Quantcast
Suriye’deki Çerkes Topluluğunun Tarihi – Belgesel Tarih

Suriye’deki Çerkes Topluluğunun Tarihi

Suriye’deki Çerkes Topluluğunun Tarihi

Loading

Suriye’ye giden ilk Çerkesler, 1860’lı yılların ortalarında, Suriye’nin kuzeyinde Halep vilayetine bağlı Maraş Sancağı topraklarına yerleştiler. Çerkeslere, sürekli hükümete karşı ayaklanan Zeytun Bölgesi’nin kontrolünü sağlayacak Osmanlı’nın jandarması rolü verilmişti. 1872 yılında yaklaşık 1.000 Çerkes, Hama ve Humus şehirleri civarına ve Havran Sancağı sınırları içindeki Golan Tepeleri’ne yerleştiler. Çerkeslerin Suriye’ye asıl göç dalgası, başta Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa topraklarından olmak üzere, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı yıllarında başlar. Kafkasya’dan toplu göç yıllarında çok sayıda Çerkes, bugünkü Yugoslavya, Bulgaristan, Romanya, Kıbrıs ve Girit adalarına yerleştirilmişti. Rus Çarlığı’nın resmi istatistiki verilerine göre 1876’da Balkanlar’da 150 binden fazla Çerkes yaşıyordu. Bunlardan 90 bine yakını Bulgaristan’daydı. Çerkesler bu bölgeye Osmanlı Hükümeti tarafından Hristiyan halkların ulusal-kurtuluş hareketleriyle mücadele etmek amacıyla yerleştirilmişlerdi. Nisan 1876’da Bulgaristan’da çıkan ayaklanmada ve Osmanlı-Rus Savaşı sırasında düzensiz Çerkes süvarileri, Osmanlı ordusunun en iyi birliklerinden biri olarak cephenin en sıcak yerlerine atıldılar.

Aralık 1876-Ocak 1877’de İstanbul’da yapılan Avrupa Devletleri Konferansı’nda Çerkeslerin, Balkanlar’dan imparatorluğun Asya vilayetlerine yerleştirilmesi düşüncesi ortaya atıldı.

Rus ordusunun saldırısıyla Çerkesler köylerini terk ettiler ve Osmanlı ordusunun geri çekilen birlikleriyle birlikte yollara düştüler. Ağustos 1878’de Flipopol’da toplanan Rus Komutanlığı Konseyi, Çerkesler dışında evlerini terk eden bütün Müslümanlara Bulgaristan’a geri dönebilme hakkının tanınması kararı aldı. Bu zamana kadar Bulgaristan’ı terk etme zamanı bulamayan Çerkesler ise yerel yönetimlerin tasarrufuyla Bulgaristan Prensliği sınırları dışına yerleştirilecekti. San Stefan ve Berlin Barış antlaşmaları kararlarında, Balkanlar’dan göç etmek zorunda kalan Çerkesler sorunu bir kenara bırakıldı. Sadece Sultan’ın sınır garnizonlarında Çerkes düzensiz birliklerini kullanmamakla yükümlü olduğu karara bağlandı. Böylece Çerkes göçmenler ikinci kez, hem devletler, hem de Osmanlı İmparatorluğu tarafından bundan sonraki yaşamlarını kurmak için her türlü hak ve garantiden mahrum bırakıldılar.

1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nın bitmesinden sonra Kuzey Kafkasya’dan göç, Terek Bölgesi, Abhazya ve Dağıstan’daki antikolonyalist ayaklanma nedeniyle iyice arttı. Bu göçmenlerin bir kısmı Suriye ve Filistin’e yollandı.

1878 ilkbaharından başlayarak iki yıl boyunca Suriye kıyılarına düzenli olarak Balkanlar’dan ve Kafkasya’dan gelen Çerkes göçmenleri taşıyan Osmanlı ve Avrupa gemileri yanaştı. Göç, son derece zor koşullarda gerçekleşiyordu. Göçmenler kıyıya çıktıktan sonra sürekli olarak yerleşecekleri bir yer verilmesini bekleyerek açık havada yatıp kalkıyorlardı. Binlerce Çerkes açlıktan ve bir türlü yakalarını bırakmayan bulaşıcı hastalıklardan öldü. Avrupalı elçilerin Çerkes göçünün korkunçluğunu anlatan çok sayıda yayınlanmış ve yayınlanmamış anıları vardır.

Çerkeslerin Kuzey Kafkasya’dan Suriye’ye göçü küçük ölçülerde de olsa 20. yüzyılın 20’li yılları başına kadar sürmüştür.

Çerkeslerin yoğun olarak yaşadığı Golan Tepeleri’nin 1967’de İsrail tarafından işgal edilmesiyle burada yaşayan Çerkesler Şam’a ve Amerika’ya yerleşmiştir. Mavera’i Ürdün’e (Trans-Ürdün), Hama, Humus ve Halep kentlerinin yakınlarına yerleştiler. Kurdukları Amman, Ceraş, Kuneytra ve Mumbuc köyleri zamanla büyüyerek kentlere dönüştü. 19. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin eyaleti olan bugünkü Suriye ve Ürdün’ün sınırları 1. Dünya Savaşı’ndan sonra belirlenmiştir. Burada adı geçen aynı bölgeye yerleşmiş köylerden bazıları Ürdün sınırları içinde kalmıştır.

Suriye’ye göç eden Çerkeslerin sayısını tam olarak belirlemek zordur. 1878-1880 yıllarındaki nakilleri yönetimler tarafından sağlam bir istatistik kaydı tutulmadan gerçekleşti. Çerkeslerin kendileri de istatistik kaydı tutacak durumda değildiler. Üstelik Balkanlar’dan ikinci göç döneminde önemli bir bölümü yollarda ölmüştü. Şam ve Beyrut’taki Rus elçilerinin verilerine göre, 1878-1880 yıllarında Suriye’ye göç eden Çerkeslerin sayısı 40 bin-50 bin arasında değişmektedir. Türkiyeli tarihçi Çerkes İzzet Aydemir, yaptığı araştırmalara dayanarak, anılan dönemde Suriye’ye 70 bin kadar Çerkesin yerleştiğini kabul etmektedir (Suriye Çerkesleri ile ilgili ilgili bkz. Kafkasya Kültürel Dergi-İzzet Aydemir(cilt 4, sayı: 15, 1967).

Suriye’de sağlam istatistiksel veriler, Mavera-i Ürdün’de 1920’de Fransa ve İngiltere’nin sömürgeci manda yönetiminin kurulmasından sonra elde edilmiştir. 1935’teki sayıma göre, Suriye’de 25.000 kişilik nüfus oluşturan 4.039 Çerkes ailesi yaşıyordu. Buna göre bir ailenin 5 ila 8 kişiden oluştuğu görülmektedir.

Mavera’i Ürdün’deki sekiz Çerkes köyünde aynı dönemde 9. 000 kişi yaşıyordu; bunlardan 850’si Çeçen’di.

Filistin topraklarında (bugünkü İsrail) kurulan iki Çerkes köyünde (Reyhâniye ve Kfar-Kama) 30’lu yılların başında 900 nüfus sayılmıştır.

Yönetim, Çerkeslere miri arazi, yani devlet arazisinden toprak verdi. Dağıtım şu esasa göre yapılıyordu:

Üç kişiden oluşan aile 70,

4-5 kişilik aile ise 130 dönüm toprak alıyordu.

Suriye’ye 1905’te göç eden Anzor ailesinden Kabardey soyluları 600’er dönüm toprak aldılar.

Çerkes aileleri, toprakları, daha önce ait oldukları toplumsal sınıftan bağımsız olarak (askerlik hizmeti yapmaları karşılığı) feodal askeri-tımar sistemine göre paylaşıyorlardı.

Çerkes göçmenleri, yerleştirildikleri bölgelerin ekonomik gelişimine katkıda bulundular. Daha gelişmiş tarım aletleri, tekerlekli arabalar yapmaya, taş evler ve değirmenler inşa etmeye başladılar. Geleneksel tarım tekniklerini geniş ölçüde uyguladılar ve darı, yulaf gibi yeni bitkiler yetiştirdiler. On yıl boyunca Suriye ve Filistin’de bulunan Rus bilim adamı A. Ruppin şunları yazıyor:

Çerkesler beraberlerinde Kafkasya’dan daha gelişmiş tarım aletleri alışkanlıklarını, yük arabası (iki yekpare ağaç tekerlekli ve demir çemberli) kullanımını, yulaf ekimini ve ev aletlerinde büyük bir nizam getirdiler. Ayrıca çalışkanlar; tarlalarını taşlardan temizliyorlar ve hemen hepsi varlıklı sayılabilecek yaşam düzeyine eriştiler.

İlk günlerden itibaren Osmanlı yönetimi, Çerkesleri, idari ve askeri hizmete, en başta da polis teşkilatına almaya başladı. Amman’da çevre sakinlerinden 300 kişilik bir polis süvari birliği oluşturulur. Başında Mirza Vasfi bulunuyordu. Çerkes polislerinden oluşan bunun gibi süvari bölükleri Kuneytra’da, Halep’te, Ceraş ve Kerak’ta (Ceras ve Kerak, bugün Ürdün sınırları içindedir) yerleşmişti. Bu birliklere halktan vergi toplamak, ana yolları korumak ve en başta da hükümete boyun eğmeyen bedevi kabileleriyle mücadele etmek gibi görevler verilmişti. Bu birlikler, düzenli ordu kuruluşuyla organize oluyorlar, ustaca silah kullanan kişilerle takviye ediliyorlar ve silahlı kuvvetlerin en iyi birliklerinden birini oluşturuyorlardı. Polis teşkilatındaki hizmet, düzenli ordudaki hizmetle bir sayılıyordu. Çerkes birlikleri Dürzilerin ve şehirlerin isyanlarını bastırmakta kullanılıyordu. Onlar sayesinde bedevi kabilelerinin tarım bölgelerine baskınları sona erer ve bu kabilelerin bir kısmı da hükümetin itaati altına sokulur.

Komşu halklar ile ihtilaflar

Çerkes göçmenleri, komşu halklarla mücadeleye sürüklemek amacıyla Osmanlı yönetimi çözümsüz bir çekişmeyi, arazi anlaşmazlığını körükler. Çerkeslerin Sultan’ın hediyesi olarak aldıkları toprakları, bedeviler, Dürziler, Kürtler ve fellah Araplar kendi otlakları sayıyorlardı. Görüşmeler genellikle başarıya ulaşmaz ve tartışan taraflar silaha sarılır.

Golan Tepeleri’ne yerleşen Çerkesler daha ilk günlerde oradaki göçebe bedevi Fadıl kabilesinin saldırısına uğrarlar. İlk önce iki taraf arasında silahlı çatışma meydana gelir. Bunu Bedevilerin, Çerkes köyü Mansura’ya büyük bir baskın düzenlemeleri izler. Osmanlı yönetimi bu olaydan yararlanır ve Bedevilerin üzerine tenkil seferi düzenleder. Bu seferin ardından Çerkesler, kan davası geleneğine uyarak göçebelere karşı saldırı düzenlerler.

Şam’daki İngiliz elçisinin raporunda 15 Ağustos 1881’de Kuneytra yakınlarında Çerkeslerle Fadıl kabilesi arasında olağan çarpışmalar meydan geldiği bildiriliyor. Her iki taraftan bu çatışmaya birkaç yüz kişi katılır. Çatışma, ölü ve yaralı olarak birkaç kişi kaybeden Bedevilerin geri püskürtülmesiyle sona erer. Çerkeslerin de yaklaşık o kadar kayıp yaşar.

Aynı yıl Golan Tepeleri’ndeki Çerkesler ve Fadıl kabilesi arasında barış antlaşması yapılır. Zamanla dağınık haldeki göçebe kabilelere üstünlük sağlayan Çerkesler, bir kısmını Golan Tepeleri’nden çıkarmayı başarırlar.

Barış antlaşmasının imzalanmasıyla Beni Sahr kabilesinin Mavera-i Ürdün’e yerleşen Çerkesleri oradan çıkarma girişimleri de sona erer. Fakat meydana gelen olayların çoğunda Bedevi-Çerkes anlaşmazlığı kan davası özelliği kazanı ve uzun yıllar boyunca sürer. Öyle ki Çerkesler tarafından 1878’de Halep yakınlarında kurulan Mumbuc köyü, göçmenlere tahsis edilen topraklar üzerinde hak iddia eden iki kabilenin–Abu Sultan ve Beni Said- saldırısına uğrar. Mumbuclularla göçebeler arasındaki mücadele 20. yüzyıl ortalarına kadar sürer.

Bedevilerle çatışmalarda Çerkesler, savaş yeteneği ve silah bakımından üstünlük sağlıyorlardı; fakat sayı olarak onlardan önemli ölçüde geri kalıyorlardı. Üstelik Çerkes köylerinin aynı zamanda iki veya daha fazla kabileyle mücadele etmesi gerekiyordu. Bedevi-Çerkes anlaşmazlıklarında her iki taraf da çeşitli düşmanca eylemlerde bulunuyorlardı. Göçebeler sığırlarını Çerkeslerin tarlalarına sürüyorlar ve ekinlerini çiğnetiyorlardı. Bazen de Çerkesler bu sürülere el koyuyorlar, su kaynaklarına Bedevileri yaklaştırmıyorlardı.

Özellikle arazi anlaşmazlığından kaynaklanan Dürzi-Çerkes çatışması sürekli ve kanlı bir hal almıştı. Dürziler de bedeviler gibi eskiden beri Golan Tepeleri’nde hak iddia ediyorlardı. Önceleri Dürziler keşif hareketleriyle ve Çerkes köylerine ateş etmekle yetiniyorlardı. 1881 yılında Çerkesler üzerine birkaç büyük baskın düzenlerer. Ancak bu baskınlar, baskıncılar adına başarısızlıkla sonuçlanır; 600 kişilik Dürzi birliği Mansura köyüne yaptığı baskında bozguna uğrar. Bu olayları Çerkes süvarilerinin Dürzi bölgelerine karşı baskınları izler. Düşman tarafların barış anlaşmasına vardıkları 1889 yılına kadar kanlı çarpışmalar meydana gelir.

1894’te yeni bir çatışma patlak verdi. Buna bir Dürzi grubunun küçük bir sürüyle yol alan Çerkes çiftine saldırması neden olur. Çatışma sırasında bir Çerkes kadın öldürülür. Kafkas geleneklerine göre bir kadının öldürülmesi çok ağır suç sayılıyordu. Fakat Çerkes yaşlıları gençlerin intikam almasını yasaklayarak suçluların cezalandırılması talebiyle Kuneytra kaymakamına başvururlar ve meydana gelen olayın incelenmesi için Dürzi şeyhlerine bir heyet gönderirler. Şeyhler olaydan dolayı üzüntülerini belirtirler ve şeriat kurallarına göre kan bedelini (300 Türk Lirası) ödemeye ve teşhis edilmesi durumunda da suçluları vermeye hazır olduklarını bildirirler.

Anlaşma gereğince Çerkes temsilcileri teşhis için yola çıkarlar, fakat yolu kesen Dürzilerin saldırısına uğrarlar. Çıkan çatışmada 4 Dürzi öldü ve yeniden iki taraf da savaşa hazırlanmaya başlar. Havran’dan Lübnan’ın bütün Dürzi bölgelerine acil yardım çağrısıyla ulaklar salınır. Hasbeyi, Raşeyi, Vadi-Acama’dan Dürzilerin merkezi Mecel-Şems’e doğru hemen müfrezeler yola çıkar. Lübnan’dan para ve silah geldi. Dürzilerin savaş hazırlığına Lübnan Valisi Naim Paşa müdahale etmek zorunda kalır ve onun emriyle bu olayla ilgili adli soruşturma açılır.

Kuneytra kaymakamı bir jandarma müfrezesiyle savaş hazırlıklarını durdurmak amacıyla Dürzilerin yanına gider. Fakat esir alınır ve ancak daha önce tutuklanan Dürzilerin karşılığında serbest bırakılır.

Daha sonra kaymakam, çevredeki köylerden Çerkes savaşçıların toplandığı Mansur’a gelir. Kaymakam davayı yasalara göre soruşturacağına kesinlikle söz vererek dağılmalarını ister. Çerkesler iktidarın temsilcisine inanır ve dağılırlar.

24 Mayıs günü sabah saat 10’a doğru 10 bin kişi dolayındaki Dürzi ordusu Mansur’a yaklaşarak uzaktan ateş açar. Evlerin pencerelerinden ve çatılarından karşı ateş açılır. Silah seslerine komşu köylerden Çerkesler koşup gelirler. Çarpışma 14 saat kadar sürer. Başlangıçta Dürzileri köyün yanına kadar yaklaşır ve içine girmeye çalışırlar. Fakat sayıca üstün olmalarına rağmen Çerkesler tarafından geri püskürtülürler. Rus elçisi Balyayev’in bildirdiğine göre, bu çatışmada 88 Dürzi ölür. Çerkeslerden ise 44 erkek, 4 kadın, 7 çocuk ölür ve 4 kişi de yaralanır.

Aynı günün akşamı olay yerine vilayetten polis teşkilatı amiri Hüsrev Paşa gelir. Her iki tarafın liderlerini toplayarak barış anlaşması yapılmasını teklif eder. Ancak Çerkes tarafı sadece Dürzileri suçlu sayarak ve cezalandırılmalarında direnerek bunu kesinlikle reddeder. Polis amiri sadece idari makamlar tarafından tahkikat yapılıncaya kadar hiçbir düşmanca eyleme girişilmeyeceğine dair söz alır.

Çerkesler, adli soruşturmadan adil bir sonuç çıkacağından ümitleri olmadığından İstanbul’a yüksek unvan sahiplerine, hatta bizzat Sultan’ın adına resmi makamlar aracılığıyla yazı (tahrirat) gönderirler. Yazıda Suriye Vilayeti Valisi Rauf Paşa’yı, Dürzileri gizlice himaye etmekle suçlarlar ve değiştirilmesini talebinde bulunurlar. Sonuçta Vali ve Kuneytra kaymakamı değiştirilir.

Yeni Vali Osman Nuri Paşa, meselenin çabucak kapatılması hakkında İstanbul’dan gelen emri yerine getirerek kendi başkanlığında Dürzi-Çerkes anlaşmazlığını soruşturarak bir komisyon kurar. Çerkeslere teklif edilen şartlara göre Dürziler Mansurlular’a 1.000 Lira ödeyecekler ve onlardan özür dileyeceklerdi. Müzakere 9 Ağustos’ta yapılır. Hasbeyi, Raşeyi, Beka-Atı ve Mecel Şems’ten 35 Dürzi şeyhi Masura’ya gelir ve özür diler.

Yapılan anlaşmaya rağmen, iki taraf da yeni bir çatışma çıkacağı beklentisiyle yaşadılar ve buna hazırlanmaya devam ederler.

1895 sonbaharında yeni bir Dürzi ayaklanması çıkar. Dürzi ayaklanmaları bir yandan ulusal bağımsızlık karakteri taşıyor, diğer yandan da Hristiyanların katledilmesi, Fellahların yağmalanması gibi haydutluk eylemlerini de içeriyordu.

İsyan sırasında Çerkeslerle Dürziler arasında, eski düşmanlığı canlandıran ve yeni çarpışmalara neden olan küçük çatışmalar meydana gelir. 19 Kasım sabahı 3 bin kişilik Dürzi ordusu ikiye ayrılarak Mansura köyüne yönelir. Bir bölümü Çerkeslerin üzerine saldıracak, diğer bölümü de (Fadıl Kabilesi) yan tarafa sarkacaktı. Çerkes ve bedevi birliklerin genel toplamı 2 bin kişiydi. Başlarında Çerkes ileri gelenlerinden Ançok Ahmet Bey vardı. Birleşik ordu köyden çıkar ve Dürzilerle savaşa tutuşur. Çarpışmanın en şiddetli anında Ahmet Bey ölür ve Çerkes-Bedevi birlikleri geri çekilmeye başlar. Fakat o sırada Mirza Bey’in bulunduğu Çerkes polis süvari bölüğü yetişti ve Dürzilere hücüm etti. Hemen ardından Beyrut’tan polis birliği yetişir ve o da Dürzilerin üzerine hücüm eder. Dürziler savaş meydanında 400 ölü bırakarak kaçarlar. Çerkes ve Bedevi birlikleri Dürzileri kovalayarak Dürzi bölgelerinin içlerine kadar ilerler, merkezleri Mecel-Şems’i yakıp yıktılar. Dürzilere karşı oluşturulan orduya, başında Said Paşa’ın bulunduğu Kürt birlikleri de katılır. Birleşik ordu hücuma devam eder ve Halos, Harar, Ayne Koniye, Zehitu ve Beka Atu köylerini ateşe verir.

4 ve 7 Aralıkta Osmanlı kuvvetleriyle Dürziler arasında isyancıların yenilgiye uğradığı çarpışmalar meydana gelir. Ceza olarak hükümet Dürzi bölgelerinin önceki özerkliğini kaldırır.

Suriye’nin askeri tarihinde Osmanlı hizmetinde bulunan birçok yetenekli Çerkes subayın adı geçer. Bunlardan biri de 20. yüzyıl başında Suriye’de bulunan Mareşal Osman Fevzi Paşa’dır. Suriye Vilayeti Polis Teşkilatı’nın başında Halep şehri askeri komutanlığı makamındaydı. Suriye tarihinde, Amman’da bulunan Çerkes Süvari Birliği’nin komutanı General Mirza Paşa Vasfi ve diğer birçoklarının adı geçmektedir.

Birinci Dünya Savaşı yıllarında Türk hükümeti Suriye’nin Çerkes bölgelerinde de seferberlik ilan eder ve acemi erler cephelerin en sıcak noktalarına gönderilir. Çerkes polis birlikleri askeri komutanlık tarafından Suriye’deki ulaşım yollarının ve yiyecek üslerinin korumasında kullanılır.

1916 yılında Mekke Şerifi Hüseyin ve oğlu Faysal İngiltere’nin desteklediği Arap isyanını başlatırlar. Osmanlı baskısını üzerlerinde hisseden Suriye Arapları isyanı aktif olarak desteklediler.

Bu bölgedeki Çerkes halkı politik olarak zor bir durumda kaldı. Osmanlı Devleti ile birliğe sadık kalmaları, Çerkeslere Türklerin askeri hizmetlileri olarak Arapların düşmanca hareketlerini artırdı. Çerkes köylerinin en yaşlıları o zamanlar Araplarla aralarında sürekli olarak meydana gelen silahlı çatışmaları hatırlıyorlar. Şerif Hüseyin’in ordusu Kuzey Suriye’ye geldiğinde, Çerkes kasabası Mumbuc’un yakınında yaşayan Araplar onlardan Mumbuc’un yıkılıp yağma edilmesini istediler.

Arap ordusunun yaklaştığını öğrenen Çerkesler, Mumbucluların Arap isyanını desteklemek arzusunda olduklarını bildiren bir heyet gönderirler. Bu Çerkeslerin savaş yıllarında Arapların tarafında yer aldığı ilk olaydı. 1920’de Suriye’nin Fransız birlikleri tarafından işgali başlayınca Mumbuclular Araplarla yaptıkları anlaşmaya sadık kalarak Fransızlara karşı silahlı direniş gösterirler. Fakat motorize birliklerle yaptıkları savaşı kaybederler.

Mavera-i Ürdün’de de Çerkesler İngiliz birliklerine karşı sert direniş gösterirler. 1918 Mart’ında, General Allenbi’nin 6. İngiliz ordusunun baskısıyla Türk birlikleri geri çekilir. Çerkes birlikleri İngilizlerle çarpışmaya girer. Her iki taraftan verilen büyük kayıplardan sonra sayı ve silahça üstün olan İngilizler kazanırlar ve Mavera-yı Ürdün’ü işgal ederler.

Nisan 1920’de San Remo’da yapılan konferansta galip Avrupa devletleri Arap topraklarını Osmanlı Devleti’nden kesin olarak koparırlar. Manda sistemine göre, Milletler Cemiyeti, Irak ve Filistin’i İngiltere’ye verir. Suriye’nin büyük kısmı Fransa’nın sömürge iradesine geçer.

Çerkes göçmenleri Osmanlı Hükümeti’ne boyun eğmeyen topluluklarla bu şekilde mücadeleye çekilirler. Küçük adacıklar halinde Suriye’nin sınır bölgelerine dağıtılan Çerkesler, komşu halklarla hiç bitmeyen silahlı çatışma içinde yaşadıklarından, hükümetlerin askeri dayanağı olmak zorunda kalırlar.

(Suriye’deki Çerkes topluluğunun Tarihi, Yazan: A. V. Kushabiyev, Adige Kültür-Tarih Dergisi, Maykop, Sayı: 3, Yıl: 1991. Çeviren: Murat Papsu, Yedi Yıldız Dergisi, Sayı: 4, yıl: 1994.)

YAZAR HAKKINDA

Haber Merkezi Haber Merkezi Belgeseltarih.com sitemizde konuk yazarlara da yer veriyoruz. Yayınlanmasını istediğiniz ve mümkün olduğunca akademik dille kaleme alınmş tarih konulu yazılarınızla ilgili olarak, iletişim sayfamızdaki form vasıtasıyla bizimle bağlantı kurabilirsiniz. E-Posta: [email protected]

FACEBOOK - YORUM YAZ

Sosyal Medyada Paylaşın:
Etiketler:
A. V. Kushabiyev
  • YENİ
Bir Mektup.. Bir Tehdit… Bir İsyan…

Bir Mektup.. Bir Tehdit… Bir İsyan…

Haber Merkezi, 13 Mart 2024
Kalfatlı – Kalafatlı ve Kültürel Kimliği

Kalfatlı – Kalafatlı ve Kültürel Kimliği

Dr. Yaşar KALAFAT, 11 Mart 2024
İnegöl’de Bir Yıldız Söndü

İnegöl’de Bir Yıldız Söndü

Haber Merkezi, 11 Mart 2024