Quantcast
Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Metin BELGİN
Metin BELGİN

Tango’nun Unutulan Sesi “Mefharet Atalay”

Radyo zamanlarına dönelim mi? Sesini sadece radyodan duyurarak meşhur olan, sonraları sahnelerde sempatik tavırlarıyla alkışlanan Tango Kraliçesi’ni anlatayım size… Bulgaristan’dan başlamalıyım; Rabia ile Abdurrahman’ın kızı 1929 yılında Varna’da dünyaya geliyor, Mefharet 6 aylıkken ülke değiştirip Bursa’ya yerleşiyorlar. Yıllar içinde bir erkek, üç kız kardeşi daha doğuyor. Önce Demirtaş İlkokulu’na gidiyor, üçüncü sınıfta Zafer Meydanı civarına taşınıyorlar. İstiklal İlkokulu’ndan mezun olduktan sonra, Bursa Kız Öğretmen Okulu’na yazılıyor. Mefharet Atalay o yılları şöyle hatırlıyor: “… Annem ve babam da dahil olmak üzere hepimizin sesi güzeldir. Bütün ailenin büyük bir tango sevgisi vardı. Teyzem ut çalardı, onu zevkle dinlerdim. (..) Ressam olan dayım Mustafa Tezmen de aynı zamanda Batı müziği ile uğraşır ve piyano, gitar ve mandolin çalardı. Çocukluğum bu nağmeler arasında geçti. İki, üç sesli tangolar söylerdik evce. Kardeşlerim, dayım, annem… Radyodan Türkçe tangolar dinleniyordu. Dayım hemen çıkan notaları alır, mandolin ve gitarla çalmaya başlardı ben de hemen ezberlerdim.”

Mefharet, çok iyi şarkı söylediği halde, nota bilmediği için müzik dersinden sınıfta kalıyor. Kırılma noktası da orası galiba… 1943 yılının Eylül ayında Bursa Halkevi’nde müzik ve şan dersleri almaya başlıyor. Hocası Yunan piyanist Angeli Nicola üç oktavlık lirik soprano sesini keşfederek, “Bu kız mutlaka konservatuvara gitmeli!” diyor. Abdurrahman Bey “Asla!” diye karşı çıkıyor, “Benim kızım hukukçu olacak!” Muradiye’deki Kız Lisesi’ne yaptırıyor kaydını… Ama ok yaydan çıkmış bir kere, 4 yıl sonra Ankara Radyosu ses sanatçısı sınavına giriyor gizlice… 200 kişi arasından seçilenlerden biri de Mefharet Atalay… İnatçı babayı arkadaşı Kâmil Tolon ikna ediyor; Ankara’da yaşayan akrabalarının yanına yerleştiriyor kızını, artık radyodan sesini dinleyerek gurur duyuyor: “SAZLAR ÇALINIR ÇAMLICA’NIN BAHÇELERİNDE”

Berrin Erbay, Mefharet Atalay, Behiye Aksoy, Radyo Postası, 1950

Şimdi yine şarkıcının anılarından okuyalım: “12 Nisan 1951, Ankara Radyosu’nun değerli icracılarından Sadi Hoşses, şeytanın bacağını kırdı. Bugün evleniyor. Düğüne Muzaffer Birtan ile gideceğim. Radyonun genç sesi ile aramdan su sızmıyor. Sadi Hoşses’i birlikte tebrik ettik. ’Darısı sizin başınıza’ demez mi? Şu Sadi’nin de ağzında bakla ıslanmıyor. Biraz hava almak için Ankara Palas’ın bahçesine çıktık. El ele tutuştuk. O ‘evlenelim’ dedi bende ‘peki’ dedim.”

Mefharet, Muzaffer Birtan, Radyo Haftası, 1952

Kısa bir süre sonra muradına eriyor, evleniyor Muzaffer Birtan’la… Ankara Radyosu’ndan ayrılarak İstanbul’da Küçük Çiftlik Park’ta sahneye çıkıyorlar. O sırada sinema macerası da başlıyor; şarkıları ve rolleriyle… Bu hummalı çalışmaların arasında kıskançlıktan çıldırıyor Mefharet, anı defterine şöyle yazıyor: “5 Ağustos 1952, Kıskanıyorum. Bütün kadınlar kocama kur yapıyor gibi geliyor bana. Muzaffer’in göğsüne (bu adama bakmayınız) yazılı bir yafta asamam ya…” Sette yaşadıkları da çok ilginç… “Cahide Sonku’nun ‘Günahını Ödeyen Adam’ filminde oynuyorum. Bugün bir aşk sahnesi çekilecek. Muzaffer Tema beni öpecek. Stüdyoya gittim. Rejisör: ‘Haydi öpüşün’ dedi. ‘Öptürmem’ diye direndim. Muzaffer Tema çok kızdı ‘Ömrümde böyle aptal kadın görmedim. Bari göğsüne (beni öpmeyiniz) diye yazsın’ dedi.” Yine aynı yıl Fehmi Ege Orkestrası’yla İstanbul Radyosu’nda Türkçe tangolar söylüyor: “PAPATYA GİBİSİN BEYAZ VE İNCE”, “MAZİ KALBİMDE BİR YARADIR”, “HER EMELİM HER ARZUM YİNE SENSİN”, “SENSİZ KALDIĞIM GECELER”

1953 yılı… Aşk çabucak tükeniyor, tartışmalar artık dayanılmaz hale geliyor, Mefharet-Muzaffer Birtan çifti boşanıyor. ‘Atalay’ soyadına geri dönüyor Mefharet… Anadolu’ya, Karadeniz’e turneye çıkıyor, dönemin ünlü gazinolarında İspanyolca, İtalyanca, İngilizce moda olan şarkıları söylemeye devam ediyor: “Ben alaturka gazinolarda Batı müziği söyleyen ilk hanımım. Gönül Yazar’ın kocası Necdet Yazar’ın Astoria isimli bir lokali vardı Ankara’da. O zaman gazinolarda hep alaturka vardı. Benim radyodan sesim tanındığı için patronlara cazip gelmiş olsa gerek ve ben derdim ki patronlara, ‘Şöyle açarsanız ortalığı, ben söylerken dans ederler, bir değişiklik olur’ derdim. Onu da yaptılar. Mesela Göl Gazinosu yaptı. Ankara’da çalışmadığım lokal kalmadı zaten.”

Hayat Dergisi, 1958

Mefharet Atalay, Ayhan Işık, Artist Dergisi, 1960

Alafranga ve Türkçe tangolar söyleyerek geçen zamanda dünya değişiyor, ülke değişiyor, moda, müzik de değişiyor. Mefharet Atalay’da mecburen gazinolardan uzaklaşmak zorunda kalıyor: “Türkçe tangoların Elvis Presley’den sonra modası geçmeye başladı. Çok sevildi bu çocuk Türkiye’de. Benim anladığım kadarıyla, gençler hareketli müzik istediler. Onun orkestrasındaki heyecanı, yerlere yatması o kadar kalabalık orkestrayla gençlere büyük konserler vermesi herkesi çok etkiledi.”

Yine şarkıcılığa ilk başladığı yere dönüyor, Ankara Radyosu’na… 1955’de Cemil Başargan Orkestrası eşliğinde Zehra Eren’le birlikte program yapıyor. Araya turneler, yorucu sezonlar, kırgınlıklar ve küçük mutluluklar karışıyor. Özel hayatında da fırtınalar eksik olmuyor: yasak bir sevdaya tutuluyor, vicdan muhasebeleri yapıyor. “Ya müzik ya ben” diyen bir başka sevgiliden hemen uzaklaşıyor “müzik” diyerek…

Nihayet, 1965 yılında Ankara’da Devlet Tiyatrosu’na dahil oluyor. Öp Beni Kate, My Fair Lady ve Anatevka müzikallerinde sahneye çıkıyor. Sinema perdesinde, televizyon ekranında da oynamayı sürdürüyor.

Kunduz Kürk, Mefharet Atalay, Özel Aydın, Bilge Şen İstanbul DT, 1980

1980’lere gelelim! İstanbul Devlet Tiyatrosu’na… Mefharet Atalay’la birçok oyunda aynı sahneyi paylaşma şansına sahip oluyorum. Onunla prova yapmak bile ayrı bir keyif; sıcacık gülümsemesi, sahneye adım atarken etrafına yaydığı o huzurlu hava… Biz ona “Mefo” diyoruz, hepimizin Mefo’su… Kimi zaman eski günlerden söz ediyor, radyonun o büyülü dönemlerini anlatıyor: “Stüdyonun kırmızı ışığı yandığında mikrofonun karşısında nefesimi tutardım. Sanki tüm Türkiye o an beni dinliyor gibi hissederdim.” Gerçekten de öyleydi; onun sesi, bir dönemin kalp atışlarıydı adeta…

Ve günlerden 16 Haziran 1988. “Damdaki Kemancı” oyununun provasına gitmek üzere Yeniköy’de durakta beklerken, freni patlayan minibüs onu aramızdan ayırıyor; henüz 59 yaşında… O sadece bir “tango icracısı” olarak hatırlanmamalı… Mefharet Atalay şöhretin değil, emeğin peşindeydi. Sahiciliğiyle hem alaturkanın hüzünlü nağmesini hem tangonun ahenkli ritmini aynı kalpte taşıdı.

Taksim Sahnesi’nde düzenlenen cenaze töreninde radyo kayıtlarından Mefo’nun sesi yankılanıyor:

“AYRILIK BELKİ ÖLÜMDEN BETER”

O an, sahnenin önünde duran herkes aynı duyguyu paylaşıyor. Bir sanatçıyı değil, bir dönemin zarafetini, radyo zamanlarının sıcak sesini sonsuza uğurluyoruz.

Ve o ses, hâlâ bir yerlerde… belki bir eski kayıtta, belki bir anının içinde…

Sağda, Mefharet Atalay ve kardeşleri. (Bu fotoğrafı yurtdışında yaşayan bir akrabası gönderdi.)

Kaynakça:

  • “Ankara Radyosu Hanım Sanatkârları” Radyo Postası, 1950
  • Radyo Haftası, Kasım, 1952
  • Hayat Dergisi, Röportaj: Orhan Tahsin, Fotoğraflar: Süavi Sonar, 19 Aralık 1958, sayı: 115
  • Artist Dergisi, 19 Mayıs, 1960
  • “Mefharet Atalay’la Söyleşi” Filiz Ali, 19 Haziran 1988 Cumhuriyet Gazetesi
  • DT Belgeliği

 

 

 

Yazar Hakkında

YAZARLAR
TÜMÜ