Quantcast
Kafkasya’dan Anadolu’ya: Zekeriya Efendi – Belgesel Tarih

Ekrem Hayri PEKER
Ekrem Hayri  PEKER
Kafkasya’dan Anadolu’ya: Zekeriya Efendi
  • 08 Mayıs 2018 Salı
  • +
  • -
  • Ekrem Hayri PEKER /

Loading

1864 yılında yaklaşık üç asırdır Rus çarlığının saldırılarına karşı koyan ve bağımsızlıklarını korumaya çalışan Kafkas halkları, Çarlık ordularına yenildiler. Yüzyıllardır süren savaş, salgın hastalıklar ve çarlığın uygulandığı ekonomik ambargo da bu sonu çabuklaştırdı. Kafkas halklarının devletleşememesi, bu saldırılara birleşik güç olarak karşılık vermelerini engelledi. Bağımsızlıklarına çok düşkün olan kabileler, aileler kendi örflerine, adetlerine uyarak yaşadılar. Sadece Şapşığlar, Kabardeyler ve Abazalar prenslik halinde örgütlenmişlerdi.

Yüzyıllar sonra bağımsızlığını kazanan ve Müslüman devletlerarasında küçük bir Hıristiyan devletçiği olan Gürcistan kendini korumak için çarlıkla anlaşma yapar. Rus çarlığı Gürcistan’ın hamiliğini üstlenir, 1800’lü yılların başında son Gürcü kralı tedavi olmak için gittiği Petersburg’da ölür. Ruslar Gürcü kralın yazdığı vasiyetname ile topraklarını Rus çarına bıraktığını iddia ederek Gürcistan’a el koyar. Sadece dağlı kabileler zayıf bir direniş gösterir. Gürcü asilleri çoktan Çar’ın hâkimiyetini kabul etmişlerdi. Böylelikle Kafkasya’nın kuşatılması tamamlanır. Rus Çarlığı Karadeniz’in kontrolünü eline geçirir. Gürcü’ler Kafkasya halklarına saldıran Çar’ın askerlerine yardım ederler. Müslüman Gürcüler yavaş yavaş Anadolu’ya göçer.

Kafkasya’da Rus Çarlığındaki serflik sistemi yoktu. Yani toprağı işleyen köylünün bir beyin kölesi olduğu, onun iznini almadan köyünü terk edemediği sistemdir bu. Bu yüzden kölelikten kaçan bir kısım Rus Kafkas halklarına sığınıyordu.

Çarlık yenilen Kafkas halklarının önüne üç seçenek koydu:

  • Serfliği kabul etmek
  • Sibirya’ya sürülmek
  • Osmanlı ülkesine göç etmek

Çarlık ve Osmanlı imparatorluğu anlaşmıştı. Çar asi tebaa istemiyordu. Osmanlı’nın da yeni nüfusa ihtiyacı vardı. Üstelik Kafkasya halkları Müslüman’dı. Halife kollarını açmış onları mutlu bir gelecek bekliyordu..

******

Kafkasya’dan gelenler önce Dursunbey taraflarında Kızılöz köyüne yerleşirler. Sonra gelip Güvem’e yerleşirler. Güvem bir meyvenin adıdır Aslında göç edenler GUYAME derler, gönül, özlem, hasret kokusu anlamındadır. Anayurdun hasreti köyün adı olarak konur. Anayurdun kokusunun en iyi hissedildiği yer demek sanırım daha doğru olacak. Köye yerleşenler çok becerikli insanlarmış. Eldeki kıt imkânlarla ormanda tarla açıp evler yaparlar, hayvan yetiştirirler. Su getirip, çeşme yaparlar. İbadet etmek için cami yaparlar.

Dağa yerleşen Adigeler’in Güvem’e yakın iki köy ve bir mezra kurarlar. Abzah kökenlileri Karadeniz kıyısındaki liman kentinin adını yeni köylerine verirler;  Soğucak derler. Şapsığ kökenli aileler Mahmudiye köyünü ve Karanlık Dere mezrasını kurarlar.

Zekeriya Efendinin eşi Fatma Hanımın babası ailesiyle daha önceki yıllarda göç etmiştir. Memleketlerinden gelirken bir avuç yurt toprağı ve kuru bir dal(çubuk/kalem) getirirler. Toprak daha sonra Faruk Dayımın annesi Nefise Hanıma miras kalır. Onun vefatında yanlışlıkla dökülür. Dal parçası hala saklanmaktadır.

Köy ve çevresinde ilk çağlardan kalma bazı mezarlar ve büyük bir yapı kalıntısı varmış. Yapının zeminine mozaik döşenmiş. Bu yapının taşları o zamanlar Nahiye merkezi olan Deveci Konak’taki bir okul inşaatında kullanılmak için sökülmüş ve öküz arabalarıyla nahiye merkezine taşınmış. Binanın kalıntıları zamanla yok olup gitmiş.

Çevrede tarlalarda sık sık çıkan kiremitler beklide Alpagut civarından geliyordu. Alpagut Köyünden Güvem Köyüne yol açan dozer tesadüfen ilk çağlardan kalma bir kiremit fırını kalıntısını bulunmuştu.

Köye yerleşenler Kuzey Kafkasya’daki özerk Adıgey cumhuriyeti’nin başkenti Maykop yakınlarından göç etmişlerdi. Yüz otuz-yüz kırk sene sonra aile adlarından oradaki akrabalarını gidip bulanlar oldu. Ömer dedemizin iki erkek ve iki kız evladı olur. Erkek evlatlarının adı Zekeriya ve Haşim’dir. Zekeriya dede 1880’de doğar. Haşim ve Zekeriya dedelerim Eskişehir’de rüştiyede okurlar. O zaman eğitimde Eskişehir daha öndedir. Zekeriya Efendi köyün bir nevi reisi, önderiydi. Uzun boylu şövalye yürekli; gözünü budaktan sakınmayan biridir. 1919’dan sonra imparatorlukta düzen kalmamıştır, hükümet otoritesini yitirmiş. Ankara’yı merkez tutan direnişçilerle İstanbul hükümeti arasında kıyasıya bir mücadele başlamıştır. Zekeriya Efendi Ankara hükümetini destekler.

Osmanlı’nın emekli jandarma binbaşısı Anzavur lakaplı Ahmet Bey;  paşa yapılır. Görevi Güney Marmara’daki direnişi kırmak bölgeyi İstanbul’a bağlamaktır. Emrine verilen subay ve askere ilaveten İngiliz altınlarıyla da takviye edilir. Bir gemiyle bandırma’ya getirilen Anzavur Ahmet Paşa bölgeden çoğu Çerkez birçok gönüllü toplar. Çanakkale’yi kontrol altına alır. Kuvvetlerinin bir kısmı Balıkesir’e yönelirken kendisi Manyas üzerinden Bursa’ya ilerler. Mustafakemalpaşa’ya gelir.

Çerkezlerde iki türlü akrabalık vardır, yakın akrabalığın dışında soy-klan-aşiret akrabalığı vardır. Anzavur Ahmet Beyin bölgeye ilk geldiğinde yanında fazla bir kuvvet yoktur. Yanında kalabalık bir gurupla Güvem’e gelir. Ahmet Bey köyümüzde soy akrabası Ramazan Aksoy’un evinde bir-iki korumasıyla kalır. Adamları köyün dışında konaklar. Buradan Turfal dağına doğru giderler. Konaklama yeri olarak Serçe Ören ve Yayla Çayırı Köylerini seçerler. Yayla Çayırı Köyünden batıya, Balıkesir istikametine; Balıkesir –Susurluk şosesine doğru giderler. Geçtikleri yerlerde Padişah lehine, Kuvvay-ı Milliye aleyhine propaganda yaparlar, taraftar toplarlar. Sonra Susurluk ilçesinin Demirkapı Köyü yakınlarında Balıkesir-Susurluk şosesine hakim bir tepeye yerleşirler. İsyancıların propaganda timleri Dereli Köyüne de uğrar. Köylüye memleket ve din elden gidiyor diye propaganda yaparlar. Anne tarafından akrabamız İshak (Cankol)dedemiz o zaman 16 yaşındadır. Propagandadan etkilenir. Babasının, ağabeylerinin haberi olmadan bulduğu ağızdan dolma bir tüfekle propaganda için gelenlere katılır. Anzavur’un kuvvetleri Demirkapı tepelerindedir. Şose’nin öbür tarafında Çerkez Ethem Beyin öncü kuvvetleri mevzidedir. Aznavur’un kuvvetlerinin elinde bir-iki top vardır. Buradan top atışı yaparlar. Civardaki köylüler top mermilerinin yola düştüğünü söylerlermiş. Çerkez Ethem’in kuvvetleri karşılık verince Anzavur’un kuvvetleri geri çekilir. Dönüşte Yayla Çayırı köyündeki Hacı Emin Ağa onları doyurur. Bölgede yıllar sonra bu olay konuşulur; Hacı kadar insana nasıl sofra çıkardı, nasıl doyurdu diye. Anzavur’un kuvvetleri dağılır gider. Anzavur Kirmasti üzerinden Biga taraflarına çekilir. İshak dedemiz Dereli köyüne döner, hiç bir şey olmamış gibi tüfeği yerine koyar. Anzavur Ahmet Bey İstanbul’a döner.

İshak Cankol daha sonra askere alınır, çavuş rütbesine yükselir. Doğu Cephesinde Kürt isyanlarının bastırılmasında yer alır. Bulunduğu müfreze daha sonra Musul ve Kerkük yöresini kurtarmaya giden birliklere katılır. Musul ve Kerkük’te İngiliz birlikleriyle çarpışır. İshak Çavuş çocuklarına şunları anlatmıştı; Birliğimiz 800 kişiydi. Kürt isyancılarla çarpıştıktan sonra El-cezire bölgesine gittik, İngilizlerle çarpıştık. İngiliz tayyareleri bize çok zayiat verdirdi. Tepemizden ince mızrak gibi demir çubuklar atarlardı. Bu çubuklar bizi delip geçerdi. Tayyarelerin sesini duyduğumuzda söğüt ağaçlarının altına girerdik.  Atlarımızın altına saklanırdık. Geri çekildiğimizde birliğimiz 80 kişiye düşmüştü”. Döndüğünde parmaklarının bir kısmı iş görmüyordu. Devletten hiçbir talepte bulunmadı. Balıkesir’in Kepsut İlçesine bağlı Dereli köyündeki aile mezarlığında vatana karşı görevini yapmanın huzuruyla yatmaktadır.

********

Anzavur Ahmet Bey üç ay sonra daha güçlü olarak bölgeye geri döner. Yanında çok miktarda İstanbul yanlısı subay ve bol miktarda İngiliz altını vardır. Çok miktarda top ve makineli tüfekle de takviye edilmiştir. İsyanın temelinde Kaymakam Hamdi Beyin ve diğer Kuvvay_ı Milliyecilerin milli müdafa için topladıkları müfrezelerin masraflarını halktan toplaması yatar. İsyanın temelini Pomak Köylüler oluşturur. Bölgedeki birliklerdeki askerlerin çoğu da Pomaktır. Bu askerler ya isyancılara katılır veya direnmeyip kaçarlar. Anzavur Mustafakemalpaşa’ya gelir ve Belediye binasından halka hitap eder:

“Bir elimde ferman, bir elimde Kur’an, göğsümde iman gelin bana katılın. Kendi atıyla gelene şu kadar altın maaş, yaya gelene şu kadar altın maaş verilecek” der. Çevreden az sayıda katılım olur. Sonrasında Çerkez Ethem Beyin kuvvetleri yetişip, Ahmet Paşa’nın kuvvetlerini dağıtır. Kuvvay-ı Seyyare Mustafakemalpaşa’ya girdiğinde köprübaşına kurulan üç darağacında üç Milli Mücadele yanlısı asılmak üzeredir. Olayı öğrenen Ethem Bey’in abisi Tevfik Bey asılmak üzere olan insanların ellerini çözdürür (içlerinden birini tanımaktadır) ve asmak isteyenleri onlara astırır.

İkinci Anzavur İsyanıyla aynı tarihlerde Konya Bozkır’da İsyan başlar Eski Konya valisi Cemal Bey’in ve Ayan üyesi Zeynel Abidin’in düzenlediği isyanın amacı Ankara’daki direnişi yok etmektir. Zamanlama doğrusu çok ilginçtir.

Ayaklanma basıldıktan sonra Yarbay Kasap Osman’ın mahkemesi kurulur. Osman Bey Göl kenarındaki Dorak köyünde İki katlı bir evde karargah kurar. Aznavur’a destek veren kim varsa yargılar. Birçok insan suçlu-suçsuz asılır. Bunların içinde Aznavurun isteği üzerine ona yemek yapan kadının kocası da asılanlar arasındadır.

Zekeriya Efendi de bu mahkemeye sevk edilir. Davut yandaşlarına ihbar mektubu yazdırmıştır. Güvem köyünden on kişi jandarmalar tarafından alınıp Osman Bey’in karargahına teslim edilir. Zekeriya Efendi dışındaki köylüler değil misafir ağırlamak kendi karınlarını zor doyuran insanlardır. Köylüler sırayla falakaya yatırılıp sorgulanır. Hangi eşkıyayı ağırladın, ne verdin; bayıltana kadar dayak.

Zekeriya Efendi böyle sorgu olmaz, ben yazılı ifade vermek istiyorum der. Jandarma kulak asmaz. Zekeriya Efendi ısrar eder, direnir. Bir jandarma Zekeriya Efendi’nin karnına, kalçasına birkaç kez süngüsünü batırır. Jandarmalarla Zekeriya Efendi arasında kavga başlar. Israrları sonucunda jandarmalar Osman Beye size yazılı ifade vermek isteyen bir köylü var derler. Osman Bey verin bir kağıt kalem verin der. Sonunda yazdığı ifade Osman Bey’e iletilir. İfadesinde “Eşkıya geliyor köylüyü sıkıştırıyor. Ekmek, katık, para alıyor. Sonra Jandarma geliyor oda köylüyü sıkıştırıyor, darb ediyor, asıyor. Böyle mücadele netice vermez. Köylüler zor durumda” diye yazar. Osman Bey yazıdan ve söz konusu ifadeden farklı bir insanla karşılaştığını anlar. Hemen yanına çağırır. Zekeriya Efendi “ Teşkilatlanmadan eşkıya ve isyancılarla mücadele edilemeyeceğini söyler.” söyledi. Bu arada paçamdan sızan kanı Osman Bey fark etti. “Ne oldu diye sorar?”Osman Bey onu dinler. Tedavi ettirir. (Dayım dedeme banyo yaparken yardım ederdim, bu izleri gördüm demişti).Memleketin Zekeriya Efendi’yi misafir eder. Sabaha kadar memleketin durumu üzerine konuşurlar. Osman Bey ve Zekeriya Efendi arasındaki dostluk Osman Bey asılana kadar sürer.

Zekeriya Efendi’nin daha önceden gayri resmi olarak Kuvvay-ı Seyyare’yle, İstanbul Karakol Cemiyeti’yle bir alakası vardır. Yaptığı faaliyetleri perdelemesi için kendisine İstanbul’dan 1919 yılında gönderilmiş gezici imam olduğuna dair bir belge verilmiştir.

Zekeriya Efendi Osman Beyden silah ister. Osman Bey “Bu konu beni aşar der”. Sonra beraberce Bursa, Eskişehir veya Ankara’ya giderler. Yetkililerle görüşürler. Kendisine

Kuvvay-ı Milliye adına bir Balıkesir-Bursa- ve Kütahya’da geçerli bir yetki belgesiyle 200 altın verir. Osman Bey’de Zekeriya Efendiye bir İngiliz Filintası hediye eder. Bu filinta ve yanında başka bir filinta yıllar sonra Haşim Hoca’nın yıkılan evinin bir köşesinde paslanmış olarak çıkar. Savaştan sonra artan silahlar Mustafakemalpaşa’da, parada Ankara’ya götürülüp makbuz karşılığında teslim edilir. Yapılan harcamaların belgeleri yetkililere verilir. Zekeriya Efendi Ankara’ya birkaç defa gider. Ankara’nın başkent olduğunu duyunca yakınlarına “Bu taşlık kasaba bu milletin çok parasını yer” demiş.

Zekeriya Efendi serbest bırakılır. Verilen yetki belgesi tüm resmi görevlilerin ona yardımcı olmasını ve istediği silah, mermi ve malzemeyi vermesini emreder. Zekeriya Efendi bu belgeyle Mustafakemalpaşa ( o zamanki adı Kirmasti) Kaymakamlığına gider. Üzerimde keçeden yapılma kapüşonlu dizlerime kadar inen bir kaban vardı. Kasabalılara pek benzemiyordum.

“Kaymakam nerde diye kapıdaki adama sordum, üst katta dedi. Çıktım kapı aralıktı. Ayağını bir sandalyeye uzatmış gazete okuyordu Kapıyı çaldım içeri girdim, ne var? Diye sordu. Elimdeki belgeyi uzattım, elimden alıp şöyle bir göz gezdirdi. Sonra hızla ayağa kalktı. Elindeki gazete yere düştü, ayağını koyduğu sandalye devrildi. Kalktı, bana eliyle selam verdi.

Kendisine istediğim silah ve mühimmatın listesini verdim. Ne gün nerde alacağımı da söyledim. Sözleştiğimiz gün belirlediğimim yere yanıma aldığım birkaç güvenilir insanla gittim ve kazasız belasız silahları aldım.

Güvem ve çevre köylerde (Soğucak ve Çakallar köylerinde) ve Karanlık Dere mezrasında gözü pek, ağzı sıkı insanlardan silahlı gizli bir teşkilat kurdum. Köy yollarına hakim yerlere mevzi kazdırdım. Yolları kullanmak isteyen eşkıyalar nereden atıldığı belli olmayan mavzer mermilerinin sesini duyunca, bazıları da yaralanınca yollardan uzak durdular, orman içlerini kullandılar, o yörelere uğramaz oldular. Kurtuluş savaşından sonra kalan silah ve mühimmat devlet yetkililerine iade ettik” Diye yıllar sonra çocuklarına ve torunlarına anlatmıştı.

Askerlik Şubesinde görevli Üstelik Bursa’da Redd-i İlhak Cemiyetini kuranlar arasında yer alan Binbaşı Nevres Bey’le de bağlantısı vardır(kimi yaşlılar Firdevs Bey diye hatırlıyorlar).Nevres Bey sık sık Zekeriya Efendi’yle görüşmeye gelirdi. Kaçamak ve Çerkez Tavuğu ile ağırlanırdı. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra da sık sık köye gelip Zekeriya Efendi ile görüşür.

                                 Kara Davut

Dönemin en meşhur eşkıyası Sünüklü (Sünlük köyünden) Davut’tur. Kara Davut diye bilinir. Manav, yani yerlidir. Yunanlı işgalcilerle işbirliği yapan Davut yörenin astığı astık, kestiği kestik derebeyidir. İstediği yeri basar, istediğini dağa kaldırır. Kendisine Çerkez denilse de aslı yoktur. Sadece çetesinde birkaç Çerkez vardır. Adıge’leri kötülemek isteyenler Davut’a Çerkez Davut demişler ve maalesef amaçlarına ulaştılar.

Davut’la işbirliği yapan Yıldız Köyünden İzzet adında bir eşkıya vardır. Onun baş adamı Zekeriya Efendi Davut’u tanımaz. Bir gün tanıdığı Gulalako (ikircikli, kararsız) lakaplı İzzet diye bir adamın bulunduğu dört kişi ( Davut, İzzet, Döllük köyünden Neçhak Recep ve Recep adında diğer bir eşkıya)köye geçiyorduk, misafir geldik diye mola verirler. Köy korucusu Ethem bunları alıp Zekeriya Efendi’nin evine getirir. Eşkıyalar Yıldız üzerinden Susurluk tarafına gideceklerdir. Atlarından inip bahçeye girerler. Zekeriya Efendi ikindi namazını kılmak için abdest almaktadır. Zekeriya Efendi istifini bozmadan abdest almaya devam eder. Koruyucuya misafir odasına alması için başıyla işaret eder.

Davut ve adamları içeri girerler, Zekeriya Efendi’nin ilgisizliği onları sinirlendirir. Misafirler yatak-yorganları yerdeki halıların üzerine atmışlar ve kendilerine ikram edilen kahveyi reddetmişler. Zekeriya Efendinin odaya girmesiyle üç eşkıya odadan çıkarlar.  Sonrada evi terk edip atlarına binerler. Atlarına binip ileri-geri giderek gövde gösterisi yaparlar. Geride sadece Neçhak Recep kalır. Zekeriya Efendi sorar; “ne istiyorsunuz” diye. Recep havadan-sudan konuşmaya çalışarak ortamı yumuşatmaya çalışır. Arkadaşlarının /Davut’un çok cesur insanlar olduklarını söyler. Zekeriya Efendi’nin ilgisizliğinin onları incittiğini söyleyerek, konuyu mermi istemeye getirir. “Haşlak kaldık, mermimiz yok, birkaç bağ mermi versene” der. Eşkıyalarda her an ateş açılabilir, hedef olmayalım diye ileri geri gitmektedirler. Bu sırada Davut dışarıdan bağırmaya başlar; “Vur onu, vursana”. Zekeriya Efendi Receb’e “Bağıran köpeği alıp hemen köyü terk edin, yoksa hepinizi ebediyen sustururum” Deyip Neçhak Recep’i kovar. Bahçeden çıkan Receb’e arkadaşları “Niye vurmadın, niye vurmadın” diye sorarlar. Neçhak Recep ne cevap verdi bilinmez ama köyü hızlı bir şekilde terk ederler.

Davut bu olaydan işi büyütür. Yanına çok sayıda adam toplayarak çetesini güçlendirir. Bölgenin neredeyse tek hakimi olur. Sonra adamlarından biriyle Zekeriya Efendi’ye bir mektup gönderir. Mektubunda “Bizin mesleğimiz, işimiz adam öldürmek, bizimle zıt gidenler bu bölgede yaşayamaz. Hesabını görürüz” der. Zekeriya mektubu hemen okur, arkasını çevirip şunları yazıp aynı adamla geri iade eder; “Benim silahım keçi boku atmıyor, hesap görebileceksen varım. İstediğin yerde vuruşalım, Hodri Meydan”

Zekeriya Efendi Davut’u sürekli uyarır. Yaptıklarından vazgeçmesini ister. Davut da Zekeriya Efendi’den kendisine katılmasını ister. Devlet arkamızda der. Karşılıklı tehditler gider gelir. Zekeriya Efendi sülük Davut’u düelloya davet eder, Davut kabul eder. Düello yeri Davut’un köyü Sünlük ve Güvem Köyü arasındaki Turfal Dağında bir tarladır.

Zekeriya Efendi kararlaştırılan gün silahlarını kuşanıp yola çıkar. Bunun duyan kardeşi Haşim Hoca aceleden eğer bile takmadan bir ata atlar ve ona yetişir. Zekeriya Efendi kardeşini şiddetle azarlayıp geri gönderir.

Zekeriya Efendi erken gelmiştir. Tarladaki armut ağacının altındaki doğal siper haline gelmiş çukura girer. Bu mevkii özellikle seçmiştir. Buradan her tarafı görmek, kontrol etmek mümkündür. Davut buluşmaya gelmez, adamını gönderir. Bir saat sonra adamı Karaorman köyünden Recep tarlaya gelir. Yalnız geldiğine emin olan Zekeriya Efendi yerinden çıkıp Davul’u sorar. Recep yalnız geldiğini, Davut’un gelmeyeceğini söyler. Zekeriya Efendi Davut’un nerede olduğunu sorduğunda Davut’un bu saatlerde Afyon’daki Sultan Dağında olduğunu söyler. Recep Davut’u Zekeriya Efendi’ye över:“Davut iyi adamdır, cesur adamıdır, arkadaşlarına sahip çıkar, o da seninle birlikte hareket etmek istiyor” der.  Zekeriya Efendi Davut’un adamına “ Söyle ona saklanmak için Afyon uzak, yalan söylemesin. Davut kadın çarşafı giyip dolaşsa daha iyi eder. Git bunları ona söyle” der. Davut bundan sonra Güvem’e uğramaz.

 

Zekeriya Efendi tedbir olsun diye yattığı odanın içine yarım metre duvar ördürür. Yatarken suikaste uğramaya karşı bir tedbir alır.

Bir gün Sünlüklü Davut çetesiyle beraber Alpagut üzerinden gelip, Güvem köyünün altından geçer. Tercümanın ağılında mola verirler. Akşam üzeride Soğucak köyünün bir mezrası olan Karanlık Dere’de konaklar. Gece orada kalırlar. Kim nerede yatıyor iyice öğrenilir. Çete uykudayken konakladıkları yeri basılır. Çete mensupları çatışmada öldürülür. Onları misafir eden ev sahibinin kardeşi silah seslerine uyanıp, elindeki tüfekle fırlar. Kardeşinin evini basanlara ateş açar. O da baskıncılar tarafından çeteci zannedilerek öldürülür.

Sünlüklü Kara Davut yattığı yerde uyumazmış. Gece oradaki bir samanlığa gizlenip yatmış. Çatışma çıkınca atını bile almadan oradan kaçar. Sünlüklü Davut yayan-yapıldak Dereli Köyüne ulaşır. Açlık ve yorgunluktan bitap düşmüştür. Orada İshak Çavuş’un babasının köye gelen misafirler, gelip-geçen yolcular için açtığı konuk odasına uğrar. Yukarıda belirttiğim gibi Mola Yusuf’un oğlu İshak Çavuş 16 yaşlarında bir delikanlıdır o zaman. Öğleden sonra odaya uğrayan İshak Çavuş Davut’u odada volta atarken bulur. “Siz dinlenin size sofra getireyim der.” Davut can derdine düşmüştür. “Yemeği bırak, sen bana acele peynir-ekmek getir yeter” der. Baskından sağ kurtulan Davut takip edilme korkusuyla ormanda saklanarak yol alır. İki-üç saatlik yolu yarım günde yürüyerek Dereli Köyüne ulaşır.  İshak Çavuş’un getirdiği peyniri ekmeğin arasına yerleştirip yiye yiye çabucak köyden ayrılıp birkaç yandaşının olduğu Yıldız köyü istikametine doğru uzaklaşır. İshak Çavuş Davut’un başına bir iş geldiğini, bir yerde sıkıştırıldığını anlar. Ama olayı tam öğrenemez, Davut’ta bir bilgi vermeden oradan uzaklaşıp elindeki ekmeği ısırarak Yıldız Köyüne gider. Burada eşkiyalığa başladığı yıllardan bu yana arkadaşı olan Gulaleko İzzet’e sığınır.

Bu olaydan sonra Sünlüklü Davut Yine etrafına 8-10 adam toplar, eşkıyalığa devam eder. Ama dağ yörelerine bir daha uğramaz.

* * * *  *

Talihli adamdır Davut. Sonradan Haşim Hoca’nın eşi olan Hamide Hanım yıllar sonra dayıma şunları anlattı; bekârdım. Sabah evimizin çatısının düz kısmına çıkmıştım. Bütün gün Soğukpınar taraflarından silah sesleri geldi. Gece de zaman zaman silah sesleri geldi. Çerkez Ethem Bey Anzavur Ahmet Beyin kuvvetlerini Soğukpınar da sıkıştırmış, köyü sarmış. Bir kısım kuvveti de Davut’un çetesini Sol Dere’de kıstırmış, orada yok etmişler.

Bir adamın kimi zaman koşarak kimi zaman hızlı yürüyerek dere tarafına gittiğini gördüm. Arkasından gelen iki atlı zaman zaman ateş ediyorlarsa da aralarındaki mesafe yüzünden etkili olamıyorlardı. İyice yaklaşınca gelenin Davut olduğunu gördüm. Davut dereyi akıp dere kenarında kayanın yanına gitti. Takipçiler iyice yaklaşmışlardı. Davut Kayanın ardından gelenlere tüfekle ateş etmeye başlayınca takipçileri önce duraksarlar, sonra da geri dönerler. Davut belirli yerlere silah ve mermi saklarmış, o kayanın uygun bir yerine de silah ve mermi saklamış.

Dayım 191 9 yılında Kirmasti’deki jandarma komutanının çeteler karşısında pasif kaldığını, çetelecilerin çok rahat Kirmasti’ye gelip gittiğini anlattı. Daha sonra gelen komutan jandarmayı disipline eder ve kasabaya alışverişe gelen Davut’u, kardeşi Zekeriya ve bir adamını yakalar. Onları falakaya yatırır. Bursa’ya Davut’u yakaladım, ne yapayım? Diye sorar. Bursa’dan bırakın emri gelir Davut ve adamları bırakılır.

Buna tevatürdür deyip geçelim. Bursa Halkevinin 1935 yılında Bursa’nın işgal altında olduğu yıllar ve kurtuluşu konusunda yapılan ankete cevap veren Yarbay Beşir Pakalın şunları anlatır (Bursa Defteri Sayı 27).

“6 Haziran 1919 günü Bursa’da mülkiye (Vilayet) hapisanesinde mahpus idam mahkumu beş şaki askeri hapisaneye getirildi. Hâlbuki askeri mapusane ufak cürümlere mahsus adi bir binadan ibaretti. Hatta tavanı delik ve duvarı yıkık bir yerdi. Bunlar burada muhafaza edilemez diye itirazımız nazar-ı itibara alınmadı. Esasen bunlara kaçmak için yol gösterilmişti. Daha mapusaneye geldikleri gece ayaklarındaki prangaları odanın ortasına bırakmışlar, tavandaki delikten Tophaneye ve oradan dağa kaçmışlardı. Sabahleyin erken haber verildi. Gittik, tetkik ettik, takip edelim dediksek de Arif Bey müsaade etmedi. Haâlbuki müsaade etseydi bu şakiler Çekirge üzerindeki dağda yakalanacaklardı. Bunun üzerine derhal istifa ettim ve çekildim. Vesikaları bende mevcuttur. Kaçan şakilerin adları:

1- Kirmastili Çerkez Davut- elyevm Yunanistan’dadır. (Davut Çerkez değildir)

2- Kirmastili Hafız Mehmetoğlu İbrahim

3-Kirmastili Mehmet Çavuş oğlu Recep

4-Kirmastili İdrisoğlu Yahya – Anzavur harekâtında öldürüldü

5- İnegöllü Arnavut Tevfikoğlu Zeynel, İnegöl’de öldürülmüştür.

Dayım, Devlet bazı kirli işleri o zamanda çetelere gördürüyordu (şimdi olduğu gibi         Zekeriya Efendi’nin kardeşi Haşim Medrese bitirmiş, ama köyden uzaklaşmayı düşünmemiş. Köyümüzün yakınındaki Alpagut köyünde imamlık yapıyormuş, çocuklara ders veriyormuş. O dönemlerde köyler şimdiki gibi boş değildi. Kalabalık nüfusları barındırıyordu.

Dediğim gibi 1920-21 yılları. Yunan işgali bir yandan, çeteler öbür yandan halkı ezmektedir. Yaşamın değeri bir kurşundur. Kemalist, Kuvvay-ı Milliyesi, Padişahçı, Aznavurcu. Kimin ismi sivrilmişse yaşamı namlunun ucundadır.

Sünüklü Davut’un yeni çetesine Manyas yöresinden Yahya isminde biriside katılır. Eşkiyalar birer-ikişer köyleri dolaşırlar. Köylülere “Ben falanca çeteden geliyorum, şu kadar haraç vermezseniz köyünüzü gelip yakarız, insanları öldürürüz” diye haraç toplamaya başlamışlardı. Eşkıya Yahya Güvem köyüne sık sık gelir, oradaki kabile akrabalarında kalır. Bir yandan da komşu köylerde kim ne kadar zengin, kimde ne kadar para var bunları öğrenmeye çalışır.

Güvem köyünde yaşayan Demirci Nazmi’ nin (Nazmi Özdemir)  babasında bir bakır dolusu altın olduğu  (Çok altın olduğu) olduğu söylentisi vardır. Bu aile köye geldiğinden beri bu söylenti vardır. Kimi bana söyledi der, kimisi bana altıları gösterdi der. Kimi sayarken üzerine gittim, gözlerimle gördüm der. Kısacası altını gören yoktur ama tevatür çoktur.

Yahya Demirci Nazmi’nin babasına sık sık uğramaya başlar. Altınların muhabbetini yapar. Sürekli lafı altınlara getirir getirir. Adam bu durumdan şüphelenir, rahatsız olur, başına bir şey gelecek diye korkmaya başlar.

Demirci Nazmi’nin babası Zekeriya Efendi’ ye gelir ve durumu anlatır. “Yahya sık sık bana uğruyor, elinde fazla miktarda kâğıt para biriktiğini, bunları muhafaza edemediğini ve altın para ile değiştirmek istediğini söylüyor. Benden borç altın istiyor. Değişik halleri var, beni sürekli baskı altına tutuyor ‘’diyor.

Teşkilatın Güvem ayağı toplanıyor. Yahya‘nın uyarılmasına, ikaz edilmesine karar veriliyor. Sözcü seçilip konuşması için görevlendiriliyor.

Sözcü Yahya’ya’ “ Burada oturup komşu köyleri rahatsız edip Güvem’e gelme. Güvem’de kimseyi tedirgin etme. Aksine davranırsan pahalıya ödersin. Bu sana ilk ve son ikazımız” der. Yahya hah! Bunlar komşularından korkuyorlar. Ne biçim insanlar’’  der.  Kendine yapılan bu uyarıyı ciddiye almaz.

Aradan aylar geçer. Sünlüklü Davut Kirmastı’da kuvvetlenmiştir. Yahya Alpağut köyüne gider Sünlüklü Davut adına geldiğini söyler. Köyün birikmiş borçları olduğunu, iki teneke altını Güvem köyüne getirmelerini emreder. Aksi durumda köyün yakılacağı söyler, yağar eser.  Sonra Güvem Köyüne gelir. Uzaktan akrabasının evinde konaklar. Altınları beklemeye başlar.

Teneke deyince hemen büyük tenekeler aklınıza gelmesin, yaklaşık 100-120 altın alan büyükçe kutular bunlar. Kutu küçük olsa da istenen miktar çok yüksektir.

O zamanlar köyler şimdiki gibi gelişmiş değildir.

Güvemde kahvehane yoktur. Camilerin yanında cami odaları vardır. Kış günlerinde namazlardan sonra bu odalarda toplanılır, sohbet edilir. Gelip geçen yolcular ve sade misafirler bu odalarda ağırlanır; yedirilir, yatırılır. Hatırı sayılır, önemli insanlar ise evlerde misafir edilirlerdi.  Uzaktan yakından köyde akrabası olanlar, doğrudan akrabalarının evine giderlerdi.

Köylü doğal olarak korkmaktadır. Eşkıyanın arkasında Sünüklü Davut, onun da arkasında işgalci Yunanlılar vardır. Köydekiler Haşim Hoca’ya gelirler. Aracı olda istediği altını bir tenekeye indirsin derler. Olayı bu şekilde duyan ve Zekeriya Efendinin kurduğu teşkilattan haberdar olan Haşim Hoca Güvem’e gidip Zekeriya Efendiye söyler.

Zekeriya Efendi, Mecit Efendi ve güvendiği kişilerle konuşur ve karar alırlar. Uygun bir zaman ve yerde eşkıyanın işi bitirilecektir. Köyden çeşitli yerlere giden ona yakın patika vardır. İkişer kişi kimseyi huylandırmadan patikalarda nöbet tutacaktır. Eşkıyanın hareketleri, gidiş-gelişleri kontrol altındadır artık.

Haşim Hoca sabah namazını Orta Camide kılar. Cami odasında dinlenir, namaza gelenlerle sohbet eder. Güneş yükselince de evine gidip kahvaltı etmek için cami odasından çıkar (Haşim Hoca’nın evi şimdi Aydın Cengiz’in evidir). Eşkıya Yahya’da cami yakınındaki bir odun yığınının üstüde deyim yerindeyse tünemiştir. Haşim Hoca eşkiyayı görmezden gelip yoluna devam eder. Ama eşkıya Haşim Hoca’yı çağırır. O zaman köylerde kahvehaneler yoktur. İnsanlar Cami avlularında veya kışlık yakacak olarak ormandan getirilen odunların yanlarında toplanırlar. Odunların üzerine otururlardı. Eşkıya selam ve hal-hatır faslından sonra Haşim Hoca’ya: “Hocam, dün gece bir rüya gördüm, yeşil elbiseler içinde göğe yükseliyordum. Sence nedir bu? Hayır mı? Yoksa şer mi?” der.

Haşim Hoca eşkıyanın ortadan kaldırmak için kurulan tertibi bildiği için eşkıyaya şöyle der. “Yahya rüyan hayır değil, çok yakında ecel gelip seni bulacak gözüküyor, gel bu işten vazgeç, köylüden haraç isteme. Zaten insanlar yokluk içindeler, tövbe et. Köylüden istediğin iki teneke altını isteme. Eşkıya  “Yok Haşim Hoca vazgeçmem ’’ der. Sonra “Ölürsem benim için arkamdan hatim indirirsen, bir tenekesini affederim.” Haşim Hoca’da  “Ben eşkıya arkasından hatim indirmiş hoca diye anılmak istemem” diye cevap verir. Eşkıya para teklif eder, ama Haşim Hoca reddeder. Eşkiyanın ısrarı ve haracı bir tenekeye indirme karşılığında Haşim Hoca eşkıyanın talebini ister istemez kabul eder. (Eşi Eşkıya öldürüldükten sonra Haşim Hocanın verdiği söz doğrultusunda Hatim indirdiğini söyler). Haşim Hoca Alpagut Köyüne döner. Sonunda eşkiyanın istediği bir teneke altın gelir. Yahya parayı kontrol eder. Birkaç altın eksik diye getiren adamı kalabalık içinde döver.

Parayı alan eşkıya atını eyerler. Para tenekesini ve eşyalarını heybeye koyar. Güvem Köyünden ayrılır. Buradan Sünlük’e gidip Davut’la buluşacaktır.

Altınların Alpagut Köyünden geleceği bilindiği için tedbir alınmıştır. Güvem Köyünden çevre köy ve mezralara on patika yol vardır. Bir gün öncesinden patikalar tutulmuştur. Güvem’den Tırnova Köyüne giden patikalardan Erikli’ye yakın patika üzerinde Güvem Köyünden Apdurrahim (ÖZ) ve Soğucak Köyünden Münir Hoca pusudadır. İkisi birden ateş açarlar. Eşkıya Soğucak’lı yiğit tarafından öldürülür. Yahya attan düşer, atı Kara Orman köyüne doğru kaçar. Başına gelip eşkıyaya bakarlar. Soğucak’lı eğilip eşkıyanın köstekli saatini alır. Eşkıyanın son sözü “ Bırak onu, alma lan” olur. Zekeriya Efendi Sünlüklü Davut’ a haber gönderir; “Gel itinin ölüsünü al” diye. Davut adamlarına Yahya’nın cesedini aldırır, defnettir.

Savaş biter, yıllar geçer. Kader bir gün onları Mustafakemalpaşa’da karşı karşıya getirir. Sünlüklü Davut Yunanistan’dan gizlice gelip sakladığı altınları alıp gidermiş. Zekeriya Efendi Davut’a Kısmetlisin, isteseydim seni de öldürürdüm” der. Davut, “Esas ben seni öldürecektim, Soğucak köyüne cenazeye gitmiştin. Dönüşte köy mezarlarına girdin. Ölen adamın mezarının başında dua ediyordun. Bende mezarlık duvarının arkasında sana nişan almıştım ama elim tetiği çekemedim, atın yedeğinde yayan köyüne doğru yoluna devam ettin. Bundan daha fazla kısmet olurmu? ” der.

Savaştan sonra Soğucak ve Mahmudiye gibi bazı köyler etraftaki köylere zarar verdikleri gerekçesiyle Balıkesir tarafından gelen askerlerce ceza olarak yakılır. Kimse malını- mülkünü kurtaramaz. Düzen kurana kadar aylarca çardaklarda, barakalarda kalırlar. Zekeriya Efendi Soğucak yakılırken haberi olur, köye koşar ama çok geç kalmıştır. Bir şey yapamaz.

Ekrem Hayri PEKER

Kimya mühendisi, araştırmacı, yazar. Bursa Mustafakemalpaşa’da (1954) doğdu. Anadolu Üniversitesi Kimya Mühendisliği bölümü mezunu. TUBİTAK veri tabanına kayıtlı “Teknoloji tabanlı Başlangıç Firmalarına Özel İş Geliştirme” mentörü, C Grubu iş Güvenliği uzmanı olarak Nano kimyasalların tekstil materyallerine uygulamalar konusunda üniversitelerde konferanslar verdi. Yayınlanmış kitaplarından bazıları: "Kuşçubaşı Hacı Sami Bey", "Özbek Mektupları", "Yeşim Taşı - Ön Türkler ve Türk Tarihinden Kesitler", "Kafkasya'dan Anadolu'ya - Zekeriya Efendi". Belgeseltarih.com kurucu ortağı ve yazarıdır. E-Posta: [email protected]

FACEBOOK - YORUM YAZ

Sosyal Medyada Paylaşın:
  • YENİ
Bir Mektup.. Bir Tehdit… Bir İsyan…

Bir Mektup.. Bir Tehdit… Bir İsyan…

Haber Merkezi, 13 Mart 2024
Kalfatlı – Kalafatlı ve Kültürel Kimliği

Kalfatlı – Kalafatlı ve Kültürel Kimliği

Dr. Yaşar KALAFAT, 11 Mart 2024
İnegöl’de Bir Yıldız Söndü

İnegöl’de Bir Yıldız Söndü

Haber Merkezi, 11 Mart 2024
Osman, Atman, Tuman ve Vakanüvislik

Osman, Atman, Tuman ve Vakanüvislik

Ekrem Hayri PEKER, 18 Şubat 2024
Muğla Kalafatları ve Halk İnançları

Muğla Kalafatları ve Halk İnançları

Dr. Yaşar KALAFAT, 11 Şubat 2024
100 Yıllık Bir Lezzet: Hacıbaba Köfte

100 Yıllık Bir Lezzet: Hacıbaba Köfte

Ekrem Hayri PEKER, 11 Şubat 2024