Quantcast
Şeyh Bedrettin (1358-1416) Üzerine Farklı Bir Bakış – Belgesel Tarih

Ekrem Hayri PEKER
Ekrem Hayri  PEKER
Şeyh Bedrettin (1358-1416) Üzerine Farklı Bir Bakış
  • 13 Mart 2019 Çarşamba
  • +
  • -
  • Ekrem Hayri PEKER /

Loading

Yeni din inancına, her zaman eski dinden bazı inançlar aşılanır. Yöneticiler, yeni din uygulamaları derhal kabul etmek istemeyen halkın korkmaması için siyasi mülâhazalarla bu tür karışımı benimsemek zorundadır. Eski dinden kalan ritüeller, niçin kutlanıldığı unutulan kutlamalar, bazı adetler yeni dinde de yer alır. Zamanla din oturmaya başlayınca ve farklı mezhepler ortaya çıkınca siyasi iktidarlar düzeni bozan din adamlarını cezalandırır, bazı mezhepleri düşman ilan eder ve mensuplarını yok ederler.

Doğu Roma topraklarında bilhassa Suriye ve Mısır’da çok kanlı mezhep savaşları yaşanmıştır. Az sayıdaki Müslüman orduları bu yüzden kolayca buraları ele geçirmiş ve deyim yerindeyse “Barış gücü” muamelesi görmüştür.

ANADOLU

Tarihçilerimiz Anadolu Selçuklu Devleti ve Osmanlı Devleti’nde çıkan Türkmen ve daha sonra celali İsyanları olarak adlandırılan isyanlarına şu gözle bakarlar. “Her şey güllük gülistanlıkken ruhlara, cinlere kapılmış meczup bir derviş, ‘hadi ayaklanalım’ der ve nedense cennet gibi bir ortamda yaşayan insanlar, rahat batması nedeniyle ‘hadi’ deyip ayaklanırlar. Tarihçiler ve ekonomistler içinde “En olgun çağında” 12 Mart’ın gadrine uğrayıp kederinden erken yaşta vefat eden Mustafa Akdağ’ı ve aynı tarihlerde üniversiteden uzaklaştırılan Doğan Avcıoğlu’nu ayrı tutuyorum.

Dönemin ve sonra olayları yazan tarihçilerin, ulemanın yazdıklarının aksine, isyana önderlik edenlerin bilgi seviyesi dönemin ulemasından az değildi. Kimisi, Baba İshak gibi kadıydı. Börklüce Mustafa, Torlak Kemal cahil dervişler değildi. Torlak Kemal’in bir divanı vardı. Börklüce Mustafa, şeyhin kethüdası, yani muavini idi. Hususi işlerini de hep o görüyordu.

İsyanların siyasi boyutu üstünkörü incelenmez, ekonomik boyutuna hiç değinilmez. Aksine geçiştirilir. Oysa Türkmen- Selçuklu çatışması Büyük Selçuklu döneminde başlamıştır. Devlet yönetimi hızla Türkmen kütlesinden kopmuş, Farslara ve paralı kapıkullarına dayanmıştır.

Türkmenler, bu sebepten merkeze karşı ayaklanan hanedan üyelerinin yanında saf tutmuşlardır. Bu durumu gören ünlü Selçuklu Veziri Nizamülmülk, “Türkmenlere de devletten pay vermek gerekir” demiştir. Ama bu söylemine kulak asılmamıştır. Türkmen-Selçuklu çatışması Türkmenlerin Anadolu’ya göçünü hızlandırmıştır, diğer yandan da Selçuklu Devleti’nin sonunu getirmiştir.

Aşiretleri dağılan / dağıtılan Türkmenlerin sığınacak “Baba”lardan başka kimsesi kalmamıştı. Moğollara karşı yapılan bir ayaklanmaya Mevlana’nın bir oğlu da katılmıştı ve savaşta ölmüştü. Türkmen boyları Moğolların baskısından kurtulmak için uçlara ve Ege’ye sığındılar.

Pavlikanlar

Anadolu’da Yahudi inancı çok yaygındı. Anadolu’da Hristiyanlık önce Yahudiler arasında yayıldı. Mesih ve Mehdi inancı Hristiyanlara da geçti. Daha sonra Türkmenler arasına yayıldı.

Pavlikanlar, Sivas-Erzurum-Divriği bölgesine yayılmıştır.  Samosatlı (Samsat) pavlus’un takipçileri olarak bilinirler. Kilisenin kurallarına ve tüm dogmatik geleneklerine karşı çıktıkları için Doğu Roma tarafından sürekli saldırıya uğramışlar.

Dünyevi iktidarın kötülüğü temsil ettiğine inanan Pavlikanların Doğu Roma’ya karşı yaptıkları ayaklanmaların temelinde de bu görüşün yattığı söylenir. Zamanla Doğu Roma siyasi hâkimiyetine hem de kiliseye karşı muhalif duruşları, zamanla egemen sınıfın ve kilisenin sömürü ve baskılarına karşı dini, siyasi ve ekonomik bir eşitlikçiliğe dayalı bir öğreti haline gelmiştir. Pavlikanların “İkona kırıcılık” döneminde kiliseye karşı, ikonaları yasaklayan ve bunları kırmaya girişen Doğu Roma yönetimiyle iş birliği yaptıklarından da bahsedilir.

Ortodoks Doğu Roma’nın zulmünden kaçan Pavlikanlar bir süre Müslüman Araplara sığındıktan sonra Doğu Roma ordusundan kaçan karbeas adlı bir subayın önderliğinde Divriği’ye yerleştiler. Burada güçlenen Pavlikanlar, Pontus’a kadar akınlar düzenlediler. Daha sonra Efes’e kadar ilerleyip, Doğu Roma ordusunu dağıttıktan sonra Ankara’yı ele geçirirdiler.

Doğu Roma Pavlikanları kılıçtan geçirip, Divriği’yi yakıp yıktı. Hayatta kalan Pavlikanlar önce doğuya daha sonra da Trakya’ya sürülürler burada Doğu Roma tarafından Bulgar ve Slav saldırılarına karşı barikat olarak kullanıldılar.

Trakya’da yaşamaya başlayan Pavlikanlar, Ortodoks Kilisesi’nin dini baskısına karşı koymayı sürdürdüler ve Normanlara karşı yapılan savaşta Doğu Roma saflarını terk ederek kendi sonlarını hazırladılar.

(Alexiad, s,137) İmparatorun İstanbul’a dönmesinden sonra Filibe’ye döndüler. (Alexiad, s,157) İmparatorun çağrılarına, verdiği unvanlara ve vaatlerine kulak asmadılar Böylece kendi sonlarını hazırladılar. Doğu Roma bu ihanetin intikamını çok acı şekilde aldı. İçeride düşmanlarını sindiren ve dış düşmanlarını hizaya getiren İmparator Aleksios, eski bir hesabı görmek üzere1114 yılında Filibe’ye yürüdü ve kenti ele geçirdi. (Alexiad, s, 469).

İmparator Alexsios, Pavlikanların çocuklarını, kadınlarını ve yaşlılarını Filibe Kalesine hapsederek zorla Ortodoks yapıp asimile eder. Pavlikan önderleri sürgün edilip cemaat başsız bırakılır. İmparatorun kız kardeşi Anna Komnena, “Alexiad” İmparator Aleksios’un saltanatının son döneminde Bogomillere yaptığı eziyetleri ve önderlerini nasıl yaktığını da anlatır.

Anna, “… O, başka belalar arasında bir de orada pek çok dinsizin yaşıyor olmasından da zarar görmüştür. Gerçekten, Ermeniler, keza Bogomilos’lar denilenler, bu kenti sahiplenmiş idiler; bunlardan ve ayrıca bunların sapkınlığından, daha sonra, uygun zamanda söz edeceğim; bir de olabildiğince dinsiz olan Paulikianos’lar bu kentte yaşıyordu. Bunlar Manikhaios’lardan ayrılma bir daldır, adlarının gösterdiği üzere, Paulos ile İonnes’in müritleridir… (Alexiad, s, 470)

… Mani ile –Kallinikos oğulları- Paulos ve İonnes’in vahşi geleneklerini hâlâ koruyan, zâlim, kan dökmekte duraksamayan bu müritleri pek beğenilesi İmparator İonnes Tzimikes tarafından, savaşta yenilmişlerdi. O, bunları, Asya’dan (Anadolu’dan) köle olarak getirilmiş Khalipss’ler (Şebinkarahisar yöresinin, Sylvanus’a mürit olmuş halkını kastediyor) ve Ermenilerin yaşadıkları yörelerden (alıp) Trakya’ya yerleştirmişti. Bunları…  İskitler akınlarına karşı güvenilir bekçiler olmak üzere Filibe yakınlarına yerleştirmek zorunluluğunda tuttu… İonnes Tzimikes, hasımları olan Manici sapkınları bizim bağlaşıklarımız duruma getirdikten sonra, göçebe İskitlerin karşısına, onlarla baş edebilecek güçler kimliğiyle yerleştirdi…Ne var ki, huyları gereği bağımsız ve kendi başına buyruk olan Maniciler, alışılageldikleri gibi davranır oldular…”. Anna, “Manicilerin kısa zamanda bölgeye hâkim olduklarını, Filibe çevresinin tümüyle sapkın olduğunu, üstüne üstlük yeni bir Ermeni göçü” olduğunu ilave eder. (Alexiad, s:471-2-3)

Anna, babası İmparator Aleksios’un “kimilerini savaşsız boyun eğdirdiğini, kimilerini köle ettiğini” yazar. İmparator, Manicileri “Acı ilkeleri olan” dinlerinden caydırır. Yeniden vaftiz ettirir. (Alexiad s:475) İmparator Aleksios, saltanatının son günlerinde yeni bir dinsel akımla uğraşmak zorunda kalır, Bogomiller. Anna, “…Bu Bogomil tarikatı erdemliliği taklit etmekte (Ortodoks gibi görünmekte) pek ustadır… Basileios adında bir keşiş Bogomilciliği pek ustaca yaymakta idi”. Basileios, saraya götürülür tutuklanır. Yandaşları zindanda ölene kadar hapsedilirler. Tövbe edenler vaftiz edilip bırakılırlar. Basileios, Sultanahmet meydanında törenle yakılır. (Alexiad, s:514)

Babai-Baba İshak Ayaklanması

Babaî ya da Baba İshak Ayaklanması, Anadolu Selçuklu Devleti tarihindeki en büyük Türkmen ayaklanmasıdır. 1239’da veya Ağustos 1240 tarihinde, Vefâîyye tarikatına bağlı Ebu’l-Baka Baba İlyas bin Ali el-Horasânî’nin müritlerinden olan Baba İshak Kefersudî’nin öncülük ettiği ayaklanma. Anadolu Selçuklu ordusunca paralı Frank askerlerinin büyük desteği ile güçlükle bastırılmıştır. Ama bu olayın izleyen dönemde ortaya çıkan ve Babailik olarak bilinen dinsel-siyasal hareketin etkisi yıllarca sürmüştür.

13.yüzyılda Moğol baskısıyla çok sayıda göçebe Türkmenler, Azerbaycan ve Horasan’dan Anadolu’ya göçmüştü. Ama Anadolu Selçuklu yönetimi bu kitlelerin batı kesimlerine geçmelerine izin vermiyordu. Anadolu’da yerleşik yaşama geçmiş olan Türkmenler ile bu yeni gelen göçer Türkmenler arasında da otlak ve kışlak paylaşımında anlaşmazlıklar yaşanıyordu. Anadolu’da dar bir bölgede sıkışıp kalan Türkmenler kısa sürede yoksulluğa sürüklendiler. Bu durum göçerler ile yerleşikler arasında çatışmalara yol açtı. Anadolu Selçuklu yönetimi yerleşik olan halkı koruyor ve yeni gelenleri cezalandırıyordu. Anadolu Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in adaletsiz yönetimi, yoksul ve haksızlığa uğrayan geniş kitlelerinin Baba İlyas’ın çevresinde toplanmasına da yol açtı. Ayaklanma lideri Danişmentliler döneminde Kayseri kadılığı yapmış olan Baba İlyas’tır.

Baba İlyas’ın yardımcısı olan Baba İshak, göçebe Türkmenleri örgütledi ve onları bir ayaklanmaya hazırladı. Türkmenler, Baba İshak’tan gelecek işareti beklemeye başlamışlardı. Bu sırada II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in Baba İlyas’ın üzerine asker göndermesi ayaklanmayı ateşledi. Ayaklanmanın merkezi Amasya’dır.

Baba İshak’ın ayaklanan Türkmenlerin yanı sıra, Halep ve Antep yöresine sürülmüş olan Harezm Türkleri de katılınca ayaklanma geniş bir bölgeye yayıldı. Elbistan’da yenilen Anadolu Selçuklu ordusu Sivas’ı ayaklanmacılara bırakmak zorunda kaldı. Ardından Amasya ve Kayseri de ayaklanmacıların eline geçti. Ayaklanmacılar başkent Konya’yı tehdit etmeye başlayınca, II. Gıyaseddin Keyhüsrev buradan ayrılmak zorunda kaldı. Baba İlyas’ın Amasya Kalesi’nde öldürülmesi üzerine ayaklanmacılar Kırşehir’e doğru ilerlemeye başladı. Ama bu arada Anadolu Selçuklu ordusu da toparlanmıştı ve paralı Frank askerlerinin katılmasıyla güçlenmişti. Kırşehir çevresindeki savaşta Anadolu Selçuklu ordusu ayaklanmacıları yenilgiye uğrattı. 1240’ta Amasya’da Baba İshak asılarak öldürüldü ve ayaklanmacıların çoğu kılıçtan geçirildi. Ordudaki Türk askerleri Baba İshak ile savaşmak istemedi. Bu yüzden önce paralı Frank askerleri, sonra Kürt, Gürcü, Rum, Ermeni asillerinin oluşturduğu kuvvetlerle Babailere saldırdı. Anadolu askeri bunlara “kılıç işlediğini” görünce saldırıya katıldılar. Anadolu Selçuklu Devleti, Türkmenler, ancak bu şekilde yenebilmiştir.

Bâbâ’i Ayaklanması, Anadolu Selçuklu Devletini iyice güçsüz duruma düşürdü ve Anadolu Selçukluları Anadolu’ya giren Moğollara 1243’teki Kösedağ Savaşı’nda teslim olmak zorunda kaldı.

Nedenleri

Baba İlyas, Yesevilik tarikatına bağlı ve inançlarını Anadolu’daki Türkmenler arasında yaymaya çalışan bir dervişti. Anadolu Selçuklu yönetimi altında kötü koşularda yaşayan Türkmenler arasında çok sayıda izleyicisi vardı. Baba İlyas, Tanrı sevgisinin dinin katı kurallarıyla oluşmayacağını, bunu ancak insanın kendi sevgisiyle yaratabileceğini söylüyordu. Kadın-erkek ayrımına karşı çıkıyor, bütün insanların eşitliğini savunuyordu. Türkmenlerin o zamanki yaşamlarına son derece uygun olan ortak mülkiyete dayalı bir toplumsal düzen öneriyordu.

Babai Ayaklanması bastırılmasına karşın, bu harekete bağlı olarak yayılan Babailik inancı etkisini uzun zaman sürdürdü. Baba İlyas’ın izleyicileri Anadolu’nun çeşitli yerlerine dağılarak zaviyeler kurdular ve Baba İlyas’ın düşüncelerini yaşattılar. Baba İlyas ile Baba İshak’ın savunduğu düşünceler, sonradan Bektaşilik tarikatının öncüsü olan Hacı Bektaş Veli’yi de etkiledi. Baba İlyas’ın halifelerinden Edebali’de Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda önemli rol oynadı. İsyandan sonra uçlara kaçan babalar, dedeler, abdallar daha sonra Osmanlı Devleti’nin kuruluşunu sağlamışlardır.

BALKANLAR

Balkanlardaki Hristiyanlar arasında da kısa sürede farklı yorumlar çıkmıştır. Gezgin din adamları, manastır çevreleri hiyerarşik kiliseye başkaldırmıştır. Tartışmalar daha çok İsa peygamberin tanrısallığı, üç tanrı oluşu, İkonalara tapma, din adamlarının yaşayışı konularında sürüp gitmiştir. Kilise yönetimi ve siyasi iktidar kendileri için tehlikeli gördükleri inançları yayanları tereddüt etmeden yok etmişlerdir.

İran’dan doğan ve kısa zamanda Anadolu’da yayılan, oradan da Balkanlara ve Avrupa’ya yayılan Manicilik Hristiyanlığın yayılmasından sonra da varlığını farklı şekilde sürdürdü.  Kilise kurumsallaştıkça inançlar farklı şekillere büründüler ve resmi inançlara karşı geldiler. Bu Balkanlar’da Bogomilcilik, Güney Fransa’da ise Cathrecilik (Temiz, arı, saf) adıyla ortaya çıktılar.

“Bütün türleriyle bu inancın yandaşları koyu dindardılar ama tüm gösteriş tapınma biçimlerini, tüm kilise geleneklerini, hatta bütün kilise düzenini reddetmekteydiler. Bu hareket, ‘Hâkim olanlara, kudretlilere ve zenginlere karşı protestonun ifadesi idi.’ (Ostrogosrki, Bizans Devleti Tarihi, s.250) Pauloscular Balkanlara sürüldü.

Mevlevilik ve daha baskın ölçüde Bektaşilikte örneğin, “eline, beline, diline hâkim ol” ilkesinde Manicilikten izler vardır.

Doğu Roma, mezhep farkı yüzünden soğuk baktığı Kapodokya’da yaşayan ve Manicilikle suçlanan Ermenilerden 200 binini Balıkesir, Çanakkale ve Balkanlara sürdü. Osmanlılar Bulgaristan’ı ele geçirdiğinde burada yaşayan Ermenilerle karşılaştılar.

*

Bedrettin’in İsyanından 60-70 yıl önce Doğu Roma’nın Balkan topraklarının Güney bölümünde, özellikle Trakya’da sınıfsal bir ayaklanma çıkmıştı. Bu yörede Edirne’den başlayarak, büyük arazi sahiplerine, soylulara, zenginlere karşı esnaf ve yoksul halk ayaklanmıştı. Ayaklanma bütün Trakya yayılmış, Selanik bu ayaklanmanın ikinci merkezi olmuş, bölgedeki zenginler ve asiller öldürülmüştü. Ayaklananlara Zelotlar deniliyordu. İmparator, Kantakouzenos, bu ayaklanmayı büyük güçlükle ve dostu Aydınoğlu Umur Bey’in yardımıyla bastırabilmişti. (Umar, Bilge, Türk Halkının Ortaçağ Tarihi, s,166)

*

Bedrettin’in babası, Edirne yakınlarındaki Samaona hisarında kadı idi. Bursa, Konya, Kahire’de öğrenim gördü. O dönemde bu kentlerin yazı sıra Tebriz, Şam ve Halep kentleri de önde gelen kültür merkezlerindendi.

Şeyh Bedrettin’le ilgili en önemli kaynak, torunu Halil bin İsmail’in nesir tarzında yazdığı menakıpnamedir. (Şeyh Bedreddün Mahmûd, Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin Menâkıbı, editörler: A. Gölpınarlı ve I. Sungurbey, İstanbul-1967)

Bedrettin’in dedesi Abdülaziz, Anadolu Selçuklu Devleti’nde vezirlik görevinde bulunmuştur. Osmanlı Beyliği’nde görev alan Karesi beylerinden Hacı İl Bey ve Ece Bey, Şeyh Bedrettin’in akrabasıydılar. Babası İsrail (*), Süleyman Paşa’nın yanında Rumeli’nin fethine katılmıştır.

İlk eğitimini babasından alan Bedrettin, Müeyyed ve Musa Çelebi (Kadızade Rumi) Konya’da Mevlana Feyzullah Efendi’den ilm-i nucum (Astronomi), mantık ve edep dersleri aldılar. Hocası ölünce Kadızade Rumi Semerkant’a gitti. Taşköprülüzade Feyzullah Hoca’nın hocasının Hurufiliğin kurucusu olan Fazullah olduğunu söyler.

Konya’dan sonra Belh’e, oradan Şam’a giden Bedrettin, Mısır’a geldiğinde yaşı otuzu bulmamıştı. Burada akli ilimleri birlikte Mübarek Şeyh Mantıki’den aldı. Bu tahsil sırasında Bedrettin’in sınıf arkadaşları Hacı Paşa, Ahmedi, Molla Fenarî, Seyyit Şerif Cürcani ve Hindistan’dan gelen Abdüllatif Hindi adlı, daha sonra her biri meşhur olacak kişilerdi.

Bedrettin, Şeyh Mantıki ile Mekke’ye gidip, burad Şeyh Zelai’den nakli ilimlerle ilgili ders almıştır. Mısır’a dönünce Şeyh Ekmeleddin’den hidayet dersi almıştır.

Torunu Halil bin İsmail’in yazdığına göre, Şeyh Bedrettin, Kahire’de Şeyh Hüsey-i Ahlati vasıtasıyla tasavvufa intisap etmiştir. 1380 yılında Şeyh Bedrettin ve Fakih Molla Fenari Kahire’de öğrenim görüyorlardı. M. Baluet, burada otuz yıl yaşadığını yazar. (İslam Mistique, s, 108)

Sultan Berkuk, Bedrettin’i oğlu Ferec’in hocası olarak tayin eder. Bu arada tanıştığı Hüseyin Ahlati, ona sufiliğe giden yolu açar. Bedrettin, şeyhin himayesine girer.

Ahlati, müridini halife olarak Tebriz’e gönderir. Emir Timur, bu sırada Tebriz’dedir. Emir Timur’un huzurunda yapılan bir münazarada hiç kimse tarafları ikna edecek son sözü söyleyemez. Cezeri, konunun Bedrettin’e sorulmasını söyler. Bedrettin, verdiği hükümle kesin takdirini kazanır ve ilmi seviyesini ispatlar.

Ahlati’nin ölümü üzerine tarikatın başına geçen Bedrettin, diğer müritlerin itirazı sonunda tarikatın şeyhliğinden ayrılarak Anadolu’ya doğru yola çıkar.

O dönemde hurufiliğin önde gelenlerinden birisi de Kahire’de bulunmuş olan Abdurrahman el Bistami’dir. Bistami (1380-1455), Şeyh Bedrettin’le Edirne’de bulunmuştur. Ölümünden sonra Bursa’ya yerleşmiştir.

1397 yılında Anadolu’ya doğru yola çıktığında ünü ondan önce gelmişti. Bedrettin’i Halep’te bin kadar Türkmen onu karşılar. Türkmenler, Bedrettin’in Halep’te kalmasını isterler.

Anadolu’nun ileri gelen beyleri olan Karamanoğlu, Germiyanoğlu, Aydınoğlu beyleriyle ve Türkmen aşiretleriyle görüştü. Karamanoğlu ve Germiyanoğlu beyleri onun müridi olurlar.

Moğol istilasının Anadolu’da yarattığı zulüm halkı tarikatlara itmişti. Anadolu Selçuklu yönetimi halkı ezme, soyma konusunda iş birliği yapmıştı. Moğol yönetimiyle anlaşan vezirler, kısa bir süre sonra Anadolu Selçuklu hükümdarlarını kukla durumuna düşürdüler. Türkmenlerin bu düzene tepkisi ise babaların önderliğinde isyan etmek oldu.

1402 yılında Ankara Savaşı’na kadar süren toprak düzeni Emir Timur’un yağması, eski beylerin geri dönmesiyle bozuldu. Batı Anadolu halkı Fetret dönemine rağmen Osmanlı yönetimi etrafında toplandı.

Osmanlının en büyük başarısı, “Toprakların devlet eliyle köylüye işletim hakkının verilmesi sonucunda elde edilecek artı değerin paylaşımını içeren” yeni bir uygulamayı başlatmış olmasıdır. Bu yeni düzen daha önce feodallerin elinde ekonomik, sosyal ve hukuki hemen hemen hiçbir hakka olmadan yaşayan insan topluluklarının yeni Osmanlı düzeninin getirdiği imkânlardan istifade ederek toprağa sahip olmalarını sağladı.

Bedrettin’in etrafında merkezden dışlanmış unsurlar toplandı. Bedrettin’e katılan Türkmenler eski inançları sürdürüyorlardı. Bedrettin, bu sebepten müritlerine şarap içmeyi ve müzik aleti çalmayı yasaklamadı.

Batı Anadolu’daysa Torlak Kemal ve Börklüce Mustafa onun halifesi olarak Bedrettin’in fikirlerini yayamaya başlarlar. Şeyh Bedrettin, İzmiroğlu Cüneyt Bey’de kendini ziyaret eden Bedrettin’den etkilenir ve müridi olur. Ege’deki Türkmenler ondan etkilenmişler Başlarında Torlak Kemal’in bulunduğu bir gurup Şeyh Bedrettin’e Bursa’ya kadar eşlik etmiştir. Halifeleri sadece Türkmenler arasında değil, Sakız Adası’nda yaşayanlar olmak üzere bölgedeki Rumlarla da bağ kurarlar.

Bedrettin, Bursa’dan Edirne’ye geçti. Burada yedi yıl münzevi hayatı süren şeyhin ünü daha da artar. Şeyhin ziyaretçisi sadece arasında Hristiyanlar da vardır. Ziyaretine gelen Rumların çoğu Şeyh’ten etkilenip Müslüman olurlar.

Edirne’yi alarak Osmanlı tahtına çıkan Musa Çelebi şeyhin müridi olur ve onun tarafından Kazaskerliğe getirildi. Musa Çelebi’nin amacı, bu yolla ulemanın, köylünün ve Türkmenlerin desteğini almaktı.

Bedrettin, vazife başına gelir gelmez, “Cami-ül Fusûleyn” adındaki eserini yazmaya başladı. Ve on ay zarfında ikmal etti. Cami-ül Fusûleyn, o zamanın medenî kanunu mesabesindedir. Bunu o kadar kısa bir müddet içinde meydana getirmesi her işte münhasıran kanunu hâkim kılmak arzusuna delâlet eder.

O sıralarda Hoca Ahmet isminde bir tacir Türkistan’dan Edirne’ye gelir. Gelen bu şahıs tarafından Şeyh Bedrettin’e Kadızâde Rûmi’nin selamı bildiriliyor ve Uluğ Beğ adına Semerkand’a davet ediliyordu. Şeyh Bedrettin, “yine Hoca Ahmet ile Kadızade’ye vaziyetini izah eden bir cevap ve Cami-ül Fusûleyn’in bir nüshasını yolladı. Uluğ Bey bu kitabı âlimlere vererek, saltanatı müddetince medreselerde okuttu.

Bedrettin, idare hususunda da geniş bir dirayet gösterdi. Halkın hakiki ihtiyaç ve anılarını pek iyi bildiğinden, umumun isteği veçhile hareket eyledi. İlim ve irfanının şöhretine idarî kiyaset ve feraseti de katılınca, ahali üzerinde daha büyük bir nüfuz kazandı. Börklüce Mustafa, şeyhin kethüdası, yani muavini idi. Hususi işlerini de hep o görüyordu.

1357 yılında Şehzade “Süleyman’ın ölümüne kadar Rumeli, fiili olarak Anadolu’dan bağımsızdı ve veliaht ile yandaşlarının egemenliği altındaydı.  Osmanlı şehzadeleri Rumeli’ne “Sancak beyi” olarak atanmadılar.

Sultan Musa, beyleri tabiliğe indirmeğe çalıştı. Bazılarının sancak ve zeametlerini aldı. Sadık bildiği adamlarına tevcih kıldı. Filhakika beyler birer hükümdar kesilmişti. Sancaklarına müebbet bir malikane ve evlâdiye nazariyle bakıyorlardı.

Kardeşi Süleyman Çelebi, yardımlarına karşılık, Bizans’a Karadeniz ve Adalar denizi sahillerinden bazı yerleri bırakmıştı. Musa Çelebi, kardeşi Süleyman’ın verdiği yerlerin “hepsini geri alarak, pederi zamanındaki hududa dayandı. Bunun üzerine”, Bizans İmparatoru, Mehmet Çelebi’yi desteklemeye başladı. Musa Çelebi’nin, tutumundan vazgeçmesi için İmparatora gönderdiği İbrahim Paşa’nın da ihanet ederek karşı tarafa geçmesi Musa Çelebi için sonun başlangıcı oldu (Bu konuda ayrıntılı bilgiyi https://www.belgeseltarih.com/unutturulan-cihangir-osmanli-padisahi/  yazımdan okuyabilirsiniz).

İ.H. Uzunçarşılı, Bedrettin’in “İlim ve fazileti, irfan ve kudreti etraftan duyulmuştu. Bundan dolayı. Edirne’de hükümdarlığını ilan etmiş olan Musa Çelebi, Şeyh Bedrettin’i Kazasker tayin etmek suretiyle bilmeyerek onun nüfuzunun yayılmasına etmiş ve Şeyh de bundan istifadeyi kaçırmamıştır” (Paul Wittek, Ankara Bozgunundan İstanbul’un Fethine Kadar, s,69. Aktaran Bilge Umar, Türk Halkının Ortaçağ Tarihi, s,165)

Şeyh Bedrettin, üç yıl kadar sürdürdüğü bu görevi siyasal amaçları içim bir basamak olarak görür. Ancak, Musa Çelebi’nin yenilip öldürülmesi üzerine, Sultan Çelebi Mehmet tarafından 1000 akçe maaş bağlanarak İznik’e gönderilir.

Şeyh Bedrettin burada çalışmalarını sürdürdü. Önde gelen halifelerinden Torlak Kemal Saruhan’da, Börklüce Kemal İzmir yöresinde çalışmalarını sürdürdü.

Önce Börklüce Kemal ayaklandı. Ayaklanma katliama varan boyuttaki kan dökmeyle bastırıldı. Daha sonra Saruhan’daki Torlak Kemal önderliğindeki ayaklanmacılar ezildi.

*

Dukas, İstoria adlı kitabında “Börklüce Mustafa’nın savunduğu tezlerle, Bedrettin’in tezlerinin uyuştuğunu ve ayaklanmanın başını torlak denen dervişlerin çektiğini” yazmıştır. Şeyh Bedrettin, âlim ve sufi olarak bölgede tanınan ve sevilen biriydi.

Dukas, “Ayaklanmanın kadınlar hariç bütün mülkiyetin ortak kullanımı fikrine dayandığını” yazmıştır. (Sultan Mehmet Çelebi ve Dönemi, s,95). Dukas’ın, saf Türk köylüsü ve sahte din adamı dediği Börklüce Mustafa Hristiyanlar dâhil tüm köylüleri kandırmıştır. Dukas, İstoria adlı kitabında ayaklanmanın önderlerinin sadece bir tunik giydiğini, başlarının ve ayaklarının çıplak olduğunu olduklarını yazar.

İsyancılar, Osmanlının önce Aydın Valisini, sonra Manisa valisini bozguna uğratırlar. Bunun üzerine Çelebi Mehmet, oğlu Murat ve Veziriazam Beyazıt Paşa’yı Rumeli ordusunun başında Anadolu’ya gönderir. Ordu da Bizans askerlerinin yanı sıra parayla tutulmuş Frank askerleri de vardı. Ordu, ilerlerken rastladığı tüm dervişleri, torlakları öldürerek ilerler. İsyan Karaburun’da katliamla bastırılır. Esir edilen müritleri Börklüce’nin gözü önünde öldürülür.

Hoca Sadettin, Börklüce Mustafa’nın on bin, Torlak Kemal’in üç bin kişiyi yanlarına topladığını yazar.  Bu sayılar o döneme göre büyük kalabalığın Bedrettin’in fikirlerinden etkilendiğini göstermektedir.

Ege’de isyan bastırılınca Bedrettin, İznik’ten kaçarak İsfendiyaroğlu’nun yanına sığınır. Çelebi Mehmet’in baskısından çekinen İsfendiyaroğlu, Bedrettin’e Kırım’a gitmesini önerir. Ancak Eflak ve Boğdan gemileri yolu kestiği için Bedrettin Eflak’a, oradan Deliorman bölgesine gider.

Musa Çelebinin ölümünden üç yıl sonra Rumeli’nde isyan eden Bedrettin, Deliorman / Dobruca bölgesine geçtiğinde zamanında Musa Çelebi’yi destekleyen Rumeli Tovica ve tımarlı sipahilerin yanı sıra Musa Çelebi’nin destekleyicilerinden olup bu bölgeye sığınan Azep Bey’de kendisine destek verir. Musa Çelebi’nin özel imtiyaz verdiği sipahiler Bedrettin’in yanına toplandılar.  Bedrettin, öldürülen Musa Çelebi’nin varisi gibi görüldü. Rumeli’ndeki gayri memnun kitleler Bedrettin’in yanında toplandılar.

Bedrettin isyanına ve Kazasker olmasına farklı bakan bir tarihçi Wittek’tir.

Wittek, klasik tarihçilerimizden farklı bir şeye işaret ediyor.  Wittek, adı geçen eserinde, Musa Çelebi’nin devrimci bir ruhu olduğunu söyler, “Musa’nın temsil ettiği içtimai tehlikeden telâşa düşen bütün bu prensler…” deyişiyle, Musa Çelebi’nin toplum düzeninde devrim yapmak istediğini belirtmekte ve onun yenilmesinin, Rum İmparatorunun, Sırp Kralının ve başlıca Osmanlı akıncı komutanlarının, devrim düşmanlığıyla, ona karşı birleşmesine bağlamakta; ayrıca zaten Musa Çelebinin bir süre için bile olsa hükümdarlığa geçebilmesini, onun büyük bir toplumsal katman tarafından devrim umudu ve isteği ile desteklenmiş olmasından dolayı gerçekleşmiş saymakta, şöyle demektedir: “Büyük bir içtimai tabakanın memnuniyetsizliğinin iktidara getirdiği Musa’yı gördük; içinde Rumeli’nin hem Hristiyan hem de Müslüman unsurunun birleştiği hareketinin nasıl inkilâpçı bir karakter taşıdığını gösterdik”. Buna göre Musa Çelebi, Bedrettin’i Kazaskerliğe hiç de bilmeyerek atanmış gözükmüyor. (Aktaran Bilge Umar, Türk Halkının Ortaçağ Tarihi, s,165)

Tarihçilerimiz özgür göçer, yarı göçer ve yerleşik Türkmenlerin özgürlüklerini kaybedip, toprağa bağlanmalarını doğal kabul ettikleri için bu tür ayaklanmaları şaşkınlıkla karşılıyorlar. Oysa bıçak kemiğe dayandığı için bütün Trakya halkı isyan etmişti. Osman Gazi ve Orhan Gazi’nin uyguladığı düşük vergi politikası, keyfi olmayan düzen ve yetenekli kişilerin dinine bakılmaksızın devlette görevlendirilmesi yerli halkın tekfurlardan, kiliseden ve Doğu Roma’dan yüz çevirmesine sebep olmuştu.

Ege’de ayaklanma bastırıldıktan sonra Çelebi Mehmet yeni bir isyandan çekindiği için Serez’e geldi. Bedrettin’in yakalanması için üzerine asker gönderdi.Şeyh Bedrettin’in yanına gelenler, şeyh isyan etmeyince yanından ayrıldılar.  Şeyhin yanına sızan Osmanlı askerleri Bedrettin’i hileyle yakalarlar.

Hakkındaki fetvayı Mevlana Haydar adında İranlı (kimi kaynaklarda Heratlı) verdiği, bunun üzerine “getirin o zaman bende mühürleyeyim” dediği rivayet edilir. Şeyh Bedrettin, 1420’de Serez Çarşısı’nda idam edildi.

Bedrettin’in torunu Hafız Halil’in yazdığı menakıpnamede yakalanmasını ve yargılamasını farklı anlatır. Çelebi Mehmet, Şeyh Bedrettin’in yakalanması için Kapıcıbaşı Elvan Bey ve Yusuf Bey’i iki yüz adamla birlikte gönderir. Kılık değiştirerek şeyhin yanına gelen askerler Bedrettin’i yakalayıp Serez’e getirirler.

Bedrettin, burada ulema huzurunda yapılan münazarada şeyh Haydar mağlup olduğu, şer’i hukuk karşısında örfü hukukla cezalandırılır.

Bedrettin’in ortak mülkiyet kavramı sadece Osmanlı yönetimini değil, bölgedeki Rum derebeylerini ve Bizans’ı da rahatsız etmişti.

“Bedrettin’in ilmi yönünün kuvvetini yazdığı eserler gösteriyor. Bedrettin’in Câmiu’l-fusûleyn, Letaâilfu’l-işârât fi beyânil mesâili’l hilafiyyat ve et-Teshil, Şerhu Letaâilfu’l-işârât adlı eserleriyle büyük ilgi görmüştür.

Şeyh Bedrettin’i fesatlık yoluyla isyan etmekle suçlayan Hoca Sadettin bile onun ilmi yönüne övgüler düzerek eserlerinden Câmiu’l-fusûleyn ve et-Teshil adlı kitaplarının bilimdeki rütbesini tanıtmaya şahit olan iki kanat olarak görür. Hatta öğrencilerinin ve çömezlerinin bile bütün ülkelerde ayrı bir şöhreti olduğunun altını çizmekten kendini alamaz. (Osmanlı’da Muhalefet, s, 65, Haldun Eroğlu)

İsyanın bastırılmasından sonra aynı kitleler, Rumeli’ne çıkan Şehzade Mustafa’nın yanında toplandılar. Kısa sürede Rumeli’ni ele geçiren talihsiz şehzade, Uluabat yakınlarında önce burun kanamasına, sonra kardeşi Çelebi Mehmet’e yenildi.

Bursa’da kaldığı sürede Şeyh Bedrettin’in bir cami yaptırdığını Kamil Kepecioğlu’nun Bursa Kütüğü adındaki eserinden öğreniyoruz. Araştırmacı Osman Çetin’in kaleminden okuyalım.

“…Buradan geçerken ‘Ramazan Baba’yı hatırlamamak mümkün olmaz. Ramazan baba, muhtemelen Akkirman’dan Bursa’ya geldi ve Sekeleme (Işıklar) semtine yerleşti. 1620’de öldü. Birçok vakıflar bıraktığı tekkesine gömüldü. Ramazan Baba’nın zaviyesi daha önce cami idi. Çelebi Sultan Mehmet devrinde fırtınalar koparan meşhur Şeyh Bedreddin yaptırmıştı. 1799’da Hamdi Baba adında bir Bektaşi şeyhi camiden mimber ve kürsüyü kaldırdı. Mihrabı kapattı, bir tarafına ocak yaptırdı. Ortasına ‘Baba Taşı’ koyarak camiyi ‘meydan odası’ haline getirdi. Türbeyi de yıktırdı.

Yeniçerilerin kaldırılması ve Bektaşi tekkelerinin yıkılmasın sırasında bu tekkede yıkıldı ve enkazı satıldı. Bursa’nın ileri gelenlerinin mahkemeye başvurmaları ile burasının aslen tekke değil, cami olduğu ispat edilince yeniden inşa edildi. Harap olan bu mescit de yıkıldı ve bu kez Şeyh Sabit Efendi tekrar tekkeyi inşa ettirdi. Bu da yıkıldı ve o bölgeye yerleştirilen muhacirler için ufak bir mescit yapıldı. Daha sonra bu da yıkıldı. 1945’te Bursa valisi Mustafa Nuri Paşa, Ramazan Baba zaviyesi içinde bir mescit yaptırdı. Mescit 1956’da camiye çevrildi. (Kamil Kepecioğlu, Bursa Kütüğü, IV.s:49. Aktaran Osman Çetin, Bursa Gezileri, s:147

SONUÇ:

Tarih bilimciler sosyoloji, ekonomi ve ekonomi tarihini bilmeleri gerektiğini düşünüyorum. Aksi taktirde yazılan anlatılan kılıç tarihi olur.  O savaş, bu isyan diye yazılır. Bu tip tarihçiler asla köylünün neden isyan ettiğini, göçerlerin neden isyan ettiğini yazmazlar. Oysa, köylü kitleleri mecbur olmadıkça, kuraklık son kerteye gelmedikçe veya savaşan orduların yolu üzerinde değilse yerleştikleri yerleri terk etmez.

Göçerler için de aynısı geçerlidir. Yaylak ve kışlakları bellidir. İklim şartları değişmedikçe, kendinden güçlü göçer gurupları onların yerini işgal etmedikçe yerleştikleri yerleri terk etmezler.

O zaman niye isyan ederler sorusunun cevabı köylülerin ve göçerlerin üzerindeki “SÖMÜRÜNÜN DAYANILMAYACAK BOYUTA GELMESİDİR”.

  1. yüzyılda Haçlı seferlerinin yarattığı etki, 13. Yüzyılda iyice güçlenen feodal yapı kasaba ve köylere yaşayan yerleşik halkın yanı sıra göçerler üzerindeki sömürüyü arttırmıştı. Bunun dışında Selçuklu şehzadeleri arasındaki saltanat mücadelelerinin yanı sıra; Anadolu Selçuklularla, Anadolu’da birer devletçik olan Danişmend, Saltuk ve Mengücekler arasındaki savaşlar da ekonomiye büyük zarar vermişti. Buna tepki olarak göçer Türkmenler Babaların başkanlığında ayaklandılar. Bu ayaklanmalar katliamlarla bastırıldı.

Akabinde gelen Moğol istilası Anadolu’daki sömürüyü dayanılmaz hale getirdi. Şehzadeler arasında saltanat kavgaları sürüp gitti. Zaman zaman şehirler başsız kalmıştı. Bu boşluğu ise “Ahi” teşkilatları doldurdu. Ahiler “Paylaşımcı” bir ekonomik bakışa sahipti.

Şeyh Bedrettin’in yaşadığı dönemde bazı dinsel önderler örneğin, Bedrettin’le Azerbaycan’da karşılaşan Şeyh Hamit, yoksul köylüleri bir araya getirerek, bir çeşit üretime yönelik topluluklar meydana getirmiş ve onların sıkıntılarını bir hayli gidermişti. Hacı Bayram Veli (1352-1430), Ankara dolaylarında dünyaya gelen bir köylü olarak, 1402 felâketinden sonra Kurduğu tarikatın tarikatı üyeleri kendi aralarında iş birliği yapıyor ve birbirleriyle dayanışma içerisinde bulunuyorlardı. Ortaya koydukları emeklerinden elde ettikleri ürünlerle geçinip gidiyorlardı. Toprağı hep birlikte işliyorlar ve hasattan da hep birlikte yararlanıyorlardı. Tarikata Ankaralı kumaş ve halı dokumacıları bile katılmıştı. Topladıkları paraların bir kısmını yoksulların ihtiyaçlarını gidermek için sarf ediyorlardı. Tarikat bir nevi Ahi örgütü gibiydi.,

Doğal olarak İslam’ın sade yaşamını vaaz eden Şeyh Bedrettin, Türkmenlerin, yoksul halkın ve devlet nimetlerinden yeterince faydalanamamış, ayrıcalıklı kitlelerin ilgisini kaçınılmaz.  Feodal beylerin baskısından ve fakirlikten bunalan Hıristiyanların Börklüce’nin vaaz ettiği tüketimi frenleme ve ortak bir ekonomiye yönelmeye kulak kabartmalarını çok doğal bir şekilde karşılamak gerekir

Bu Baba Resul’ün tasarladığı şeyin ise Bayramiye dervişlerinin uygulama alanına koyarak gerçekleştirdikleri “Köy Tarım Toplulukları” olması çok muhtemeldir.

“Osmanlıcı” tarihçilerimizin bilmediği, gözden kaçırdığı ve Türkleri “Arap İslamı” penceresinden değerlendirdikleri için “Türkmenlerin arasında kaçgöç olmadığını, kadınların peçe takmadıklarını, kımız içmeyi bırakmadıklarını, kopuz çaldıklarını, kadın ve erkeğin beraber eğlendiklerini, kadının söz hakkı olduğunu, hükümdarın yabancı heyetleri eşiyle kabul ettikleri, devleti zaman zaman hatunların idare ettiğini” bilmezler ya da yazmazlar.

Şeyh Bedrettin’in sığındığı Deliorman bölgesindeki Türkmenler kendi örf ve ananeleri ile yaşıyordu. Bu yüzden geleneksel ulema Bedrettin’i suçlamak için bunu kullandılar. Başta İdris-i Bitlisi olmak üzere Osmanlı ulemasının çoğunluğu Bedrettin ve takipçilerini, daha sonra da “Müesses nizama” karşı çıkan dinsel akımları “Batınılik” ile suçladılar.

Benzer akımlar Rumeli’nde varlıklarını sürdürdüler. Fatih Sultan Mehmet ve Kadızadelerin etkin olduğu dönemde acımasızca cezalandırıldılar.

İsyanın başka bir sonucu Ege yöresinde Saruhan, Aydın ve mentele yöresindeki göçerleri Rumeli’ye zorla göç ettirdi. Deliorman bölgesinde yaşayan Türkmenlerin bir bölümü Arnavutluk’a sürüldü.

Rumeli’nde Bedrettin’in ölümünden sonra Bektaşilik, Melamilik, Halvetilik, Hurufilik gibi tarikatlar etkili oldular. Bilhassa Bosna Halvetiliğin merkezi oldu.

KAYNAKÇA

  • Anna Komnena, Alexiad, İstanbul-1996, İnkilap
  • Atsız, Aşıkpaşaoğlu Tarihi, Ankara-1970, MEB
  • Baluet, Michel, Ortaçağda Türkler, İstanbul-2005, Alkım Yayınevi
  • Barkan, Ö. Lütfi, Kolonizatör Türk Dervişleri
  • Çetin, Osman, Bursa Gezileri,Bursa-2017
  • Eroğlu, Haldun, Osmanlı’da Muhalefet, İstanbul-2017, Bilge Kültür Sanat Yayınları
  • Gousset, Rene, Bozkır İmparatorlukları, İstanbul-2010, Ötüken Yayınevi
  • Gül, Muammer, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Moğol Hâkimiyeti, İstanbul-2005
  • Historia Üniversitesi, Tarih Kurumu, Başlangıçtan 1566’ya Kadar Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, İstanbul-2006, Nokta Kitap
  • İbni Arapşah, Acaibu’l Makdur, İstanbul, 2012, Selenge Yayınları
  • İbni Tagrıberdi, En Nucumu’z Zahire, İstanbul, Selenge Yayınları
  • İnalcık, Halil, Devlet-i Aliyye I, İstanbul-2010, İş Bankası Yayınları
  • İnalcık, Halil, Osmanlı İdare ve Ekonomi Tarihi, İstanbul-2011
  • İnalcık, Halil, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, İstanbul-2000
  • Kaplanoğlu, Raif Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, İstanbul-2000
  • Komnena, Anna, Alexiad, İstanbul-1996, İnkilap Kitabevi
  • Köymen, Mehmet Altay, Neşri Tarihi-I, Ankara-1983
  • Köymen, Mehmet Altay, Neşri Tarihi-II, Ankara-1984
  • Mantran, Robert, Osmanlı Tarihi I, İstanbul-1995, Can Yayınevi
  • Sultan Mehmet Çelebi ve Dönemi, Bursa-2014, Bursa Osmangazi Belediyesi
  • Sultan Yıldırım Beyazıd Han ve Dönemi Bursa-2013, Bursa Osmangazi Belediyesi
  • Sultan II. Murad ve Dönemi, Bursa-2015, Bursa Osmangazi Belediyesi
  • Şikari, Karamannâme (Haz. Metin Sözen-Necdet Sakaoğlu), Karaman Belediyesi
  • Ostrogorski, Georg Bizans Devleti Tarihi Ankara-2011, TTK
  • Öztoprak, Fahrettin, Balkan Türkleri ve Şeyh Bedrettin, İstanbul-2010
  • Tevarih-i Âli Osman, Bursa-2012, Bursa İl Özel İdaresi
  • Togan, Zeki Velidi, Umumi Türk Tarihine Giriş I, İstanbul-1946, Hak Kitabevi
  • Umar, Bilge, Türk Halkının Ortaçağ Tarihi, İstanbul-1998
  • Yezdi, Emir Timur, Zafername, İstanbul-2013, Selenge Yayınları
  • Zınkeısen, Johann W, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, Cilt, 1, İstanbul-Ekim 2019, Yeditepe Yayınevi

Ekrem Hayri PEKER

Kimya mühendisi, araştırmacı, yazar. Bursa Mustafakemalpaşa’da (1954) doğdu. Anadolu Üniversitesi Kimya Mühendisliği bölümü mezunu. TUBİTAK veri tabanına kayıtlı “Teknoloji tabanlı Başlangıç Firmalarına Özel İş Geliştirme” mentörü, C Grubu iş Güvenliği uzmanı olarak Nano kimyasalların tekstil materyallerine uygulamalar konusunda üniversitelerde konferanslar verdi. Yayınlanmış kitaplarından bazıları: "Kuşçubaşı Hacı Sami Bey", "Özbek Mektupları", "Yeşim Taşı - Ön Türkler ve Türk Tarihinden Kesitler", "Kafkasya'dan Anadolu'ya - Zekeriya Efendi". Belgeseltarih.com kurucu ortağı ve yazarıdır. E-Posta: [email protected]

FACEBOOK - YORUM YAZ

Sosyal Medyada Paylaşın:
  • YENİ
Bir Mektup.. Bir Tehdit… Bir İsyan…

Bir Mektup.. Bir Tehdit… Bir İsyan…

Haber Merkezi, 13 Mart 2024
Kalfatlı – Kalafatlı ve Kültürel Kimliği

Kalfatlı – Kalafatlı ve Kültürel Kimliği

Dr. Yaşar KALAFAT, 11 Mart 2024
İnegöl’de Bir Yıldız Söndü

İnegöl’de Bir Yıldız Söndü

Haber Merkezi, 11 Mart 2024
Osman, Atman, Tuman ve Vakanüvislik

Osman, Atman, Tuman ve Vakanüvislik

Ekrem Hayri PEKER, 18 Şubat 2024
Muğla Kalafatları ve Halk İnançları

Muğla Kalafatları ve Halk İnançları

Dr. Yaşar KALAFAT, 11 Şubat 2024
100 Yıllık Bir Lezzet: Hacıbaba Köfte

100 Yıllık Bir Lezzet: Hacıbaba Köfte

Ekrem Hayri PEKER, 11 Şubat 2024