Quantcast
Kore Gazisi Amcam Zeki Yörükoğlu ve Esarette 3 Yıl – Belgesel Tarih

Hüseyin Yörükoğlu
Hüseyin  Yörükoğlu
Kore Gazisi Amcam Zeki Yörükoğlu ve Esarette 3 Yıl
  • 31 Mayıs 2021 Pazartesi
  • +
  • -
  • Hüseyin Yörükoğlu /

Loading

Ben bu yazımda hiçbir siyasi tartışmaya girmeden sadece 20’li yaşların başında Kore Savaşı’na gönüllü olarak katılan ve 2000 yılında kaybettiğimiz amcam Zeki Yörükoğlu’nun kısaca yaşamı ile Kore Savaşı ve özellikle esir kamplarında yaşadıklarını anlatmaya çalıştım.

Bu yazıyı, yengem Zehra Yörükoğlu, kuzenlerim Osman Yörükoğlu, Özden Karahan ve benim kendisinden dinlediklerimiz ile halam Şennur Övgün’ün tanık olduklarından ve çeşitli kaynaklardan edindiğim bilgileri dikkate alarak hazırladım. Bu yazıyı hazırlamamda özellikle kuzenim Özden’in çok büyük desteği olmuş ve bu yazıda kullandığım fotoğrafların bir kısmını o temin etmiştir.

Kore Gazisi Zeki Yörükoğlu (1953)

Amcamın Çocukluğu ve Gençliği

Kore Gazisi amcam Zeki Yörükoğlu 17/01/ 1928, Nazilli/AYDIN doğumlu olup, 1896 doğumlu Ali Yörükoğlu ile 1899 doğumlu Adile Yörükoğlu’nun 5 çocuğundan 3’üncüsüdür. Dedem Ali Yörükoğlu Kuva-yı Milliye mensubu yani Mondros mütarekesi sonrası topraklarımızı işgal eden ve ülkemizi parçalamak üzere harekete geçen düşman kuvvetlerine karşı Nazilli ve civarında açılan cephelerde çarpışmak üzere teşkilatlanan, her sınıf ve gruptan halkın oluşturduğu sivil-milis kuvvetleri mensuplarından idi. Nazilli’nin Yunan tarafından işgal edilmesi üzerine düşman kuvvetlerine vur kaç şeklinde saldırılarda bulunmuş olan ve Aydın ve havalesinin Kuvayı Milliye önderlerinden Yörük Ali Efe’nin yanında çarpışmalara katılmıştır. Birkaç lakabı olan dedeme Yörük Ali Efe’nin kızanı (askeri) olması nedeniyle “Ali Efe” de derlerdi.

Diğer taraftan amcamın, annesinin babası (ki, babaannem bana babasının ismini vermiştir) ile dayısı da Çanakkale’de savaşmış. Ancak, aynı cephede savaşmalarına rağmen birbirlerinden haberleri yokmuş. Dayısı lise dengi okul mezunu olduğu için rütbeli asker, dedesi ise seyismiş. Bir gün dayısının bindiği at veya atlı arabanın bir seyis tarafından çekilmesi gerekiyormuş. Tam baba oğlunun atını çekecek iken birbirlerini görerek, sarılıp, kucaklaşmışlar.

Kısacası, birçok Türk ailesinde olduğu gibi amcam birkaç kuşak ötesinden cephelerde savaşmış bir aileye mensuptu.

Tarım ve hayvancılıkla uğraşan bir ailenin çocuğu olmasına rağmen amcam bu işlerle uğraşmayı çok sevmemiş, maceracı, birçok kimsenin Hollywood’u bilmediği dönemlerde bile Hollywood’dan söz etmeyi sever ve küçük yaşlarda artist olmayı istermiş. Delikanlılık döneminde de İngilizceye meraklı olması nedeniyle İngilizce kurslarına katılarak İngilizce öğrenmeye çalışmış.

“Atatürk’ün 09.10.1937 tarihinde Nazilli Sümerbank’ı açış konuşması sırasında ve henüz dokuz yaşında iken kalabalığın arasından en öne kadar gelip Atatürk’ün o mavi gözlerini yakından görmüş olup, bana Sümerbank’ın açılış konuşması sırasında müdüriyet balkonunda bulunan Atatürk’ü görmek için kalabalığın bacaklarının arasından nasıl en öne geçip, Atatürk’ü seyrettiğini ve Atatürk’ün gözlerinin ne kadar etkileyici olduğunu ve bakışlarının insanın gözlerini delip geçtiğini anlatmıştı.”

Gençliğinde zaman zaman da İstanbul’a gidip oradan da Amerika’ya   gitme teşebbüslerinde bulunmuş. Büyükşehirlerde vakit geçirmeyi seven, öyle uzun boylu, iri yarı biri olmayan, ufak tefek 1.60 veya 1.61 boyunda olan amcam, gözü son derece kara olduğundan, Nazilli – Bozdoğan karayolu üzerinde bulunan B. Menderes’in eski köprüsünün yüksek kemerlerinden suya atlar, birçok kişinin tutuştuğu kavgaya da karışırmış.

Askerliği

Kuzenim Osman Yörükoğlu’nun anlattığına göre kilosunun tutmaması nedeniyle askere bir yıl geç olarak,  1949 yılında gitmiş. Ankara Ayaş’ta askerlik yaparken, maceracı mizacı nedeniyle 25 Haziran 1950 tarihinde başlayan ve 27 Temmuz 1953 yılına kadar süren Kore Savaşı’na ilk olarak gidecek Ankara’da 28. Tümen ait 241. Piyade Alayına bağlı olarak 5.090 kişilik 1’inci Türk Tugayı’na, 1929 doğumluların zorunlu, ancak 1928 doğumluların ise gönüllü olarak katıldıkları Kore savaşına gönüllü olarak yazılmış. Kore’ye giden eratın hemen hemen hiç birisi hiç İngilizce bilmezken amcam çocukluğundan beri meraklı olması nedeniyle az da olsa İngilizce biliyormuş.

Amcamın Kore Savaşına gitmek için gönüllü olarak yazıldığını öğrenen ve Kurtuluş Savaşını yaşamış ve savaşın acımazlığını çok iyi bilen dedem soluğu Ankara’da almış, ancak amcamı bu kararından vazgeçirememiştir.

Amcamın Kore’ye gitmeden önce Ankara Ayaş’ta askerlik yaparken 1950 yılının 5. Ayında çektirdiği fotoğrafı (önde bize göre sağda) görülmektedir. Amcam bu fotoğrafı “yad elden sılaya” notu ile ailesine göndermiş.

Kore’ye Yolculuk

Amcamın da içinde bulunduğu Komutanı Tuğgeneral Tahsin Yazıcı olan 1. Türk Tugayı (Amerika Birleşik Devletleri daha sonra bu Tugay’a başarılarından dolayı Şimal Yıldızı adını vermiştir) Kore yolculuğuna 1950 yılının Eylül ayı sonlarında İskenderun Limanından başlamıştır.

Tugayın Kore’ye nakli için ABD askeri deniz nakliyat servisinden 5 gemi kullanılmış, üçü bireysel eşyalar ile subay ve askerlere, ikisi yük gemisi olarak motorlu vasıta ile top ve ağırlıklara ayrılmıştır.

25 Eylül akşamı Kolbaşı gemisi olan ilk gemi General Mac Ree; Alay Komutan Yardımcısı Yarbay Natık Poyrazoğlu komutasında 3.Piyade taburu, talimgah grubu ve bağlı birkaç birliği ile,

26 Eylül akşamı ikinci gemi General Haan; Tugay ve 241. alay karargahlarıyla 1. ve 2. taburları ve birkaç bağlı birliği ile,

29 Eylül akşamı Private Johnson gemisi, Topçu Tabur Komutanı Yarbay Tahsin Kurtay, topçu taburu ve uçaksavar bataryasından oluşan üçüncü grup ile denize açılmıştır.

1.,2. ve 3. Kafilede yer alan subay, astsubay ve erlerimizin sayısı  yolculuk ettikleri gemilere göre aşağıda gösterilmiştir:

1.Kafile Mc Ree Gemisi: 93 Subay 1789 Astsubay ve Er, toplam1882 kişi.

2.Kafile Haan Gemisi: 129 Subay, 2332 Astsubay ve Er, toplam 2461 kişi,

3.Kafile Private Johnson Gemisi: 50 Subay, 690 Astsubay ve Er, toplam 740 kişi. (1)

Fotoğraf, 1. Türk Tugayını İskenderun Limanından Kore’ye götüren gemilerden bir tanesini göstermektedir. (2)
Bu fotoğrafta da amcamın da içinde bulunduğunu düşündüğüm 1. Türk Tugayının 2. kafilesini İskenderun Limanından Kore’ye götüren gemilerden Haan Gemisi görülmektedir (3)

Birinci nakliyat grubunu götüren General Mac Ree gemisi 17 Ekim’de, Pusan (Busan) limanına girerek Türk askerinin Kore’ye ayak basmasını sağlamış, ikinci nakliyat grubunu taşıyan Haan gemisi 17 Ekim akşamı liman ağzına gelmiş ise de açığa demirleyerek iki gün sonra 19 Ekim’de, üçüncü nakliyat grubunu taşıyan Private Johnson gemisi ise 20 Ekim günü birlikleri boşaltmaya başlamış (1) ve ardından 1. Türk Tugay’ı BM birliklerine katılmışlardır.

Süveyş Kanalı’ndan geçerek Hint Okyanusuna açılan gemilerin yaklaşık 3 hafta süren yolculuk sonucunda vardıkları Güney Kore ve ülkenin güneyindeki Busan (Pusan) Limanı’nı gösteren Güney Kore haritası görülmektedir
Türk askerinin Kore’ye varması Türk gazetelerine haber olmuş ve ilk kafilenin Kore topraklarına çıktığı 18 Ekim 1950 tarih, 9411 sayılı Cumhuriyet Gazetesi’nde yer almıştır.
Amcamın da içinde bulunduğu 241. Piyade Alayı’nın sancağı ve komutanı Piyade Albay Celal Dora (2).

241. Alay ile ilgili ve Muharip.gaziler.org.tr’den alınan bir başka fotoğraf da aşağıdadır.

Bu fotoğraf da yine Kunu-ri Muharebelerine katılmadan önce amcamın bazı BM askerleri ile çektirdiği bir fotoğraf olup, ayakta (bize göre) soldan 1.asker amcam Zeki Yörükoğlu’dur.

Kunuri Savaşı ve Amcamın Esir Düşmesi

Türk askeri Kore’ye varmasından sonra 120 kilometre uzaklıktaki Taegu kentine hareket etmiştir.

Prof. Dr. Özgür Yıldız ve Uzman Ahmet Azman tarafından 2020 yılında ilk baskısı yapılan “Şimal Yıldızı Kore’de” adlı kitapta Gazi Ali Dağbağlı tarafından anlatılan ve amcamın da içinde bulunduğu keşif takımının yaptığı keşif sırasında yaşanan ilginç bir anekdot şu şekildedir:

Kısa bir süre sonra amcamın da içinde bulunduğu Türk Tugayı, Kuzey Kore’yi destekleyen Çin’in başlattığı büyük saldırı arifesinde Kore savaşının en yoğun ve en sıcak çatışmalarının yaşandığı Kunu-ri’ye intikal etmiş ve Türk Tugayı, 28 -29 Kasım 1950 tarihleri arasında Kore Savaşının en sıcak ve en zorlu çatışmalarını bu Kunuri Muharebelerinde (Wavon, Simnim-ni, ve Keachon Muharebeleri) yaşamıştır. BM güçleri Çin sınırına yaklaşık 100 Kilometre uzaklıkta iken Çinlilerin saldırısı karşısında askerlerini geri çekme kararı almış, Birleşmiş Milletler güçleri, özellikle Amerikalılar, Türklerin buradaki kahramanlıkları ve direnişiyle zaman kazanmış ve Çinli askerler tarafından kuşatılmadan geri çekilmeyi başarmışlardır (4).

26-29 Kasım tarihleri arasında Kunuri’de yaşanan çatışmada Türk Tugayı en ağır kaybını vermiş, çok sayıda askerimiz şehit olmuş, yaralanmış ve esir edilmiştir. Güney Koreliler ile dil sorunu yaşandığından zaman zaman yanlışlıkla iki ülke askerlerinin birbirleriyle savaştıkları da olmuştur.

Amcamın anlattığına göre, Çinliler ve Kuzey Koreliler kamuflajı çok iyi yaptıklarından karşılarında sanki bir orman olduğu izlenimi yaratıp, kum gibi üzerlerine akıyorlarmış.

Kunuri Muharebeleri sırasında çok az sayıda çekilen fotoğraflardan birisi (2)

Geçici Olarak Kaldıkları Esir Kampı (Soğuk Kamp/Ölüm Vadisi) 

Bu muharebe sonunda diğer milletlerin askerleri ile dağılan birçok askerimiz Çinliler tarafından esir alınmış ve kışta kıyamette Kızıl Çin Ülkesine doğru “Ölüm Yürüyüşü” denilen bir ay kadar süren yürüyüş sonucunda yolda çok kötü muamelelere maruz kalarak ve 1951 yılının başına kadar kalacakları Kunuri Muharebesinin yapıldığı yerden yaklaşık 100 kilometre uzaklıktaki Hofong Kampına götürülmüşlerdir. BM esirleri bu kampa ilk zaman “Soğuk Kamp” ve ilerleyen günlerde  “Ölüm Vadisi” adını vermişler, bu kamp esirlerin kalacakları asıl kamplardan önceki geçici olarak tutuldukları kamptır.

Amcam da bu ölüm yürüyüşü ile ilgili olarak yengeme kim yaralı ve halsiz ve yürüyemiyorsa Çinlilerin onları dipçikleyip, orada bıraktıklarını anlatmış.

Bu kampta dondurucu soğuğa ve beslenme yetersizliğine maruz kalan esirlerin çoğu yediklerinden ötürü (yarı çiğ sebzeler nedeniyle)  ishal olmuş, Türkler açlıktan ölmemek için topraktan donmamış ot ve kökleri çıkararak, yemişler  (5).  Amcam da ot ve bitki kökü yediklerini anlatmıştır.

Türklerin ot ve otların köklerini kazarak yeme becerisi göstermelerinin sebebi hemen hemen hepsinin ülkelerinde kırsal kesimde yaşamış olmalarıdır.

Esir Kampı

Amcam Zeki Yörükoğlu’nun da bulunduğu % 57’si Kunu-ri Muharebelerinden esir alınan 244 Türk (5) ve diğer BM askerleri, “Ölüm Vadisi”/“Soğuk Kamp”ta  geçici olarak tutulduktan sonra Çin askerleri tarafından 1950 yılının Aralık ayı ile 1953 yılının Ağustos veya Eylül ayına kadar  inşaatları tamamlanan, 2 sene boyunca tutsak olarak kalacakları esir kamplarına götürülmüşler.

Amcamın da içinde bulunduğu ve ilk grup olan Kunuri Grubu, Pyoktong’daki 5. esir kampına yerleştirilmiş.

Nitekim, “Ben Türk” kitabının yazarı Savaş Antropoloğu Aynur Onur Çifci’nin benimle paylaştığı ve Kore Gazisi İbrahim Altınok tarafından el yazısı ile alfabetik sıraya göre yazılmış olan 5. esir kampındaki Türk esirler listesinde Amcamın ismi 173. sırada yer almaktadır (Listede Amcamın soy ismi, “Yörük” olarak geçiyor)

Bu listenin 170. sırasında yer alan ve birçok esir Türk’ün hayatını kurtaran ve üstün hizmet madalyası ile ödüllendirilen sıhhiye onbaşısı Veli Atasoy halen yaşamakta olup, kendisiyle de Whatshapp’tan görüntülü olarak görüşme onuruna eriştim (yazımın sonundaki “Notlar” bölümünde kendisinden kısaca söz edeceğim*).

Haritada da görüldüğü üzere ve Amcamın anlattığına göre esir kampı Çin’in kuzey doğusunda bir bölge olan Mançurya’daymış. Ancak, yayınlarda kampın olduğu yer Pyoktong, Kuzey Kore olarak geçiyor. Mançurya, adını bölgenin yerli halkı olan Mançulardan almış.
“Ben Türk”(5) kitabından aldığım Pyoktong’daki 5. Esir Kampının haritası

Yine Amcamın anlattığına göre bulunduğu 5. Esir Kampı Çinliler tarafından önceleri BM’ye bildirilmediği için resmi kayıtlarda görünmüyormuş. Nitekim, 5. Kampın bilinmemesi nedeniyle Türk askeri yetkililerince amcamın şehit olduğu sonucuna varılmış ve ailesine de şehit olduğu bildirilmiştir. Yine amcamın anlattığına göre kampın yanından çok büyük bir akarsu geçiyormuş. (Bu yazıyı yazmaya başlamama müteakip yaptığım araştırmalar sonucunda bu nehrin Mançurya ile Kuzey Kore sırından geçen Yalu Nehri olduğunu öğrendim. İlerleyen zamanlarda Yalu Nehri’nin adının çeşitli kaynaklarda da geçtiğini gördüm.) Kışın bu nehir donduğundan esirler için içme suyu tedariki güçleşiyormuş. Yıkanma olanakları son derece kısıtlı olan esirler amcamın anlattığına göre yazın aynı zamanda bu nehirde yıkanıyorlarmış.

Birleşmiş Milletlere mensup esirlerin yerleştirildikleri esir kamplarının toplam sayısı 7 adetmiş.

5.kampın mevcudu 4.000 civarında iken açlık, pislik, susuzluk, günlük ağır ve yıpratıcı işlerde çalışma ve kötü muamele yüzünden Kasım 1952 tarihinde mevcut 1.600 kişi civarına inmiş. Ancak Türklerde hiçbir zayiat olmamış. Bu kampta 6 subay, 3 astsubay olmak üzere toplam Türk nüfusu 225 kişiymiş. Yine bu 5 nolu POW’da (Savaş Esirleri Kampı) 390 siyah Amerikalı, 180 Filipinli, 250 İngiliz, 500 civarında beyaz Amerikalı, yedi Fransız, bir de Yunan varmış (6).

Ancak, amcam, kampta Yunan sayısının birden çok olduğunu söylemiştir.

Amcamın anlattığına göre en fazla zulmün olduğu kamp 5. Kamp imiş, çünkü bu kampın yeri uzun bir süre BM tarafından bilinmediği için buradaki esirler çok daha fazla işkenceye maruz kalmışlar.

Çeşitli kaynaklardan edindiğim bilgiye göre esir kamplarındaki birçok ulustan esir hayatını kaybederken toplam 244 Türk askeri aralarındaki büyük bir dayanışma sayesinde hiç zayiat vermemiş.

Esirlere tek tip elbise giydirmişler ve elbiselerde rütbe işaretleri bulunmuyormuş. Birleşmiş Milletler askerlerinde rütbesiz olmanın getirdiği disiplinsizlik başlamasına rağmen, Türklerde yukarıda sözünü ettiğim kendi aralarındaki hiyerarşi ve disiplin nedeniyle bu sorun yaşanmamış.  Rütbesiz elbise giymelerine rağmen Türklerdeki en rütbeli yüzbaşıymış. Yüzbaşı yine yüzbaşı, başçavuş yine başçavuş, onbaşı yine onbaşı olarak kalmış.

Dayanışmaya önek olarak şu anekdot anlatılır: Çinliler Türklerdeki dayanışmayı kırmak için önce aralarındaki en üst rütbeli askeri koğuştan alıyorlarmış, bunun üzerine Türk esirler aralarında ikinci üst rütbeli askerin komutanlığını kabul edip, onun talimatları doğrultusunda davranıyorlarmış, ardından ikinci üst rütbeli askeri de gruptan ayırdıklarında onun yerine hemen üçüncü üst rütbeli asker geçiyormuş. Bu böyle devam edip gidiyor, en son iki Türk asker kalsa bile daha deneyimli ve yaşça büyük olan diğerine komutanlık ediyormuş. Hatta, öyle ki son olarak kıdem ve yaşça aynı olan iki Türk asker kalsa bile bu sefer de nizamiyeden ilk gireninin komutanlık etmesi gerekiyormuş.

Esir kampındaki Türk askerlerinin dayanışması Türkiye Muharip Gazileri Derneği tarafından yayımlanan bir yazıda da aşağıdaki gibi anlatılmıştır:

“Çinliler esir kamplarında esirlere her türlü yalan, şaşırtma, korkutma ve işkence metotları uygulayarak beyin yıkama faaliyetleri sürdürmüşlerdir. Bu faaliyetlerden BM askerleri içinde sadece Türk esirleri etkilenmemiştir. Esir kamplarındaki olumsuz her türlü şartlara en iyi dayanan Türkler olmuştur. Kötü yaşam koşulları, disiplin zafiyeti ve zorluklarla baş edememe gibi nedenlerle esir kampı yaşamına ayak uyduramayan birçok BM askeri hayatını kaybetmiştir. Buna karşılık, esir kamplarında hayatını kaybeden Türk askeri yoktur. Türk askerleri esir kamplarında dirençlerini ve askeri disiplini her zaman muhafaza ettiler, emir ve komuta zincirini bozmadılar. Türk askerleri esir kamplarında 24 saat birbirlerine destek oldular, kamp yaşamına topluca katılarak hayatlarını idame ettiler. Yürüyemeyen arkadaşlarını sırtlarında taşıdılar, hasta olan, üşüyen arkadaşlarını vücutlarıyla ısıttılar.” (Bu anlatılanları aşağıda yazacağım üzere amcamın da anlattıkları teyit etmektedir.)

Bu dayanışmanın Türklerin karakteristik bir özelliği olduğu anlaşılmakta olup, nitekim Pakize Türkoğlu tarafından yazılan “Tonguç Ve Enstitüleri” adlı kitapta da, Mustafa Kemal’in önceki savaşlardan, Türk halkının, özellikle köylülerin, dayanma, dayanışma ve imece gücüyle yapamayacaklarının olmadığını anlamış olduğu, belirtilmektedir.

Amcamın Savaş ve Esaretle İlgili Olarak Anlattıkları ve Esir Kampında Yaşadıkları

Kedisinden duyduğumuz savaş ve esir kampında yaşadıklarını aşağıda anlatmaya çalışacağım:

– Kunuri sık ağaçlı, ormanlık bir yer olduğundan, Çin askerleri kum gibi üzerlerine saldırıyormuş ve ormanının içinden o askerlerin nereden geldiklerini kestiremiyorlarmış.

BM cephesinde savaşı Amerikalılar yönetip, iaşeyi de kendileri sağladıklarından, çatışma olacağı gün askerlerin iyi beslenmeleri için yemekte hindi çıkartırlarmış. Amcamlar da bunu bildiklerinden eğer yemekte hindi çıkarsa o gün cepheye gideceklerini tahmin ederler ve mutlaka da giderlermiş.

– Kunuri savaşında askerler dağıldıkları sırada amcam Türkiye’den de arkadaşı olan yaralı bir askeri sırtına alarak kaçmaya başlamış ve kaçarlarken arkalarından silah sesleri de geliyormuş,  silah seslerinin kesilmesi üzerine, amcam bir ağacın altında durup, dinlenmek istemiş. Ancak, arkadaşını sırtından indirdiğinde arkadaşının öldüğünü, sırtının da arkadan atılan mermilerle kalbura döndüğünü görmüş.

-Kore’de savaşan ve Nazilli’de Koreli Zeki olarak tanınan amcamla ilgili olarak küçüklüğümde en merak ettiğim konu da savaşta hiç Çinli öldürüp öldürmediği idi. Defalarca sormama rağmen, kimseyi öldürmediğini söylemişti.

Yetişkin hale gelip aynı soruyu tekrar sorduğumda bir Çinliyi mecburen öldürdüğünü anlatmıştı. Şöyle ki,

Savaş sırasında bağlı oldukları birliklerini kaybeden amcam ve bir arkadaşı iki Çinli tarafından kovalanmışlar, uzun süren bir kovalamacadan sonra amcam bir çukurun içine düşmüş (veya atlamış), elindeki tüfekle çukurun başına gelen Çinli asker tam amcamı vuracağı sırada çukurda sırt üstü yatmakta olan amcam tüfeğini ateşleyerek Çinliyi öldürmüş. Yetişkin bir yaşa gelmiş olmama rağmen amcamın bir insanı mecburen de öldürmüş olması beni bir hayli etkilemişti. Niye küçük yaşta bana bu olayı anlatmadığı konusunda kendisine hak vermiştim.

-Mançurya’da esir kampında bulundukları süre boyunca Çinli askerler tarafından her gün Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Başkanı Mao Zedong ile ilgili marş söyletilirmiş ve rejimleri ile ilgili propaganda yapılırmış.

– Esirlere düzenli olarak kendi rejimlerinin propagandasını yapan Çinliler, eğer kendilerine inanıp, ülkelere döndüklerinde rejimlerini savunacak olurlarsa daha çok yiyecek vereceklerini ve daha iyi şartlarda yaşamalarını sağlayacaklarını taahhüt ederlermiş. Yengem, amcamın kampta çok açlık çekmeleri nedeniyle, “Bize hiç ekmek vermedikleri için onlara inanmadık, eğer ekmek verselerdi inanırdık” dediğini aktarmıştır. Bu da bize Türklerin ne kadar ekmeğe düşkün olduğunu göstermektedir.

– Çok soğuk bir bölgede bulunan esir kamplarındaki askerler, soğuktan çok etkilenmişler. Çeşitli yayınlarda esir kampındaki koğuşların çok muhafazalı olmaması ve soğuktan korumaması nedeniyle esirlerin soğuktan korunmak ve donmamak için birbirlerine sarılarak yattıkları belirilmiştir. Amcam da koğuşlarda soğuktan korunmak ve donmamak için birbirlerine sarılarak yattıklarını ve hatta nefeslerinden çıkan buharla koğuş camlarının buz tuttuğunu anlatmıştır.

-Nitekim soğuklardan çok etkilenen amcam, diğer askerlerin birçoğu gibi zatürreye yakalanmış, koah hastası olmuştur.

-Çinliler bulundukları esir kampının yanından geçen akarsuyun (Yalu Nehri) üzerine uzatılan iki kalasın üstünde esirleri cezalandırmak amacıyla altı açık olan bir oda yapmışlar ve esirler ceza aldıklarında akşamları bu odaya kapatılırlarmış. Bu kapalı yerde ve kalasların üzerinde saatlerce ayakta durmak zorunda kalan esirler, uyumaları veya dengelerinin yitirmeleri halinde dereye düşüp, hayatlarını kaybetme tehlikesiyle karşılaşırlarmış.

– Çinliler işkence amacıyla esirlere yemeleri için önlerine çuvallarla acı biber koyar ve esirler de açlıktan bu acı biberleri yemek zorunda kalırlarmış. (Acı biber yemeye oradan alıştığını, söylerdi. Ben de hatırlıyorum, çok acı biber yerdi.)

-Esir kampından önce de oldukça aç kalmışlar, birliklerinden kopup, kaybolduktan sonra günlerce aç kaldıkları için yollarının üzerinde buldukları ölmüş atların eti ile tarlalarda buldukları kabakları çiğ çiğ yemişler.

– Esir kampında da çok açlık çeken amcamlara Çinlilerin verdikleri yiyecekler çok yetersizmiş ve verilen yiyecekler arasında süpürge tohumu da bulunmaktaymış (Ki, onlar, Kurtuluş Savaşı’nda süpürge otu tohumundan ekmek yapıp, yiyen insanların çocuklarıydılar. Babaannem de sık sık Yunan işgali sırasında süpürge tohumundan yapılan ekmekleri yediklerini anlatırdı. Kaldı ki, İkinci Dünya Savaşı sırasında 10 yaşın üstünde olan Kore’de savaşan bu kuşağın bir kısmının İkinci Dünya savaş döneminde de bizzat süpürge otu tohumu yediklerini düşünüyorum). Hatta, zaman zaman o denli aç kalmışlar ki dışkılardaki tohumları bile ayıklayıp yemişler

-Su ihtiyaçlarını gidermek için kar yemişler.

-Amcam, esir kampı için “cehennem gibi bir yer” dermiş.

-Esirler tıraş olacakları zaman bir çukurda bekletilir, Çinliler de tıraş olmak için bekleyen esirlere tek bir tıraş bıçağı atarlarmış ve amcamlar da kendilerine atılan ve iyice de körelen bu tıraş bıçağı ile tıraş olmaya çalışırlarmış.

– Esirlere sigara dağıtılmadığı veya çok az dağıtıldığı için sigara alışkanlığı olan esirler (amcam dahil) Çinlilerin nöbet tuttuğu tel örgülerin yanına kadar gider sigara içen Çinli askerler tarafından atılan sigara izmaritlerini toplarlarmış. Topladıkları izmaritlerdeki tütünleri birleştirerek sarıp, sardıkları bu sigaraları da ortaklaşa içerlermiş.

– Ayrıca, otlardan da sigara yapıp içiyorlarmış.

-BM askerleri esir kampında mısırdan içki yapmışlar. Esirler, buldukları mısır koçanlarındaki mısır tanelerini ayıklayarak suyla birlikte bir toprak testinin içine doldurmuşlar ve üzerine de biraz şeker ekleyip, ağzını da iyice kapattıktan sonra testiyi toprağa gömmüşler. Bir süre sonra gömdükleri bu testiyi çıkarıp, ağzını da açtıklarında mayalanma sonucu çok sert bir içkiyle karşılaşmışlar.  O kadar ki, zaten yetersiz beslenen ve o içkiden bir yemek kaşığı alan herkes sarhoş olmuş ve bu içkiden bir yemek kaşığı içen o dev gibi siyahi Amerikalılar bile adeta çarpılmışlar.

Amcam, içkiyi içen Amerikalıların ıslık çalarak ve yalpalaya yalpalaya nasıl yürüdüklerini, onların hareketlerini taklit ederek anlatmıştı.

– Amerikalılar esir kampında vakit buldukça müzikle uğraşırlar ve şarkı söylerlermiş, Amerikalı siyahiler nerede bir kamış veya bir teneke bulsalar hemen onlarla müzik yaparlarmış. Amcam Nazilli’ye döndükten sonra oradan gelen alışkanlığını sürdürmüştür. Caz müziği ve Louis Armstrong dinler,- Louis Armstrong’un şarkılarını söylerdi.

-Küçüklüğü ve gençliğinde futbola ilgili ve meraklı olan amcam bu ilgisini esir kampında da sürdürmüş ve esir kampında da futbol oynamış. Bana esir kampında esir BM askerlerinden oluşan takımda Çinlilerle yaptıkları futbol maçlarından söz etmişti.

1952 Sonbaharında Mançurya’daki esir kampları arasında oynanan futbol maçlarında amcamın da yer aldığı 5. kampın futbol takımının fotoğrafı. (Fotoğrafın arkasına amcam, “30.11.1952, P.O.W.-Byoktong” şeklinde not düşmüştür -P.O.W.=Savaş Esirleri Kampı)

Bu resimde görünen 11 kişiden 3 tanesi Türk, diğerleri başka uluslardandır.

5.Kamp takım kadrosu aşağıdaki gibidir:

Ön sıradakiler, bize göre soldan sağa: Amcam Onbaşı Zeki Yürükoğlu, Er İ.D. Türkiye; Er Johan J. Lowel, Kuzey Londra, İngiltere; Onbaşı Rene Madone, Paris, Fransa; Er Hugh Kerr, Glasgow, İskoçya.

Arka sıra, soldan sağa: Er Beruvard C. Canavan, Belfast, K. İrlanda; Asker A.F., Türkiye; Çavuş Arie Biever, Hollanda; Onbaşı Edvin R. Meyers, Baraboo, ABD; Çavuş Robert Wilson, Pensilvanya, ABD ve Onbaşı Alexander Ewan, İskoçya (5).

(Amcamın soy ismi burada da “Yürükoğlu” olarak geçiyor.)

Çinlilerin dünya çapında tanıtım elde etmeyi umdukları esir kampları arası olimpiyatlar 15 Kasım 1952-27 Kasım 1952 tarihleri arasında, Pyoktong’da “1952 Kamplar Arası Esir Olimpiyatları” adı altında düzenlenmiştir.  Bazı mahkumlar katılmayı reddederken 11 milletten 500’den fazla mahkûm bu olimpiyatlara katılmıştır. Bu oyunlarda Kuzey Kore’deki tüm hapishane kampları temsil edilmiş ve kamplar, Amerikan futbolu, beyzbol, softbol (beyzbola benzeyen ancak daha yumuşak bir oyun), basketbol, voleybol, atletizm, futbol, jimnastik ve boks dallarında yarışmışlar. Bu olimpiyatlar esirler için diğer kamplardaki arkadaşları ile buluşmak için bir fırsat olmuş.  Ayrıca bazı esirler, bu oyunlar sırasında fotoğrafçılık, spikerlik yapmış ve hatta her gün yarışmadan sonra Olimpik Roundup (Olimpik Toplantısı) adlı bir bülteni yayınlayarak muhabir olarak hareket etmişler.

Bu yarışmaların genel sonucuna göre amcamın da bulunduğu 5. Kamp (Pyoktong, Kuzey Kore) 1’inci olmuş. Olimpiyatlar sık sık Kuzey Kore psikolojik savaş broşürlerinde yer almış ve 1952 Olimpiyatlarının, Çin ve müttefiklerinin teslim olanlara iyi koşullar sunduklarına işaret etmesine yönelik propaganda aracı olmuş.

T.C. Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü’nün “Kore Savaşı’nda Türk Ordusu’nun Lojistik Desteği” adlı ve Adil Işık tarafından 2009 yılında hazırlanan yüksek lisans tezinde amcamın da isminin geçtiği Harp Esirleri Olimpiyatları’ndan aşağıdaki gibi söz edilmiştir:

“Esir kamplarında sosyal yaşamla ilgili en somut örnek ise esir kampları arasında düzenlenen ‘Harp Esirleri Olimpiyatları (Intercamps Olympics)’dır. Türk harp esirlerinin de büyük bir çoğunluğunun bulunduğu Pyoktong 5 no.lu Esir Kampında düzenlenen bu olimpiyatlara Türk esirlerden de katılanlar bulunmaktadır. 243 Karma bir komite tarafından organize edilen bu oyunlara 1, 2, 3, 4 ve 5 numaralı esir kamplarında kalan esirler arasından seçilen sporcular katılmış, kamp bütünlüğü içinde başarının beklendiği müsabakalar sonucunda 5 no.lu kamp birinci, 1 no.lu kamp ikinci, 4 no.lu kamp üçüncü sırada yer almıştır. Oyunlar, atletizm, güreş, boks, basketbol, futbol, voleybol dallarını kapsamaktaydı. Türk harp esirlerinden Kazım Öveç, Arif Gökçe, Kadir Üzülmez, Ahmet Akdağ, Mehmet Göçer, Mevlüt Kanat, Niyazi Kaya güreş dalında, Rafet İzmir 100 ve 400 metre koşuda, İrfan Dumlupınar 3000 metre koşu, 100 metre engelli koşu ve uzun atlamada, Ali Ferah voleybolda ve futbolda, İsmail Demirdelen, Jan Andronikyan ve Zeki Yürükoğlu futbolda katılmışlar, ayrıca Mahir Açıkgöz, Ahmet Yavuz ve Jan Andronikyan çalışmaları ile organizasyonda görev almışlardır.” denilmektedir.

-Kampta Türk esirler zaman zaman kendi aralarında da güreşirlermiş:

Amcam, yukarıdaki ve 30.07.1953 tarihli fotoğrafın arkasına düştüğü notta, Mahmut Uçak ve Mehmet Ünal’ın güreştiklerini, bu fotoğrafın esaret hatırası olduğunu ve güreşen arkadaşlarından hatıra olsun diye bu fotoğrafı aldığını ve saklamakta olduğunu, belirtmiştir.

Çinliler esirleri her gün kamp dışına çıkartıp ve genellikle taş kırma işinde çalıştırırlarmış.

-Esir kampından çalışmak üzere yine kamp dışına çıktıkları bir günkampa dönmeyip o akşam köyde kalan  amcam ve   5-6 arkadaşı “ak darı” bulmuşlar, Çinliler ellerinden almasınlar diye de kimseye haber vermeden açlıktan sabaha kadar da bu darıları yemişler. Tıka basa doyduklarından ve yediklerini eritemedikleri için de birkaç gün bir şey yememişler.

-Amcamın bulunduğu 5. Esir Kampı uzunca bir süre Dünyadan tecrit edilmiş olduğu için yukarıda da belirttiğim gibi BM uzunca bir süre bu kampın varlığından haberdar olamamış. Amcamlar, 2. kampın inşası ve 5. kampta sürmekte olan inşaatlar için yine bir gün kamp dışında taş kırarlarken bir Amerikan uçağının geçtiğini görmüşler, uçağa el, kol ve giysiler sallayarak yerlerini bildirmeye çalışmışlar, Çinliler uçaktakilerin esirleri görmemesi için onları ağaçların altına saklamışlar. Bu uçak üzerlerinde birkaç tur atmış, Çinlilerin baskısına rağmen cesareti olan bazı esirler ağaçların altından çıkarak, işaret vermeye devam etmişler. Esirleri fark eden söz konusu uçak personeli tarafından BM’ye haber verilmesinin ardından BM uçakları kampın çevresini gerek ışık bombası ve gerekse normal bomba atmak suretiyle kampın yerini saptanmış. Ancak, bu bombalama sırasında herhangi bir can kaybı yaşanmamış.

Bu fotoğraf birçok yayın organında yayınlanmış olup, amcamın fotoğrafları arasında bulunmaktadır

Amcam, çeşitli milletlerden askerlerin bulunduğu Kore Savaşı ve esareti sırasında İngiliz ve Amerikalılardan zaten çok meraklı olduğu İngilizcesini geliştirme imkânı bulmuş ve esaretten döndükten sonra da   onlarla mektuplaşmıştır.

Amcam fotoğrafın arkasına, Clyde isimli arkadaşının Kore’de 10.12.1952 tarihinde çektirmiş olduğu fotoğrafı gönderdiğini yazmış:

Nitekim, yıllar sonra İngiltere’de yaşayan kızının yanına gitme teşebbüsünde bulunduklarında da vize alabilmek için İngiltere’de yaşayan esir kampından arkadaşlarına ait mektupları da İngiliz görevlilerine göstermiştir.

Amcam Kore Savaşında Esir Düşüp Büyük Sıkıntılar ve Zorluklar İçinde İken Ailesine Şehit Haberinin Gelmesi

Dedem ve ailesi Nazilli’nin Çapahasan Mahallesi’nde 1918 veya 1919 yılında 1950 yılına kadar ikamet etmiş, Kurtuluş Savaşının ardından çiftçi oldukları için ilkbahardan sonbahara kadar tarlalarının kenarında kamıştan yaptıkları evlerde yaşamışlar. Dedem, amcam askere, oradan da Kore’ye gittiği dönemde şehir dışı sayılacak, Sümerbank Basma Sanayii Fabrikası’nın yakınındaki bir arazisinin köşesine kargir bir ev yaptırmış. 1950 yılının kış aylarına doğru evin inşaatı bitip bu eve taşınacakları sırada  (Amcamın esir alınıp, esir kampına alındığı günlerde) dedemi askerlik şubesinden çağırmışlar, amcamın şehit olduğunu bildirmişler. Tabii dedem o anda büyük bir öfke patlaması içinde,  ”Oğlumu bana geri verin” diye bağırıp çağırmış, aile de çok büyük bir üzüntü yaşamış. Yeni yapılan eve üzüntü içinde taşınmışlar, amcam için mevlit okutmuşlar. Üç yıl boyunca da evlatlarının acısı ile yaşamışlar.

Ancak, babaannem hiçbir zaman amcamın öldüğüne inanmamış, her namazdan sonra dua etmiş.

1952 yılında askere giden 1932 doğumlu babam Lütfi Yörükoğlu da Kore’ye gitmek istemişse de dedem buna şiddetle karşı çıkarak, babamın Kore’ye gitmesine engel olmuş.

Amcamın Sağ Olduğu Haberinin Ulaşması         

21 Nisan 1953 tarihli Hürriyet Gazetesi

21 Nisan 1953 tarihli Hürriyet Gazetesi’nde Kore’de esir mübadelesinin (Küçük Takas) başladığının bildirilmesinin ardından Kore Savaşı 27 Temmuz 1953’te Panmunjom Ateşkes Antlaşması’nın imzalanması ile sona ermiş ve savaş rehinelerinin karşılıklı geri verilmesi kararlaştırılmıştır.

Üzüntü ve yasla geçen 3 yıla yakın bir zaman sonra ailenin yeni evlerine taşınmalarından  yaklaşık 3 sene sonra bir akşam saat 23.00 haberlerinde  radyoda esir kamplarından serbest bırakılacak askerlerin isimleri okunmuş ve bu isimlerin içinde “Zeki Yörükoğlu” ismi de geçince, Çapahasan Mahallesi’nde  gece haberlerini dinleyen ve dedemi tanıyan bir kişi  Nazilli’nin güneyindeki en son ev olan dedemin evine gelerek  “Ali Efe, Ali Efe” diye  dedeme seslenmiş, yatmış olan aileyi uyandırmış ve  amcamın yaşadığını ve esir kampında olduğunu bildirmiş. Dedem de haberi alınca ”inşallah, inşallah” diyerek sevinç içinde haberi veren kişiye sarılmış.

Bu haber radyodan daha sonraki günlerde de birkaç kez daha duyurulmuş. Akabinde de Kore’de görevli Türk tugayında savaş muhabirliği yapan Hürriyet Gazetesi muhabiri Hikmet Feridun Es esir listesini Hürriyet Gazetesi’nde yayınlamış.

Aile artık çocuklarının dönüşü ile ilgili haber beklemeye başlamış.

Yengem ise, haber veren kişinin o dönemde Nazilli Pamuk Araştırma Enstitüsü’nde çalışan Sami isimli komşumuz olduğunu, amcamla ilgili bilgi almak için dedemi askerlik şubesine onun götürdüğünü, söylemiştir.

Aslında esir kamplarındaki birçok esir, aileleri ile 1951 yılının sonundan itibaren mektuplaşmaya başlamış ve mektuplaşan askerlerin aileleri de çocuklarının durumundan haberdar olmuş.

Ancak, amcam ailesi ile mektuplaşamadığından sağ olduğunun anlaşılması mübadelenin başladığı tarihte olmuştur.

Amcamın Özgürlüğüne kavuşması

Ben Türk isimli kitaptan öğrendiğime göre esirlerin serbest bırakılmaları küçük ve büyük takas adlı iki adet takas sonucu gerçekleşmiş. 20 Nisan’da başlayan Küçük Takasın ardından amcam 229 esirle birlikte 1953 yılı Ağustos-Eylül aylarında gerçekleştirilen Büyük Takas (esir takası) sonucu özgürlüğüne kavuşmuş ve birçok esir arkadaşı ile birlikte Tokyo’ya gelmiş ve esir kampında zatürreye yakalanması nedeniyle Tokyo’da bir süre tedavi görmüştür.

Hem amcamın hem de Gazi İbrahim Altınok’un da arşivinde bulunan, İbrahim Altınok’un düştüğü nota göre Seul Havaalanı’nda Tokyo’ya gitmek için uçuş saatini bekleyen bir kısım BM askerlerinin çektirdikleri bir fotoğraf (5). Arka sırada bize göre sağdan ilk baştaki asker amcam Zeki Yörükoğlu (Bu fotoğrafta 18 asker olduğu halde İbrahim Altınok 16 askerin adını yazmış, amcam ile diğer bir askerin adını yazmamıştır.) 
Amcam ve 2 arkadaşı Tokyo’da tedavi altında. Bu Fotoğrafın arkasında da amcamın el yazısı ile “Ekim 1953 – TOKYO” yazmaktadır. Sağ baştaki amcam Zeki Yörükoğlu. (Ancak tarihte bir yanlışlık olduğunu düşünüyorum, çünkü amcamın 15 Eylül’de Türkiye’ye dönerken fotoğraflar var ve Nazilli’de karşılanışı da 02 Ekim 1953)
Bu fotoğraf da amcamın Tokyo’daki tedavisi sırasında çekilmiş olup, ortadaki amcamdır.

Türkiye’ye Dönüş

Tarih 15 Eylül 1953, artık Türkiye’ye dönüş başlamıştır. Aşağıda onları İstanbul’a götürecek olan hastane gemisinin merdivenlerinde arkadaşı Hilmi Adandı’nın fotoğrafı görülmektedir

Bu fotoğrafın arkasında amcamın kendi el yazısı ile şunlar yazılı:

Tokyo’da tedavi gören amcam ve diğer Türk askerinin tedavisi gemide de devam etmiş, amcam yengeme gemide iğne olmamak için hemşirelerden kaçtıklarını anlatmış.

Türkiye’ye dönüş yolcuğunda, 15 Eylül 1953 tarihinde arkadaşı Hamdi Ökten ile birlikte gemide görülmektedir
Fotoğrafın arkasına kendi el yazısı ile yazdıkları
15 Eylül 1953 tarihinde, gemide arkadaşlarına gitar çalarken
Ve fotoğrafın arkasında kendi el yazısı ile yazdıkları

Amcamın Nazilli’ye Dönüşü ve Karşılanışı

Beklenen haberin gelmesi üzerine dedem Japonya’dan hastane gemisi ile İstanbul’a gelmekte olan amcamı karşılamak üzere İstanbul’a gitmiş ve amcamı karşılamış. İstanbul’dan da deniz yolculuğu ile İzmir’e gelen baba oğul İzmir’de Şaraphane semtinde ikamet eden amcamın teyzesine uğramışlar. O tarihte 12-13 yaşlarında olan teyzesinin kızının (Şükran Konuk) anlattığına göre amcam son derece moralsiz, zayıf ve bitkin halde imiş. Sık sık da teyzesiyle birbirlerinin boyunlarına sarılarak ağlamışlar.

02.10.1953 tarihinde dedemle birlikte trenle İzmir’den Nazilli’ye gelen amcamı garda büyük bir kalabalık karşılamış. Amcamın geleceğini duyan Nazilli halkı da 3 yıl boyunca öldüğü sanılan Kore Gazisi amcamı görmek ve karşılamak üzere Nazilli tren istasyonuna akın etmiş. Bu mahşeri kalabalık Belediye bandosu eşliğinde Nazilli tren istasyonunda amcamı karşılamış, son derece zayıf ve bitkin halde askeri giysisi ile trenden inen amcamı bu kalabalık bir süre omuzlarında taşımış.

Trenden inen amcamı karşılayan kalabalığın belediye bandosu eşliğinde Aşağı Nazilli’ye** doğru yürüyüşe geçişini göstermektedir

Daha sonra amcam elinde büyük bir Türk Bayrağı ile üstü açık bir arabaya bindirilmiş ve Nazilli halkı, otomobiller, traktörler ve bando eşliğinde konvoy halinde evine götürmek üzere amcama eşlik etmiştir. Bu konvoyun yan sıra da birçok insan da yol kenarında amcamın gelişini izlemiştir.

Yukarıdaki fotoğrafta, arabanın üstünde Nazilli halkını selamlayan amcamın sağındaki, bıyıklı ve siyah saçlı kişi de Eylül 1950 tarihinde Kore’ye amcamla birlikte giden Aydın’ın Bozdoğan ilçesinden Kore Gazisi arkadaşıymış. Kunuri’de savaşan birliklerde görev alan erbaş ve erlerden esir düşmeyenler 1951’de terhis olup yurda döndüklerinden, zannediyorum arkadaşı da esir düşmediği için Nazilli’ye dönmüş olup  törende karşılayanlar arasında amcamın yanında yer almış.  Onun da adı Zeki imiş.

Dedemin İstanbul’a amcamı karşılamak üzere gitmesinin ardından fotoğrafta arabanın tam önündeki beyaz fötr şapkalı olan büyük halamın eşi Nazilli’nin tanınmış berberlerinden, daha sonra yine Nazilli’nin tanımış kuaförlerinden Zühtü Sağsözlü ile yine arabanın ve fotoğrafın en önünde bulunan zayıf ve kısa saçlı olan  büyük amcam Mehmet Yörükoğlu, karşılama töreni ve kurban için gerekli hazırlıkları yapmışlar (Fotoğrafta arka-en sağ tarafta esmer, bıyıklı ve fötr şapkalı olan da dedem Ali Yörükoğlu).

İlki istasyon meydanında olmak üzere, bir tanesi amcamın ve kardeşlerinin doğup büyüdüğü Nazilli’nin en eski mahallesi Çapahasan Mahallesinde, bir tanesi “Ilgınlı” denilen semtte ve sonuncusu da yasla taşınılan evin önünde olmak üzere 4 adet dana kurban edilmiş.

Amcam ve kardeşlerinin doğup büyüdüğü evin bulunduğu Çapahasan Mahallesi Nazilli’nin en eski mahallelerinden olup, halen de tarım ve hayvancılıkla uğraşanların ikamet ettikleri bir mahalledir. Hatta 05 Eylül 1922 tarihinde Yunan askerinin Nazilli’den kaçarken tüm Nazilli’yi yakıp yıkmasına rağmen bu mahalleye dokunmamıştır. Dedeme babasından kalan, Yunan askeri tarafından tahrip edilmeyen ve yakın zamana kadar kullanılan evin fotoğrafı da aşağıdadır:

Amcamı karşılayan kalabalık, bando eşliğinde dedemin Aşağı Nazilli Sümer Mahallesi’nde bulunan ve belediye görevlileri tarafından içi ve dışı Türk bayrakları ile süslenen evine kadar amcam ile birlikte gelmiş ve bir süre de evin önünden ayrılmamış, Kore Gazisi arkadaşı ile birlikte evin balkonuna çıkan amcama sevgi gösterisinde bulunmuştur.

Fotoğrafta, belediye görevlileri tarafından Türk bayrakları ile süslenen ev ve eve kadar amcama eşlik eden Nazilli halkı.

Yukarıdaki fotoğrafta ise artık akşamüzeri olmasına rağmen evin önünden ayrılmayan Nazilli halkını amcam, Kore Gazisi arkadaşı ile birlikte balkondan selamlarken. Arka planda Atatürk tarafından 09.10.1937 tarihinde işletmeye açılan Nazilli Sümerbank Basma Sanayii Müessesesi’nin tüten bacaları görülüyor. Yıllar içinde işlevsizleştirilen Atamızın yadigarı bu büyük tesisin kapısına maalesef 2002 yılında kilit vurulmuştur.

Diğer taraftan karşılama töreninde herkes coşku içinde iken amcam suskun ve halsiz bir halde imiş.

Amcam tabii bu arada annesi ile de kucaklaşarak, anne oğul hasret gidermiş.

Fotoğrafta, amcamın halkı selamladığı balkonda annesi (babaannem) ile kucaklaşması görülüyor.

Babam o sırada asker olduğu için bu karşılama töreninde bulunamamıştır.

02 Ekim 1953 akşamı kalabalık dağıldıktan sonra amcam fotoğrafta da görüldüğü üzere akrabaları ile de hasret gidermiştir:

Kısaca Esaretten Döndükten Sonraki Yaşamı

Esir kapından dönen amcamın yukarıda da belirttiğim gibi suskun ve zatürreden dolayı bitkin hali devam ettiği için bir süre çalışamamış ve 1954 yılının bahar mevsimi ile birlikte yavaş yavaş kendisini toplayarak ve baba mesleği çiftçilik yapmaya başlamıştır.

Esir kampı dönüşü kendisini toparlamaya başlayan amcam, altta soldan sağa babaannesi, babası, annesi, üstte sağında ablası, solunda kız kardeşi ve kuzenleri ile birlikte. (Fotoğrafta yüzü yarım çıkan babaannemdir. (muhtemelen 1954 yılı).

Amcamı karşılamaya gelen kalabalıktan uzun seneler söz edildiğini biliyorum. O günleri yaşayanlar bana amcamı çok büyük bir kalabalığın karşıladığını, hatta bu kalabalığın Nazilli’ye gelen Cumhurbaşkanlarını karşılayan kalabalık kadar çok olduğunu söylemişlerdir. Hatta bugün bile yani 3 kuşak sonra bile amcamın esir kampından dönüşündeki karşılanışı, mesela danaların kurban edilmesi hala anlatılmaktadır.

Amcam artık Nazilli’nin tanınan simalarından biri haline gelmiş ve kendisi ailenin lakabıyla değil “Koreli Zeki” diye tanınmış ve anılmaya başlanılmıştır.

Kardeşime ve bana da küçüklüğümüzde hep “Siz Koreli Zeki’nin çocukları mısınız?” diye sorarlardı. Oysa, amcam 1932 doğumlu Babam Lütfi Yörükoğlu’ndan büyük olmasına rağmen babamdan sonra evlenmesi nedeniyle o tarihlerde iki kızından büyük olanı henüz çok küçük, diğer de henüz doğmamıştı.

Amcam Kore’den geldikten sonra doğal olarak baba mesleği olan çiftçilikle uğraşmaya devam etmiş, ancak Nazilli’de yaşamaya pek gönüllü olmadığından, Demokrat Parti’nin tarım alanında yetiştirilmek amacıyla İngilizce bilen çiftçileri ABD’ye gönderme politikası kapsamında 1955 yılı sonunda ABD’ye gitmiş ve orada 2 yıl makinalı tarım ve hayvancılık ile ilgili uygulamalı eğitim görmüştür.

Amcamın A.B.D.’ye gitmek için almış olduğu 2 yıl süreli pasaportu

Esir Kampında ve Amerika’da İngilizcesini iyice geliştiren, Türkiye’nin NATO’ya katılmak amacıyla girdiği Kore Savaşı’nda birçok zorluklarla karşılaşan amcam, Amerika dönüşü bu sefer de artık NATO’ya girilmiş olduğundan önce Yalova’da, ardından da İzmir Çiğli’de bir süre  NATO üslerinde tercümanlık yapmıştır.

Babaannem ve dedemin Nazilli’ye dönmesine ilişkin ısrarlarına dayanamayıp, Nazilli’ye dönmüş, 15 Mart 1964 tarihinde evlenmiş ve 2 kız çocuğu sahibi olmuştur.

Evlendikten sonra çiftçiliğe devam etmiş, ancak yine sanıyorum çiftçiliği çok sevmemesinin de etkisi ile ve o dönemlerde İngilizce bilen sayısı da az olduğundan Kuşadası’nda 3 yıl süre ile bir otelin resepsiyonunda çalışmıştır.

Babam ve kız kardeşi ile 1990’lı yıllarda çektirdikleri bir fotoğraf

Savaşın Amcam Üzerindeki Etkileri

Savaşa katılan ve ardından 3 yıl gibi bir süre de esarette kalan amcamın üzerindeki o yılların olumsuz etkisi yıllar sonra bile görülüyordu. Özellikle, esaretten döndüğü yılları izleyen dönemlerde dalgın, durgun ve çabuk sinirlenen bir hali olduğunu büyükler hep anlatırlardı. Savaş filmleri izlemezdi. 1975 yılından sonra evlerimize giren televizyonlarda savaşla ilgili film veya görüntü olduğunda televizyonu kapatır veya izlemezdi.  Savaşın üzerindeki bu olumsuz etki nedeniyle de savaş anılarını kolay kolay anlatmazdı. Mesela, şu anda hayattaki tek kardeşi olan 1938 doğumlu küçük halam ile keza her iki kızı da amcamın savaş ve esir kampı ile ilgili kendilerine hiçbir şey anlatmadığını söylerler. Yengem de amcamın savaştan ve esir kampından konuşmayı pek sevmediği için kendisine de çok şey anlatmadığını ifade etmiştir.

Henüz evlerimizde TV’nin olmadığı, 1960’lı yıllarda ve uzun kış gecelerinde dayıma anılarını anlattığını hatırlıyorum. Diğer taraftan içki içtiği zaman sohbet sırasında sevdiği kişilere de anılarını anlatırdı. Söke doğumlu olan Yengem de Söke’de bulunan Kore savaşı arkadaşı ile aralarında hatıralarını konuştuklarını, kendisinin de iki arkadaş konuşurken kulak misafiri olduğunu söylemiştir. Yengem Amcamın anılarını yazmasını çok istemiş. Ancak maalesef bu gerçekleşmemiş.

Dernek Üyeliği

Amcam 1984 yılında kurulan Türkiye Muharip Gaziler Derneği üyesi idi.  6 Aralık 1965 tarihinde, Türkiye Muharip Gaziler Cemiyeti” olarak resmen kurulmuş olan bu cemiyet daha sonra “Türkiye Muharip Gaziler Derneği” ismini almıştır. Hala evinde bulunan derneğin flaması aşağıdadır:

Zaman zaman üyesi olduğu cemiyetin/derneğin kongrelerine de katılırdı. Bir keresinde sanıyorum 1975 yılında ben Ankara’da öğrenci iken kongreye katılmak üzere iki gazi arkadaşı ile birlikte Ankara’ya gelmişti. Onları bir otele yerleştirip, onlarla birlikte ben de kongrelerini izlemiştim.

1973 yılında kurulan Savaşanlar Derneği’nin (Cumhuriyet Dönemi, Kore ve Kıbrıs Gazilerinin) yayın organı olan Korsavaş Savaşanların Sesi Dergisi’nin Temmuz- 1977 tarihinde yayımlanan 26. Sayısından amcamın Korsavaş Vakfına 765,00 TL. olan bir aylık şeref maaşını bağışladığını öğreniyoruz:

Esir kampında yakalandığı zatürre nedeniyle Koah hastası olan amcam çok sık hasta olup, hastalıklarını da çok ağır geçirmesi nedeniyle 1980’li yıllarda daha iyi tedavi görmek için İzmir’e taşınmış ve zaman zaman Ege Üniversitesi Hastanesi Göğüs Hastalıkları bölümünde tedavi görmüştür. Ancak, maalesef hastalığını yenememiş, 2000 yılında hayatını kaybetmiştir.

Amcam ile aramızdaki ilişki amca yeğen ilişkisinden çok bir baba oğul ilişkisi gibiydi. Her zaman bana çok değer verir, tarlada, traktörün üstünde, evde çok güzel sohbetlerimiz olurdu. Ne mutlu ki amcamın hayatı ve özellikle esareti ile ilgili araştırma yaparak, topladığım bilgi ve belgeleri bir yazıya dökme onuruna eriştim.

Umarım onu sağlığında görmüş ve tanımış olanlar da dahil olmak üzere özellikle sonraki kuşaklara sıra dışı bir yaşamı olan Koreli Zeki’yi ve yaşadıklarını yeterince anlatabilmişimdir. 30.04.2021

  • Hüseyin Yörükoğlu / İZMİR

 

Notlar:

*Aşağıda sıhhiye onbaşısı Veli Atasoy’un fotoğrafı görülmektedir (5):

Aşağıda eşi ile birlikte fotoğrafı bulunan (Milliyet Gazetesi’nden alınmıştır) Veli Aksoy, 92 yaşında olduğu için amcamı hatırlayamadı. Sadece Ahmet Akdağ isimli bir askeri hatırladığını, 3 sene esir kaldıklarını, soğuk kamp diye bir yerde kaldıklarını, çok uzun yıllar geçtiği için amcamı hatırlayamadığını, amcamın sağ olup olmadığını, yakınlarının bulunup bulunmadığını sordu, kızlarının bulunduğunu söyleyince onlara selam söylememi istedi, kendisini aradığım için çok memnun olduğunu da, belirtti.

Kızı Dilber Hanım, babasının savaştan çok etkilenmiş olduğunu, antidepresan ilaçlar kullandığını söyledi. Yukarıda amcamın da savaştan ve esir kampında yaşadıklarından etkilendiğini belirtmiştim.

Daha sonra, Veli Atasoy’un kızı vasıtasıyla telefon numarasına ulaştığım ve halen Didim Akyeniköy’de yaşayan amcam gibi esir düşen Kore Gazisi Ahmet Akdağ’a ulaştım. Amcamı hatırladı, amcamı sordu, aradığım için memnun olduğunu, söyledi. Ancak, kulakları çok zor duyduğu için fazla konuşamadık.

**Bilmeyenler için: Nazilli’de 1970’li yıllardan önce yerleşim daha ziyade kuzey-güney doğrultusunda idi. Aydın-Denizli karayolunun ikiye ayırdığı şehrin kuzey kısmına Yukarı Nazilli, güney kısmında kalan bölümüne ise Aşağı Nazilli denilmektedir.

 

Kaynaklar

1- Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi Yıl:2002 (1) Sayı:11,
2- Dr. Erhan Çifçi’nin Beyaz Tarih’te yayımlanan yazısından alınmıştır,
3- tr.pinterest.com’dan alınmıştır,
4- 1 Aralık 2019 tarihindeki TRT Haber’den,
5-  Dr.Aynur Onur Çifçi, Ben Türk,
6- Bülent Ruscuklu, (Gazi Faruk Pekerol’un anılarının yer aldığı) Kore Savaşı kitabı

Hüseyin Yörükoğlu

1956 Nazilli/AYDIN doğumludur. İlk ve orta öğrenimini Nazilli’de tamamladı. 1975 yılında A.Ü Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne girdi. 1979 yılında bu okulun iktisat-maliye bölümünden mezun oldu. 1981-1987 yılları arasında Türkiye Elektrik Kurumu’nda müfettiş yardımcılığının ardından da müfettiş olarak çalıştı. 1987 ve 1993 yılları arasında Nazilli’de tarımla uğraştıktan sonra 1993-2004 yılları arasında TARİŞ Genel Müdürlüğü’nde müfettiş ve genel muhasebe müdür yardımcısı, ardından 2005 ve 2013 yılları arasında çeşitli şirketler ile İzmir Büyükşehir Belediyesi şirketlerinde muhasebe müdürü, koordinatör ve genel müdür yardımcısı ve son olarak da TARİŞ İncir Birliği’nde müfettiş olarak görev yaptı. Halen mali müşavir/bilirkişi olarak çalışmaktadır. 2009 yılından buyana vergi, muhasebe, ticaret ve icra hukuku ile ilgili olarak çeşitli internet siteleri ve İZSMMO dergilerinde yazıları yayınlanıyor. "Evli ve bir çocuk babasıdır. Email: [email protected]

FACEBOOK - YORUM YAZ

Sosyal Medyada Paylaşın:
  • YENİ
Bir Mektup.. Bir Tehdit… Bir İsyan…

Bir Mektup.. Bir Tehdit… Bir İsyan…

Haber Merkezi, 13 Mart 2024
Kalfatlı – Kalafatlı ve Kültürel Kimliği

Kalfatlı – Kalafatlı ve Kültürel Kimliği

Dr. Yaşar KALAFAT, 11 Mart 2024
İnegöl’de Bir Yıldız Söndü

İnegöl’de Bir Yıldız Söndü

Haber Merkezi, 11 Mart 2024