişle bunlar duyguları birbirine bağlayan bağlardır, nesneler zihinleri dünyadan çeken ve onları ortak bir maddi manzarada bir araya getiren unsurlardır.
Bu görüşü benimsemek, çoklu zihinler arasındaki boşluklarının açıklanmasını ve antropolojik bir biliş anlayışı oluşturur. SBH’yi kullanan arkeolojik çalışmalar, şüphesiz Nörobilime sayısız yeni katkılar sağlamıştır. İnsan etkileşiminin duygusal ve maddi unsurlarını dikkate alma ihtiyacını kesin olarak belirlemiştir ve disiplinler arası ve dolayısıyla insan evrimine daha bütünsel bir yaklaşıma doğru yararlı bir geçit olmuştur. İlişkisel biliş modellerinin uygulanması da aynı şekilde üretken bir yön olmuştur. Bununla birlikte, “zihin” dediğimiz şey, beyne bağlı, “bilişsel” bir içerik işleyen bir varlıktır. SBH çerçevesinde, maddi kültür, bilişsel potansiyelin gerçekleştirilmesi veya giderek karmaşıklaşan sosyal beyinlerin “yedek” bir kapasitesi olarak yorumlanmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, dikkat becerilerinin ve gelişmiş belleğinin sonucudur. SBH’nin içsel mantığı, başkalarının zihinsel durumlarını modellemek için içsel temsiller yaratma ihtiyacını varsayar ve zihni anlamayı “gerçek” sosyal yaşamın birincil mekanizması olarak alır. Örneğin bir baltayı kırmak için, baltacının soyut düşünce yeteneğine sahip olması gerekir. ilk parçayı çıkarmadan önce artefaktı ve yontma stratejisini kavramak’tır. Kendini fiziksel dünyanın dolaysızlığından ayırma ve aracı kişinin “zihin gözünde” tasavvur etme becerisini gerektirmektedir. Zihni anlama kavramının merkezinde, başkalarının zihinlerinin doğası gereği opak (Fulu) olduğu ve doğrudan algılanamayacağı varsayımı vardır ve bu nedenle Dunbar’a göre “sosyal dünyanın ele alınması fiziksel dünyadan daha karmaşıktır”. Çünkü zihin dünyası kartezyen bir yapıya sahip değildir. O fizik, fizik ötesi, biyolojik ve sosyal birçok bileşenin ahengli bir bütünleşiğidir. Örneğin sosyallik kendi başına bir (zihinsel) düzlemde ortaya çıkıyor ve çalışıyor gibi görünüyorsa da sosyal zeka çoğu zaman diğer birçok problemi çözme ve aslında dil gibi, yapay eserlere atıfta bulunmadan uygulanmaktadır. Bu, pek çok biyolog, nörolog, piskolog antropolog, arkeolog ve birçok biliş alanında çalışanların tartışacağı bir konu olacaktır. Antropoloji ve ilgili disiplinlerin uzun süredir kanıtladığı gibi, doğal ve kültürel nesneler arasında bir çizgi çizmek de, sonuçsuz bir çabadır. Bu şekilde, maddi kültür, sembolik bilgiyi “kodlayan” fiziksel bir alt katman olarak kabul edilmiştir. Maddi kültürün sosyal gerçekliklerin inşasında ve insanların, etkinliklerin, anıların ve yerlerin zincirlenmesinde oynadığı meditasyon rolü de oldukça gelişmiştir. Maddi kültürün “toplumsal pratiklerin müzakerelerinin ayrılmaz bir parçası” olduğu ifadesi tam olarak bu tür bir argümanı örneklemektedir. Kuşkusuz, birtakım şeyler hayatımızda çok önemli bir rol oynar, ancak malzemenin bilişimizde kurucu ve dönüştürücü rolünü çok daha ciddiye almak için hâlâ tartışmalı bir yer vardır[69]. Bu açıdan masal, hikâye ve destan anlatma ve dinlemenin biyolojik ve sosyal beyin ötesinde; bilinç, bilinç altı ve bilinç dışının anlaşılmasında da önemli bir yeri vardır:
İnsan türünün evriminde, toplumsallığın oluşmasında önemli bir yer tutan hikâyelerin/destanların anlamlandırılması ve etkilerinin nörobilimsel alt yapısının ortaya çıkarilması her bir bireyin bir hikâye anlatıcısına dönüştüğü günümüz dijital dünyasında giderek daha önemli bir hale gelmektedir. Bu açıdan Carl Gustav Jung’un şu sözünü de hatırlatmak isabetli olur: “Belki de bir bireyin sorabileceği en önemli soru şudur: “Ben hangi mitin (siz bunu hikâye olarak da okuyabilirsiniz) içinde yaşıyorum?[70]”
Nart destanlarının ortak bir kökenden geldiği ve Kafkas halklarının ortak bir kültürü olduğu her geçen gün nöro bilim açısından ortaya çıkmaktadır. Araştırmacıların beyin, hafıza, dil ve konuşma teorilerindeki buldukları değişiklikler; “ses anlam eşleşmesi, fonolojik haritalama, lokal işlemler, nöron devreleri, semantik geri çağırmak, nöron şebekeleri, nöron ağları, dil ağları, çoklu işlev ağları, dağıtılmış global ağlar, işitsel-görsel eşleşme, ayna nöron sistemi, nöral eşleşme”[71][72] gibi bilim dünyasına kazandırdıkları yeni kavramlar sosyal hayatımızdaki birçok bilgiyi sorgulamayı da beraberinde getirmektedir. Bu çerceveden bakıldığında Nart destanlarının proto-Türk Sümer, İskit gibi kavimlerle ve Eski Türk destanları ile gösterdiği paralellikler tahmin edildiğinden çok fazladır. Türkoloji ile dil bilim, arkeoloji, antropoloji, astronomi, psikoloji ve sosyal psikolojinin Nart destanlarının çözümlenmesine katkıları olacaktır. Üstelik nöro-bilimler birçok disiplinle ilerleyen yıllarda Nart Destanları ve Dünya mitolojileri konusunda henüz cevapsız birçok soruyu da aydınlatacaktır. Nöro-bilim ışığında bütüncül ve sosyal beyin algısı, Kuzey Kafkasya Halklarının Avrupalı veya Rus Bilim adamlarının iddia ettiği gibi farklı halklar değil tarihsel kökleri ve bugün farklılaşmış dillerine rağmen Nart destanları gibi çok güçlü bir ortak kültüre sahip olduklarını göstermektedir. Asırların yıkıcı felaket rüzgârlarına ancak güçlü ve müşterek bir millî hafıza ile direnilebilinir. Dolayısıyla Birleşik Kafkasya düşüncesinin romantik bir varsayım değil, ilmi dayanakları, kültürel verileri olan bir gerçeklik olduğu anlaşılmaktadır. Dr. Yılmaz Nevruz ve “Birleşik Kafkasya” düşünürleri yıllarca emek verdikleri “BİRLEŞİK KAFKASYA” kavramı bilimsel bir söylemdir. Önümüzdeki yıllarda genç araştırmacılar bunun verilerine dünden daha hızlı ulaşacaklardır. Nart destanlarının eski Türk destanlarına benzerlikleri ise Balkanlar, Anadolu, Kafkasya ve Türkistan coğrafyası arasındaki kültürel bağların binlerce yıl geriye götürebileceğini göstermektedir. “Beyin ve dillerin gelişimi ve değişimi” çalışmaları Kafkasya’daki dil farklılıklarına ışık tutacaktır. Türkistan Uygarlığının Uygur ve Vusun Türk halklarından Kafkasya ve Anadolu coğrafyası ile Avrupa’ya kadar uzanacak Etrüsk, Pelasg ve birçok Ön-Türk kavimleri de sinir ve dil bilimciler tarafından araştırılmayı beklemektedir. Destanların ortaya çıkışı çok eski tarihlere dayanmaktadır. Bu sebeple “Erken-Türk” ve “Erken-Kafkas” kültürünün iyi bilinmesi gerekmektedir. Türkistan, Kafkasya, Anadolu ve Avrupa “Erken- Türkçe” yazıtlar, mağara resimleri ve alfabeler nörobilimlerin inceleme alanına girmektedir. Psiko-Tarih ve Psiko-Kültürel çalışmalarda “Birleşik Kafkasya” araştırmalarına katkıda bulunacaktır.
[1] Turan İlim Fikir ve Medeniyet Dergisi, 45. sayı, 2022 / Hilmi Özden – Eskişehir Osman Gazi Üniversitesi (ESOGÜ) Türk Dünyası Uygulama ve Araştırma Merkezi (ESTÜDAM) Müdürü.
ESOGÜ Tıp Fakültesi Anatomi AD. Öğretim Üyesi.
[2] Adilhan Adiloğlu, Karaçay-Malkar Nart Destanları, Turkishstudies, s. 127.
[3] Yılmaz Nevruz, Umumî Kafkas Tarihi’ne Giriş, Cilt I, Yaylacık Matbaası, İstanbul, 2013. s. 397., Yılmaz NEVRUZ, Kuzey Kafkasya Meselesinin Temel Stratejileri, Birleşik Kafkasya, sayı 5, 1995-1996, s.5.
[4] Yılmaz Nevruz, a. g. e., s.398.
[5] Özdemir Özbay, Dünya Mitolojisi ve Nartlar, Kafkas derneği Yayınları, 1999, Ankara, s. 4.
[6] V. İ. Abayev, Nartlar Asetin Halk Destanı, Çeviren: Kayhan Yükseler, YKY, 1997, İstanbul, s. 15
[7] Abayev, a. g. e., 30.
[8] Georges Dumezil, Kafkas Halkları Mitolojisi, Ayraç yayınları, Ankara, 2000, s. 72
[9] Adilhan Adiloğlu, Karaçay-Malkar Nart Destanları, Makaleler ve İncelemeler, Ankara, 2005, s.101.
[10] Adiloğlu, a. g. m., 40.
[11] Adiloğlu, a. g. m., 33.
[12] Adiloğlu, a. g. m., 33.
[13] Bendibay 1997,4:11; nakleden: Adiloğlu, a.g.e., 100.
[14] Adiloğlu, a.g.e., 100.
[15] Ekrem Hayri Peker, Çerkes Sürgünü, Bir Soykırım Öyküsü, Gece Kitaplığı, Ankara, 2021, s. 75.
[16] Vasfi Güsar: Kafkasya üzerine Beş Konferans, Kafkas Kültür Derneği Yayınları, İstanbul, 1977, s. 26,
[17]Adilhan Appa, Nartların Demircisi Debet, Birleşik Kafkasya Dergisi, 1999, sayı, 17:42-44.
[18] Yismeyl Özdemir Özbay Mitoloji ve Nartlar, Kafdağı Yayınları, 1990, Ankara, 111-112.
[19] B. Ömer Büyüka, Abhaz Mitolojisi Anaç mı? İstanbul Matbaası, 1971, s. 248-250.
[20] Yismeyl Özdemir Özbay, a. g. e., 87.
[21] Kazi T. Laypanov, İsmail M. Miziyev, Türk Halklarının Kökeni, Çeviren: Hatice BAĞCI, Selenge Yayınları, İSTANBUL, 2008, s.59.
[22] Ufuk TAVKUL, Kafkasya Gerçeği, Selenge yayınları, İSTANBUL, 2007.
[23] Ufuk TAVKUL, a.g.e.
[24] Yılmaz Nevruz’un Umumî Kafkas Tarihine Giriş, İstanbul, 2013, 398.
[25] Yılmaz Nevruz, a.g.e., s.402.
[26] Yılmaz Nevruz, a.g.e., s.403-404.
[27] Yılmaz Nevruz, a.g.e., s.405.
[28] Yılmaz Nevruz, a.g.e., s.406.
[29] Yılmaz Nevruz, a.g.e., s.407-408.
[30] Yılmaz Nevruz, a.g.e., s.409.
[31] Yılmaz Nevruz, a.g.e., s.410.
[32] Yılmaz Nevruz, a.g.e., s.411.
[33] Yılmaz Nevruz, a.g.e., s.413.
[34] Yılmaz Nevruz, a.g.e., s.415.
[35] Yılmaz Nevruz, a.g.e., s.416.
[36] Yılmaz Nevruz, a. g. e., s. 416.
[37] Yılmaz Nevruz, a. g. e., s. 417.
[38] Yılmaz Nevruz, a. g. e., s. 417.
[39] Yılmaz Nevruz, a. g. e., s. 419.
[40] Yılmaz Nevruz, a. g. e., s. 420.
[41] Yılmaz Nevruz, a. g. e., s. 421.
[42] Yılmaz Nevruz, a. g. e., s. 422.
[43] Yılmaz Nevruz, a. g. e., s. 422.
[44] Yılmaz Nevruz, a. g. e., s. 423-424.
[45] Yılmaz Nevruz, a. g. e., s. 424.
[46] Yılmaz Nevruz, a. g. e., s. 425.
[47] Mehmet Özsoy, Hikâye Anlatma ve Dinlemenin Nörobilimi, Herkese Bilim Teknoloji Dergisi, Sayı 290, Ekim, 2021, s. 11.
[48] Robin I. M. Dunbar, How conversations around campfires came to be? PNAS | September 30, 2014 | vol. 111 | no. 39 | 14013–14014.
[49] Mehmet Özsoy, a. g. e., s.11.
[50] Mehmet Özsoy, a. g. e., s.11.
[51] https://evrimagaci.org/ayna-noronlar-nedir-ne-ise-yarar-2534
[52] https://evrimagaci.org/ayna-noronlar-nedir-ne-ise-yarar-2534
[53] Mehmet Ozansoy, a. g. m., s.11.
[54] Ufuk Tavkul, Kafkas Nart Destanlarında At Motifi, Modern Türklük Araştırma Dergisi, Cilt 4, Sayı 3, 2007, s. 200.
[55] Greg J. Stephens, Lauren J. Silbert and Uri Hasson, Speaker–listener neural coupling underlies successful communication, PNAS | August 10, 2010 | vol. 107 | no. 32 | 14425–14430.
[56] Mehmet Ozansoy, a.g. m., s.11.
[57] In Kimbrough Oller, D. and U. Griebel (eds.) (2004) Evolution of Communication Systems: A Comparative Approach. The Vienna Series in Theoretical Biology, MIT Press, Cambridge MA. pp.297-313.
[58] Ryszard Praszkier, Empathy, mirror neurons and SYNC, Mind Soc, 2014, pp: DOI:10.1007/s11299-014-0160-x
[59] Andrew J. Lotto, Gregory S. Hickok and Lori L. Holt, Reflections on mirror neurons and speech perception, 2008 Elsevier Ltd. All rights reserved. doi:10.1016/j.tics.2008.11.008 Available online 14 February 2009.
[60] Istvan Molnar-Szakacs and Katie Overy, Music and mirror neurons: from motion to emotion doi:10.1093/scan/nsl029 SCAN (2006) 1, 235–241
[61] Michael C. Corballis, Mirror neurons and the evolution of language, Brain & Language journal homepage: www.elsevier.com/locate/b&l.
[62] https://evrimagaci.org/ayna-noronlar-nedir-ne-ise-yarar-2534
[63] Wheatley,T., Milleville, S.C., and Martin, A., Understanding Animate Agents Distinct Roles for the Social Network and Mirror System, Research Report, 2007 Association for Psychological Science, Volume 18—Number 6, 469-474.
[64] Wheatley,T., Milleville, S.C., and Martin, A., Understanding Animate Agents Distinct Roles for the Social Network and Mirror System, Research Report, 2007 Association for Psychological Science, Volume 18—Number 6, 469-474.
[65] Şükrü Torun, Dil ve Beyin, İşlevsel Nöroanatomi, Mart Matbaası, İstanbul, 2014, s. 116-117.
[66] John Gowlett, J., Gamble, C., and Dunbar, R., Human Evolution and the Archaeology of the Social Brain, Reviewed work, Source: Current Anthropology, Vol. 53, No. 6 (December 2012), pp. 693-722.
[67] John Gowlett, J., Gamble ,C., and Dunbar, R., a. g. e., pp. 693-722.
[68] John Gowlett, J., Gamble, C., and Dunbar, R., a. g. e., pp. 693-722.
[69] John Gowlett, J., Gamble, C., and Dunbar, R., a. g. m., 693-722.
[70] Mehmet Ozansoy, a. g. m., s. 11.
[71] Mehmet Ozansoy, a.g.m., s.11.
[72] Şükrü Torun, a. g.e., s.117.