Ramis Dara adını 2000’li yılların başında duydum. Bursa Defteri yazı kurulundaydı. Şiir ağırlıklı Akatalpa edebiyat dergisini çıkarıyordu. Nilüfer Yerel Gündem 21’de rahmetli Melih Elal’ın önderliğinde bir okuma grubu kurulmuştu. Dergiden onun vasıtasıyla haberim oldu. Uzun yıllar dergiyi Asa Kitabevi’nden temin ettim. 2000 yılının Ocak ayında yayımlanmaya başlayan Akatalpa şimdi dijital olarak yayınını sürdürüyor.
Ramis Dara’yla ne zaman tanıştık derseniz, geçen yıl şubat ayında Tahtakale buluşmalarında tanıştık. Bursa’daki az sayıdaki entelektüellerden birisi.
Kısaca yaptığı çalışmalara değinelim:
Ramis Dara 1953’te Manisa-Salihli’ye bağlı bir dağ köyü olan Kurttutan’da doğdu. 1976 yılında Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi.
1979 yılında ilk yazısı “Oyun” Dünya gazetesinde çıktı. 1981-85 arasında Ankara’da Film-Radyo-TV ile Eğitim Merkezi’nde radyo metni yazarlığı yapan Dara, 1986’dan bu yana Bursa’da yaşıyor.
Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesinde öğretim görevlisiyken 2002 yazında kendi isteğiyle emekliye ayrıldı. Edebiyat çalışmalarının yanında, Bursa kent kültürüne yönelik çalışmalarda bulundu.
1993-99 yılları arasında 72 sayı çıkan aylık edebiyat dergisi “Yeni Biçem”in ve bir ara, üç aylık kent kültürü dergisi “Bursa Defteri”nin yayın yönetmenliklerini yaptı. Halen, ilk sayısı Ocak 2000’de çıkan şiir ve şiir eleştirisi dergisi Akatalpa’nın yayın yönetmenliğini yapmaktadır. Bu dergiler çevresinde yetişen edebiyatçı arkadaşlarıyla birlikte, “Bursa Edebiyat Günleri”ni hayata geçirmiş, bunlardan ilk beşinin sorumluluğunu üstlenmiştir.
Çağdaş Eleştiri, Türk Dili, Broy, Varlık, Adam Sanat gibi dergilerde Türk şiiri üzerine eleştirel denemeler, polemikler ve günlükler kaleme alır. 1985’te yayımlanan İç Sızıları, Şiir Çünkü Şiir (1988), Kırık Amfora (1999) adlı kitaplarında şairler ve şiirlere yönelik eleştirilerde bulunur. Bu, şiir-şair yazıları kitaplarını son yıllarda Hayatı Şiirleştiren Kitaplar (2020), Hayat Şiirdir (2020), Kış Geçer (2023) kitaplarıyla sürdürür. Nedim, Ahmet Hamdi Tanpınar, Asaf Halet Çelebi, Oktay Rifat, Sabahattin Kudret Aksal, Edip Cansever, Cemal Süreya, Hilmi Yavuz… gibi şairlerin ürünlerinden yola çıkarak şiir, günlük yaşam, ölüm, sanatta estetik kaygılar gibi konular üzerine eleştirel düşüncelerini dile getirir. Edebiyatçı Aydın Değildir (1998) ve Taşyazılar (2023) başlıklı çalışmalarında deneme yazılarını toplayan Dara, bir de Keşişin Gümüşleri (2004) adlı günlük yayımladı.
Bursa ile ilgili inceleme yazılarını Bursa Üçlemesi genel başlığı altında Saklı Zamanlar, Düş Kazıları-Bursa Yazıları ve Bursa’nın Ufak Tefek Taşları adlı üç kitapta topladı. (Yalçın, 2001: 326). 24 Ocak 2002’de Osmangazi Belediyesi tarafından şair Ahmet Hamdi Tanpınar anısına düzenlenen Bursa konulu deneme yarışmasında ikinci oldu. “Kaplumbağalar” adlı çalışması ile 1985 De Yayınevi Masal Yarışması üçüncülük ödülünü; 1981 Yarın Dergisi Eleştiri Ödülü (Toplum Kitabevi Özel Ödülü)’ne layık görülür.
Dara, Albert Camus’nün Düğün, Yaz ve Mutlu Ölüm (2013) adlı eserleri ile Yolculuk Günlükleri’ni Türkçeye çevirdi. 2000 yılında yayımladığı Yazılı Anlatıma Giriş (2000) adlı ders kitabı; dil ve anlatım ile ilgili konuları, kampüs, şehir ve çevre gözlemlerinden oluşan yazıları, 1950’den günümüze romancılar ve öykücüler hakkında kısa bilgileri içerir. 2006’da Vefalı Dostlarım Şifalı Otlarım (Edebiyat- Sanat Tadıyla A’dan Z’ye Şifalı Bitkiler) kitabı 2002-2005 yılları arasında şifalı bitkiler üzerine araştırma yapılan, kapsamlı bir bitki sözlüğü niteliğindedir. Tek tek fotoğraflanan bitkilerin bulundukları coğrafyalar, hangi bitki ailesine ait oldukları ve faydaları üzerine geniş bilgiler verilmektedir. Dara, bu çalışmalarının yanı sıra Akatalpa dergisinde şiirlerini, deneme ve eleştiri yazılarını yayımlamaktadır. Ramis Dara’nın 27 çalışması yayımlanmıştır. Beşi Çocuk kitabı olmak üzere 11 çeviri kitabı basılmıştır.

Kitaba geçersek: Ramis Dara, Antik Yunan Tragedyalarını Okuma Notları çalışmasında, üç büyük tragedya şairi Aiskhylos, Sophokles ve Euripides’in günümüze ulaşan 33 eserinden dilimize çevrilen 31’ini incelemiştir. Aynı eserin farklı çevirileri varsa bunları da gündeme almıştır.
Kitabında bazı çeviri yanlışlarını dile getirmiştir. Deneyimli çevirmenlerimizin adak ile sunuyu karıştırması kültürel kopuşun bir göstergesi olmalı. Anadolu’da Edremit yakınlarında Tebai adında bir kentin olduğunu, mezarlara mersin dallarının konulduğunu öğrenmek bana ilginç geldi.
Antik Çağ’da tragedya yarışmaları yapılır ve ilk üçe armağan verilirmiş. Kim bilir kaç yazarın muhteşem eseri günümüze ulaşmadı. Tragedyalarda önce sadece koro varken, daha sonra oyuncular da dahil edilmiş.
İlginç olan öldürme ve intiharların sahne gerisinde olması, cesedin tekerlekli bir sedye ile getirilmesi. Olayların en kızışık anında tanrı ve tanrıçaların bir vinç sistemiyle sahneye indirilmeleri. Eserlerde mesajı koro veya korobaşı iletir, gerekli uyarıyı yapar.
Antik Çağ Grek tragedyalarının başlıca konuları:
-Tanrı ve tanrıçaların birbirleriyle kavgaları.
-Troya Savaşı ve sonrası. Bu savaşın sebebi ve uzun sürmesi tanrı ve tanrıçaların taraf tutması ve birbirleriyle kavgaları.
-Kentlerin birbirleriyle olan savaşları.
Tragedyalar bize tarihten kesitler sunmaktadır. Bu yüzden günümüzde bu eserler birçok ülkede sahnelenmekte ve konusunu buradan alan filmler çevrilmektedir. Bazı Grek hayranlarının inkârına rağmen Greklerde insan kurban edildiğini (Agememnon’un kızı İphigenia, Hektor’un kız kardeşi Polysene ve Herkül’ün kızı Makaria), saltanat kavgalarında eşin kocasını, babanın çocuklarını, çocukların babalarını öldürdüklerini görüyoruz.
Grekler, Anadolu kökenli tanıları da kendi mitolojilerine alıp, Apollon örneğinde olduğu gibi Zeus’un ailesine monte etmişlerdir. Tanrı ve tanrıçaların ilişkisinden farklı güçlere sahip çok sayıda yarı tanrı doğmuştur. Ama hepsi ölümlüdür.
Grekler, İnsanları da tanrılaştırmışlardır. Afyonlu, büyük bağlara sahip, kaliteli şarap yapan ve bağbozumunda büyük şenlikler düzenleyen Dionysos, zamanla “Şarap Tanrısı” olarak yerini alır. Bağ bozumunda üzümleri ayaklarıyla ezen kızlar da Bakkhalar olarak mitolojiye geçerler.
Tanrıların kendi aralarındaki kavgalarının en büyüğü Zeus ve Prometheus arasında geçer. İnsanoğluna ekip biçmesini, hayvancılığı, ev, gemi ve alet yapmasını öğreten Prometheus ateşi de insanlara götürmüştür. Zeus İnsanoğlunu yok etmek ister ama Prometheus karşı çıkınca Kafkasya’daki Elbruz Dağı’na zincirlenir. Her gün bir kartal ciğerini yer. Bazı metinlerde İskit Ülkesi diye geçer. Bu da doğrudur. Zira İskitler Tuna boyundan Kafkasya’ya kadar uzanan bölgede yaşıyorlardı. Kafkasya’dan Anadolu’ya inip, 25 yıl hüküm sürmüşlerdi.
Dede Korkut Hikâyelerinde okuduğumuz Tepegöz öyküsü Antik Çağ’da karşımıza çıkıyor. Benim görüşüm bu benzerlik Greklerden çok öncesine tarihlenen NART efsanelerinden kaynaklanır. Nart efsanelerinde yamyam devlerle Nartlar savaşırlar. Nartlar devleri yenerler. Konu daha sonra buraya gelen Türk boylarına da geçmiş olmalı.
Dikkatimi çeken Odysseus ve arkadaşlarını yakalayıp hapseden ve bunlardan ikisini pişirip yiyen devin deyim yerindeyse kimseyi ve Zeus’u sallamaması, ona meydan okumasıdır.
“Bilge insanların tanrısı zenginliktir küçük adam
ötesi gevezelik ve süslü laftan başka bir şey değil.
…
Zeus’un şimşekleri beni korkutmuyor yabancı
ve o hangi konuda benden üstün bir tanrıdır bilmem.
Olsa bile umurumda değil ve sana bunun nedenini
söyleyeyim: O yukarıdan yağmur yağdırırken
ben mağaramın içindeki kuru barınağımda sırtüstü
yatarak kısık ateşte kızarmış dana ya da av etiyle
kendime ziyafet çekerim.”
*
Euripides’in İphigenia Aulis’te tragedyasında Troya Frigya toprağı olarak adlandırılır. Friglerin Bursa’nın kuzeyine yerleştiklerini biliyoruz.
Koro: “Phrygia toprağına mutlulukla git
Atreus’un oğlu ve mutlulukla geri dön,
Troya’dan değerli ganimetler getirerek.”
Euripides’in konusu Tebai’de geçen Bakkhalar adlı eserinde Anadolu’daki anaerkilliğin ve Ana tanrıça inancının izlerini görüyoruz.
Yazımı bu eserdeki Bakkhalar korosuyla bitirmek istiyorum.
“Koşmak ne güzel, dağlarda
Bakkhos alaylarının ardından!
Sarılıp gezmek benekli ceylan postuna,
Serilip Yatmak toprağa!
Yakalayıp boğazlamak yaban tekelerini
Kanlarını içmek, çiğ çiğ yemek etlerini!
Euhoi! diye bağırınca Bromios,
Atılmak Lidya’nın, Frigya’nın dağlarına!
O zaman yeryüzünde derelerle süt akar,
Derelerle şarap akar, bal akar;
Yükselir sanki yerden,
Lübnan buhurunun dumanları”
*
Ramis Dara’nın eserinin sonuna yazdığı beyit hepimize bir uyarı aslında:
‘’Bir zamanlar bizler de yaşadıydık dünyada
Belki bin yıl evveldi, belki bir yıl, dün ya da’’



