Quantcast
Topkaralılar – Belgesel Tarih

Hasip ÖZTÜRK
Hasip  ÖZTÜRK
Topkaralılar
  • 09 Eylül 2019 Pazartesi
  • +
  • -
  • Hasip ÖZTÜRK /

Loading

Mersin’in merkez  Ohunkeşli köyünde, 1943 yılında doğmuştum.

    Henüz ilkokul çağında idim. Tarlada çalışırken, babam durup dururken,“Bizim bir ucumuz Topkaralıdır!” demişti. Yakınlarda Topkara diye bir köy yoktu. Tanıdığımız bir topkaralı da yoktu. Babam zaman zaman, hafızasının bir köşesinde saklanan bu tür bilgileri paylaşırdı. Ancak lafın arkası önü gelmezdi. Hepsi bu kadardı..Yıllarca o cümle bende kalmıştı.

Birgün Topkara-Topkaralı sözü gündeme yeniden düştü! Peşine düşüp araştırmak zorunda kaldım. Bizimle ne ilgisi olabilirdi? Bu sorulara cevap aradım…

Büyük amcam, rahmetli  Mahmut kiya da “Bizim aslımız Özbekistan’dadır! diye bir söz etmişti. Tek tek anlamsız görünen bu cümleler, gün geliyor birleşiyor ve bir anlam kazanıyordu.  Google gibi araştırma hizmetleri, yeniydi. Bilgisayarlar ilkel sayılırdı. Olabildiği kadar peşine  düşmüştüm. Google “ Topkara neresidir?” diye yazdığımda, Özbekistan’da bir kasaba adı olarak önüme çıkmıştı..

Babamın ve amcamın bilgi kırıntılarıyla bir araya gelince, Topraka adı anlam kazanmıştı; bir kasaba- şehir adıyla somutlaşmıştı. Öbekistan ile Türkmenistanı ayıran Ceyhun (Amuderya) ırmağının doğu yamacında, 20-25 bin nüfuslu bir dağ kasabası olmuştu.. Artık, bize düşen Toprakara halkından bir kısmını Anadolu’ya getirmek ve bizimle akraba kılmaktı!

 

Topkaralı Değişimciler

       Topkara kasabası, günümüzün bir turizm, kayak  kentidir. Dağlık ve kıraç bir yamaçta kuruludur! Vaktiyle hayvancılığa elverişli olan Topkara’nın ekonomisi kötüye gidince, eğitime yönelmişler. O zamanın geçerli eğitimi, medrese eğitimine. Okumuşun çok, geçimin zor olduğu yerler, beyin göçü verirler. Topkara kasabası da beyin göçü vermiş!

Oradan yola çıkanların önemli bir kesimi Osmanlı’ya gelmiş! Anadolu’da Osmanlı’nın Yörük ve Türkmen halkını Sünniliğe dönüştürme sürecinde eğitici görevi üstlenmişler. Osmanlı’nın potansiyel isyancı gördüğü Türkmenleri; Yörükleri ve kasabalıları sünnileştirerek uysallaştırma projesine katılmışlar…

Değişim süreci Çaldıran Savaşı’ndan hemen sonra başlamış. Osmanlı Yörük ve Türkmen taifesini potansiyel isyancı olarak görürmüş! Güvenmezmiş..Bu nedenle devletin kilit yerlerine “devşirme – dönme; kapı kullarını “ getirirmiş. Yörük ve Türkmen beyleri yönetimin dışında kalmaktaymış. Bu yüzden toplumda gerilim varmış. İsyan haraketleri kısa zamanda yayılıp genişlemekteymiş.

Osmanlı bu düzeni-düzensizliği değiştirmek istemiş. Bu maksatla medrese mezunlarına iş vermiş. Onları Yörük Türkmen aşiretlerinin, oymaklarının yanına katmış. Köylere, kasabalara kırdaki göçer oymaklarının yanına bu medreselileri katmış. Halkın, özellikle Yörük ve Türkmen halkın “Sünni-Hanefi” yola çevrilmesini istemiştir.

Medrese İslamı, Sünni İslamdır. Hanefilik daha ziyade Türkler arasında yaygın olan bir Sünni  İslam mehzebidir.  “Ululemre itaat” farzına uymayı emreder.  “Nur Suresi 4/59” anlaşmazlıkların   ululemre uyularak çözülmesi esasına dayanır. İsyan etmeyi yasaklar. Daha büyük nifak çıkması- nın halkın uçokça zarar görmesine ve mağdur olmasına sebep sayar.

Ululemr, devletin meşru yasaları, emir ve yasaklarıdır. Şimdiki deyimle kanunlar, tüzük-ler, yönetmelikler, mahkeme kararları ve meşru yöneticileridir.

Doğu’da Safevi Şii Devleti, bir Türkmen devleti olarak, Osmanlı ile rekabet halindedir. Anadolu’da Yörük ve Türkmen halka propaganda yapmaktadır. Şeyh Cüneyt, devleti “ Oğullar mı yönetecek, sahabeler mi? (Sahabeler: Devşirme-kapı kulları) diyerek halkı tahrik etmekteymiş. Sıvas, Erzincan Yaylaları’nda; Osmanlı Mülkünde çok sayıda, Yörük ve Türkmen kurultayları toplarmış. Binlerce Yörük ve Türkmen beyi bu toplantılara katılır ve etkilenirmiş.

Türkmenlerin Osmanlı devlet katmanlarından, yönetimden uzak tutulmasını, onların yerine devşirme-dönmelerin yeğlenmesini; fırsat bilip karşı propaganda yapmlada kullanırmış. Sıvas’ın, Erzincan’ın yaylalarında çok sayıda Yörük-Türkmen kurultayı toplamıştır. Yörük ve Türkmen halkın ilgisini ve güveninin yeni kurulan Safevi Devleti’ne çekmekteymiş. Şeyhin halifeleri halkı etkilemekte ve çekici görünmeye çalışmaktadır. Şairler “Şaha Gidelim!” diye halkı göçe zorlamaktadır. Anadolu’dan İran yönüne çok sayıda Yörük ve Türkmen aşireti göç etmeye başlamıştır..

 Çaldıran Savaşı, bu etkiyi kırmak amacıyla yapılmıştır. Anadolu ve Rumeli’ni kimin yönet-mesi gerektiğinin kılıçla çözülmesi için bu savaş yapılmıştır. Savaştan Osmanlı galip çıkmıştır! Safevi Devleti-Şah İsmail  bu savaşta kaybetmiştir. Kaybedenler yalnızca onlar değildir. Her iki ordunun temeli olan Yörük-Türkmen halkı da pratikte yenik düşmüştür. Artık Osmanlı yönetimi tümüyle devşirmelerin-dönmelerin eline geçmiştir.Yörük ve Türkmenler, bu savaş sonucunda yönetime ortak olma şanslarını kaybetmişler…

Osmanlı, bununla kalmamış. Aleviliğe yatkın olan Yörük ve Türkmen halkını “Sünni-Hanefi” yola sokmak için yoğun bir çaba için girmiştir. Medrese bitirmiş kişileri; hizmetine almış. Onları Yörük ve Türkmen oymaklarının yanlarına katmıştır. Görevleri, Yörük ve Türkmen halkı “Sünni-Hanefi yola” sokmakmış..

Topkara-Topkaralı adıyla, Özbekistan’dan (Topkara kasabasından) çok sayıda kişi Anadolu’ya gelip yerleşmiştir. Topkaralıların Anadolu’ya geliş ve yerleşme süreci böyle başlamıştır.  Medreseli molla, fakih, ohun tek başına gelmemiş Anadolu’ya. Hısım ve akrabalarını da peşlerinde getirmişler..

Topkaralı Ohun sanlı kişinin köyümüze-oymağımıza katılması bu programın bir sonucudur.

Geçmiş kültürümüzle aramıza, bu Medreseli  Topkaralılar girmiştir.. Yaşattıkları değişimle bize, kadim kültürümüzü unutturmuşlar!

Eskiden beri bildiklerimizi, yanlış gösterip  yasaklamışlar! İnsanımızın yaşamına, alışık olma-dığı inancı, ibadeti ve kültürü aktarmışlar. Hoca Ahmet Yesevi öğretisinden bizde kalanları silip yerine; bu Sünni-Hanefi yolun inancını, ibadetini ve yaşam biçimini yüklemişler!..

Kalıntılarına, izlerine yakın çevrede Çukurkeşlik, Karaçoban, Kayrakkeşlik, Belenkeşlik vb. köylerde rastlanıyor. Telefon rehberlerinde soyadı Topkara olanlara bakmak yeterli..Topkara sözü- nü soyadı seçenlerin varlığı sürmektedir. Çukurkeşlik köyü kahvesinde, bilmezden gelip “Bu topkara soyadını nereden buldunuz? Ne anlamı var?’ diye sormuştum! Ağız birliğiyle ‘bizim köyü’ işaret ettiler! ‘Onlara sorun, bilirse onlar bilir!’ Bize de oradan bulaştı!‘ dediler. Bulaştı sözü, bana imalı ve itici gelmişti!  Eşelemedim!..

Kahve sohbetine katılanların birçoğu meğer Topkara soyadı taşırmış. Topkara soyundan ge-lirlermiş. Aralarında yaşı sekseni aşan kocalar da vardı. Söz birliğiyle ”Ohunkeşlik” köyünü işaret ettiler! Sorunun cevabını orada aramamı salık verdiler.

Topkara konusunda beni aydınlatacak bilgileri olmadığını sezinledim. Zorlamadım!..

Oysa, Ohunkeşlik köyünde, Topkara soyadlı kimse yoktu.

Topkaraların, kökünün bizim köyde olabileceğini tahmin ediyordum. Bunların kökü ve başı Ohun sanlı kişiydi. Diğerleri onun himayesinde bu yöreye gelenlerin ardıllarıydı. Keşli obaları arasına dağılmışlardı. Belki Keşli oymağı dağılmıştı. Ohun sanlı kişiye kız vermişler. Bizim köydeki Öz, Özbek, Öztürk, Özdemir, Özden, Özbayrak gibi öz‘lü soyadı taşıyanlar çoğunca Topkara soyunun  ardılları idi. Ancak, Ohun sanlı kişiyle ilgili, güvenilir bilgi kalmamıştı.

Özbek soyadlı büyük amcam Mahmut Kiya ile oğlu Veteriner Mehmet’in yaşlılık resimlerini gö-rünce “başka belgeye gerek yok!” demiştim. Yüzlerinden okunuyordu! Resim sanki Özbekistan‘dan gelmişti! Kalıtım kendini açıkça belli ediyordu. Amcam sağlığında Kökümüz oralarda! Özbekistan’da!’ derdi. Bir bildiği, atalarından aldığı bir imi vardı zahir!..

Bu imi alınca alıcı gözüyle Topkara’yı aramaya başlamıştım..

Yörükleri, Türkmenleri öz kültürlerinden koparıp başka bir kültür, inanç ve yaşam biçimine dönüştüren bu siyasetin taşeronları arasında, bu medreseli Topkaralılar da varmış..

 

Anamın Duası

Annem okuma yazma bilmezdi. Ümmi  idi. Samimi bir müslümandı. Dini bilgilerini kulaktan dinleyerek öğenilmişti. Zengin bir edebi birikimi vardı. ‘Bin bir adlı bir Allah!’a dua ederdi..Bin bir adlı bir Allaha şükrederdi!” Dualarından birini yıllar sonra anımsadım. İyi bir iş yapıp göğsünü kabarttığımız, o nadir anlardan biriydi. Sırtımı sıvazlarken “Cem’in cem olsun! Cem’in Cennette olsun!” demişti. Göğsünü kabartan bir iş yaptığımızda, bu duayı esirgemezdi!..

Cem’in dede yönetiminde Alevi-Bektaşi toplantısı, ibadeti olduğunu o zaman bilmiyordum. Anam da bilmiyordu. Kırklar Cemi cennette olmuş!  Bunları ileri yaşlarda öğrenecektim. Annem bunları hiç öğrenemedi. Bu duayı coşku ile yapıp durdu!..

Cem’i öğrendiğimde, anamın duası, bana anlamlı gelmişti. Bizim bucak merkezi Kuzu-cubelen’di. Tahtacı köyüydü. Yaz geldiğinde onlar Beşkoz Yaylası’na çıkardı. Fındıkpınar’ın karşı yamacıydı. Bizim Yayla birkaç km yukarıdaydı. Mehin Damı denilen yerdeydi. Göz ve kulak komşuluğu mesafesindeydiler. Köylerimiz de yakındı. Bir iniltileri olsa önce biz duyardık. Bir sorunumuz olsa, önce onlar bizi duyardı! Ama iki yabancı gibi yanyana ve suskun yaşar giderdik!

İşte onlar cem toplar, ibadet ederlermiş! Seyrek de olsa ‘dede’ gelir ve cem ayini yapılırmış! İbadetleri böyleymiş! Orada yaşadığım yaşlarda bunları duysaydım bile algılayamazdım. Anacağım bu kadarını da bilemezdi. Farklı olduklarını bilirdi o kadar. Onlar ormandan ağaç keserler, el hızarıyla tahta biçerlerdi. Kadınları gündelik yaşamlarında Türkmen kıyafeti giyerlerdi. Çok güzel tarihi giysileriyle bütün günü yaşarlardı. Evde, ekinde, ormanda, ağaç biçerken bile folklör gösterisine çıkacakmış gibi aynı kıyafetle yaşarlardı.

Giysilik kumaşları özeldi. Renkleri, çizgileri, üç etekleriyle çarpıcı giysileri vardı.  Göz alıcıydı. Başlarındaki fesin alnında ‘penez’ denilen, altın görünümlü para dizileri sarkardı. Topuklarının üstüne inen üç etekleri ve ayak bileğine inen, uçları büzgülü tulum donları vardı. Kara şalvar giymezlerdi. Giysilerin kumaşları, desenleri, yerel köylü kadınların giysilerine göre çok farklıydı…

Güçlü kuvvetli, müşekkel  yüzlü ve saygı uyandıran kadınlardı!

Erkeklerin giysileri bizim köylülere tam benzemezdi. Bıyıkları pala, saçları uzundu. Herkesin giydiği şapkalardan giyerlerdi. Ama şapkaların köşe sayısı fazlaydı. Giydiklerinde, şapkaları biraz yana kayardı. Öteki köylülerin şapkaları düz otururdu! Onlar da şalvar giyerlerdi. Karaşalvar giymezler, şehirden fabrika dokuması çakır bezden bol dökümlü şalvar giyerlerdi. Evlerinin önünde çulhalık, ıstar tezgahları görmemiştim. Evleri tahtadan çatılmış çardaklardı. Çardaklarının yapısı da değişikti. Ev gibi tahtadan yapılır, ayakları üstünde bir kat yukarıya çıkarlardı. Önde yanları açık, üstü örtmeli köşleri olurdu. Bitişiği de oda idi. Tahta kapaklı takaları,(pencere) düzgün merdivenleri olurdu. İşleri gereği evlerinde birkaç katırları olurdu. Katırlarının üstünde palan yerine, ahşap katkılı semer konulurdu. Kereste ve yük taşınmasında semer daha kullanışlı idi. Katırları köşün altına bağlanırdı.

Köylerinde cami ve minare yoktu..
İnsanları bizimkiler gibiydi; baba gibi baba, adam gibi adamdılar!..
         O yaşta anımsadıklarım böyleydi.
Niye cem ederlerdi? Bilemezdim.

Bir gün köylerinin orta yerinde, kırmızı kiremitli, beşik çatılı, tek katlı bir cami binası gör-müştüm. İçinde yere serili halı, kilim, namazlağa yoktu. Sonra bir imam atandığını duymuştuk! Bizim köylüler ona cemaatsiz imam demişlerdi. Yakın zamanda uğradığımda, iki şerefeli yüksek bir minare dikilmişti camiye! Üzerine ses yükseltici bile konulmuştu! Ne camiyi, ne de minareyi Tahtacı köylüleri yapmamıştı. Devlet eliyle yaptırılmış anlaşılan! Kimse bu camiye girmedi. Devlet ne diye bu camiyi yaptırmıştı? Herhalde, sünni olmaları gerektiğini anımsasınlar diye dikmişti! Ya da sünni olmayı özendirmek (!) içindi. Sebebi ne olursa olsun bu manevi baskı idi! Tahtacıların da pek umrunda olmamıştı! Laik devletin yaptırdığı cami!  Laik devletin atadığı imam. Ezanı okuyup namazını kılıyordu. Camiye ve minareye Kuzucubelen Tahtacıları’nın bir katkısı olmamıştı. Cami’nin de onlara bir getirisi olmadı! 

Eskiden cuma günleri ve bayramlarda namaz kılmaya oradan üç, beş kişi bizim köye gelirdi. Artık onlar bu caminin cemaati olmuştu zahir..

Onlar Alevi-Tahtacı Müslümanlardı.

Biz Sünni -Hanefi Müslümanlardık! İki köyün halkı da müslümandı.

Okullu olunca öğrenmiştik bunları.Tahtacı oldukları, Alevi inançları ve ibadetleri olduğu da söylenirdi. Ancak cem’in onların ibadeti olduğunu bilmezdik. Muharremde aşure yemeye çağırırlardı bizim köylüleri. Davete uyarlar, ellerinde birer süslü tahta kaşıkla dönerlerdi!..Herkese yeni bir kaşık verirlermiş! Kaşığı kullananlar, kaşıkla köylerine dönerlerdi…Belki birbirlerinin kaşıklarını kullanmak zorunda kalmamak için böyle yaparlardı…

Anamın bilgisi de bu kadardı herhalde..
Sırtımızı sıvazlarken “Cem’in cem olsun, Cem’in Cennette olsun!” diyordu..

Bu dua anamın yakıştırması değildi. Aşka gelip bir anda söylenmiş de değildi. Anasından, babasından, ötesinden böyle duymuştu! Onlar da kendi ötelerinden bu duyumu alıp getirmişlerdi..

        Geçmişimizde böyle duaların edildiği bir çağı yaşamış olmalıydık!.

Ata kültürümüz arasından çıkıp gelen bu satır, ortak hafızayla anama erişmişti. Anamın hayır- duasıyla bize  de erişti! Bu dua önemli ve değerli bir bulguydu!. Anamın duasını, atalarımızdan bize ulaşan bir selam, bir mektup, bir ileti gibi algıladım. Önemsedim! Yazarak bunu yeni nesillerle paylaştım!..

Merak bu! Duayı soruşturdum.  Alevi dedesi dostlarıma sordum. “ Duymadık!” dediler. Di-yanet İşleri Başkanlığı yapmış kariyer sahibi dostum “Rastlamadım!”dedi..Kime sorduysam, ilk kez benden duyduklarını söylediler. Onca okuyup taradığım kaynaklarda eşine, izine rastlamadım. Bu duanın edildiği dönemin bir hayli gerilerde kaldığını düşündüm!..

Hoca Ahmet Yesevi öğretisine değin uzanan, eski dönemden ortak hafızanın saklayıp getirdiği bir deyişet olmalıydı. Nasibimiz içinde kalmış ve anamın diliyle, duasıyla bize aktarılmıştı! Nur içinde yatsın! Nur içinde yatsınlar!..Bize de bunu yazmak ve paylaşmak düştü!. Kayıp kültürümüzün içinden kopup gelen bu duayı yazıya döktüm. Nasibi olan alsın!..               

 

Çaldıran Şavaşı’ndan Bize Ne     

Şah İsmail ile Osmanlı Padişahı Yavuz Selim arasındaki çekişme, bir iktidar savaşıydı! Sanıldığı gibi bir Alevi-Sünni savaşı değildi. Şeyh Cüneyt, devleti “sahabeler mi,  oğullar mı yönetecek? diye sorarmış!  Sorunun cevabı Çaldıran‘da kılıçla verilmişti!

Soru çok netti!  ‘Osmanlı devletini; Anadolu ve Rumeli’ni sahabeler mi, oğullar  mı yönetecekti?  Cevabı da savaşın sonucu gibi çok netti!  Sahabeler yönetecektir!

Osmanlı sahabelerin, yani devşirmelerin – kapı kullarının yanındaydı!

Şah İsmail oğulların, yani Yörük ve Türkmen boylarının yanındaydı!

    İki ordu, Çaldıran’da karşı karşıya saf tuttuğunda; iki yanda da Yörük ve Türkmenler vardı. İki orduda da Alevi ve Sünni askerler vardı!  İki yanın ordusunda baskın çoğunluk Türktü!

Osmanlı ordusu, Çaldıran’a vardığında, kurmaylar; ‘Asker yorgun, yirmi dört saat dinlensin!’ demişlerdi. Defterdar Paşa bu görüşe karşı çıkmış!  ‘Orduda çok sayıda Alevi-Kızılbaş asker vardır’. Bu sürede fitne askere erişir ve kargaşa çıkar! Diyerek hemen savaşılmasını uyarmış!

Defterdar paşanın uyarısı akıllıca ve maslahata uygun bulunmuş olmalı ki, hemen savaşa girilmiş!

Çaldıran Savaşı’nı Osmanlı kazanmış!

Anadolu’yu ve Rumeli’ni sahabelerin- devşirmelerin yönetmesi tezi kazanmış!

Oğullar, yani Şah İsmail, Yörükler ve Türkmenler hem savaşı, hem de iktidarı yitirmişler!

    O günden sonra ülkeyi, uzun süre devşirmeler yönetmiştir!

    Cumhuriyet’e kadar devşirmelerin saltanatı sürmüştü! Ancak Cumhuriyetle birlikte, yönetim erki, bir süre  halk iktidarına dönüşmüştür!..

                                                             

Ohun’a Tepki Yok muydu

Köylü ve yöre halkı ‘Topkara-Ohun’a saygıda kusur etmemişler!  Tekin bulmadıklarından, mesafeli durmuşlar! Onu yaban saymışlar! Gölgesine basmamışlar! Öğretisine karşı direnememişler! Boyun eğmişler. Kendilerinden istenenleri yapmışlar! Ama için için, tepki duymuşlar. Seslerini çıkarmasalar bile, Ohun‘la aralarına güvenli bir mesafe bırakmışlar…

Ohun sanlı kişinin, dayattığı değişime duydukları tepkiden ötürü; öztorunları dahil, kimse ohun soyadını almamıştır! Kişiliğinden ürktüklerinden, ya da adını tabu saydıklarından, sadece köyün adında  tutmuşlar! Çok sürmeden onu da söylemde  “ofun”a çevirmişler!..

Köyün kapısı  ve gündelik uğrak yeri Akkahve’de, Topkaraları sorarsanız, bilen birisini bula-mazsınız! Sahiplenmezler! “Ohun nedir?” diye sorduğunuzda, ‘Ohun-Ofun’dur!’ deyip çıkarlar. ‘Eskiden köyün adında vardı! Şimdi o da yok!’ derler.

İşin içinde yabancılık vardır! Ürküntü vardır!. Gizemli bir saygı vardır! Örtülü bir tepki vardır!

Topkara-Ohun’un soyundan gelenler bile yaban sayıp ırak durmuşlar. Baskının ve zorla de-ğişimin, bilinç altındaki tepkisidir bunlar! Yüzyıllar geçmiş, adları unutulmuş! Bilinç altına inmiş! Tepkileri aynen sürüp gelmiş anlaşılan!..Ohunkeşlik adının, Doğançay yapılışına, kimse ses etmemiş! Bilinçaltına inen tepkinin dışa vurumu mudur?  Ohun sahipsiz kalmış ve kimse onu koruma zahmetine girişmemiştir!..

 

Topkara Neresi

      Bu köy halkının geçmişinde bunca etkili olmuş bu topkaralar neyin nesidir?.

Topkara adının Türkiye’deki dağılımını merak ettim! Yaygınlığını soruşturdum. Ev telefonu aboneleri dizininden Topkara soyadını araştırdım (2008): İstanbul’da 127, Düzce’de 59, Ordu, Giresun ve Trabzon gibi Karadeniz illerinde 50+, Mersin’de 70, Bursa’da 34 abonenin soyadı Topkara idi. Topkara soyundan gelenlerin hepsinin Topkara soyadı alması olası değildi. Ama yukarıdaki sayılara bakılırsa, arkasında ciddiye alınacak bir nüfus barındırdığı aşikardı. Vaktiyle Türkiye’ye hatırı sayılır bir Topkaralı göçü yaşanmış anlaşılan..

***

  Topkara adı, yerelde Karaisalı’da Topkaralı, Niksar’da (Topkara) Yeşilyurt köylerinin adında geçer.. Niksar Topkara köyünün adı, sonradan Yeşilyurt‘a çevrilmiştir! İlginç olanı, bu köyün halkı Mübadele ile Yunanistan’dan gelmiştir! Topkara adıyla tahminen XVXVI. yy da Yunanistan’a göçürülmüşler. Fethedilen toprakları Türkleştirmek ve İslamlaştırmak siyaseti adına yollanan Yörük ve Türkmenler arasında gitmişler! Evlad-ı Fatihan – Fatihlerin evlatları sanı almışlar! Güney Rumeli’nde (Yunanistan) Evlad-ı Fatihan adıyla Yörük ve Türkmen unsurdan,Yörükler adıyla, yarı askeri bir örgüte katılmışlar..Ordunun destek kıtaları gibi askeri hizmet görmüşler. Defterleri yapılırmış. Sorumluluk üstlenmişler. Hizmetleri sebebiyle bazı vergilerden bağışık tutulmuşlar. Yunanistan topraklarında,Yörük- Türkmen kimliklerini ve Topkara adını kabaca dört yüz yıl korumuşlar..

1924 yılı ve  sonrasında, Mübadele sırasında;Topkara adıyla gittikleri Yunanistan’dan;  Ana-yurda ,Topkara adıyla dönmüşler! Niksar’a iskan olunmuşlar.

Dışarıda yüzlerce yıl koruduklarıTopkara adını Türkiye’de yitirmişler!

Devlet bu adı Yeşilyurt yapmış! Üstelik,Tokat ilinde, aynı yörede  üç adet Yeşilyurt köyü da-ha varken yitirmişler adlarını! Şimdi, telefon rehberinde karışıklığı önlemek için, bu köye (Topkara) Yeşilyurt demişler! Perhiz yapmak isteyip de lahana turşusuna yumulmanın dayanılmaz bir örneği yaşanmış!

***

Komşumuz Akarca köyü halkının çoğu bize akraba düşer!. Omarcalar, Kadılar, Fakılar, Boz-lar ve Özden’ler, Erol’lar aklıma geliverenler. Akarca’da kadı, fakı (fakih) lakaplı sülaleler vardır. Bizde de molla lakaplı sülale sürer. Fakı, kadı ve molla medrese eğitimi almış kişilerdir. Kadı ve fakı sülaleleri Akarca’da; Molla Ohunkeşlik köyünde yerleşiktir. Öz’lü soyadı taşıyanlar Molla’ların da torunudur. Köyden ayrılmış Aksoy, Mete ve Ertoğrul soyadlı aileler de molla-Topkara soyunun ardıllarıdır..

       Ohun bu medreseliler arasında, bir derece daha yüksek  eğitimli olanmış.  Ohun’un saygın sanı ve kimliğinden ötürü, adı Keşlik olan bu köyün adına Ohun sanı eklenmiş; adına Ohunkeşlik denilmiştir! Yani Ohun’un oturduğu Keşlik demekmiş. Vaktiyle, Ohun sanlı kişinin varlığı, bizim küçük köyü, uzun süre yörenin manevi merkezi yapmıştır Çukurkeşlik halkının, sözbirliği ile Ohunkeşlik köyünü işaret etmesi bundandır!..

        Ohunkeşlik adı böyle oluşmuştur.
        Ohun’un torunları, bu kimliği sürdürememişler!
        Ohun adı yalnızca köy adında kalmıştır.
Üstlerine çöken bilgisizlik, ya da bu sanın tabu sayılmasından ötürü, ağızlarına almamışlar.
Söylemde köyün adını Ofunkeşlik biçiminde kullanarak, Ohunu silmişler.
Köyün adı Doğançay yapılırken  karşı çıkmamışlar! Ohunkeşlik adıyla birlikte,  ohun sanı da silinip gitmiş!
Babamın bizim bir ucumuz Topkara’dır demesinin gizi budur..
Türkiye’de umulandan çok daha fazla Topkara soyadı vardır.

         Artık bunun soruşturmasını gençler üstlenecektir…

        Sağlıcakla kalın…                                                                   

  • Hasip ÖZTÜRK

         [email protected], Bursa 2019

         Saliyazilari.blogspot.com 

Hasip ÖZTÜRK

Mersin, 1943 doğumlu. Emekli öğretmen, avukat İşletme Yönetim uzmanı, Araştırmacı,yazar. "Fındıkpınar Bir Sevdadır" başlığı altında Kölemenlerden günümüze erişen Pazaryeri, Pazarkent geçmişli; Yörük ve Türkmenlerin 1400 metre irtifalı yaylağı Fındıkpınar merkezli araştırması; Keşli Türkleri-Ohunkeşlik köyü merkezli Yörükler araştırması vardır. Bursa Haber Gazetesi'nde 7 yıl kadar süren köşe yazarlığı yapmıştır. Öncelikle Türk tarihi,Yörük ve Türkmenlerin tarihi konusuyla ilgilenir..Toroslar'da Keşli Yörükleri ile yakından ilgilidir. Saliyazilari.blogspot.com adlı bloğu vardır. Eposta: [email protected]

FACEBOOK - YORUM YAZ

Sosyal Medyada Paylaşın:
Etiketler:
Hasip Öztürk
  • YENİ
Bir Mektup.. Bir Tehdit… Bir İsyan…

Bir Mektup.. Bir Tehdit… Bir İsyan…

Haber Merkezi, 13 Mart 2024
Kalfatlı – Kalafatlı ve Kültürel Kimliği

Kalfatlı – Kalafatlı ve Kültürel Kimliği

Dr. Yaşar KALAFAT, 11 Mart 2024
İnegöl’de Bir Yıldız Söndü

İnegöl’de Bir Yıldız Söndü

Haber Merkezi, 11 Mart 2024