Quantcast
Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Metin BELGİN
Metin BELGİN

Aşk Filmleri Yönetmeni

Önce flashback yapalım; Bursa’nın Mustafakemalpaşa kasabası, 10 Ocak 1930… Tahrirat kâtibi ve Kaymakam vekili Hüseyin Bey’in oğlu doğuyor, adını Orhan koyuyor. 7 yaşındayken babasının tayini nedeniyle İstanbul’a taşınıyorlar, Fatih’te okula başlıyor. Zamanı biraz ileri saralım! Delikanlı Orhan, vakit buldukça sinemaya gidiyor, büyüleniyor, bütün hayâlleri, aşkı sinema artık… İstanbul Erkek Lisesi’nden mezun olduktan sonra 1948’de Beyoğlu Şık ve Saray sinemalarında film makinisti olarak çalışıyor. Projeksiyona taktığı bobin dönerken gözetleme camından sadece kadrajı, netliği ayarlamıyor, gösterdiği her filmi kare kare beynine kazıyor adeta… Askerliğinin ardından 1950 yılında İpek Film Stüdyosu’nda Montajcı olarak işe giriyor, 11 yıl sabırla film kurgusunun sırlarını, seyirci üzerindeki etkisini öğreniyor. Sonra da Hulki Saner’in asistanlığını yapıyor ve senaryo kadrosuna dahil oluyor Orhan Aksoy…

Orhan Aksoy (Halit Ersöz arşivi)

Orhan Aksoy, Ayhan Işık, Ajda Pekkan, Hulki Saner, 1963 (Yeşilçam Sineması arşivi)

Nihayet ‘yönetmen’ mertebesine ulaşıyor; yazıp yönettiği Şıpsevdi, Ajda Pekkan’ın da Ayhan Işık’la kamera karşısına geçtiği ilk film… 1964’de üç filme birden imza atıyor; Afilli Delikanlılar, Bir İçim Su, Bomba Gibi Kız… Yine aynı yıl yapımcı Hürrem Erman, Halide Edip Adıvar’ın Vurun Kahpeye romanını yeniden çekmeyi teklif ediyor ama Orhan Aksoy’un kafası karışıyor: “Açıkçası çekindim. Çünkü 1948 yılında yapılmış iyi bir filme bir nevi rakip yaratacaktım. Üstelik o dönemlerde yeniydim. ‘Yapamam’ dedim. Metin Erksan ve Lütfi Akad gibi ustalar varken bana böyle bir film çekmek çok zor bir iş gibi geldi. Ancak çok ısrar ettiler. Ben de ‘Düşüneceğim’ deyip kaçtım. On on beş gün sonra geri döndüm. O dönem Türkan Şoray ve Sadri Alışık ile Bomba Gibi Kız’ı çekmiştim. O film çok beğenilmişti. Yeni Melek Sineması’nda galası yapılmıştı. O film ses getirince benden bu projeye hayat vermemi istemişler. Sonunda anlaştık. (…) Vurun Kahpeye çok sükse yapan bir film oldu. Hem benim kendimi kanıtlamam açısından hem de Hülya Koçyiğit’in filmografisi açısından başarılı bir yapım oldu.”


Orhan Aksoy romandan yeni bir uyarlama yapıyor, Mustafakemalpaşa’ya bu defa yönetmen olarak dönüyor, Vurun Kahpeye filmini doğduğu kasabanın atmosferine taşıyor. Hülya Koçyiğit, Ahmet Mekin, Vahi Öz, Reha Yurdakul, Ali Şen, Talat Gözbak, Asım Nipton, Danyal Topatan oynuyor. Kasabada büyük bir ilgiyle karşılanıyor tabii, her türlü destek sağlanıyor, pek çok kişi filmde figüran olarak rol alıyor 1964’te… Anlatılana göre, çekim aralarında oyunculara mesire yerlerinde izzet-i ikram da şahaneymiş… İlki kadar seyirci toplamasa bile eleştirmenler tarafından yönetmenin önemli filmi olarak kabul görüyor Vurun Kahpeye

Vurun Kahpeye, Hülya Koçyiğit, Talat Gözbak, 1964

Vurun Kahpeye, ekip, Mustafakemalpaşa, 1964  (Halit Ersöz arşivi)

Buraya bir parantez açayım; Sadri Alışık’la özdeşleşen Turist Ömer filminin hikâyesini Hulki Saner’in değil, kendisinin yazıp adını da koyduğunu anlatıyor bir söyleşide… Böyle şeylere şaşırmıyoruz diyerek parantezi kapatayım! Hiç durmadan senaryolar yazmayı, filmler yönetmeyi sürdürüyor, Yeşilçam’ın pahalı yönetmelerinden sayılıyor, adı “aşk filmleri yönetmeni” diye anılıyor artık… Hatta siyah-beyaz’dan renkli filmlere geçişin öncülerinden oluyor. Yapımcılar gişe başarısından dolayı müdahale edemiyor, prodüksiyon maliyetini aşağı çekemiyor, seyirci onun filmlerinde salonu dolduruyor çünkü… “O zamanlar müthiş bir talep vardı bu filmlere. Aslında konular hep aynıydı ama halkın isteği buydu. Sinemanın bir yönetmen olarak bana göre iki işlevi vardır: Ya halka yönelik sinema yapılır ya da festivale jüri filmi yapılır. Ben halkın arasından biri olduğum için ‘halk sineması’ yapmayı uygun buldum. Elbette ödüller de aldım ama halka ulaşmak benim için daha önemliydi.” diyerek, üstünlük taslamadan, böbürlenmeden işinin en iyisini yapma gayreti takdir edilesi değil mi? Festival jürileri de onu görmezden gelemiyor; 1969’da 7. Antalya Film Şenliği’nde Kınalı Yapıncak en iyi ikinci film; ardından 1972’de Hayat Mı Bu? en iyi film ödülüne lâyık görülüyor.

Hadi, o dönemde hüzünlenerek yahut gülümseyerek izlediğimiz filmleri de sayalım: Hıçkırık, Samanyolu, Uykusuz Geceler, Seven Ne Yapmaz, Kadın Asla Unutmaz, Kızım ve Ben, Bütün Anneler Melektir, Severek Ayrılalım, Yarın Ağlayacağım, Kınalı Yapıncak ve Muazzez Tahsin Berkant’ın romanında uyarladığı Kezban, Kezban Roma’da, Kezban Paris’te… Özellikle Kezban, yurtdışında da gişe başarısını yakalıyor: “Yunanistan’daki galaya ben, Hülya Koçyiğit ve filmin diğer oyuncuları davet edildik. Sinema salonu üç bin kişilikti. Yaklaşık on beş bin kişi gelmişti Hülya’yı görmeye. (…) Filmin başarısı çok fazlaydı. Onların da meşhur bir artisti vardı ama Hülya Koçyiğit’in namı yürüyünce, onun popülaritesi düştü; hâlâ inanamıyorum nasıl oldu bunlar.” Yine aynı yıl Kadın Asla Unutmaz filmini çekmek istiyor, yapımcı Hürrem Erman projeye pek sıcak bakmıyor, çevresindekiler de öyle düşündüğü halde Orhan Aksoy’u başka yapımcıya kaptırmak istemediği için mecburen “peki” diyor. Yine yönetmenimiz haklı çıkıyor, ülkedeki seyircisi sayısına Yunanistan’ı da ekliyor; Atina’da 51 hafta vizyonda kalıyor, bu da onun unutulmazları arasında…

Sonraki yıllarda da hız kesmiyor, maratoncu gibi… 1974’den başlayarak, Almanyalı Yârim, Yumurcak Veda, Mahcup Delikanlı, Ayrı Dünyalar, Şafakta Buluşalım, Evcilik Oyunu, Gülşah, Öyle Olsun gibi ‘salon filmi’ olarak tabir edilen türü beyazperdeye taşıyor. 1970’lerin ilk yarısında daha çok Erler Film’le çalışmasının etkisiyle filmlerinde güldürü unsuru öne çıkıyor, oyuncu kadrosu da değişiyor; Hülya Koçyiğit’in yerini Filiz Akın ve Gülşen Bubikoğlu alıyor. 1978’de Arzu Film’e çektiği Neşeli Günler bugün hâlâ internet üzerinden en çok izlenen filmi… İnatçı karı kocanın turşu suyu kavgasını gülümseyerek hatırlarsınız mutlaka… Ancak geçen zaman içinde seyircinin beğenisi değişiyor, sipariş üzerine arabesk türde filmler de yönetiyor; Bülent Ersoy, Orhan Gencebay, İbrahim Tatlıses ve Ferdi Özbeğen’in başrolünde oynadığı dokuz film çekiyor. Ayrıca Erol Evgin’le Türkiye’de örneği az görülen Renkli Dünya adlı müzikal denemesini de filmografisine ekliyor. İşte böyle, ülkedeki çalkantılar gibi, inişli çıkışlı sinema macerası var Orhan Aksoy’un…

Neşeli Günler, Münir Özkul, Şener Şen, Adile Naşit, 1978

Şimdi gelelim 1989 yılına… O zamanlar fotoroman furyası devam etmekte. Ben de Türker İnanoğlu’nun yapımcısı olduğu filmleri, Hürriyet Gazetesi Kelebek eki için günlük fotoromana dönüştürüyorum. Yani iş kopyasından kareler keserek, üst yazıda sahneyi anlatarak, baloncuklara diyalog yazarak… Günlerden bir gün, Türker abi beni Nişantaşı Kodaman sokaktaki Erler Film’e çağırıyor, yeni çekilecek filmde rol teklif ediyor. Senaryoyu okumak istiyorum, biraz kızıyor galiba, “kimseye senaryo vermem!” diyor ama çekmecesinden çıkardığı senaryoyu uzatıp “yan odada kimseye göstermeden oku, hemen geri getir.” diye tembihliyor. Yazıhanesinin yan kısmında heyecanla okuyorum; sonra bana “Gülşen’in uyuşturucu bağımlısı nişanlısısın” diyerek kadroyu açıklıyor; Gülşen Bubikoğlu, Fikret Hakan başrollerde… Filmin adı: Dehşet Gecesi… Yönetmen Orhan Aksoy…


Dehşet Gecesi
, Metin Belgin, Gülşen Bubikoğlu, 1989

Orhan Usta’yla sette tanışıyoruz; ciddi, sakin ve titiz diye tarif edebilirim onu… O zamana kadar Üç İstanbul, Kartallar Yüksek Uçar, Ateşten Günler dizilerinde ve Tutku filminde hem asistanlık yapmış hem rol oynamışım, şimdi yine Yeşilçam atmosferini yaşayacağım, keyfim yerinde… Hiç zorlanmadan, tekrarlamadan, tek çekimlerle sahneleri canlandırıyoruz, çünkü yönetmen, tecrübesinin verdiği rahatlıkla sahneleri tasarlayarak geliyor sete… Üstelik 35 milimetre film çekmek her babayiğidin harcı değil; monitör olmadığı için kameramana güvenmek, kameraya hakim olmak, objektif ölçeklerini iyi bilmek, uyum içinde takılmak zorunda… Eğer ışığa maruz kalır da negatif film yanarsa çekilen sahne, bütün emekler çöp oldu demektir. Zorluklar saymakla bitmez… Bu stresli ortamda oyuncuyu rahatlatmak da yönetmenin mahareti… Üstelik setlerde şimdiki konfor hak getire, karavan falan yok yani… Yine de olumsuz bir şey yaşadığımı hatırlamıyorum. Set kurduğumuz Ayasofya, Bakırköy Akıl Hastanesi unutamadığım ortamlar…

Dehşet Gecesi, Metin Belgin, Fikret Hakan, 1989

Kurgudan ve diğer işlemlerden sonra dublaj yaparak filmi tamamlıyoruz. Sıra benim ekstra işime geliyor, yine montaj masasının başına oturuyorum, kareler kesiyor, daktiloda hikâyesini yazıyor, adı İnsanlık Suçu’ olarak değiştirilen filmin fotoromanını hazırlıyorum. Yaptığım işi hiç küçümsemiyorum, sonuçta sinema tekniğini deneyimliyorum; ama zaman içinde her şeyin modası geçtiği gibi fotoroman modası da geçiyor.

İnsanlık Suçu, Metin Belgin, Gülşen Bubikoğlu, Hürriyet Kelebek

Bugün artık ‘Dijital Çağ’ın saltanatı hüküm sürüyor. Geçmişe dönüp baktığımızda ne görüyoruz? O parlak yıldızların yavaş yavaş söndüğünü, seyircinin evinde televizyon bağımlısı olduğunu, yeni heyecanlar aradığını, sinema salonlarının giderek küçüldüğünü ya da başka mekanlara dönüştüğünü…

Orhan Aksoy’da tekrar tekrar aynı tür filmleri çeken, kendini yenileyemeyen Yeşilçam yönetmenleri kervanına katılıyor. 1994’te Yumuşak Ten’le yönetmenlik kariyerinde noktayı koyuyor ve köşesine çekiliyor. 2008 yılında yaşama veda ettiğinde; arkasında sinema salonlarında değil ama internet ortamında çok izlenen, geçmişle aramızda köprü kuran unutulmaz filmler bırakıyor.

Onu, Yeşilçam’ın hem parlak hem solgun dönemlerini aynı sakinlik ve titizlikle taşıyan bir usta olarak hatırlıyorum.

Orhan Aksoy (1930-2008)

Kaynakça:

  • Dr. Öğr. Üy. Dilara Balcı Gülpınar “Orhan Aksoy Melodramlarına Auteur Teori Perspektifinden Bakmak” Yaşar Üniversitesi, 2023
  • Halit Ersöz, Mustafakemalpaşa Haber Sitesi, 2020
  • Feyzan Ersinan, Hülya Koçyiğit “Film Gibi Yaşadım” Dünya Kitapları, 2004

Yazar Hakkında

YAZARLAR
TÜMÜ