Quantcast
Taş Kültünün Sosyal Yaşamımızdaki Yeri ve Zile Taşı – Belgesel Tarih

Mehmet YARDIMCI
Mehmet  YARDIMCI
Taş Kültünün Sosyal Yaşamımızdaki Yeri ve Zile Taşı
  • 02 Mart 2019 Cumartesi
  • +
  • -
  • Yrd. Doç. Dr. Mehmet YARDIMCI /

Loading

Sözlüklerde, “Yeryüzünün sertleşmiş ve katılaşmış tabakalarında bulunan maden, tuz ve oksitlere göre değişik renkte ve değişik bileşimdeki çok sert cisim.” olarak tanımlanan taşa, taş deyip geçmemek gerekir.

Batıda tapma, tapınma gibi kavramları içermesi nedeniyle insanın doğa üstü güçler karşısında dua etme, kurban verme vb. ritüelleri çeşitli hareketlerle ifade ettiği şekiller olarak yorumlanabilen kült, geleneksel kültürümüzde varlığını hep hissettiren bir olgudur.[1]

Eski Türklerde yer kültlerine bağlı olarak birçok inanç gelişmiştir.  Bunlardan biri de kutsal dağlarla ilgilidir.  Türklerde dağların, taşların, insan ya da hayvan şeklinde beliren ruhlar olduğuna, inanılmaktadır.[2]

Yer bilimlerinin bilgi kaynağı olan doğal taşlar, yaşamın değilse bile dünyadaki gelişmelerin ve kültürün temeli olmuştur. Bunu anlamak için,  ilk insanların el baltalarını, yerleşim mağaralarını, Göbekli Tepe’yi, Mısır piramitlerini, Efes harabelerini, Ayasofya’yı, Selimiye Cami’ini, Kaşıkçı elmasını veya müzelerdeki antik zaman taşlarını görmek yetecektir.  insanlık tarihinin en önemli eserleri taştan inşa edilmiştir. Eski veya yeni, bütün taş yapıların ortak özelliği, görkemli ve kalıcı oluşlarıdır.

Anadolu’nun çeşitli kültürlerindeki taşla ilgili inançlar incelendiğinde tarih öncesi devirlerdeki aterien denilen kültür devrinde taşın  önemli bir yeri olduğu görülür. Sümer, Akad, Babil gibi kültürlerde yer alan ve önemli işlevler yüklenen taş, Anadolu’da, Hititler’de ve daha sonraki kültürlerde hep vardır. Hititlerde kutsallığına inanılan Havaşi Taşı, Anadolu’da fetiş anlamında kullanılmıştır. Kutluğ Dağ da Yer-Su kültünün kültürümüzdeki önemli simgelerindendir.

Fransa’da, İsviçre’de, Danimarka’da  ve İngiltere’de prehistorik devirlere aittir Boyalı çakıllar sembolik şekillerle süslenmektedir. Bunlar bir çok araştırıcılara göre totemik bir anlam taşımaktadır. Bugün Avustralya’da Arunta kabilesinde, Güney Amerika’da yerli kabileler arasında boyalı çakılların totemik anlamda kullanıldığı bilinmektedir.[3]

Hayatın ve tarihin bütün macerası taşların gizil sırrında saklıdır. Altay Türklerinin Yaratılış Efsanelerinde, uçsuz bucaksız evrende uçan Ülgen, denizden çıkan taşa oturunca rahatlar ve:

“Denizden çıkan taş fırladı çıktı yüze,
Hemence taşı tuttu, bindi taşın üstüne!
Artık Ülgen memnundu, rahatı bulmuş idi
Üzerinde duracak bir yeri olmuş idi.”[4]

biçimindeki mitolojik anlatıda görüldüğü gibi taş, yeryüzü, insanlar, bitkiler ve hayvanlar yaratılmadan önemli bir işlev üstlenmiştir.

Tanrı suda boğulmak üzere olan ve kendisinden yardım isteyen kişiyi kurtarmak için  ‘Sağlam bir taş olsun’ der ve suyun dibinden bir taş çıkartır. Mitolojide taş kurtarıcı, üzerinde durulabilen bir korunak anlamındadır.

Dünya durdukça duran taşlar, en kalıcı belgelerdir. Çünkü taşlar biçimlendirilerek oluşturulan eserler ve insan eli ile üzerine işlenen izler, tarihe ışık tutan geçmişten geleceğe uzanan sağlam köprülerdir.

Friglerde görülen Ana Tanrıça  Kybele’nin de başlangıçta bir meteor taşıyla ilgisi olduğu bilinmektedir.

İbrani geleneğine göre Tanrı, Musa’ya “Dağın üstüne, bana doğru gel ve orada kal ki, sana buyruklarımı vereyim” dedi. Burada, Tanrı’nın İsrailoğullarına verdiği ve taş levhalar-tabletler üzerine yazılı olan 10 emrinden söz edilmektedir.

Eskiden, kalıcı olması istenen ve gereken kanunlar, kurallar, fermanlar hep taş üzerine yazılarak duyurulmak istenmiştir. Efes ören yerindeki Dorik sütunu ve Kuretler Caddesinde imparatorların,  kentle ilgili bazı yasaklamalarının yayımlandığı taştan duvar gazeteleri örnek olarak gösterilebilir.

Türk kültürünün ana belgelerinden Orhun yazıtlarında taş aracılığıyla, tarihimizin, kültürümüzün ve medeniyetimizin ilk önemli belgelerine ulaştığımız gerçeği bunlardan ilk akla gelenlerdir.

İyi talih ve saadet getiren dağ anlamındaki Kutlug Dağ Uygurlara güç ve bereket verir. Uygur hakanlarından Yü-lun Tigin, Çin sarayından bir kızla evlenmek için Kutlug Dağı’nın taşlarını Çinlilere verince düzen bozulur.  Kuşlar, hayvanlar tuhaf tuhaf bağrışır, kağanlar peş peşe ölür, kıtlıklar, kıranlar başlar. Uygurlar göç etmek zorunda kalırlar. Tarihimizdeki  bu göç anlatısı kayanın kutsallığını dile getirmesi açısından önemlidir. Buradan hareketle taşların da bir ruhu olduğuna inanılır.

Anadolu sahasına bakıldığında Türk kültür ve tarihinde dağın kutsallığı ve önemi Orta Asya’da olduğu gibi canlılığını korumaktadır.  Kanlı Mağara adlı bir Anadolu efsanesinde Aksultan adlı bir gelinin bir geyiğin üzerine binerek bir dağın üzerindeki mağaraya girip kaybolması ve dağa Akdağ denmesi, Hamza Baba adlı efsanede Hamza Baba’nın dağların, taşların şahitliğini istemesi üzerine dağın taşın ayaklanıp yuvarlanışı, “dur” deyince duruşu dağ kültündeki bu canlılığın örneklerindendir.[5]

Maçka’da derlenen  “Dağlar Anası” efsanesiyle Antalya’da anlatılan “Kohu Dağı” ile ilgili efsane.[6] ve Hacıbektaş’taki Beş Taşlar efsanesi de de dağ kültünün canlılığını koruyan anlatılardandır.

Yer yüzünde gözle görülen her şey bir sebeple yaratılmıştır. Taşlar da bu halkanın en önemli araçlarıdır.

Milyonlarca yıldır mağmanın çekirdeğinden hareket halindeki lav seli olarak yukarıya çıkması, çatlaklarda toplanıp oluşması ve bu arada gördüğü basınç ve içinde bulunan mineraller sayesinde kazanmış olduğu bir enerji vardır.

Taşlardaki canlılığa ve gizil güce inancın bir uzantısı olarak tüm Türk boylarında kutsal sayılan Yada Taşı  üzerine geleneksel kültürümüzde sayısız efsane ve menkıbe oluşmuştur.

Yakutlarda yad, yada, sata, Kıpçak grubuna bağlı lehçelerde cay, cama, Kırgızlarda joytaş, Oğuz şivesinde  ve tüm Anadolu’da  yada taşı dediğimiz bir taşın yağmur yağdırma gücüne sahip olduğuna inanılır. Taşın canlılığı ve gücü ile ilgili bir anlatıya da  Divanü Lügati’t Türk’te rastlanmaktadır.[7]

Taş yerinde ağırdır  biçiminde atasözlerine konu olan taş kimi zaman Sırt Taşı gibi şifa kaynağı olarak düşünülmüş, kimi zaman da Dilek Taşı gibi  umut simgesi olmuştur.  Hastalık, şifa için taş taşındığı, suyunda yıkanıp, kaynatılıp içildikten başka, taşın okşandığı, gömüldüğü, gizlendiği, büyüde, yeminde, ilençte, duada kullanıldığı görülmektedir.[8]

Çevrelerine belirli tesirler yaydıklarına ve canlı organizmalar üzerinde önemli etkilerde bulunduklarına inanılan bazı taşlara eski uygarlıkların kültürlerinde  ve  ezoterik çalışmalarda tılsımlı taşlar  adı verilmiştir.

İçe yönelik yani belirli kişilerin içselliği ile sınırlandırılmış felsefî öğreti olan “Ezoterik prensiplerine göre bazı taşlar yerküredeki birtakım güçleri çekme, biriktirme, dönüştürme ve yayma özelliklerine sahiptir.”[9]

Kuranı Kerimde adı geçen ve İslamiyette kullanılan değerli ve  yarı değerli  taşlar bulunmaktadır.  Bunların başında Hacerü’l Esved Taşı gelir. Bu, ilk yaratılan insan Hz. Adem dünya üzerine gelirken cennetin kapısından düştüğüne inanılan beyaz yakut (cennet ) taşıdır.

Kâbe’nin güneydoğu köşesinde, yerden bir buçuk metre yüksekliğinde, yumurta biçiminde hafif kırmızı ve sarı damarcıkları bulunan, otuz cm. çapında oldukça parlak siyah bir taş olup  hac sırasında Hz. Peygamberin sünneti gereği “öpülmek” suretiyle hürmet edilen bu taş,  kutsal sayılmaktadır.

Hac’da tavâfa Hacerü’l-Esved’den başlanır ve yine onunla bitirilir. Tavâf esnasında Hacerü’l-Esved öpülür, bu mümkün olmazsa elle, bu da mümkün olmazsa uzaktan selâmlanır. Onu öpmek,ya da selamlamak sünnettir.

Taşlar, tedavi yöntemi olarak kullanılmaları dışında zihinsel yetenekleri geliştirmek, ruhsal gelişime yardımcı olmak, pozitif enerjileri çekmek ve sezgileri güçlendirmek gibi amaçlarla da kullanılmışlardır.  Bu amaçlarla kullanılan önemli taşlar şunlardır:

a.Akik:  Hz. Muhammed’in de kullandığı bir taş olan akik, Arabistan bölgesinde en çok kullanılan taşlarda biridir. Arapların nişan ve nikah merasimlerinde mutlaka akik hediye edilir.  Yorgunluğu giderdiğine, göze kuvvet verdiğine, sinir sisteminin sağlıklı seyrini sağladığına, öz güveni artırdığına inanılır.

Doğada çok farklı renklerde bulunan, oldukça fazla çeşitliliğe sahip bir taş olup genellikle kırmızı ve yeşil  renkleri yaygındır.

b.Firuze: Adını Farsçadan alan bu taşın,  güzel renginden ötürü nazarı ve kötü bakışı teskin ettiğine, Solunum yolu hastalıklarına iyi geldiğine, boğaz ağrılarını giderdiğine inanılmaktadır. Antik Mısır çapından beri mücevher yapımında kullanılan bu taşla ilgili “Ben parmağında Firuze yüzük olup da ellerini dua etmek için bana doğru kaldıran kimseyi ümitsizce geri çevirmekten utanırım” biçiminde bir de hadis bulunmaktadır.

c.Mercan: Hayat ağacı ve koral isimleriyle de bilinen mercan  şifalı taşlar arasında en önemlilerden biridir. Daha çok kolye, bileklik, yüzük gibi takı eşyalarında kullanılır. Doğada az miktarda bulunur ve çok değerlidir. Kuranı Kerimde adı geçen organik minarallerden biri olan mercanın alerjik rahatsızlılara iyi geldiğine inanılır.

d.İnci: İnci, Kuranı Kerimde adı geçen kutsal taşlardandır. İstiridyede oluşan inciler, yaşayan bir organizma tarafından yapılan tek taştır. İstiridyenin içindeki sedef katmanlar sonunda bir inciyi oluşturur. Beyaz inciler en popüler görüneni olsa da pembe, yeşil, mavi, gri ve siyah olmak üzere çeşitli renkleri mevcuttur.

İnci, bir istiridyenin içinde senelerce oluşumunu bekler. İstirideye ağzını kapar ve sabreder içinden bir nur tanesi İnciyi çıkarır. Halk arasında mücevherlerin kraliçesi ve kraliçelerin mücevheri olarak yorumlanır.  Hristiyanlıkta Hz.İsa babasız dünyaya geldiği için İnciye benzetilmiştir.

e.Yakut Taşı:  Kuranı Kerimde adı geçen kutsal taşlardan biri de yakuttur. Osmanlı döneminde güç, kudret ve şehveti temsil ettiğine inanılarak Padişahların taçları, zırhları, silahları yakut taşı ile  süslemiştir. Yakut taşı ışıltılı bir taş olduğundan genel olarak küpe, yüzük, kolye ve gerdanlıklarda kullanılmaktadır. Güzelliği ve sertliği nedeniyle en değerli taşlardan biri olarak kabul edilir. Ona, Hindistan’da değerli taşların efendisi adını vermişlerdir.

f.Ametist: Etki bakımından en güçlü taşlardan biri olan Ametist, cilt hastalıklarını giderdiğine inanılır, migren, sitres ve sinir sistemini etkiler, ruhsal dengeyi sağlar.

g.Aytaşı: İlk medeniyetlerden bu yana değerli taşlar arasında sayılan aytaşı,  mücevher yapımında kullanılır. Hormon dengesini ve sindirim sistemini etkiler, ruhsal dengeyi sağlar. Nazara karşı etkilidir.

h.Kuvars:  Doğada nadir bulunan  pembe kuvars. Eski çağlarda mühür ve sembol yapımında kullanılmış, günümüzde ise biblo, süs ve ziynet eşyası yapımında kullanılmaktadır. Meditasyon uygulamalarında kullanılan ve şifa dağıtan taşlar arasında bulunan kuvars taşı Kemik ve eklem ağrılarını giderir, stresi azaltır.

i.Lal: Genellikle kırmızı renkte olan lal, güçlü enerji veren, canlandırıcı bir taştır. Ticaret hayatında başarılı olmayı sağlar. Hafızayı kuvvetlendirir ve hayal gücümüzü geliştirir. Vücudun bağışıklık sistemini güçlendirdiğine inanılır.

j.Kaplan gözü: En değerli şifalı taşlardan biridir. Kaplan gözü taşının nazardan koruduğuna,  kemikleri  güçlendirdiğine ve iç huzuru sağladığına inanılır.[10]

Bu değerli taş ve kristallerin doğru kullanıldığı taktirde canlılar üzerinde önemli etkilerde bulunduğu saptanmıştır.

Geleneksel kültürümüzde taş, hep ön planda yer almıştır. Binaların temel taşından başlamak üzere akla gelen her yerde önemli bir işlevle karşımıza çıkmıştır. Taş, sıcak yuvamızda duvar olurken, damımızın üzerindeki toprağı sertleştirmek için silindir biçimindeki loğ taşı adı ile önemli bir görev yüklenmiştir.

Yine sosyal yaşamımız içinde; ark taşı (oluk), kuyu taşı (Kuyu ağızlarına tolanın sığacağı büyüklükteki yayvan taş),  suluk, çeşmelerde yalak taşı, düven altında çakmak taşı, dibek taşı (Siyah taştan oyularak yapılan dibek), soku taşı (bulgur dövme için taş), merdivenlerin ilk basamağı olarak yapılan ayak taşı, binek taşı, fırın taşı, dilek taşı, siğil taşı,  hamamlarda göbek taşı, camilerde musalla taşı ve mezarlıkta mezar taşı bir çırpıda sayabileceklerimizdendir.

Ezan okunurken, taşlarla örülü yüksek bir yere çıkılır, Kâbe ziyareti sırasında  Şeytan’ın dışlanması taş atılarak sembolleştirilmiştir.

Mermer, ilginç yönleri olan bir taş türüdür. Öncelikle beyazdır ve ölümsüzlüğün rengini yansıtır. Dayanıklı ve uzun ömürlü olmasına karşın biraz da duygusaldır. Çünkü mermer bir heykele parmakla dokunulsa terden bile etkilenir. Bu olaya mermerin ağlaması denir.

Taşı başın altında yastık yapmanın da kutsal bir anlam taşıdığı öne sürülür. Kariye müzesindeki taş tabloda cennet, merdivenin altında başını taşa koymuş bir biçimde resmedilmiştir.

Kutsallığına inanılan, hakkında efsaneler anlatılan bazı taşlarla ilgili uygulamalardan taşı ziyaret; çevresinde dolanma, taşa el sürme, vücuda sürtme, taşı öpme, üstte taşıma, evde saklama, yerinden alıp belli bir süre sonra alındığı yere bırakma vb. biçiminde yapılmaktadır.

Anadolu’da uğurlu ve kerametli sayılan delik kayaların bulunduğu delik taştan geçmenin uğur getireceğine inanıldığı bilinmektedir. Bunun en ilginç örneği Hacıbektaş’taki delikli taş uygulamasıdır.

Zirveleri gökleri deler gibi yükselen ve başları bulutlar içinde kaybolan dağlar, sanki Tanrı ile konuşur ve ilgi kurar gibi görünmüşlerdir.  Bu nedenle Orta Asya’daki dağların çoğu Tanrı ile ilgili adlar almışlardır.

Dağlara, tepelere dinler tarihi içinde verilen öneme temasla Anadolu’da böyle dağ ve tepelere Kısmet Tepesi, Kısmet Taşı, Kısmet Dağı denilmektedir.[11]

Taş, sosyal yaşamımızı ve geleneksel kültürümüze o denli yer etmiştir ki;  beddualarımızda;

Başına taş düşe,
Sidikliğine taş dura 

gibi ilenmelerin yanı sıra  analarımızın her birini bir amaç için söylediği:

Taş düştüğü yerde ağırdır
Taşıma su ile değirmen dönmez
Taş ol da baş yar
Taş taş üstünde olur, ev ev üstünde olmaz
Taş yerinde ağırdır
Taş atana ekmek at
Taş çömleğe çarparsa vay çömleğin haline;
Çömlek taşa çarparsa yine vay çömleğin haline
biçimindeki özgün atasözlerimizle;

Taşa tutmak
Taş taş  üstünde bırakmamak
Taş yürekli

gibi deyimler sadece birkaç örneğidir.

Taşlarla ilgili inanma ve uygulamaların biri de siğil ocağında ocak zadenin siğil üzerine dua okuyarak gücüne inandığı taşı siğil üzerinde gezdirerek siğili giderme olgusu taşlarla ilgili inanma ve uygulamaların bir başka boyutudur.

Türk kültüründe bazı taşların şifa bulmak amacıyla yararlanıldığı bilinir. Örneğin sırt ağrılarına ‘Yılancık taşı’ denilen bir taştan şifa bulunacağına inanılmaktadır.

Kimi toplumlarda ölünün ruhunun onun mezar taşında yaşadığı inancı halâ korunmakta, bunun için mezar üzerine taş konulmaktadır.  Halen ünlü kişilerin taştan heykellerini yapma geleneği ruhun taşta yaşatma duygusundan kaynaklanmaktadır.

Anadolu medeniyetlerinde değerli taşlar çok kullanılmıştır. Dansözler, izleyicilerin ilgisini çekmek için göbeklerine yakut gibi kırmızı taşlar takmışlardır. Halen, zeberced  taşının karanlık yerlerden geçerken duyulan korkuyu yenmek için takıldığı bilinmektedir.

Taşıyana değerinden dolayı rahatlık, zenginlik ve huzur veren, aşk ve sadakat duygularını kamçıladığına inanılan altının ısrarla gelinlere dozu yüksek tutularak takılması da boşa değildir.  Takı olarak kullanılan taşların altında mutlaka bir şifa unsuru göze çarpmaktadır.

Taşla ilgili inanma ve uygulamalar o kadar çeşitlidir ki örneğin mezar başına mutlaka iki taş dikilir. Bunlardan baş kısmındakinin ölüm, öbür dünya;  ayak ucundakinin ise hayat, bu dünya için olduğuna inanılır.  Mezarlıkta dua okurkan kabrin ayak ucunda durularak dua okunur.  Bu şekilde bu dünyadan, öbür dünyadakine iyi niyet dilekleri gönderildiğine inanılır.

Ölü çıkan evde cenazenin yıkandığı yere irice bir taş bırakılırsa yakın sürede evden ikinci bir cenaze çıkmayacağına inanılır.

Hıdrellezde taş taş üstüne koyarak ev  maketi yapanın yakın zamanda ev sahibi olacağına inanılır.

Anadolu’da Hz. Ali’nin atının nal izleri olarak rivayet edilip kutsallığına inanılan kayalar bulunmaktadır. Bu kutsiyet, Hz. Ali’ye duyulan aşırı saygı ve sevginin somut bir objeye dönüşümü biçiminde görülmekte ve o yerler ziyaret alanlarına dönüştürülmektedir.

Taştan yapılmış putlara tapma pratiğinin altında yatan gerçek ise, taşların çevrelerine yaydıkları etkiyle ilintilidir. Aslında eski devre ait insanlar taşlara tapınmadan ziyade taşların gizil gücünden yararlanmaya çalışmışlardır.

Bazı taşlar Jeolojik Miras ve Milli Taşlar olarak ifade edilir. Bunlar çeşitli yapıların ve sanat eserlerinin asıl malzemesi olmuş, kullanıla kullanıla daha çok tanınır ve tercih edilir hale gelmişlerdir.

Bu taşlar bir anlamda artık milli taşlardır. Çünkü bu taşlarla inşa edilen pek çok eser kültürümüzün vazgeçilmez parçalarıdır. Bunlar aynı zamanda ülkemizin jeolojik miraslarıdırlar.

Uluslararası terminolojiye göre Jeomiras nitelikli doğal taşlar’dır.  Yöre adı ile anılan bu taşlar, nitelikleri bakımından benzersizdir. Bunların en tanınmışları, Zile Taşı, Ahlat Taşı, Nevşehir Taşı, Ankara Taşı, Eskişehir Taşı, Midyat Taşı, ve Oltu  Taşıdır.

Zile Taşı: Yarı değerli taş sektöründe dünyanın en kıymetli taşlarından birisi olarak bilinen Collawood adlı ağaç menşeili taş dünyada sadece Zile den çıkmaktadır. Bu taşın miyosen döneme ait (Yaklaşık yirmi milyon yıl öncesi) yaşamış ve nesli tükenmiş bir ağaç cinsine ait opalleşmiş olduğu yapılan analizler sonucu tespit edilmiştir.

Takı yapımında kullanılan bu değerli taş, yeşil mavi siyah kırmızı sarı renkleri ile adeta insanı büyülemektedir.

Ahlat Taşı, Bitlis’in Ahlat ilçesinde bulunan taştır. Yöredeki çeşitli kültürlerin eserlerinde yer alır, belirgin olarak Selçuklu mezar taşları ve kümbetlerin yapımında kullanılarak dikkat çekmiştir. Yöredeki görkemli bütün binalar bu taş ile yapılmıştır. Bu değerli kültürel taşın ana rengi kırmızının tonlarıdır En yaygını kahverengimsi kırmızıdır. Diğer renkler ise açık sarı ve koyu gridir.

Nevşehir Taşı: çok kullanılan, fakat az tanınan volkanik kökenli bu doğal taş  Kapadokya  yani Nevşehir-Ürgüp-Avanos  arasında kalan sahada çıkarılmaktadır. Yaygın olan rengi pembemsi bej olmasına karşılık, çeşitli renklerde de bulunabilir ve bunların her birine damarlı, mortaş, Kapadokya beji, gül kurusu  gibi ayrı ad verilmiştir.

Ankara Taşı: Ankara’nın Gölbaşı ilçesinde çıkan ve kendine özgü pembeliği bulunan sert, sık dokulu dayanıklı bir taş olup halen görkemini koruyan;  Dil Tarih Coğrafya Fakültesi, Ziraat Bankası, Merkez Bankası gibi eski ve önemli binaların Ankara Taşı ile inşa edildiği bilinmektedir.

Eskişehir Taşı:  Bu taştan üretilen el işleri, özellikle lüle yani pipo o kadar tanınmış ve benimsenmiştir ki, yüzyıllardan bu yana Eskişehir Taşı, Lületaşı olarak ün salmıştır.

Midyat Taşı: Taş mimarisi ile dünyaca ünlü Mardin şehri ve Anadolu’daki bazı önemli binalarda beyaz, sarımsı beyaz,  ya da zamanla koyulaşıp kırmızımsı renk alan krem renkli Midyat Taşı kullanılmıştır.

Oltu  Taşı: Türkiye doğal taşları içinde en çok tanınanı Oltu Taşı’dır. üretiminin yapıldığı yer Erzurum’un Oltu ilçesidir.  Erzurum Taşı adı verilmiş ise de benimsenmemiş ve Oltu Taşı olarak tanınmaya devam etmiştir.  Bu taştan yapılan tespihler kültürümüzün önemli bir parçası olarak yaygın şekilde kullanılmaktadır. KAYNAKÇA

Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir),  Anadolu Tanrıları, İst. 1962
Emel Esin, Türk Kozmogonisine Giriş, Kabalcı Yay. İst. 2001
Bahattin Ögel, Türk Mitolojisi,  Ankara, 1971
Nizamettin Kazancı,  Alper Gürbüz, Jeolojik Miras Nitelikli Türkiye Doğal Taşları, Türkiye Jeoloji Bülteni, Cilt 57, Sayı 1, Ocak 2014
Mirali A. Seyidov, Eski Türk Kitabelerinde Yer Sub Meselesi, DTCF Dergisi, C.18, S.29, Ank. 1966
Doç. Dr Hikmet Tanyu, Türklerde Taşla Ilgılı Inançlar, Ankara Üniv.  Ilahıyat Fakültesı Yay. 1968
Muharrem Kaya, Mitolojiden Efsaneye, Türk Mitolojisinin Türkiye’deki Efsanelerde İzleri, İst. 2007
Kaşgarlı Mahmut, Divan ü Lügati’t Türk, Besim Atalay Çevirmesi, C.III
Çiğdem Sarıgül, Gizemli Arkeolojik, Gizemli Taşlar Kültü, 20 Haz. 2015
Nilgün Sözer, Taşların Gizli Gücü, A’dan Z’ye Taşlar, İst. 2007
Mehmet Yardımcı-Cahit Kavcar, Efsanelerimiz, Malatya, 1990

*Yrd. Doç. Dr. Mehmet YARDIMCI, Dokuz Eylül Üniversitesi Emekli  Öğretim  Üyesi.  ([email protected])

[1] Mirali A. Seyidov, Eski Türk Kitabelerinde Yer Sub Meselesi, DTCF Dergisi, C.18, S.29, Ank. 1966, s.1

[2] Emel Esin, Türk Kozmogonisine Giriş, Kabalcı Yay. İst. 2001, s.77

[3] Doç. Dr Hikmet Tanyu, Türklerde Taşla Ilgılı Inançlar, Ankara Üniversitesi

Ilahıyat Fakültesı Yayınları, 1968, s.2

[4] Bahattin Ögel, Türk Mitolojisi,  Ankara, 1971, s. 433

[5] Mehmet Yardımcı-Cahit Kavcar, Efsanelerimiz, Malatya, 1990, s.9, 112

[6] Muharrem Kaya, Mitolojiden Efsaneye, Türk Mitolojisinin Türkiye’deki Efsanelerde İzleri, İst. 2007, s.98

[7] Kaşgarlı Mahmut, Divan ü Lügati’t Türk, Besim Atalay Çevirmesi, C.III, s. 3

[8] Prof. Dr. Hikmet Tanyu, Türklerde Taşla İlgili İnançlar, Ank. 1987, s.19

[9] Çiğdem Sarıgül, Gizemli Arkeolojik, Gizemli Taşlar Kültü, 20 Haziran 2015

[10] Nilgün Sözer, Taşların Gizli Gücü, A’dan Z’ye Taşlar, İst. 2007, s.49

[11] Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir), Anadolu Tanrıları, İst. 1962, s. 86

Yrd. Doç. Dr. Mehmet YARDIMCI

Zile (8 Ağustos 1945) Babası, Kurtuluş Savaşı’nda İzmir’e ilk giren sivari bölüğünde yer alan Muharip Gazi (Hacırecep Oğullarından 1315 Doğumlu Ali Oğlu Mustafa) Mustafa Yardımcı’dır. İlk, Orta ve yüksek Öğrenimini Zile, Ankara, Tokat, Trabzon ve Malatya’da tamamladı. Yurdun çeşitli yörelerinde edebiyat öğretmenlikleri ve müdürlüklerde bulundu. 1983’te Cumhuriyet Üniversitesi Rektörlük okutmanı oldu. Tokat Ziraat Fakültesi Türk Dili okutmanı iken, 1985’te İnönü Üniversitesi Personel Dairesi Başkanlığına atandı. İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Türk Halk Edebiyatı alanında yüksek lisans, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Türk Halk Edebiyatı alanında doktora yaptı. Yrd Doç Dr ünvanıyla kurucusu olduğu Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölümü’nden yaş haddinden emekli oldu. Evli ve iki çocuk babası Yardımcı ; Ulusal ve Uluslararası pek çok sempozyum, seminer ve bilimsel kongrelerde 50 kadar bildiri sundu, 50'nin üzerinde makale yazdı ve 43 kitap yayımladı. E-Posta: [email protected]

FACEBOOK - YORUM YAZ

Sosyal Medyada Paylaşın:
  • YENİ
Tarihi Göztepe-Konak Tramvay Hattı

Tarihi Göztepe-Konak Tramvay Hattı

Hüseyin Yörükoğlu, 11 Nisan 2024
Bursa’nın Lezzet Durakları ve Değişim

Bursa’nın Lezzet Durakları ve Değişim

Ekrem Hayri PEKER, 2 Nisan 2024
YOLUN SONU! Çerkez Ethem ve Kardeşleri

YOLUN SONU! Çerkez Ethem ve Kardeşleri

Haber Merkezi, 29 Mart 2024
Bir Mektup.. Bir Tehdit… Bir İsyan…

Bir Mektup.. Bir Tehdit… Bir İsyan…

Haber Merkezi, 13 Mart 2024
Kalfatlı – Kalafatlı ve Kültürel Kimliği

Kalfatlı – Kalafatlı ve Kültürel Kimliği

Dr. Yaşar KALAFAT, 11 Mart 2024
İnegöl’de Bir Yıldız Söndü

İnegöl’de Bir Yıldız Söndü

Haber Merkezi, 11 Mart 2024