Quantcast
Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Köçekçe

Konservatuvar’dan mezun olanlar genelde Ankara’da kalmak ister, ama biz Ahmet

Konservatuvar’dan mezun olanlar genelde Ankara’da kalmak ister, ama biz Ahmet Uğurlu’yla Bursa’ya dönmek niyetindeyiz, ilk tiyatro eğitimini gördüğümüz bizi büyüleyen kente… Sabıka kaydı, memuriyet belgeleri falan derken Ağustos 1977’de ‘stajyer sanatçı’ ünvanıyla Bursa Devlet Tiyatrosu kadrosuna dahil oluyorum. Oh be, hayâllerim gerçekleşti işte! Herkesin keyfi yerinde, Orhan babam oğluyla iftihar ediyor, ilk maaşımı alınca eve ekmek götürüyorum “ekmeğimi elime aldım” diye, Güler annem sevinç gözyaşları döküyor, bundan böyle kimseden köçek möçek muamelesi de görmiycem, ya da öyle sanıyorum!

Gülnihal, kulis, Metin Belgin, Orhan Tetikcan, Tayfun Orhon, (Arkadakiler) Kurtuluş Şakirağaoğlu, Mutlu Güney, Bursa DT, 1977

Şimdi Ahmet Vefik Paşa’ya gidelim, o muhteşem tiyatroda provalar başlıyor, Nâmık Kemal’in Gülnihal oyununda Muhtar Bey rolüyle profesyonel oyuncuyum, daha ne olsun! Ayrıca bir rol daha kapıyorum, DT’den istifa eden Ahmet Uz’un yerine Efraim Kişon’un bürokrasiyle kafa bulan komedisi Bir Tavsiye Mektubu’nda çaycı Vaşlav’ım, “Çay zamanı!” diye olaylara burnunu sokan… Buraya şu bilgiyi de sıkıştırayım, Ankara’nın dışında sadece İzmir ve Bursa’da yerleşik kadro mevcut, öteki şehirlere turne düzenleniyor, İstanbul’da Devlet Tiyatrosu 1 yıl sonra yerleşecek AKM’ye…

Gülnihal, Vacide Kılan, Sevinç Aktansel, Feyha Çelenk, Bursa DT, 1977

Tayfun Orhon, Mutlu Güney, Orhan Tetikcan, Metin Belgin, 1977

Beybi Tayfun Amerika’dan dönmüş, Mutlu Çırpan’da, Gürsulu Orhan postanenin arka sokağında oturuyor, ben de intikâl edince memlekete, serseri takımını dörtlüyoruz, altımızda pederin düldülü Anadol; Mudanya, Uludağ, Gemlik, Dokuzgözler, Misi köyü, hallaç pamuğu gibi atıyoruz Bursa’yı… Bazen de Beybi Tayfun 55 model Şevrole’sinde direksiyon sallıyor, vahşi batı maceralarına dalıyor yahut Tophane’de sisli bir gecede topların üzerinde Peppino di Capri’den Roberta’yı ateşliyor şehir uyurken… Ne çok ay batırıp, güneş doğuruyoruz Orhan Veli’nin denizi görüp şaşırdığı yerde…

Ertesi sezon Düğün ya da Davul’un İbiş’iyim, Haşmet Zeybek’in oyunu Bursa’yı kasıp kavuruyor, rejisör Hamit Akınlı çerçeve sahnenin ortasına bir yükselti yerleştiriyor, iki tarafa oturttuğu seyircilerle göz göze köy seyirlik oynuyoruz, böylece ilk kez o görünmez dördüncü duvar yıkılıyor benim sahne hayatımda, iyi de oluyor, artık farklı tarz oyunculukla çıkıyorum meydana… Aramıza yeni oyuncular da katılıyor, deneyimli alaylı yani okullu olmayan, benim itirazım yok, ne okullular tanıyorum, beni konuşturmayın şimdi, bu mesleğin diplomasını duvara asmıyorsun doktor ya da avukat gibi, seyirci diplomaya değil, oyununa bakıyor, bu kadar işte!

Düğün ya da Davul, Yıldıral Akıncı, Özel Aydın, Metin Belgin, Tayfun Orhon, Emin Gümüşkaya, Bursa DT, 1978

Ankara’ya turneye gidiyoruz, şimdi adı Radisson olan Stad otelde kalıyoruz, aldığımız harcırah yememize içmemize yetmiyor, o zamanlar odalarda mini bar falan da yok, hepimiz Ulus pazarından alışveriş yapıyoruz, poşetleri, fileleri camların dışına sarkıtıyoruz, otelin arkasından bakıldığı zaman tiyatrocuların hangi odalarda kaldığı belli oluyor, halimize bakar mısınız? İçimizden bir arkadaş durumu abartıyor yine, piknik tüpüyle gelmiş, bi de tava, otel odasında hamsi tava yapıyor, bütün oteli kızartma kokusu bürüyünce müşterilerden şikayetler başlıyor, gerisini siz düşünün!

Ankara’yı da sallıyoruz Düğün ya da Davul’la, kapalı gişe oynuyoruz, dışarda kalanlar için tekrar gelicez. Bu arada staj sınavına giriyorum, yine bir Hamlet patlatıyorum, ne sanıyorsunuz, asilim artık, kimliğimde boşta gezer’den, Devlet Tiyatrosu Sanatçısı’na terfi ediyorum, bu kimliği gururla taşımaya devam ediyorum her şeye rağmen, bana el veren bütün hocalarımı da büyüklerimi de her zaman saygıyla anıyorum.

 Düğün ya da Davul, Yıldıral Akıncı, Metin Belgin, Tayfun Orhon, Bursa DT, 1978

Korkunç bir olaya tanık olacaksınız şimdi, günlerden Pazartesi, DETÇA (Devlet Tiyatrosu Çalışanları) derneği yararına bilet satmak için Koza Han’da dolaşıyoruz; Ahmet Uğurlu, Hanife Uğurlu, Mutlu Güney, Oya İnci ve ben… Hanın alt katlarındaki tüccarlara uğradıktan sonra üst kata çıkıyoruz, Ulucami çıkış kapısına yaklaşırken, karşımızdan pis bakışlı, sarkık bıyıklı 4 kişi yaklaşıyor, neler oluyor demeye kalmadan, arkadan 3-4 kişi daha beliriyor, önümüzden arkamızdan kuşatılıyoruz. Aslında hayat normal akışında sanki, tavla oynayan esnaf da alışveriş eden ahali de görmezden geliyor hadiseyi, çemberi hızla daraltıyorlar, aniden arkamdan biri saçlarımdan tutup beni yere çöktürüyor, belinden silahı çekip kafama dayıyor, “Adın ne lan Ahmet mi?” diye bağırıyor, Ahmet’in o kargaşada kapıdan fırladığını görüyorum, “Sana ne!” diye haykırıyorum, tetiği çekmeye hazır tekrarlıyor: “Adını söyle lan!” O anda Oya bağırıyor arkamdan; “Metin, onun adı Metin, Ahmet değil!” Herif silahı kafama vurup tehdidini savuruyor: “O herife söyleyin, yaşatmayacağız onu!” Sonra hiçbir şey olmamış gibi çekip gidiyorlar, kimse de hiçbir şey görmemiş gibi… Valiliğin yolunu tutuyoruz hemen, suç duyurusunda bulunuyoruz, akşam tiyatroyu sivil polisler dolduruyor. Ayrıca, daha önce bahsettiğim ayakkabı boyacısı, artık aksesuarcı Ferit Baba hadiseyi öğrenince çeribaşı olarak mahallesine haber salıyor, 1 kamyon dolusu roman genç tiyatronun çevresinde olası saldırıya karşı nöbet tutuyor. Ama yine de ilk kez keyifsiz, tatsız, gergin çıkıyoruz sahneye…

Düğün ya da Davul, Bursa DT, 1978

Siz de gerildiniz biliyorum, trajikomik bitireyim öyleyse, sezon sonunda Zonguldak turnesindeyiz, bir hafta kömür havzasında maden işçilerine oynuyoruz Düğün ya da Davul’u, ilginç deneyimler yaşıyoruz, madenciler ya madene inmeden ya da kazma salladıktan sonra kömür karası suratlarıyla izliyorlar oyunu… Hem gülüyor hem eğleniyorlar. Mustafa Uğurlu sahne kenarında sazıyla oyunun müziklerini çalıyor, oynarken gözüm takılıyor, işçiler sıraya girip peçete tutuşturuyor eline, istek türkü yazıyorlarmış meğer: “ayağında kundura”… Daha tuhafını da anlatayım, kadın erkek hepimiz köylü şalvarıyla çıkıyoruz sahneye, oyunu bitirip tam selâm verirken, madenciler “Aç! Aç!” diye tempo tutmaya başlıyor, haydaaa! Sonra anlıyoruz vaziyeti, o güne kadar tiyatro diye izledikleri soyunan dansözlerin gösterisiymiş; hepimize tempo tutulduğuna göre devlet destekli köçek mi olduk şimdi?

ACIKLI GÜLDÜRÜ, Literatür, 2022

Yazar Hakkında