Quantcast
Türkoloji Alanı Bağlamında Yerel Dil ve Kültürler – Belgesel Tarih

Dr. Yaşar KALAFAT
Dr. Yaşar  KALAFAT
Türkoloji Alanı Bağlamında Yerel Dil ve Kültürler
  • 13 Ocak 2019 Pazar
  • +
  • -
  • Dr. Yaşar KALAFAT /

Loading

 

Giriş*

Türklük biliminden ne anladığımızı anlatırken bu bilim dalının Türklüğün varlığını araştırma, var olma, varlığını savunma, koruma ve yüceltme bilimi olduğunu da anlatmaya çalışmışızdır. Onun alanının birkaç klasik bilim dalı ile sınırlı olmayıp, adeta alanına girmeyen bilim dalının olmadığını da açıklamaya çalışmışızdır. Türklüğün bir ırk ve kavim olmaktan öteye; bir kültür, medeniyet, yaşam biçimi olduğu da tanımımızın kapsamında yer almıştır. Bu yapılanmanın, Türk budununun tarih sahnesine çıkışından itibaren kapsamına, birlikte yaşanılan halkları da aldığını belirtmeye çalışmışızdır.

Bu bilim dalının kapsamına giren her daldan ve her seviyede ilim erleri de bilindiği üzere Türkologlardır.

Yazımıza bu girişle başlamamızın sebebi ise, Türkoloji’nin kapsamına girdiğini düşündüğümüz bazı alanlardaki, bir takım gelişmelerin hesaplaşmasını paylaşmak, bu suretle sorumluluğumuzu alanımıza giren kadarı ile sahiplenebilmek içindir.

Türkoloji Alanını mı Paylaşıyor?

Milletlerin ortak millî kültür ve millî eğitim dilleri kadar, millet hayatında birlikte yaşanılan halkların dilleri de, millîdirler, azizdirler, millî kültürlerin ortak millî ve aslî parçalarındandırlar. Bu esaslandırma, birlikte yaşanılan halk kesimlerinin bir tek kişi ile de temsil edilmiş olmaları halinde de geçerlidir. Konuşulan dilin yazı dili, kültür dili eğitim dili olup olmaması hali apayrı bir konudur. Kuşdilini dahi sahiplenen bir kültür anlayışında, bize göre ülkemizde geçmişte dahi yaşamış olsalar bütün dillerin varisiyiz, sahipleniriz. Onları sahiplenmek, sadece o dili annesinden öğrenenlerin hakkı ve sorumluluğunda değildir. Birlikte yaşayan halkların, diğer kültür değerleri gibi, ana dilleri de kültürel servetin kapsamında düşünülüp onlara milletçe sahip çıkılmaması halinde, bu ana dillere sahip olan halklara karşı demokratik olmayan bir davranış olur. Mesele sadece bir veya bazı halk kesimlerinin incinmeleri, onları incitmiş olma meselesi değildir. Böylesi bir tutum, millî kültürde zafiyet ve kaynak israfına yol açabileceği için, kültür servetinde ortaklık ilkesine de aykırıdır. Dilde milliyetçilik anlayışında, şovenizmin önünü kaparken Atatürk, tarama ve derleme sözlükleri çalışmalarında milletin malı olmuş yazılı edebiyatı ve milletin bütün kesimlerinin yaşayan dilinde tarama yaptırmıştır.

Dil sadece dil bilimle sınırlı olan bir alan değildir. Parçalanmaya tabi tutulmuş bir dil ile yapılmış ilmî çalışmanın millî kimliğini tespit etmek, belirlemek mümkün değildir. Mesela halk bilimi alanında yapılmış bir alan çalışmasını millî dili bir kenara koyarak da bütüne ulaşamazsınız, yerel dillerin katkısını yok sayarak da yeteri kadar derine inemezsiniz.

Birlikte yaşanılan halkların millî vatan toprağı uğrunda birlikte şehit olmaları düşünülebilirken, bu toprakların yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin ortak millî servet olduğu noktasında bir ihtilaf bulunmaz iken, ortak topraklarda yaşayan halkların bir kısmına ait kültürü, millî kültürün kapsamında düşünememek anlaşılması kolay bir hal değildir. Keza kültürünüzün bu parçasının araştırılmasında ilgili yerel dil ana dili olan araştırmacıyı Türkolog kadrosu kapsamında istihdam etmemek o derece afaki, zafiyet içerikli ve gayri millî bir tutum olur.

Türk iç siyaset hayatında “açılım” olarak yer alan gelişmeler, büyük ölçüde “Kürt milletleşme sürecinde romantik dönem” olarak algılanmış ve uygulama alanları bulabilirken de, bu gelişmenin Türk milleti ve onu oluşturan halk kesimlerinin hayatındaki yankılanmaları Türkoloji adına değerlendirilememiştir. Aynı takımın elemanları durumunda olan bilim erlerine ortak millî forma giydirilememiştir. Bize göre bu gelişme de emperyalizmin bir projesi iken, millî Türkoloji adına alınan tavırlar da, birlikte yaşanılan halkların bağımsız kimliklikleri adına sergiledikleri tutumlar da izledikleri stratejiler ile emperyalizmin bu çemberini doğal olarak kıramamışlardır. Bu yazımızla asıl vurgu yapmak istediğimiz husus da bu noktadır.

Bizim anlayışımıza ve sosyal bilimlerin bize söylettiğine göre halklar vardır ve kültürleri ile varlıklarını sürdürebilmeleri, milletin millî bünyesini tehdit etmediği sürece ve sınırları dâhilinde var olmalıdır. Millî kültürler,  birlikte yaşanılan halkların kültürlerinden oluşurlar.

“Sınırları dâhilinde” açıklama ile halkların demokratik haklarının sınırlarını, emperyalizmin müdahale sınırı belirler. Hiçbir emperyalist müdahale, destek veya vaat, halkların kültür ortaklığının önünde engelleyici konumda yer alamaz.

Özetle, kültürel haklarının yanında olduğumuzu açıkladığımız halkların, gayri millî davranışlarına hak kazandırmaz. Bu istikamette yönlendirilmelerine de haklılık kazandırmaz.

Biz; Kürt kültürü, Zaza kültürü, Çerkez kültürü, Çeçen, Lezgi, Pomak, Boşnak veya Torbeş kültürünü, bu arada onların dil kültürlerini de Türklük biliminin malı, alanı ve sorumluluk sahası kapsamında düşünenlerdeniz.

Bölgede oluşturulmak istenen yeni bölgesel siyasî yapılanmaların, bölge dillerinden hareketle oluşturulmak istenilen yapılanmalardan tamamen bağımsız olmadığını düşündürmektedir.  ABD-İsrail dil bilimcilerinin bölge dillerinden hareketle geliştirilen dil stratejisi ile İran merkezli Kürt dili yaklaşım stratejisi tamamen farklı bir görünüm arz etmektedir.

Bizim birlikte yaşanılan halkların ana dilleri konusundaki yaklaşımımız, yaşanılan gerçeğin esas alınması, bölge halklarının dil mirasına bölge halkları olarak ortak anti-emperyalist tavır konulması şeklindedir. Ortak bir Türkçe inşası kültür coğrafyamız için anti-emperyalist bir açılım olarak gelişecek ise,  bu ortak yapılanma Türkçe içerisinde olabilmelidir. Bu formül sadece Kürtçe için değil, kültür coğrafyamızın diğer halkları için de geçerli olmalı ve dil bilimci kadrosu da farklı ana dilli bölge halklarından Türkologları içerebilmelidir.

Yeni Türkiye’de Türklük Biliminin Yeri

Halk bilimi çalışan bir kimse olarak, anadili farklılığına bakılmaksızın Anadolu Türk kültür coğrafyasının genelinden derlenmiş efsanelerden oluşturulmuş Türkçe çocuk kitapları ile yurdun tüm çocuklarına hizmet götürememiş isem bundan utanç duymalıyım

2014 yılından itibaren mezun veren Arapça, Kürtçe, Süryanice ve Zazaca ihtisas yapmış gençlerin yetiştirilmeleri hangi gerçekçi ihtiyaçtan doğmuştur? Benzeri soruların cevabı Türkolog’un Türkoloji-Dil projelerinde yer alabilmeli kanaatindeyiz. Bu konularda edinilebilen bilgiler, bu konuları araştırma alanına alan bazı Avrupa araştırma merkezlerinin yayınları, büyük ölçüde çok yüzeysel olan basına yansımış bilgiler veya tarafların karşılıklı savunma, itham açıklamalarından alınmadırlar.

Türkiye’de konuşulan diğer yerel dillerden eğitim veren merkezlerle birlikte ele alınabilir ise Türkoloji açısından daha anlamlı olur kanaatindeyiz. YÖK kayıtlarından yapılabilen tespitlerimize göre; Düzce Üniversitesi bünyesinde “Abaza Dili ve Edebiyatı”, “Çerkez Dili ve Edebiyatı” ile “Gürcü Dili ve Edebiyatı”; Rize Üniversitesi bünyesinde “Gürcü Dili ve Edebiyatı”; Edirne’deki Trakya Üniversitesi’nde “Boşnak Dili ve Edebiyatı” ile “Arnavut Dili ve Edebiyatı” anabilim dallarında lisans, yüksek lisans ve doktora eğitimi verilmektedir.

Türkiye’nin diğer bölgelerinde de yerel dillerin yoğun konuşulduğu yerleşim birimlerinde, 2010 yılı itibariyle; Abazaca, Adığece (Çerkezce), Arnavutça, Boşnakça, Gürcüce ve Lazca dillerinde, seçmeli ders olarak ortaokullarda eğitim verilmeye devam edilmektedir. Bütün bu merkezlerin ortak bir Türkoloji hedefine yöneltilmesi, birlikte yaşayan halkların araştırma merkezleri inkâra ve ihtilafa sokulmadan, ortak kaderi paylaşarak inşaya çalışmaları ne kutlu bir rüya olurdu.

Yerel dillerin ortak millî dile ortak kılınması arayışlarına kimler neden destek verirler? Mesele halkın eğitim düzeyinin yükseltilmesi, halkın üretim imkânlarının artırılması, daha yüksek bir hayat tarzı, daha sağlıklı yaşam şartları, bedii eserlere yeni yaşam alanları açmak mıdır?

Türkiye’de bütün halk kesimleri ve onların farklı kesitleri, ortak dil Türkçeyi ana dili Türkçe olanlar kadar yazım hayatı dâhil kullanabilmektedirler.

Sovyetler Birliği döneminde rejim, halkları yarattığı kimlik farklılıklarından hareketle bölerek rejime karşı olan dirençlerini kırmak isterken, yazı dili olmayan tüm halklara dillerinde yayın hakkı, eğitim hakkı tanıdı. Bu edinim ilkin ilkokul, sonra orta, lise ve üniversite seviyesinde uygulamaya geçirildi. Üniversite seviyesinde anadili ile eğitim almaya sıra gelince, fakültelerde edebiyat eğitimi sıkıntısı baş gösterdi. Giderek bu dillerde eğitim alan nüfusça az olan halkların gençleri istedikleri alanlarda ihtisas yapamaz oldular. Anadille eğitim talebi giderek halkları kendi tercihlerinden hareketle belirli bir seviye için geçerli kılındı.

Birlikte yaşayan halkların dilleri dâhil, halk kültürlerini Türkoloji’nin çalışma alanı kapsamına alamayan Türkoloji, millî eğitim dili olan Türkçeye alternatif yerel dillerin getirilmekte olduğunun da farkında değildir.

İlginç bulduğumuz bir diğer husus ise yerel dillerin farklı lehçelerinin de ilim dili olarak kabul görmüş olmalarıdır. 1990’lı yıllarda ilahiyat fakültesi çevrelerinde Arapçanın akademik yükselmelerde ilim dili sayılmadığı haberlerinin dolaştığını hatırlıyoruz.

Bölge halkının ana dilinin akademik eğitim diline açıldığı 2010 yılında bölgede yapılan ilmi kültür şölenlerine katılan araştırmacılara rektörlük çevreleri açıklama yaparlarken, uygulamaya koyulan eğitim politikasını, “Türkiye bu tutumu ile bölge halklarının yükseköğretim, eğitim merkezi olmayı hedeflemektedir” vurgusunu yapmaktaydılar. Gelişmenin seyrinden görünen odur ki, bölge dillerinden yüksek tahsil yaptırabilmek için, bölge dillerinin eğitim dili olabilmelerinin sağlanması gerekecek, bu maksatla da proje ortaokul seviyesinde ele alınarak başlatılabilecektir. Seviye ortaokuldan başlatılınca, ihtiyaç duyulan eğitimcilerin eğitilmeleri gerekecek ve eğitim programı yerel dillerin lisans, yüksek lisans ve doktora müfredatına ihtiyaç duyulacaktı. Üniversitelerin Abazaca, Arnavutça, Boşnakça, Çerkezce, Gürcüce, Kürtçe, Süryanice, Zazaca anabilim dalları açmaları, bu eğitim politikasının doğal bir sonucudur denilebilir mi?

Konu, doğrudan doğruya kimlik bağlantılı bir anlayışın ürünü olmakla ilgilidir. Türklüğe yüklediğiniz anlam, mikro milliyetçilik ile sınırlı ise Türkoloji’den anlayışınız da; içerdiği konular ve kapsadığı millî kültür anlayışınız o kapasitede olacaktır. Türkiye Türkolog’unun araştırma kadrosunun ana dili Türkçe olursa ve araştırma konuları da edebiyat, dil ve tarih ile sınırlı tutulursa, kültür savaşında yenik düşeceğinden, ondan savaşın diğer tür ve alanlarında galip gelmeyi bekleyemezsiniz.

Türkoloji, birlikte yaşanılan halkların kültürel hayatlarını, çalışma alanlarının kapsamına almayışıyla, “açılım” ile birlikte oluşan “hazırlıksızlık” ve “katılımsızlık”tan doğan sorunların mesuliyetine de ortak olmuştur.

Zazalara Yönelik Kirli Oyunlar

Türkolog’un alanına girmesi gerektiğine inandığımız bir diğer önemli gelişme de Yükseköğretim Kurulu (YÖK) bünyesinde yaşamaktadır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki bazı üniversitelerde 2010 yılı itibariyle faaliyete geçirilen “Yaşayan Diller Enstitüsü” ile “Sosyal Bilimler Enstitüsü” bünyesinde “Arap Dili ve Kültürü”, “Kürt Dili ve Kültürü”, “Süryani Dili ve Kültürü”, “Kürt Dili ve Edebiyatı”, “Zaza Dili ve Edebiyatı” anabilim dalları açılmıştır. Söz konusu bölümlerde; Arapça, Kürtçe, Süryanice ve Zazaca gibi bölge dillerinde lisans eğitimi verilmesinin yanı sıra, aynı dillerde yüksek lisans ve doktora da yapıldığı bilinmektedir.

Resmî internet sitelerinden alınan bilgilere göre, 2012-2018 (Haziran) yılları arasında, örneğin Kürt ve Zaza kültürü (tarih, edebiyat, dil, folklor vs.) alanında, toplam 180 adet yüksek lisans tezinin hazırlandığı ve YÖK tarafından onaylandığı ifade edilmiştir.

Söz konusu tezlerin üniversitelere ve dillere göre dağılımı ise şöyledir:

– Mardin Artuklu Üniversitesi’nde 67 adet. Kürtçe: 54, İngilizce: 1, Zazaca: 12 (YÖK sitesinde, Kürtçe tezlerin sayısı 66 adet olarak verilmiş, Zazaca olan tezler de “Kürtçe” içinde gösterilerek büyük bir hata yapılmıştır. Kürtçe olan tezlerin 49’unun Kurmancî, 5’inin de Soranî lehçelerinde olduğu öğrenilmiştir.)

– Van/Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde 52 adet. Türkçe: 1, Kürtçe: 51.

– Muş Alparslan Üniversitesi’nde 18 adet. Türkçe: 1, Kürtçe: 17.

– Diyarbakır/Dicle Üniversitesi’nde 6 adet. Türkçe: 6.

– Bingöl Üniversitesi’nde 37 adet. Türkçe: 12, Kürtçe: 16, Zazaca: 9 (YÖK sitesinde, Kürtçe tezlerin sayısı 25 adet olarak verilmiş, Zazaca tezler de yine hatalı bir şekilde “Kürtçe” olarak kaydedilmiştir. Kürtçe olan tezlerin 13’ü Kurmancî, 3’ü de Soranî’dir.)

Türkiye’deki yerel dillerle yapılan lisans veya yüksek lisans eğitimi merkezleri arasında Zazacanın müstakil bir dil mi yoksa Kürtçenin bir lehçesi mi olduğu konusunda ihtilaf vardır. Bingöl ve Tunceli/Munzur üniversiteleri Zazacayı herhangi bir dilin lehçesi değil, bağımsız bir dil olarak kabul ederken, Mardin Artuklu Üniversitesi Yaşayan Diller Enstitüsü’nün “Kürtçü görüşlü” oldukları söylenen yetkilileri ise Zazacanın “Kürtçenin lehçesi” olduğunu iddia ediyorlar.

1980’li yıllar itibariyle Kürtçe ve Zazaca dillerini konuşan aydınlar ve siyasi kesimler arasında, yurt içinde ve dışında ortaya çıkan dil-lehçe tartışması büyüyerek devam ediyor. Üst akıl bağlantılı etnik milliyetçilik yapan Kürtçü siyasi çevreler, bölge coğrafyasının tümünü sahiplenmek adına, asırlardan beri aynı alanda varlığını sürdüren Zaza dilinin “Kürtçenin lehçesi” olduğu tezini savunmuş ve fakat ilmi zemin bulamamıştır. Zaza dili kendi zemininde araştırılıp, seçmeli ders olarak ortaokullarda öğrenilme imkânına kavuştu. Üniversitelerde açılan “Zaza Dili ve Edebiyatı” anabilim dalı kapsamında lisans, yüksek lisans ve doktora eğitimi yapılır hale geldi.

2000’li yıllarda başlatılan ve İsveç, Belçika, Fransa gibi Avrupa ülkelerince desteklenip Güneydoğu Anadolu’da Diyarbakır Belediye Başkanlığı gibi resmi kurumlar aracılığıyla uygulamaya geçirilen projelerde, bölgeden derlenen Kürtçe efsanelerle 40 kadar çocuk kitabı hazırlanmış ve dağıtıma tabi tutulmuştu. Basına yansıyan bilgilere göre, bu çocuk masallarının maksatlı bir şekilde, Kürtçe kelimelerin yoğun bir şekilde kullanıldığı uydurma bir “Zazaca”ya çevrilmeleri girişimine, Zaza dilinin Kürtçeleştirileceği kaygısıyla bir kısım Zaza aydını çok sert tepki göstermişti.

Kürt siyasi oluşumlarının çoğu yayın organlarında Zazaca haber, yorum, makale ve derlemelere hiçbir şekilde yer verilmezken, bazılarında Kürtçe kelimelerin bolca kullanıldığı bir-iki sayfalık sözde “Zazaca” yazılar için de yine Zaza kesimler arasında, bunun Zazaları inkâr etmediklerini göstermek için bir “göz boyama” olduğu yönünde yorumlar yapılmaktadır.

Öte yandan, Doğu ve Güneydoğu Anadolu coğrafyası üzerinde öteden beri hak iddiasında bulunan Ermenistan’ın da son yıllarda Zaza konusuna ilgi duymaya başladığına dair dikkat çekici gelişmeler yaşanıyor.

Ermeni siyasi çevrelerinin yanı sıra, akademisyen sıfatını taşıyan kesimlerinin de özellikle Tunceli/Dersim merkezli Kızılbaş/Alevi inançlı Zazalar üzerinde çalışmalar yaparak, “Kızılbaş/Alevi Zazaların din değiştirmiş Ermeniler oldukları” gibi aslı astarı olmayan uydurma tezler ortaya atıp bölge halkı üzerinde kirli oyunlar tezgâhlamak istedikleri anlaşılmaktadır. Birkaç yıl önce İstanbul’da legal olarak kurulan ve Ermenistan tarafından finanse edildiği ileri sürülen “Dersim Ermenileri Derneği” adlı oluşumun Kızılbaş/Alevi gençleri ağına düşürmek için gösterdiği yoğun çabalara rağmen, Kızılbaş/Alevi gençler bu gibi kötü niyetli misyoner oluşumlara itibar etmemişlerdir.

Diğer taraftan, Ermenistan hükümetinin desteği ile Ermenistan’ın başkenti Erivan’da Zazalar ve Aleviler konulu uluslararası iki konferansın düzenlenmiş olması da dikkat çekicidir. Birincisi 28 Ekim 2011’de “International Conference The Zaza People: History, Language, Culture, Identity” (Uluslararası Zaza Halkı Konferansı: Tarih, Dil, Kültür, Kimlik); ikincisi 4-5 Haziran 2016’da “International Conference The Zaza People and the Anatolian Alevi Phenomenon” (Uluslararası Zaza Halkı ve Anadolu Alevi Olgusu Konferansı) adı altında düzenlenen etkinliklere Türkiye’den de katılımcılar olmuş ve Türkiye aleyhine bildiriler de sunulmuştur.

Ermeni siyasilerinin de tıpkı Kürtçü siyasiler gibi, muhayyel amaçları uğruna Alevi Zazaların desteğini alma yönünde bir çaba içerisinde oldukları görülüyor.

Bu örnekler, bölge halkları ile yerel dil ve kültürlerine yönelik, dış merkezlerce ne tür projelerin geliştirildiğini çok açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Artık uyanık olmanın, bölge halklarını ve kültürlerini sahiplenip, emperyalizmin ve uzantılarının kirli oyunlarını bozmanın zamanıdır!..

Kürtçüler Kürtçeye İhanet mi Ediyorlar?

Ortadoğu’nun Türkiye öncelikli bölge dillerinden hareketle oluşturulan kültür stratejilerinde, sorumluluk emperyalizm ve onun vaatte bulunduğu bir kısım bu hareketin içerisinde yer almış kimselerin midir?  Millî mesuliyetin mesulü yok mudur?

Konuyu Türkolog’un sorumluluğuna getirmek istiyoruz.

Çizmeye çalıştığımız bu çerçeveden hareketle ülkemizdeki Türkoloji’nin ana dallarından olan Türk dili ve Türk halk bilimi alanındaki gelişmelere bakalım. TRT Kürdî kanalında yapılan “Kürtçe” yayının dilini ele alalım. Bu yayın dili, Türkiye’nin ana dili Kürtçe olanlarının dili midir? Uygulanan dil stratejisinde, Türkçeden Kürtçeye ve Kürtçeden Türkçeye geçmiş yahut Arapça ve Farsçadan Türkçeye ve Kürtçeye geçmiş ortak kelimelerin kullanılmasından adeta özenle kaçınıldığı sözde “dilbilimciler” vardır. “Halkın bilmediği, anlamadığı, tanımadığı, uydurma bir sözlük geliştirilmektedir” kanaati hâkimdir. Bu uygulama ile amacın, “Türkçe-Kürtçe arasındaki dil ortaklığını tamamen kaldırıp, ortak anlaşma vasıtası olma özelliğini sıfıra indirmek” olduğu kanaatini yaygınlaştırmaktadır.

TRT Kürdî kanalı yayınlarının dili, bölge halkının anlaması için Türkiye’de konuşulan Kurmancî Kürtçesi olması gerekirken, Kuzey Irak’ta konuşulan Soranî Kürtçesinden kelimeler alınarak, daha da önemlisi uydurma kelimeler de üretilerek, bölge halkının anlamadığı karışık bir “Kürtçe” mi oluşturulmaktadır?

TRT Kürdî kanalında kullanılan ve bölge halkının kullanmadığı/anlamadığı sözde “Kürtçe” kelimelerden bazı örnekler vermek istiyoruz. (parantez içindekiler, bölge halkının konuştuğu Kurmancî’de yer alan ve Türkçede de kullanılan ortak kelimelerdir):

Artéş (ordi/ordu), asteng (mani), buyer (hedise/hadise), dadgeh (mahkeme), dibistan (mektep), dîrok (tarix/tarih), doz (dawa/dava), ewlekarî (emniyet), fermî (resmi), giring (mühim), maf (heq/hak), merc (şert/şart), mijar (behs/bahis), netewe (millet), nexşe (xerite/harita), nûçe (xeber/haber), parézger (abuqat/avukat), péşesazî (sanayi), péwist (lazım), pirtuk (kıtéb/kitap), pispor (hosta/usta, uzman), pizişk (hekim, doxtor/doktor), raman (fikir), rexne (tenkit), réxistin (orgıt/örgüt), spas (teşekkür), şano (tiyatro), şaredarî (belediye), taybetî (xususi/hususi), tekoşîn (mıcadele/mücadele), tenduristî (sıhet/sıhhat), wéje (edebiyat), qedexe (yasax/yasak), zagon (qanun/kanun), zanyarî (ilim) vs.”

Özellikle Türkçe ile ortak kullanılan kelimelerin çıkarılıp, onların yerine ya uydurulmuş yahut diğer dillerden/lehçelerden yüzlerce, binlerce kelimenin sokularak, anlaşılmaz hale getirilen bölge halkının diline Kürtçe denilebilir mi? Böyle uydurma bir dille, bölge halkının yaşayan dili güçlendirilmiş, yaşayan Kürtçe ile bölgenin anadili Kürtçe olan halkına kültürel hizmet edilmiş olur mu? Biz bu yayın dilinin pek kabul görmediğine şahit olduk.

Bir dönem, Türkçeye hizmet etmiş olma adına, Türkçede yer almış olan bu türden birlikte yaşanılan halkların dillerinden geçmiş kelimelerin çıkarılmaları hatası, bu defa Kürtçeden hareketle yapılmaktadır. Başka bir ifade ile Türkçede sadeleştirme döneminden sonra, Kürtçede sadeleştirme süreci yaşanıyormuş intibaı edinilmektedir.

Mevcut emarelerin yaptığı işarete bakılır ise bu gelişme Kürtçe ile sınırlı kalmayacak, Türk üniversitelerinde faaliyete başlayıp mezunlar veren farklı ana dilli halkların da dillerinden radyo ve televizyon yayınları muhtemelen başlatılacaktır. Giderek bağımsızlığına kavuşan her yerel dil, ortak Türkçe aleyhine güç kazanabilirken, Anadolu’nun en zayıf yayın dili olma kaderi muhtemelen Türkçenin alın yazısı olacaktır.

Bizim önerimiz, yaşayan ortak Türkçeye, birlikte yaşanılan dillerden de gereği kadar kelime alıp hem Türkçenin zenginleşmesini sağlamak, hem onun ortak dil olma özelliğine güç katmak ve hem de birlikte yaşanılan halkların dillerine Türkçe içerisinde yaşama, hayatta kalma imkânı sağlanmış olunacaktır.

Tekrar Kürtçe üzerinde oynanan oyunlara dönülecek olur ise, bu tahribat, asırlar boyunca halkın ana dili ile üretilmiş olan onlarca, yüzlerce eserin yer aldığı arşivlerin, kütüphanelerin kapılarını, yeni nesillere kapatmış olmaya ikinci defa yol açabilir. Ana dili Kurmancî olanlar, Mem û Zîn, Mewlid, Diwan vs. gibi Kurmancî klasiklerin yazarlarını, örneğin Ahmed-i Hânî, Molla Hüseyin-i Bateyî, Molla Ahmed-i Cezirî, Fâki-yi Teyran vd. anlamayacaklardır. Kuşkusuz bu uygulama, ana dili Soranî, Feylî, Bahdinanî, Kelhurî olanlar için de aynı sonucu doğuracaktır.

Diğer taraftan, üst akılın kontrolündeki PKK, PSK, RIZGARÎ, HDP, HAKPAR, HUDAPAR vs. gibi etnik milliyetçilik yapan Kürt siyasî oluşumları da, dilde şovenizme kendi yaklaşım noktalarından hareketle mikro milliyetçiliklerine katkıda bulunmaktadırlar.

1980’li yılların ortalarına kadar, hangi Kürt lehçesiyle yazılmış olursa olsun, yazılı eserler/metinler, yediden yetmişe, o lehçeleri konuşan kesimlerce rahatlıkla anlaşılabiliyordu. Ancak siyasi Kürtçü hareketin dil politikasından hareketle oluşturulmak istenilen yazılı ve sözlü basından, bölge halkı anlama ve anlamlandırma zorluğu çekildiği için memnun değildir.

Bizim Türkoloji anlayışımızda, yukarıda da değinildiği gibi, Anadolu’da yaşayan diğer yerel dillerle birlikte Kürtçe de ortak Türkçeye kelime verebilmeli, bu uygulama sadece Kürtçe için değil, birlikte yaşanılan diğer diller için de geçerli olabilmelidir. Bu kültürde ortaklığın, dil kültüründe de ortaklığı anlamına gelir. Yaşayan Türkçede, birlikte yaşayan halkların da ortak yaşam alanı sağlar.

Emperyalizm, 1. Körfez harekâtından sonra, Saddam karşıtı ortak cephe oluşturma adına, Barzani ve Talabani’nin silahlı güçlerini birleştiremeyince, bu hedefini Türkiye’ye ihale ederek gerçekleştirmişti. Akabinde 36. paralel sınırlaması getirilerek bölgeyi Türkiye’ye kapatmıştı. Bu kere Türkiye Cumhuriyeti’nin bazı kurumlarından hareketle, bölge halklarını, bölge ulus devletlerinin aleyhine kültür cihetinden yapılandırmaya çalıştığı görülmektedir.

Sonuç

Sonuç olarak, ana dili Kürtçe olan kamuoyuna daha geniş muhayyel Kürt coğrafyası ve bu coğrafyanın halkına hitap eden daha zengin bir “ortak Kürtçe” vaat etmekle, kanaatimizce Kürtçeye ihanet edilmekte ve bu gelişmeye ilgisiz kalan Türkologlar da sorumluluğa ortak olmaktadırlar. Dilde ilkel anlamda Türkçülük yapanlar ile keza ilkel anlamda Kürtçülük veya benzerlerini yapanlar, bize göre aynı hatalı konumda olmakta birleşmektedirler.

* Dr. Yaşar Kalafat, Halk Bilimi Araştırmaları Kültür ve Strateji Merkezi, [email protected]

Dr. Yaşar KALAFAT

Yaşar Kalafat,1939 yılında Kars'ta dünyaya geldi. Yükseköğrenimini Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesinde, zooteknist olarak tamamladı. Ardından Gazi Üniversitesi, Gazi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. Yaşar Kalafat, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde çok sayıda Master yaptı. Ardından, Atatürk ilkeleri ve inkılap tarihi, anabilim dalında Şeyh Sait olaylarını konu alan çalışması sebebiyle bilim doktoru unvanı almaya hak kazandı. 2002 yılında, Kazakistan'ın Fahri doktoru ilan edildi. Yayınlanmış Kitapları Dr. Yaşar Kalafat'ın yayınlanmış çok sayıda kitabı bulunmaktadır. Bilgi için bakınız: https://kidega.com/arama?query=Ya%C5%9Far+Kalafat E-posta: [email protected]

FACEBOOK - YORUM YAZ

Sosyal Medyada Paylaşın:
Etiketler:
Dr. Yaşar Kalafat
  • YENİ
Bir Mektup.. Bir Tehdit… Bir İsyan…

Bir Mektup.. Bir Tehdit… Bir İsyan…

Haber Merkezi, 13 Mart 2024
Kalfatlı – Kalafatlı ve Kültürel Kimliği

Kalfatlı – Kalafatlı ve Kültürel Kimliği

Dr. Yaşar KALAFAT, 11 Mart 2024
İnegöl’de Bir Yıldız Söndü

İnegöl’de Bir Yıldız Söndü

Haber Merkezi, 11 Mart 2024