Quantcast
Teşkilat-ı Mahsusa’dan, Bursalı Gürcü İbrahim Haklıer – Belgesel Tarih

Ekrem Hayri PEKER
Ekrem Hayri  PEKER
Teşkilat-ı Mahsusa’dan, Bursalı Gürcü İbrahim Haklıer
  • 05 Ağustos 2020 Çarşamba
  • +
  • -
  • Ekrem Hayri PEKER /

Bu Yazıda - Konu İçi Ara Başlıklar

Loading

     “Eğer Jön Türkler arasında seçilmiş olan sayıca az,
fakat mücadelelerinden vazgeçebilmek için, ancak hayat
sahnesinden çekilmeleri şart olan bu adamların
mukavemeti de kırılacak olursa rahatça söylenebilir ki;
dünya üzerinde bundan sonra büyük çapta bir Türk imparatorluğunun
kurulma imkânları kalmayacaktır. Çünkü bu nesille beraber
Türklerin Asya ve Afrika’da daimi bir hâkimiyet iddiaları da son bulacaktır.
Bundan sonra, Türkler için menfi bir devlet söz konusu olabilir.
Ancak, bu da bir mucize olacaktır”
Sir Thomas Edward Lavrence

 

 

Maalesef bu temennisi gerçekleşti.

Bir gemi kalktı İstanbul Limanı’ndan. Geminin rotası belliydi belki, ama hedefine ulaşacağı meçhuldü. Gemi limandan kalkarken, yolcuları uğurlamaya gelen yoktu. İstanbul’daki bir deniz acentesinin düzenlediği ve rotası Hindistan’ın Bombay limanı olan bu ticaret gemisine, hükümetin görünüşte onca teşvikine rağmen, tüccarlar teveccüh göstermemişti. Gemiye, Endonezya taraflarına giden ve Aden’de başka bir gemiye aktarma olacak bir yolcuyla, Teşkilattan iki kişi binmişti. Bombay’a gidecek üç yolcu da İzmir’den yola çıkmıştı.

İstanbul’dan yola çıkan gemi, İzmir limanına uğradı, burada bekleyen üç yolcuyu alıp Hindistan’a doğru yola koyuldu.

*

Harbiye Nazırlığı Beyazıt’ta, İstanbul Üniversitesi’nin bulunduğu yerdeydi. Harbiye nazırı Enver Paşa, kendine bağlı bir teşkilat kurmuştu; Teşkilat- Mahsusa. Teşkilat, Birleşmiş Milletler gibiydi. İslam ve Türk dünyasının her tarafından insanlar vardı.  Kafkas ve Balkan kökenli Osmanlı vatandaşları ağırlıklıydı. Teşkilat yöneticileri içinde, ilerleyen yıllarda bölgede kurulacak devletlerin yöneticisi veya başkanı olan insanlar vardı.

Teşkilatın adı resmi olarak Umur-ı Şarkiye Dairesi idi. Merkezi, Nuri Osmaniye Caddesi, Şeref Sokak’ta, Tasvir-i Efkâr gazetesinin karşısındaki bir binadaydı. Harbiye Nezareti’ne bağlı olarak kurulan teşkilat sadece Enver Paşa’ya bağlıydı.

 

1914 yılı, şubat ayının ilk haftasıydı. Bugün, hukuk fakültesi olan yerde, Bab-ı Seraskeri Genelkurmay binası vardı.

Harbiye Nazırı makam odasındaki şahsa şunları söylüyordu:

-Demek aradan geçen zamana rağmen, kanaatini muhafaza ediyorsun Sami Bey. Şimdi bu kanaatini tatbik mevkiine koymak fırsatı elinde olsa, aynı teşebbüsü yapar mısın?

Genç adam:

-Benim girişmek istediğim, çok geç kalmış bir vazifenin ifasıdır. Elbette hazırım. Şüphe mi ediyorsunuz?

Harbiye Nazırı:

-Büyük bir işin arifesindeyiz. Vatana muazzam bir hizmet edeceksin. Allah yardımcın olsun.

Söylenenlerin, tarih kitaplarında yazılanların aksine, dönemin Osmanlı Hükümeti bilerek ve isteyerek bu savaşa girmiştir. Enver Paşa’nın amacı emperyalistlerin sömürdüğü, işgal altında tuttuğu Türk ve Müslümanları işgalden kurtarmak; Türkistan’ı Anadolu’ya bağlamaktı.

*

Kuşçubaşı Eşref Bey, Sultan Hamit döneminde Arabistan’a sürgüne gönderilmişti. Burada sultanın istibdadına karşı mücadeleye başlamıştı. Arabistan’daki takipçilerinden bunalan Eşref Bey, Hicaz’daki eylemlere ara verip, arkadaşlarının saklanmasını sağlar, sonra Bahreyn’e geçer. Burada bir yıl saklanır, sonrasında Maskat’a oradan Hindistan’a geçer. Hindistan’da İngilizlere karşı mücadele eder, daha önceden temas kurduğu milliyetçi örgütlerle görüşür. Onlara gerilla mücadelesi ve teşkilatlanma üzerine dersler verir. İsmi, ondan önce, oralara kadar ulaşmıştır. İngiliz yetkililer için tehlikeli bir misafirdir. Sürekli gözaltında tutulur. Bu temasları ona ileride Teşkilat-ı Mahsusa’nın faaliyetleri için güçlü bir zemin oluşturmuştur.

Eşref Bey kılıktan kılığa bürünerek Hindistan’ı ve Türkistan’ı gezer. İngilizler ve Rus’lar Abdülhamit’in Pan-İslamist politikasına karşı teyakkuzda idiler. Sultanın dervişleri, şeyhleri Hindistan’da ve Türkistan’da dolaşıp padişahın propagandasını yapıyorlardı. Eşref Bey Ruslardan da kurtulmayı başarıp, Türkistan’daki Türk milliyetçileri ile temas kurdu. Rus bölgesinden Afganistan’a, oradan İran’a geçti. En sonunda Hicaz’a geri döndü. Hicaz’a döndüğünde babasının tutuklandığını öğrenen Eşref Bey, kardeşi Sami Bey’le beraber bir grup müfettişi kaçırdı. Babası bırakılınca onları serbest bıraktı. Hicaz, iki kardeş için artık tehlikeli olmaya başlamıştı. Takip kuvvetlerinin sayısı ve başlarına konan ödül arttırılmıştır. İki kardeş buradan Mısır’a geçerler. Affa uğrayınca Ege’ye gönderilirler.

Eşref Bey Doğu Türkistan’daki Rus yönetiminde bulunan bölgelerdeki sosyal, siyasi ve ekonomik yaşamı gözlemleyip; oradaki İslamcılar ve Türk milliyetçileriyle temas kurmuştu.

Enver Paşa, Hacı Sami Bey’den sonra ağabeyi Eşref Bey’le görüşerek bir eylem planı oluşturdular. Bu plana göre:

1)Bir fedai grubu Hindistan üzerinden Türkistan’a geçecek,

2)Bu grup Rus Çarlığı’na karşı milli ayaklanmalar çıkaracak

3)Bu amaçla hücre tipi bir örgütlenme yapılacaktı.

 

Bu fedai grubu anavatana götürme işini Eşref Bey üstlenecekti. Önce Hindistan’a gidilecek, sonra da Himalaya Dağları aşılıp, Kaşgar’a gidilecekti. Bu bölgede Çin Devleti’nin kontrolü zayıftı. Buradan çarlık kontrolündeki topraklara geçilecekti. Gideceklerin sayısı, dikkat çekmemek için az sayıda tutulacaktı. Harekete geçilmeden Teşkilat-ı Mahsusa’nın bölgedeki ajanlarıyla, Hint Hilafet Komitesi ve Kongre Partisinin Müslüman liderleriyle temasa geçildi. Eşref Bey, Liege kentinde toplanan Hint İstiklal Komitesinin konferansına katılmıştı. İngilizler onu tanıyabilirdi, o yüzden dikkatli olmak gerekiyordu. Hindistan’ın bağımsızlığı için mücadele eden Müslümanların liderlerinden Mehmet Ali, Ali Şevket ve Sait Halit beylerle temas kurulmuştu.

Eşref ve Hacı Sami Beyler heyetin beş kişiden ibaret olmasına karar verdiler. Eşref Bey Hindistan’da kalacak Sami Bey’le beraber mülkiye mezunu Emrullah Bey (daha sonra İzmir polis müdürü ve Erzurum milletvekili, Barkan), Dereli diye anılan Yüzbaşı Adil Hikmet Bey, Tatar adıyla çağrılan Hüseyin Bey, Bursalı Gürcü İbrahim Bey (Haklıer).

YOLCULUK

Eşref Bey Hindistan’a iyi cins Arap atı almaya giden bir tüccardı. Hacı Sami Bey ve Tatar Hüseyin astragan kürk ticareti için, Türkistan’a giden tüccarlardı. Emrullah Bey, Basra maarif müdürü ve Gürcü İbrahim Bey de maarif memuru olarak atanmış memurlardı. Yolculuğa çıkmadan önce, heyet Enver Paşa’ya veda etmeye geldiler. Paşa onları gözyaşlarıyla uğurladı. Emrullah Bey, grubun içindeki tek sivil memurdu, çeşitli yerlerde kaymakamlık yapmıştı. O bölgede yapılacak eylemlerle kurulacak otonom bölgeleri yönetecek kişileri eğitecekti.

İçlerinde en genci 25-26 yaşlarındaki İbrahim Bey’di. 1887 veya 88 doğumluydu. Arkadaşlarının çocuk” diye takıldığı İbrahim Bey, grupta asker veya memur olmayan tek kişiydi, gönüllü olarak katılmıştı. Arapça biliyordu. Hafızdı, çok iyi ezan ve Kur’an okuyordu. Bu özelliği, yolculuklarında, gruba çok faydalı olmuştu. Hakkında yeterli bilgi yok, ancak teşkilata Edirne’nin kurtarılması ve Batı Trakya’da cumhuriyet kurulduğu sırada girmiş olmalı. Grup ikiye bölündüğünde Sami Bey’le kalmıştı.

Tatar Hüseyin Silistre’liydi. Ailesi Kırım’dan göç etmişti, unvanı oradan geliyordu. Edirne’nin kurtarılmasına gönüllü olarak katılmıştı.

Adil Hikmet Bey, Derne doğumluydu, Trablusgarp’taki İtalyan okulunda okumuştu. İtalyanca, Arapça, Fransızca ve İngilizce biliyordu. Askeri okulu bitirip, subay olmuştu. Libya’da ve Batı Trakya’da savaştı. Sami Bey’le Ege bölgesinde görev yaptığında tanışmışlardı.

O günün en hızlı vapuru Karadeniz-Basra hattına verilmişti. İçlerinden üçü gizlice İzmir’e gittiler. Amaçları dikkat çekmemekti. Vapur İzmir’den sonra Port Sait’e uğrayacak, Süveyş Kanalı’ndan geçip Cidde, Hudeyde ve Aden limanlarına uğrayacak, oradan da Bombay’a gidilecekti. Yanlarında Kipert’in hazırladığı haritalar ve bölgeyi anlatan kitaplar vardı.

Vapurda fazla yolcu yoktu. Günlerce süren yolculuktan sonra, gemi Bombay limanına girdi. Rıhtıma yanaşmadan İngilizler gemiye el koydular. Yolcuları gözaltına aldılar. Gemi Kızıldeniz’deyken Birinci Dünya Savaşı başlamıştı. İngilizler, Osmanlıların Hindistan’ı karıştırmasından korkuyorlardı. Hint Müslümanları İngilizlerin yasalarına karşı “biz İstanbul’daki halifenin kanunlarına tabiyiz” diye karşı çıkıyorlardı. Heyet yabancıların yaşadığı bölgedeki bir otele yerleştirildi ve gözaltında tutulmaya başladı. Heyetin kaçmaktan başka çaresi yoktu. Beklemeye başladılar.

Oysa İngilizler her şeyden haberdardı. İngiltere’deki Hindistan bürosundan, Hindistan Hükümetine çekilen 15 Ağustos 1914 tarihli telgrafta “…İki Çerkes, Sami ve Eşref beyler İngiliz karşıtı Pan-İslam duyguları uyandırmak üzere İzmir’den Hindistan’a hareket edecekler. Oraya varır varmaz, 1864 yabancılar yasasına göre onları tutuklamak üzere yetkilisiniz” deniyordu. 25 Ağustos 1914 tarihli bir başka telgrafta ise Pan-İslamizm konusunda yeni bilgiler verilmiştir.

Heyet, yabancıların yaşadığı bölgedeki bir otele yerleştirilerek, gözaltında tutulmaya başlandı. Heyetin kaçmaktan başka çaresi yoktu. Kaçmak için uygun bir fırsat kollamaya başladılar.

Hint Hilafet Komitesi hemen çalışmalara başlamış, bazı görevlileri elde etmişlerdi. Komite üyesi Sait Han, heyete haber göndererek on gün içinde kaçıracaklarını bildirmişti. Eşref Bey ve arkadaşları kıyafet değiştirerek kimseye fark edilmeden ayrıldılar. Sait Han’ın görevlendirdiği Hint Müslümanlar onları Peşaver üzerinden Keşmir’e doğru üç ayrı koldan ve geceleri tercih ederek yol aldılar. Gandi’nin örgütlediği Kongre Partili Hintliler de yardımcı oluyorlardı.

Eşref Bey arkadaşlarından ayrılmıştı. Sait Han, Eşref Bey’in Hindistan’da kalmasını sakıncalı bulmuştu. Eşref Bey hemen Arap yarımadasındaki Maskat bölgesine gönderilecekti. Liman gece tenhalaşıyor ve kontroller azalıyordu. Limanın uzak bir köşesinde, kaçış için bir balıkçı motoru hazırdı. Eşref Bey tekneye bindikten sonra dikkat çekmemek için yelkenler açılmış ve limanın ışıkları kaybolduktan sonra, teknenin motoru çalıştırılmıştı. Ertesi gece tekne Maskat kıyılarına ulaşmıştı. Yolcusunu bırakan tekne geri döner. Eşref Bey, dostu Maskat Emirinin misafiri olur.

Hintliler Sami Bey ve arkadaşlarını Keşmir’in merkezine kadar getirirler. Bundan sonrası daha tehlikeliydi. Kaşgar’a geçmek için Himalaya Dağlarını aşıp Pamir Yaylası’na girecekler, buradan da Çin ve Rus çarlığı arasında yer alan Küçük Pamir bölgesi tarafsız bölgeydi. Belirli kervan yolları dışındaki yolcular, sınır muhafızları tarafından sorgusuz sualsiz kurşuna diziliyordu. Sınırın öte tarafı için, Hintli Müslümanların yapabileceği bir şey yoktu.

PAMİR YAYLASI

Bölge tenha ve susuz steplerden oluşuyordu. Geceleri dondurucuydu. Yolcuların yiyecek bulma şansı, avlanma dışında yoktu. Yerleşim yerlerinin sayısı çok azdı. Hacı Sami Bey ve arkadaşları ana yollara yakın yollardan giderek, gayri meskûn yerlerden geçerek Küçük Pamir’e ulaşırlar. İngiliz yetkililer, Rusları kaçaklar konusunda uyarmışlardı. Pamir’e geçmeden önce son kaldıkları yer İngiliz askerlerince basılır. Ancak Hacı Sami Bey ve arkadaşları şiddetli yağmurdan faydalanarak İngilizlerden kurtulup Pamir yaylasına geçerler. Önlerinde uçsuz bucaksız yollar vardır. Onlara, Küçük Pamir’de göçebe Türkler yardım ederler. Hedef onlar için tehlikesiz olan Kaşgar’a ulaşmaktı.

Küçük Pamir’den, büyük Pamir’e geçen Kaşka Dağında bir Rus müfrezesi karşılarına çıkar. Hacı Sami Bey ve arkadaşları Ruslarla çatışmaya girmezler. Rus müfreze komutanına evraklarını göstererek, yollarını kaybeden tüccar grubu olduklarını söylerler.

Muhafızlar, onları büyük Pamir’deki Rus merkezine götürdüler, Rus albayı karşısına çıkardılar. Rus komutan onları gördüğü için memnun kalmamıştır. Sorgudan onları getiren subaya dönerek:

“Sen, bunları yasak bölgede ele geçirdin. Elindeki talimatta, burada ele geçenleri hemen öldür yazıyor. Bu çapulcuları neden öldürmeyip karşıma getirdin?’’der.

Bu esnada, Büyük Pamir yaylasının Kırgız Başbuğu Cabbar Binbaşı olayı duyup gelmişti.

Bu geniş sahada yaşayan Kırgız Türkleri göçebe oymaklar halinde yaşıyorlardı. Burada yaşayan Kırgızlarla iyi geçinmek mecburiyetinde olan Ruslar, Kırgız aşiret liderlerine bir çeşit muhtariyet tanımışlardı. Bu yörenin sorumlusu da Cabbar Binbaşıydı. Rus komutan, bu olaydan hemen, Cabbar Binbaşıyı haberdar etmişti. Cabbar Binbaşı’nın çabalarıyla serbest bırakılırlar.

Cabbar Binbaşı, onları Çin sınırına kadar götürmeleri için, yanlarına muhafız verir.

*

Eşref Bey onlara, “Kaşgar’a ulaştığınızda sizi bulacaklar’’ demişti. Darga Bey Hanı’ndaki iki odaya yerleşirler. Kıyafetleri, yerel halkın kıyafetleriyle aynıdır. Şehrin nüfusunun çoğu Uygur Türkü’ydü. Şehirde Çinli sayısı çok azdı.

Hana yerleştiklerinden kısa bir süre sonra oturdukları odanın kapısı açılır. Sarıklı, cübbeli, sakallı, genç bir insan içeri girer ve mükemmel bir İstanbul Türkçesiyle:

“Hoş geldiniz, sefa geldiniz… Nihayet kurtuldunuz. Gözlerimiz yollarda kalmıştı. ’’der.

Bu gençle beraber, yedi-sekiz kişi de aynı samimiyetle kucakladılar. Abisinin sözleri aklına geldi ‘’Siz Kaşgar’a ulaşmaya bakın. Sizden önce oraya gelenler size ulaşacaklar.’’

Gelen gençlerin başkanı Ahmet Kemal Bey Doğu Türkistan’da, Osmanlıdaki gibi İstanbul Türkçesiyle öğrenim yapan, modern okullar açmak istiyordu. Bir grup arkadaşıyla İstanbul’a gelmiş; burada eğitim görmüş, eğitim görürken Türk Ocakları’nda siyasi faaliyetlerde bulunmuşlardı.

Kaşgar’a gelen bu gençler aşırı softaların muhalefetine rağmen bir öğretmen okulu kurmuşlardı. Yüzlerce gencin öğrenim gördüğü bu okul, Rus konsolosunun dikkatini çekmişti. Konsolos, softa ve mollaların desteğini alarak bu okulu kapattırmaya çalışıyorlardı. Mollalardan tarih ve coğrafya okumak günahtır diye fetva çıkarmışlardı. Hacı Sami ve arkadaşlarıyla görüşmek için, Türkistan’ın her tarafından gençler, Kaşgar’a geliyorlardı. Hacı Sami Bey yıllar sonra Türkistan’daki mücadeleyi değerlendirirken şunları söylemişti: “Çinliler ve bilhassa Ruslar Türkistan’daki hâkimiyetlerini sürdürmek için, medreselilerden ve mollalardan faydalanmışlardır. Diğer problem ise feodal sistem ve ananeleriydi. Bunları ustaca kullandılar. Bu iki sistem, daha sonra Enver Paşa’nın Türkistan Bağımsızlık mücadelesini başarısızlığa uğratmıştı.

Hacı Sami Bey ve arkadaşları Kaşgar’a ulaştıklarında, Osmanlılar savaşa girmişti.

Savaş, Rus işgalindeki ve bağlı hanlıklarda yaşayan halka ağır yükler getirmişti. Hacı Sami Bey, bilhassa yedi su bölgesinde yaşayan Kırgızlar arasında örgütleniyordu. Uygun bir zamanda çarlığa karşı isyan başlatacaklardı.

Rus Duma’sı Türkistan’daki toprakların ve suların çarın mülkü olduğunu ilan eden yasayı kabul etmeden, Çarlık Hükümeti bu yasayı uygulamaya karar verdi.

Harp ihtiyacı için Türkistan’da üretilen ürünlere el koyulmuş, halka karşılığında para yerine bono verilmişti. Halkın elindeki yiyeceklere et-buğday, meyve ve sebzeye zorla el konuluyordu. Halkın elindeki silahlar toplanıyor; vermeyenler hemen kurşuna diziliyordu. Bütün bunlara ek olarak harp hediyesi ve harp ihtiyaçları vergisi adı altında milyonlarca ruble isteniyordu. Ruslar bu parayı işbirlikçileri vasıtasıyla topluyorlardı. Bütün bu baskılar yetmezmiş gibi, bir milyon kişiyi askere almaya karar vermişlerdi. Rus ordularının, Alman orduları karşısında gerilmesi ve şanlı Çanakkale Zaferi Türkistan’da duyulmuştu.

Sami Bey ve arkadaşları Yedisu Kırgızlarının önderleriyle temas ettiler. Sonra onlara katılmak için Kaşgar’dan hareket ettiler. Kaşgar’dan ayrılışlarını memlekete dönme söylentileriyle gizlediler. Emrullah Bey, yardım istemesi için Pekin’e, Alman büyükelçiliği’ne gönderilir. Emrullah Bey görüşmeden sonra, Pekin’den yola çıkar; Moğolistan, Sibirya, Türkistan ve Bakü üzerinden 1919 yılında Trabzon’a ulaşır.

Sami Bey ve arkadaşları Yedisu Kırgızlarına katıldılar. Yedisu Kırgızlarının Başbuğları Şaptan Batun Hanın karargâhına yerleştiler. Çevredeki diğer Kırgızları da örgütleyerek mücadeleye hazırladılar.

İlk baskınlarında Rus kuvvetlerinden 170 tüfek ve kırk bin fişek ele geçirdiler. Bu maneviyatla bölgedeki tüm Kırgızlar ayaklandı. Önce telgraf hatları kesildi, sonrasında Rus karakolları ve Rusların yerleştirildiği kentler tek tek ele geçirilmeye başlandı. Bu mücadele Fergana vadisindeki basmacılık hareketini alevlendirdi. Yedisu Kırgızları kuzeyde Kanaat Han, güneyde Şaptan Batun Han’ın oğulları Muhittin ve Hüsamettin Beyin idaresindeydi.

İsyan bütün Türkistan’ı sardı. Peterburg, biraz daha gecikilirse bütün Türkistan’ın elden çıkacağını ve bunun da Rusya’nın çöküşü olacağı biliyordu. Alman cephesindeki en seçkin birlikler seçilip Kırgızların üstüne yollandı. Yüz bin çadırlık Kırgız isyancılara karşı, yüz bin kişilik bir ordu gönderilmişti. Osmanlı zabitlerinin idaresinde Kırgızlar Ekim 1916’dan aralık sonuna kadar direndiler. Kırgızların çoğu Ruslardan ele geçirilmiş derme çatma silahlarına karşılık, Rus birlikleri etkili silahlarla donatılmıştı. Bu kanlı savaş üç ay sürdü.

Kırgızların başarısı bir kısım Kazak, Nayman Boylarını da harekete geçirdi. Buhara, Fergana, Semerkant, Hive taraflarında isyanlar çıktı. Hive ve Harzem taraflarındaki isyanın başını, Türkmen aşiretlerinin hanı Cüneyd Han idare ediyordu. Kıpçak, Kazak ve Nayman boylarının liderliğini üstlenen Abdülgaffar Bey’in pusuya düşürülerek öldürülmesi, isyan hareketini lidersiz bırakmıştı.

Kış gelmiş, savaşmak güçleşmişti. Sami Bey, Kırgızlara Çin’e geçmeyi önerdi. Rus kuvvetleri isyanın merkeze yayılmaması için bir hat oluşturur. Rus Komutanı Kropotkin Çinli bir Generali araya sokarak isyancıları teslim almak ister. Bu sırada Petersburg’da bir devrim olur. 8 Mart’ta başlayan bu devrimin sonunda Çar tahttan çekilir. Kerensky Rusya’nın başkanı olur. Kerensky isyancılar için af çıkarır. Rusların son saldırıları püskürtüldükten sonra, Sami Bey ve arkadaşları halkın aftan faydalanmasını düşünürler. Yerel güçler teslim olurlar. İbrahim Bey ve arkadaşları Çin sınırını aşıp, beraberindeki Kırgızlarla beraber Hotan bölgesine geçerler.

İsyan, erken patlamıştı ve en kötüsü, teşkilatsız ve lidersizdi. Özbekistan’ın ileri gelenlerinin yaptığı toplantılardan netice çıkmamıştı ve ayaklananların büyük bölümü silahsızdı. Rus Hükümetinin gönderdiği Kozakların yaptığı katliam, bugün bile unutulmamıştır. İsyan, Türkistan’ın birçok bölgesinde acımasızca bastırılır. Rus topları ve makineli tüfekleri direnişçileri ezip geçer. İsyanı bastırma hareketi tam bir katliama dönüşür. İsyana katılan veya katıldığından şüphe edilen tüm köyler kasabalar yakıp yıkılır. Yaşayanlar çoluk çocuk demeden katledilir. İsyancıların mallarına el konulması, yağmanın serbest bırakılması Kozaklara ve yerel Rus yöneticilerine ayrı bir şevk verir. İsyanın bastırılması altı aydan fazla sürdü. 1917 başlarında, bastırılan isyanda 700 bin Türk ölmüş; 170 bini Sibirya’ya sürülmüş üç yüz bini de Doğu Türkistan’a kaçmak zorunda kalmıştı. Üstelik isyan hasat mevsiminde başladığı için, hasat yapılamamış ve bölgede açlık başlamıştır. Katliamın büyüklüğü, olayı o zamanki Rus Duması’na yansıtmıştı ve Kerenskiy “Sanki yeni cephe açtık” demişti. Çar, ihtilalden önce göstermelik de olsa bir soruşturma açmış, bazı görevliler hapisle cezalandırılmış, birkaç görevli de asılmıştır.

 

Türkistan’daki yangının dumanı tüterken, Rusya’da Devrim oldu; Şubat 1917 devrimi Çarlık idaresine son vermişti. Başbakanlığı üstlenen Kerensky’nin savaşı sürdürme kararı Rusya’da yeni bir devrime yol açmış ve savaş karşıtı olan Bolşevikler iktidara gelmişti. Teşkilat-ı Mahsusa’nın bu kahramanları, savaşın kaderini değiştirmişlerdi. Ruslar Alman Cephesinden kuvvetlerini çekince, cephe çöktü. Ekim devriminin yolu açıldı.

 

İsyan bastırılınca İbrahim Bey ve arkadaşları Doğu Türkistan’a geçtiler. Çinli yetkililer onları gözaltına aldıysa da silahlarını taşımalarına ve halkla temaslarına izin verdiler. Kahramanlıkları herkeste saygı uyandırmıştı. Rus Konsolosunun baskısı üzerine İbrahim Bey ve arkadaşları muhafızlar eşliğinde Haziran 1919’da Şanghay’a gönderildiler. Yolculuk yaklaşık dokuz ay sürer. Ekipten Sami Bey yolda ağır bir hastalık geçirir. Arkadaşları öleceğinden korkarlar. Burada korunaklı bir eve yerleştirildiler. ABD ve Alman Basını demeç almak, röportaj yapmak ve resim çekmek için her yola başvurdular. Ancak Sami Bey ve arkadaşları hiçbir teklifi kabul etmediler.

Zaman içinde Çinli yetkililer kontrollerini gevşetip, kahramanlarımızın halkla, Pekin’deki Türkler ve Müslümanlarla görüşmelerine müsaade ettiler. Önce Çin Devriminin lideri Doktor Sun Yat-Sen Çin İhtilal Ordusunda, daha sonra Koreliler ordularında kahramanlarımızın görev almalarını istediler. Ancak, “Osmanlı Devleti ve Japonya’nın dost olduklarını, böyle bir teklifi kabul etmeleri halinde iki devlet arasında problem doğacağını’’ söyleyip reddettiler. Burada Japonlarla ilişkiye girerler. Ayaklanan Moğollara uçaklarla havadan atılan bildirilerin hazırlanmasına katkı da bulundular. Savaş bitince, Osmanlı Devleti bir gemi kiralayıp Uzak Doğu’ya gönderdi. Gemi buradaki Osmanlı esirlerini toplayıp İstanbul’a getirdi. Arif Hikmet Bey ve Tatar Hüseyin İngilizlerce arandıkları için, Japon yetkililerin yardımıyla 13 Nisan 1920’de Avrupa’ya gidecek bir Japon gemisine binerler. Hamburg’da gemiden inerler. Yurda dönemezler. İstanbul’da Damat Ferit Paşa Hükümeti vardır. Polis hükümetin emriyle sık sık evlerini basar. 1921 yılında Damat Ferit Hükümeti yıkılınca İstanbul’a döndüler. Dönünce, Arif Hikmet Bey, görevli olarak Trakya’ya atanır.

Gürcü İbrahim, Sami Bey’den ayrılmayıp onunla Mançurya üzerinden Rusya’ya gitti. İbrahim Bey, “Bursa’da sokaklar Yunan Askerlerinin çizmeleriyle çiğnenirken, ben dönemem’’ der. Hedefleri Sami Bey’le Buhara ve Hive’deki Türkleri ayaklandırıp, bağımsızlıklarını sağladıktan sonra, topladıkları kuvvetlerle Kafkasya’dan Anadolu’ya geçmekti. Sami Bey’in arkadaşlarından habersiz Enver Paşa’yla temasta olduğu anlaşılıyor. Rusya’da bir müddet kalır. Savaş biterken İbrahim Bey Bursa’ya döner ve Mora göçmenlerinden Halide Hanım’la evlenir. Kurtuluş savaşı dönemindeki faaliyetleri belirsizdir. Bursa’da, Tatar Hüseyin gibi köşesine çekildi. Kuşçubaşı Eşref ve Hacı Sami Beyler 150’likler listesine alınınca siyasetten iyice uzak durdu. Bir müddet “Muhacir Komisyonu”nda çalışmış. Daha sonra Türkistan’a beraber gittiği arkadaşlarından Emrullah Bey, onu Kızılay Teşkilatı’na memur olarak almış. Öldüğü 7 Kasım 1945 yılına kadar burada çalışmış. Ankara Cebeci Asri Mezarlığı’na gömülmüş. İki kızından ilki, genç yaşta hayata veda etmiş. Eşi Halide Hanım yetmişli yıllarda yaşama veda eder. Diğer kızı Altan Hanım uzun yıllar sanat tarihi öğretmenliği yapar.

 

KAYNAKÇA:

1-Anavatanda Son Beş Osmanlı Türkü, Cemal Kutay

2-Medine Müdafii Fahrettin Paşa’nın anıları, Kandemir

3-Sömürgeciliğin ve Pan İslamizm Işığında Türkistan 1856’dan Günümüze, Alaaddin Yalçınkaya

4-“Kuşçubaşı Hacı Sami Bey”, Ekrem Hayri Peker

 

Ekrem Hayri PEKER

Kimya mühendisi, araştırmacı, yazar. Bursa Mustafakemalpaşa’da (1954) doğdu. Anadolu Üniversitesi Kimya Mühendisliği bölümü mezunu. TUBİTAK veri tabanına kayıtlı “Teknoloji tabanlı Başlangıç Firmalarına Özel İş Geliştirme” mentörü, C Grubu iş Güvenliği uzmanı olarak Nano kimyasalların tekstil materyallerine uygulamalar konusunda üniversitelerde konferanslar verdi. Yayınlanmış kitaplarından bazıları: "Kuşçubaşı Hacı Sami Bey", "Özbek Mektupları", "Yeşim Taşı - Ön Türkler ve Türk Tarihinden Kesitler", "Kafkasya'dan Anadolu'ya - Zekeriya Efendi". Belgeseltarih.com kurucu ortağı ve yazarıdır. E-Posta: [email protected]

FACEBOOK - YORUM YAZ

Sosyal Medyada Paylaşın:
Etiketler:
Ekrem Hayri Peker
  • YENİ
Bir Mektup.. Bir Tehdit… Bir İsyan…

Bir Mektup.. Bir Tehdit… Bir İsyan…

Haber Merkezi, 13 Mart 2024
Kalfatlı – Kalafatlı ve Kültürel Kimliği

Kalfatlı – Kalafatlı ve Kültürel Kimliği

Dr. Yaşar KALAFAT, 11 Mart 2024
İnegöl’de Bir Yıldız Söndü

İnegöl’de Bir Yıldız Söndü

Haber Merkezi, 11 Mart 2024