Quantcast
Kıta Sahanlığı Tartışmaları ve Kardak Krizi – Belgesel Tarih

Kıta Sahanlığı Tartışmaları ve Kardak Krizi

Kıta Sahanlığı Tartışmaları ve Kardak Krizi

Loading

  • Ayhan Sarıkaya[1]

Karasuları, bir devletin kıyıları ile açık deniz arasında kalan deniz şerididir. Kıyı devleti karasuları üzerinde egemenliğe sahiptir ve bunun genişliği uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde belirlenir.

Lozan Barış Antlaşması[2] uyarınca Türkiye ve Yunanistan Ege denizindeki karasularını 3 mil olarak belirlemişlerdir. Ancak 1930’lu yıllar süresince dostane ilişkilerden faydalanan Yunanistan 1936 yılında Ege’deki karasularını 6 mil olarak ilan etmiştir. Türkiye ise 15 Mayıs 1964’te çıkarttığı karasuları kanunu ile birlikte karasularını 6 mil olarak ilan etmiştir. Türkiye ayrıca 1982 yılında çıkarttığı yeni karasuları kanunu ile belirli denizler için denizin özellikleri ve hakkaniyet ilkesi gözetilerek 6 deniz milinden daha fazla karasuları belirlenebileceğini ilan etmiştir. Bu bağlamda Türkiye’nin Karadeniz ve Akdeniz karasuları 12 mil olarak ilan edilirken Ege’deki karasuları özel yapısı nedeniyle 6 mil olarak bırakılmıştır.

Kuzey Ege, Kuzey Sporat, Kiklat, Doğu Ege, Oniki ada, ve Güney Ege adaları şeklinde altı ana grupta tasnif edilen Ege adaları, toplam yaklaşık 23.000 km2 yüzölçümü ile, deniz alanının %10’u kadar bir yer işgal etmektedir. Türkiye’ye göre, Ege Denizindeki adaların Anadolu yarımadasının jeolojik yapısının tabii bir uzantısı olmaları, ancak bunun oluşturduğu jeopolitik zorunluluklara uyumlu olmayan, Yunanistan lehine bir bölüşüm yapılmış olması Egedeki sorunların temelini oluşturmaktadır. Bu yakın adaların Türkiye’ye yönelik bir harekatta atlama taşı olarak kullanılma potansiyeli taşıması ve aynı zamanda da Karadeniz ve Marmara’dan Akdeniz’e geçiş yolunun Yunanistan’ın hakimiyetinde ve üstelik silahlandırılmakta olan sayısız ada tarafından hali hazırda sarılmış olması Türkiye için ciddi bir güvenlik açığı oluşturmaktadır.Kıta sahanlığı, denize kıyısı bulunan devletin kara ülkesinin denizin altında kalan doğal uzantısının dibi ve dip altını ifade etmektedir ve ilke olarak 200 deniz miline kadar uzanabilir. Gerek 1958 Cenevre Sözleşmesi[3] gerek 1982 BMDHS[4] uyarınca kıyı devletinin kıta sahanlığı üzerinde egemenlik hakkı bulunmaktadır.

Yunanistan adalarında kendilerine ait kıta sahanlığı bulunduğu tezinden hareketle kendini bir takımada devleti olarak kabul ettirmek istemekte ve en dışta bulunan adaları birleştirerek içte kalan denizi ülke toprağı statüsü olan iç su ilan etmek eğilimindedir. Türkiye’ye göre ise Anadolu’nun doğal uzantısı konumunda olan Yunan adalarının kıta sahanlığının olmaması gerekir. Deniz hukuku sözleşmesinde de sahilleri bitişik veya karşı karşıya bulunan devletler arasındaki kıta sahanlığı tespitinin uluslararası hukuka uygun olarak anlaşmalar yoluyla çözüme kavuşturulması gerektiğine işaret edilmektedir. Yunanistan’a göre kıta sahanlığının sınırlandırılması hukuksal bir sorundur ve uluslararası yargı yoluyla çözümlenmelidir. Bu bağlamda Yunanistan Türkiye’nin Sismik 1 araştırma gemisinin[5] Ege de kendi kıta sahanlığına giren bölgede egemenlik haklarını ihlal ederek sondaj ve araştırma yaptığını dolayısıyla uluslararası barışı tehlikeye soktuğunu ileri sürerek 1976 yılında BMGK’ya[6] başvuruda bulunmuştur.

BMGK tarafların çözümü üzerinde yeniden görüşmelerini ve konuyu UAD’ye[7] götürmelerini önermiştir. Yunanistan’ın yaptığı tek taraflı başvuru neticesinde ise divan 1978 de Türkiye’ye yönelik koruma önlemi almayı reddetmiş ve Türkiye’nin yaptığı yetki itirazının yerinde olduğuna hükmederek yetkisizlik kararı vermiştir.

Türkiye açısından Ege’de karşılıklı müzakere edilmesi gereken sorunlar; karasuları, kıta sahanlığı, egemen hava sahası, uçuş bildirim bölgesi, Doğu Ege adalarının silahlandırılması ve Ege’deki adacık ve kayacıkların statüsünün belirlenmesini içermektedir.

Yunanistan açısından bakıldığında ise müzakere edilebilecek. Uluslararası adalet divanında götürülme koşuluyla sorun olarak sadece kıta sahanlığı görülebilir, geri kalanlar ise Türkiye’nin bölgedeki haksız ve dayanaksız taleplerinden ibarettir ve Yunanistan tartışmaya girmeyecek kadar haklıdır. Eğer tartışmayı kabul ederse bu konudaki egemenliğinin tartışılabilirliğini de kabul etmiş olur.

Türkiye ye göre Ege denizi yarı kapalı özel bir yapıya sahip olduğu için çok taraflı antlaşmalarla tanımlanmış genel kurallara değil, özel anlaşmalarla belirlenmiş buraya has kurallara tabi olmalıdır.

Yunanistan ise Ege’nin özel durumunu kabul etmemekte ve sorunların Uluslararası deniz hukuku ve özellikle 1982’de kendisinin de taraf olduğu ancak Türkiye’nin imzalamadığı BM Deniz Hukuku sözleşmesine göre çözümlenmesi gerektiğini savunmaktadır. Türkiye için her iki ülkenin de stratejik ekonomik ve politik çıkarlarının bulunduğu ege konusundaki söz konusu anlaşmazlıkların uluslararası arabuluculara sunulmadan önce iki taraf arasında tartışılması daha doğrudur. Ancak bu öneri uluslararası mahkemelerin kendi lehine karar vereceğini değerlendiren Yunanistan tarafından kabul görmemektedir.

Ege’de taraflar ne sorunun ne de çözüm yönteminin ne olduğu konusunda anlaşabilmektedir. Yunanistan’ın Ege’de iki bini geçen ada adacık ve kayalıkların neredeyse tamamına sahip olması şüphesiz hukuki tartışmalarda Türkiye’ye karşı büyük bir avantaj vermektedir. Ege denizi üç kıtaya birden açılabilen ve sadece Türkiye ve Yunanistan değil her üç kıta ile ulaşım ve ticaret bağına ihtiyaç hisseden tüm bölgesel tüm bölgesel ve küresel güçler için büyük önem arz etmektedir.

Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku sözleşmesinin 3. maddesine göre : “ her devlet karasularının genişliğini tespit etme hakkına sahiptir; bu genişlik işbu sözleşmeye göre tespit edilen esas hatlardan itibaren 12 deniz milini geçemez.” Türkiye BMDHS’de Ege denizinin istisna sayılması için çeşitli lobicilik faaliyetleri yürütmüş; ancak başarılı olamamıştır. Yunanistan ise 12 mil konusunu müzakereye açık görmemektedir; ancak eğer gerekirse Ankara’ya bu tartışmayı Lahey Uluslararası Adalet Divanı’na taşımayı teklif etmektedir.

Yunanistan’ın BMDHS’ yi 1 Haziran 1994’ te onaylamasını takiben Türk hükümeti 8 Haziran 1994 tarihli önergesiyle Türkiye’nin Ege’deki haklarını korumak amacıyla her türlü önlemin alınmasını kararlaştırmıştır. Haziran 1995’e gelindiğinde ise Türkiye Yunan karasularının 12 mile çıkartılmasının Ege’yi bir Yunan gölüne çevireceği ve dolayısıyla savaş nedeni sayılacağı (casus belli)[8]  bir önergeyi resmen onaylamıştır. Yunanistan ise güç kullanma tehdidi yasağını hatırlatarak uyuşmazlıkların barışçıl çözümünü ve iyi komşuluk ile barışık yaşamaya dair kabulü ihlal ettiği gerekçesiyle uluslararası topluma, savaş nedeni onayını şikayet etmiştir.

Yunanistan’ın karasularını 12 mile çıkarması ülkesel bütünlük çerçevesinde değerlendiren Türkiye kıta sahanlığı sorununun Yunanistan lehine halledilmesi Türkiye’nin buradaki uluslararası sularda yaptığı serbest geçişin zararsız geçişe dönüşmesi ve Egenin açık deniz özelliğini kaybetmesi anlamına gelmektedir. Şüphesiz balıkçılık bakımından da Ege, Yunanistan’ın tekeline girecektir. Üstelik Türk savaş gemilerinin intikali büyük oranda sınırlanacak ve zorlaşacaktır.

Türkiye’nin Ege denizinde yaptığı tatbikatlar bile oldukça küçük bir alana sıkışacaktır. Binlerce adanın arasındaki denizde yunan karasuları sayılarak birbiriyle bağlanacağından Türkiye’nin Yunan karasularına girmeden ya da fiilen Yunanistan’ın izni olmadan İstanbul ve İzmir’deki ana limanlarına ulaşımı oldukça zorlaşacaktır. Halbuki Türkiye’nin dış ticaretinin yaklaşık %88’i deniz ulaşımı ile sağlanmaktadır. Ege’de binlerce adanın hangilerinin Yunanistana ait olduğu sorusunu uzun yıllar hiç dile getirmemiş olan Türkiye Kardak krizi vesilesiyle tutumunu değiştirmiş ve “gri bölgeler”[9] tezini öne sürmüştü. Yunanistana göre gri bölgeler denilen bir şey yoktur ve uluslararası anlaşmalarda hangi adaların Yunanistan hangilerinin ise Türkiye egemenliğine verildiği çok net şekilde ortaya konmuştur.

Ege adalarının egemenliği kime ait?

Ege adalarının egemenliğinin kime ait olduğuna dair tartışmalarda öncelikli incelenmesi gereken belgeler; Yunanistanı bağımsızlığa götüren 1829 Edirne antlaşması ve sonrasındaki sınır müzakereleri, 18 Ekim 1912 tarihli Uşi antlaşması[10] Osmanlının Doğu Ege adalarının durumunun altı büyük devlet tarafından kararlaştırılmasına razı olduğu 12 Aralık 1912 tarihli konferans, 30 Mayıs 1913 tarihli Londra antlaşması,[11] 14 kasım 1913 tarihli Atina antlaşması[12], 13 Şubat 1914 ‘te büyük devletlerin adalar ile ilgili kararı, 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan antlaşması, Lozan Boğazlar sözleşmesi, 20 Temmuz 1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesi ve 10 Şubat 1947 Paris antlaşmasıdır. Lozan antlaşmasının 12-16 maddelerinde Ege denizindeki Türkiye ve Yunanistana ait olan adalar ismen belirlenmiştir. Ayrıca Asya kıyısından üç milden az uzaklıkta bulunan adalar antlaşmada tersine hüküm olmadıkça Türkiye’nin egemenliği altında kalacaktır.

Türkiye antlaşmalarda ismen belirtilen adalar haricindeki 152’den fazla ada adacık ve kayalığın Yunanistana devredilmediğini savunmaktadır.

Türkiye, Lozan antlaşmasının 16. maddesi ile bu antlaşma ile çizilen sınırları dışında kalan topraklar ve adalar üzerindeki tüm haklarından vazgeçtiğini ilan etmiştir. Ancak aynı maddenin devamında “işbu maddenin hükümleri komşuluk nedeniyle Türkiye ile ortak sınırı bulunan ülkeler arasında kararlaştırılmış ya da kararlaştırılacak olan özel hükümleri bozamaz. “ denilmektedir.

Türkiye’ye göre bu madde Yunanistan’ın itirazlarına rağmen adı anılmayan ege adalarının kime ait olduğunun müzakere edilebilmesine olanak tanımaktadır. Öte yandan Yunanistana ise bu madde Türkiye’nin egemenliği kendisine verilenler dışındaki tüm ada adacık ve kayalıklardan Kardak kayalıkları dahil vazgeçtiğini göstermektedir.

Türkiye’nin diğer savı, Lozan’ın 16. maddesinin yalnızca adaların egemenliğini düzenlediği adacık ya da kayalıkların egemenliği hususunun bu kapsamda değerlendirilmemesi gerektiği yönündedir. Dolayısıyla söz konusu 16. madde örneğin Türkiye’nin Kardak kayalıkları üzerindeki ile ilgili herhangi bir hüküm getirmemiştir.

Ege denizinde Türk Yunan kıta sahanlığı krizi 27 noktada petrol araştırması yapmak üzere Türkiye petrolleri anonim ortaklığına Türk hükümeti tarafından arama ruhsatı verilmesi ve bu ruhsatın 1 Kasım 1973 tarihli Resmi gazetede yayınlanması ile başlamıştır.

Ruhsatta belirtilen noktalar Semadirek, Limni, Midilli, Aghios, Sakız adaları arasını ve bu adaların karasularını kapsamaktadır. Yunan hükümeti verilen ruhsat ile araştırılacak alanların Yunan kıta sahanlığını ihlal ettiğini savunmuş verilen ruhsatın hükmünün olmadığını açıklamıştır. Buna karşın Türk hükümeti tarafından ise Anadolu kıyılarının deniz altından batıya doğru uzanan topraklarının Anadolu’nun doğal bir uzantısı olduğu ve bu alanların Türkiye’nin kıta sahanlığını oluşturduğu belirtilmiştir. Bu nedenle de Türk kıyılarına karşı konumda yer alan yakın adaların Türk kıta sahanlığı içinde yer alması sebebiyle bu adaların kendi kıta sahanlığının olamayacağı bildirilmiştir. Böylece iki ülke gündemini uzun süre meşgul edecek kıta sahanlığı tartışmaları başlamıştır.

Kıta sahası konusunda Yunan tezleri

Kıta sahanlığı anlaşmazlığı hususunda Yunan ve Türk tezlerine bakıldığında Yunanistan tezleri başlıca dört madde altında toplamıştır:

  • Egedeki mevcut kıta sahanlığı sınırlandırılması sorunu hukuki özellik taşıdığından bu sorun uluslararası yargıda çözülmelidir. 1958 Cenevre ve 1982 BM deniz hukuku sözleşmeleri bu konuda en önemli resmi dayanaktır. Çünkü Yunanistan bu anlaşmalara imzasını koymuştur.
  • Yapılan sözleşmeler incelendiğinde adaların kıta sahanlığının bulunduğu görülmektedir.
  • Coğrafi yapı özelliğine bakıldığında Yunanistan adalardan oluşan bir kıta özelliği taşımaktadır. Devletin bütünlüğü ve güvenliği açısından uluslararası hukukta kabul edilen ülkesel bütünlük ilkesine göre adalardan oluşan bir devletin sahanlığına bir başka devletin deniz sahanlığının girmesi sakıncalıdır. Bu madde ile Yunanistan takım ada devleti özelliğine sahip olduğunu savunarak en uzaktaki adadan başlayarak hepsini bir hat dahilinde birleştirip bir iç su alanı oluşturmayı amaçlamıştır. Böylece bu alanı tamamen kendi toprağına katması mümkün olacaktır.
  • Eşit uzaklık ilkesine dayanılarak Ege de kıta sahanlığı sınırlandırması Türkiye ile Ege adalarının en doğusunda yer alan ada arasında yapılmalıdır.

Türkiye’nin tezleri de başlıca şu 3 maddeden oluşmaktadır:

  • Ege’de yaşanan kıta sahanlığının sınırlandırılması sorunu sadece hukuksal bir sorun olarak kabul edilememelidir. İki ülke arasındaki ilişkilerin devamlılığı ve Ege denizindeki dengeler dikkate alındığında hukuksal boyutundan çok siyasi yönü ön plana çıkmakta ve bu durum sadece antlaşmalar ile çözüme kavuşabilir durumda olmaktadır.
  • Anadolu’nun doğal uzantısı olan Yunanistan hakimiyetindeki adaların kıta sahanlığı sınırlandırılmalarında doğal uzantı olarak kabul edilmesi gerekmektedir. Bu yüzden bu adaların kıta sahanlığının olması mümkün değildir.
  • Ege denizi yarı kapalı bir deniz özelliği taşımasından dolayı bu alanda bulunan adaların varlığı özel bir durum oluşturmaktadır. Kıta sahanlığı sınırlandırması bu hassasiyete özen göstererek adil bir şekilde yapılmalıdır.

SONUÇ

Kardak Kayalıkları krizinin yaşandığı tarihe kadar söz konusu kayalıkların egemenliği, uluslararası platformlarda gündeme gelmiş bir sorun değildi.

Türkiye’nin, o tarihe kadar, anılan kayalıklar üzerinde kendi egemenlik hakkından şüphe etmesine neden olacak bir olay da yaşanmamıştı.

Bahse konu tartışmalı kara parçaları Ege’deki karasuları alan dağılımlarını önemli ölçüde değiştirebilmektedir. Bu nedenlerle, Ege’de kalıcı bir barış için çözümlenmesi gereken ilk ve temel sorunun ‘Egemenlik’ sorunu olduğu değerlendirilmektedir.

KAYNAKÇA

  • Şıhmantepe Aydın, “Kardak Krizi Sürecinin Kriz Yönetim Prensipleri Açısından İncelenmesi”, Güvenlik Stratejileri Dergisi, Cilt 9, Sayı 17, 2013, s.s
  • Denk Erdem, “Egemenliği Tartışmalı Adalar” , Mülkiye Dergisi, Cilt 24, Sayı 224, s.s 127-156. 2000, s.s 137-160.
  • Keser Ulvi, Ak Gökhan, “ Ege’de Yunanistan’ın Türk Adaları: Unutulmayanlar ”, Motif Akademi Halkbilimi Dergisi, Cilt 6, Sayı 11, 2013, s.s 146-166.
  • http://www.turkishgreek.org/kuetuephane/item/134-1958-cenevre-denizhukuku-soezlesmeleri-kara-sulari-ve-bitisik-boelge-soezlesmesi
  • Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi
  • Akyol Taha, Bilinmeyen Lozan, Doğan Kitap, İstanbul, 2017

DİPNOTLAR

[1] Ayhan Sarıkaya, Atılım Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler, 2020

[2] Lozan Antlaşması 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre’nin Lozan kentindeki Rumine Sarayı’nda TBMM temsilcileri, Birleşik Krallık, İtalya, Fransa, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika ve Yugoslavya tarafından imzalanan bir barış antlaşması. Ege Denizi’nde Gökçeada, Bozcaada ve Tavşan Adası Türkiye’ye bırakıldı. Diğer tüm adalar Yunanistan’a verildi. On İki Adalar ise İtalya’ya bırakıldı. İkinci Dünya Savaşı sonrası İtalya bu adaları Yunanistan’a bıraktı.

[3] 29 Nisan 1958 tarihinde Cenevre’de imzalandı, 10 Eylül 1964’de yürürlüğe girdi. Türkiye, bu sözleşmeye taraf değildir. Dört Ana Sözleşmeden oluşan 1958 Cenevre Sözleşmeleri, yerini 10 Aralık 1982’de imzalanan BM Deniz Hukuku Sözleşmesine bırakmıştır.

[4] Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi, dünya üzerinde okyanusların kullanımı, uluslararası işletmeler için kurallar koymaya, işletmeler, çevre ve deniz doğal kaynaklarının yönetimine ilişkin ulusların hak ve sorumluluklarını tanımlayan uluslararası bir sözleşmedir.

[5] “HORA” isimli tahliye gemisi 1976 yılında yenilenmiş ve adı “MTA SİSMİK-1” olarak değiştirilerek öncelikle Ege Denizi’nin ihtilaflı sularında olmak üzere deniz jeolojisi ve jeofiziği konularında araştırmalar yapmaya başlamıştır.

[6] Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Birleşmiş Milletler’in, üye ülkeler arasında güvenlik ve barışı korumakla yükümlü, en güçlü organı. Birleşmiş Milletler’in diğer organları sadece tavsiye kararı alabilirken, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin kararları, tüm üye ülkeler açısından bağlayıcılık taşımaktadır

[7] Uluslararası Adalet Divanı, Birleşmiş Milletler’in başlıca yargı organıdır. Uluslararası Adalet Divanı’nın merkezi Hollanda’nın Lahey kentindedir. Genel Kurul ve Güvenlik Konseyi’nden seçilen 15 yargıçtan oluşur.

[8] Casus belli, Türkçeye “savaş nedeni” olarak çevrilebilecek Latince bir uluslararası ilişkiler terimi. Bir ülkenin savaşa girme nedenini belirtmek için kullanılır.

[9] Gri bölgeler, Ege Denizi’nde, Kardak benzeri, egemenliği tartışmalı ada, adacık ve kayalıklara Yunanistan tarafından verilen genel bir tanımdır.

[10] Uşi Antlaşması, İtalya Krallığı ile Osmanlı İmparatorluğu arasında Trablusgarp Savaşı sonunda imzalanan antlaşmadır. Bu anlaşma İtalyan tarihinde Trattato di Losanna -Lozan Anlaşması olarak geçmektedir. “Ouchy” Lozan’ın bir semtidir.

[11] Londra Antlaşması , I. Balkan Savaşı sonunda Osmanlı Devleti’nin yenilmesiyle imzalanmıştır.

[12] 14 Kasım 1913’te Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasında imzalanan Atina Anlaşması, Batı Trakya’da yaşayan Müslüman Türk azınlık açısından Yunanistan’a en fazla sorumluluk getiren anlaşmadır.

YAZAR HAKKINDA

Haber Merkezi Haber Merkezi Belgeseltarih.com sitemizde konuk yazarlara da yer veriyoruz. Yayınlanmasını istediğiniz ve mümkün olduğunca akademik dille kaleme alınmş tarih konulu yazılarınızla ilgili olarak, iletişim sayfamızdaki form vasıtasıyla bizimle bağlantı kurabilirsiniz. E-Posta: [email protected]

FACEBOOK - YORUM YAZ

Sosyal Medyada Paylaşın:
Etiketler:
Ayhan Sarıkaya
  • YENİ
‘Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir’

‘Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir’

Prof. Dr. Hilmi ÖZDEN, 22 Nisan 2024
Her 10 Yunan Askerinden 6’sı…

Her 10 Yunan Askerinden 6’sı…

Haber Merkezi, 19 Nisan 2024
Tarihi Göztepe-Konak Tramvay Hattı

Tarihi Göztepe-Konak Tramvay Hattı

Hüseyin Yörükoğlu, 11 Nisan 2024
Bursa’nın Lezzet Durakları ve Değişim

Bursa’nın Lezzet Durakları ve Değişim

Ekrem Hayri PEKER, 2 Nisan 2024
YOLUN SONU! Çerkez Ethem ve Kardeşleri

YOLUN SONU! Çerkez Ethem ve Kardeşleri

Haber Merkezi, 29 Mart 2024
Bir Mektup.. Bir Tehdit… Bir İsyan…

Bir Mektup.. Bir Tehdit… Bir İsyan…

Haber Merkezi, 13 Mart 2024