Quantcast
Maykop-Koban kültürü ve Paleocoğrafya » Prof. Dr. Hilmi ÖZDEN

Prof. Dr. Hilmi ÖZDEN
Prof. Dr. Hilmi  ÖZDEN
hilmiozden@gmail.com
Maykop-Koban kültürü ve Paleocoğrafya
  • 20 Haziran 2025 Cuma
  • +
  • -
  • Prof. Dr. Hilmi ÖZDEN /

Maykop-Koban kültürü ve Paleocoğrafya[1]

Hilmi ÖZDEN[2]

Birlik ve Beraberlik Anıtı (Maykop) Fotoğraf: Göker Özden

Giriş

Aleksandr Dugin, “Jeopolitik, her bir uygarlığın değer yapısının, manasını anlamaya, idrak etmeye ve onun mantığını tasvir etmeye çalışır” diyor. Suat İlhan, “Türklerin Jeopolitiği” adlı eserinde ise şunları söylüyor: “A. Dugin bu açıklaması ile jeopolitiğe gereğinden fazla işlev yüklüyor. Şüphesiz ki kültürler ve kültürlerin ürünü olan uygarlıklar coğrafyadan ve coğrafyanın sahip olduğu iklimden etkilenir ve onlara göre şekil bulurlar[3].”Maykop uygarlığının Kafkasya bölgesinde (Kuban vadisinde) doğuşunda coğrafyanın ve iklimin etkisi tartışılamaz. Uygarlığın değer yapılarının mantığına, A. Dugin’in dediği gibi, jeopolitik ile değil coğrafya ve iklim ile açıklama getirilebilir[4].

Tarih Öncesi Çağlar beş ana başlığa ayrılmıştır: Bu çağlar sırasıyla şunlardır; Paleolitik Çağ (D. Ö 2.000.000 – D. Ö 10000),  – Mezolitik Çağ (D. Ö 10.000 – D. Ö 8000), – Neolitik Çağ (D. Ö 8000 – D. Ö 5500),  – Kalkolitik Çağ (Taş –Bakır Çağı D. Ö 5500 – D. Ö 3000), – Maden Çağları (Bakır Çağı, Tunç Çağı, Demir Çağı, ) (D. Ö 3000 – D. Ö 1200).  Paleolitik Çağın (D. Ö 2.000.000 – D. Ö 10000)   en uzun süren çağ olduğu söylenmektedir. Bu çağın Buzul Çağı olarak değerlendirildiği de olmuştur. Havaların ısınması ile birlikte buzulların erimesi ve bu erime sonucu sel gibi boşalan yağmurlar su baskınlarını, buzul olaylarını takip etmiştir. Coşkun sular derin kanyonların açılmasına, büyük arazi kaymalarına ve bunların da etkisi ile ovalık bölgelerde ani su baskınlarına, neden olmuştur. Bu durum bütün kavimlerde “Tufan” geleneğini doğurmuştur[5]. Örneğin Ryan ve Pitman (1999)’a göre Karadeniz Tufanı’nın oluş mekanizması şöyledir[6]:

  1. Son buzul çağından günümüzdeki ara buzul dönemine geçişte buzulların çözülmesi iki hızlı ana ısınma döneminde gerçekleşmiştir. Bu iki ısınma döneminin arasında birincisi bin yıl kadar süren iki küçük buzul dönemi (Younger Dryas ve Mini Ice Age) yaşanmıştır.
  2. Birinci ana ısınma dönemi 20.000 yıl önce başlamış ve 12.500 yıl öncesine kadar devam etmiştir. Bu dönemde Kuzey Avrupa ve Asya’daki buzullar çabukça çözülmeye başlamıştır. Bunun sonucu olarak, bugün mevcut olmayan (Yukarı Dnieper, Yukarı Volga, Dvina-Pechora, Tungusta, Pur ve Mansi gibi) pek çok “Büyük Göller” oluşmuştur. Bu göllerin suları bölgedeki büyük nehirlerle güneydeki Aral, Hazar ve Karadeniz’e boşalmaktaydı. Bunun sonucu olarak Aral, Hazar ve Karadeniz’in su seviyeleri yükselmiş, yüzey alanları genişlemiş ve birer tatlı su gölüne dönüşmüşlerdir. Ayrıca bu göller, günümüzün Kuzey Amerika’sındaki “Büyük Göller” gibi birbirlerine doğal kanallarla bağlanmış, Aral’ın suyu Hazar’a, Hazar’ın suyu Karadeniz’e, Karadeniz’in suyu da Adapazarı- İzmit (Sakarya nehir kanalı) yolu ile Marmara’ya, Marmara’nın suyu da Akdeniz’e boşalmaktaydı. O zamanlar, Akdeniz ve okyanuslardaki su seviyesi günümüzdekinden 15-20 metre daha aşağıdaydı[7].
  3. 12.500 yıl önce Younger Dryas diye bilinen ve bin yıl kadar süren bir buzul iklimi; daha sonra M. Ö. 6.200 yıllarında “Mini-Ice Age” diye bilinen ikinci bir buzul iklimi yaşanmıştır. Karadeniz’i besleyen akarsu miktarı buharlaşmayla kaybolan suyu karşılamadığı için deniz suyu seviyesi 100-150 metre kadar alçalmıştır[8].
  4. Birinci ana ısınma dönemi sonuna doğru (D.Ö. 12.500) buzullar epeyce kuzeye doğru çekilmiş olduklarından “Büyük Göller” bölgesinin su boşalımı (drenajı) batıya doğru yönelmiş ve “Büyük Göller”in suları Kuzey Denizine boşalmaya başlamıştır. Böylece, D.Ö. 5.800 yıllarında havaların tekrar ısınmasıyla tekrar erimeye başlayan buzul suları artık Karadeniz’e boşalmaz olmuştur[9].
  5. D.Ö. 5800 yıllarında başlayan ikinci global ısınma döneminde Karadeniz’in seviyesi değişmezken, okyanusların ve onlarla bağlantılı olarak Akdeniz ve Ege Denizlerinin suları da yükselmeye başlamıştır. Ege Denizi’nin yükselen suları D.Ö. 5600 dolayında Marmara Denizi’ni istila etmiştir. Bu zamanda henüz İstanbul Boğazı oluşmadığı ve Sakarya-İzmit kanalı genç sedimanlarla tıkanmış olduğu için Marmara Denizi İstanbul Boğazı’nın en üst sınırına kadar yükselmiştir[10].
  6. Çok geçmeden Marmara’nın suları, İstanbul boğazı civarındaki yarıklardan, önce küçük sızıntılar halinde; sonra giderek büyüyen çağlayanlar şeklinde 100-150 metre aşağıdaki Karadeniz’e boşalmaya başlamıştır. Bu sularla Karadeniz’in seviyesi günde 15 santimetre yükselerek yaklaşık 1 yıldan daha az bir süre içinde Marmara, Ege, Akdeniz ve okyanuslarla eşit seviyeye gelmiştir[11].

(Kuzey) Kafkasya ve Ön-Türkler

Günümüzde Kafkas Sıra set dağlarının batı kısmı Kerç’in güneydoğusunda Taman Yarımadası’nda Anapa’dan başlar ve Kuban nehrinin kaynağına kadar uzanan alanı kaplar. Burada arazi 90-120 metre yüksekliğinde küçük tepelerden ibarettir. Asıl dağlar Maykop şehrinin civarına kadar gelir. Pşekha vadisine kadar yükseklik 1000 metreyi geçmez. Maykop’dan itibaren bugünkü Azerbaycan bölgesindeki Baku’ya kadar uzanan dağlarda 1500 metreden aşağı yükseklik bulunmaz. Güneyden kuzeye hiç yol vermez. Ortalama yükseklik 2500-3000 metredir. Kursa Dağı 3875 metre yüksekliktedir. Karadeniz ile Elbruz (Osfıamahue) tepesi arasında yer alan sıradağların önlerinde kuzeye doğru yumuşak eğimli olarak uzanan büyük vadiler göze çarpar. Bu vadiler yakın çağlara kadar (Tethis=Mesoje) deniz suyu ile çalkalanırdı. Hazar Denizi sözünü ettiğimiz dönemde oldukça büyüktü ve Kafkas dağlarının kuzeyinden Azak (Azov) ile Karadeniz’e bağlanırdı[12]. Bu sebeple günümüzde deniz ürünleri kara parçasında bulunmakta ve müzelerde sergilenmektedir:

Deniz ürünlerinden örnekler-Kafkasya

Avrasya Seli Haritası[13]

Hazar-Aral Göller Bölgesinin D.Ö 12.000 yıllarındaki Paleocoğrafyası (Köksoy, M, 2003 ve 2011)[14]

Günümüzde bu bölgede ünlü Kuban ve Kuma diye adlandırılan iki sahra nehri akmaktadır[15]. Kafkasya bölgesinin en büyük ve uzun nehri olan Kuban (900 km) Elbruz dağından çıkar. Başlangıcını teşkil eden üç kolu (Hurzuh, Ulu Kam ve Uç Kulan, Kubarı’nın düzlüğe (deniz seviyesinden 326 metre) çıktığı dar geçidin önünde kendisi ile birleşir. Nehir önce ormanlık dağ eteklerini geçer ve sonra, kıyıları ağaçlıklar ile örtülü bulunduğu halde, bozkırdan kuzeybatıya doğru yönelir. Kuban nehri, bir kolu ile Temeryuk yakınlarında Azak denizine, diğer kolu ile Karadenize dökülür. Kuban nehri Batı Kafkasların bütün sularını aldığı için büyük ve coşkundur. Özellikle denize döküldüğü yere yakın kısımlarında büyük deltalar oluşturur[16].

Proto-Türk kavimleri daha D.Ö. 5000 yıllarında Kafkasya coğrafyasıyla ilişki içerisindeydiler. Yani, Kafkasya’nın kaderi daha o zamandan beri Türk dünyasıyla ilişkilidir. Eskiçağ tarihinde, “Bozkır Göçebeleri”nin yaratmış oldukları “Atlı Kavimler Medeniyeti” veya “Bozkır Kurgan Kültürü” sahipleri, Kafkasya coğrafyasındaki Türk varlığının başlangıcını oluşturmaları bakımından büyük önem arz etmektedir. Bozkır Kurgan kültürünün sahipleri olan Proto-Türk kavimleri, Kafkasya’ya geldikleri zaman burada dağ eteklerinde yaşayan yerli kavimlerle karışarak “Maykop” ve “Koban” kültürlerini oluşturmuşlardır. Bu kültür tipinin en önemli özelliği ise kurgan tipi mezarlardır. Bilindiği gibi kurgan tipi mezarlar, Türk kavimlerini en eski mezar tipini yansıtmaktadır. Kurgan tipi mezar kültürü, en eski çağlardan M.S. XVIII. yüzyıla kadar Türk kavimlerinde muhafaza edilmiştir[17].

Kafkasya’da, “Bozkır Kurgan Kültürü” sahiplerine (Proto-Türkler~Kimmer ve Sakalar) ait ortaya çıkarılan arkeolojik bulgular, Türk kavimlerinin çok eski çağlardan beri bu coğrafyada yaşadıklarının delilidir. Bu arkeolojik delillerin en açık örneği, D.Ö. IV. binden kaldığı sanılan “Nalçik Mezarlığı”dır. Bu mezarlık “Zatişye” (sessizlik) bölgesindedir. Bu mezarlıkta tespit edilen bulgular, Kafkasyalı yerli kavimler ile Bozkır Kurgan Kültürü sahiplerinin birbirleriyle yakın ilişkilerde bulunduklarını ortaya koymaktadır. Balkarya’da “Bıllım” köyü yakınında; Krasnodar ve Karaçay bölgelerinde “Kelermeskiy”, “Novolabinskiy”, “Zubovskiy” köyleri ve “Aşağı Cögetey” şehri yakınında; Çeçen-İnguş ülkesindeki “Mekenskiy” köyü yakınında; Kabardey’de “Akbaş” ve “Kişpek” köyleri yakınında, Bozkır Kurgan Kültürü sahiplerinden kalma eski arkeolojik bulguların sayısı oldukça fazladır[18].

Bozkır Kurgan Kültürü sahiplerinin büyük bir kısmı, D.Ö. II. bin başlarından, D.Ö. VIII. yüzyıla kadar Karadeniz’in kuzeyinde ve Kafkasya coğrafyasında yaşamışlar ve tarihte “Kimmerler” adıyla tanınmışlardır. Bakır ve Bronz çağlarına ait, Kimmerlere izafe edilen, “İskit öncesi kültürleri” temsil eden gömüler tespit edilmiştir. Bu devirleri temsil eden kültürler; kuzeyde Kiev civarındaki ormanlık alandan, batıda Podolia bölgesi ve doğuda Urallar’a kadar uzanan geniş bozkır kuşağına yayılmışlardır. Ayrıca, Kuzey Kafkasya’da yer alan ve merkezi Kafkasya yaylaklarını kapsayan Koban bölgesi de bu alana dâhildir. Bu bölgedeki buluntular, Güney Rusya Bronz Çağı formlarına bağlı bir durum göstermekle birlikte kısmen özel bir bölüm teşkil etmektedirler. Kuzey Kafkasya’da yapılan arkeoloji çalışmalarında, Kimmerlere ait avcılıkla ilgili eşyalar, silahlar, bakır ve tunçtan yapılmış oraklar bulunmuştur. Bunların büyük bir kısmı da, Karaçaylıların yoğun olarak yaşadığı Kartcurt, Uçkulan, Teberdi, Indiş ve Sarıtüz köylerinde bulunmuştur[19].

D.Ö. XII-VII. yüzyıllar arasında, Kuzey Kafkasya’nın merkezi (orta) kısımlarında “Koban Kültürü” oluşmuştur. Kuzey Osetya Cumhuriyeti’nin “Koban” köyünde ortaya çıkarılan arkeolojik buluntuların yansıttığı kültüre, köyün adından dolayı, “Koban Kültürü” adı verilmiştir. Bu arkeolojik malzemelerin, Koban kültürünün D.Ö. VII-VI. yüzyıl dönemlerine ait olduğu sanılmaktadır. Kafkasya’da Terek ırmağı civarındaki Pyatigorsk (Beştav) kurganları (D.Ö. 1200) ve Koban başındaki kalıntılar (saf bronz çağı D.Ö. 1200-1000) Kimmerlerden kalmıştır[20].

Maykop höyüğünde bulunan madeni bir boğa heykeli (D. Ö. 7. yy)

Katakomb kültürü ile Koban kurganları birbirleriyle organik olarak bağlantılıdır. Öyle ki her iki gruptan elde edilen arkeolojik materyali birbirinden ayırmak imkansız gibidir. Bu nedenle de, her iki kültür grubu “Koban-Katakomb Kompleksi” olarak da adlandırılmaktadır. Koban kurganları, Kimmerlerin, Kafkaslar üzerine yayılmaya başladıklarını göstermektedir. Bu kültürün komşu çevre kültürleri üzerindeki etkileri dikkati çekmektedir. Koban ve Kolkhidik adıyla anılan kültürler, Kimmerlerin merkezi Kafkasya’ya yayılan büyük kolunun temsilcisidirler. Çevre kültür üzerindeki etkileri dikkat çekicidir. Öte yandan, yerli Kafkas gelenekleri de bu yeni gelenleri (Kimmerleri) oldukça etkilemişlerdir. Kurganlardan elde edilen arkeolojik materyal çok zengin olup, bozkır insanlarının tipik savaşçı karakterlerini açıkça yansıtmaktadır.  XIX. yüzyıldan günümüze kadar devam eden araştırmalar, Kimmerlerin Güney Rusya ve “Kafkasya Bronz Çağı” kültürlerinin bir “temsilcisi ve taşıyıcısı” olduğunu ortaya koymuştur. Buna göre, Kimmerler etnik bakımdan Ural-Altay kökenli bir kavimdir. Yani Proto-Türkler kavramı ile organik olarak bağıntılıdır ve onun bir parçasıdır. Kimmerler “Kurgan Kültürünün tipik bir temsilcisi ve bozkırların geniş sahalarına yayılmış olan “Atlı Kavimler Medeniyeti”nin büyük bir “batı kolu”nu teşkil ederler[21].

Kimmerler, D.Ö. VIII. yüzyılın son on yılında Karadeniz’in kuzeyindeki bozkırlarda meskûn iken, Sakaların (İskitlerin) gelmesiyle, buradan Kafkasya’ya doğru yönelmişler, Derbent ve Daryal geçitlerini aşarak Anadolu ve Mezopotamya topraklarına yayılmışlardır. Sakaların baskısı sonucunda göç eden Kimmerlerden arta kalanlar, kendileriyle akraba olan Sakalar tarafından izole edilmişler ve zamanla da onlarla kaynaşarak tarih sahnesinden silinmişlerdir. Temelde, Kimmer ve Saka (İskit) kültürleri arasında kesin bir ayrım yoktur. İkisi arasındaki arkeolojik materyali birbirinden ayırmak imkânsızdır. Bunun nedeni, her iki kavmin aynı etnik kökene dayanmalarından ileri gelmektedir. “Srubna Kültürü” temelinde, aynı etnik kökene dayanan Kimmer ve erken Saka kültürü, Proto-Türklerin bir temsilcisidir. Kimmerler ve Sakalar tarihin farklı ama birbirini takip eden erken dönemlerinde Kafkasya’ya gelerek bölgenin etnik ve kültürel yapısını oldukça derinden etkilemişlerdir[22]. Bir geyik şeklinde koruyucu Altın plak (D.Ö. 7. yy) Kostromsky (Kuban bölgesi) köyü yakınlarındaki bir höyükte bulunmuştur. Buluntu yeri anıta ikinci adı verilerek – “Kostroma geyiği” denilmiştir. İskit sanatının başyapıtlarından biridir. Uygun şekilde yakalanan siluet, özlülük ve formların genelleştirilmesi, figüre inanılmaz bir dinamizm, bir iç enerji ve güç duygusu vermektedir[23]

Bir geyik şeklinde koruyucu Altın plak (D.Ö. 7. yy) Uzunluk 31,5 cm[24]

Maykop höyüğünde ise panter şeklinde ki koruyucu plak (D.Ö 7. yy) İskit hayvan stilinin parlak bir örneğidir. Bir avcının gücü ve saldırganlığı aktarılır, işitme, görme ve kokusunun keskinliği vurgulanır. Patilerdeki ve kuyruktaki görüntülerin büyülü gücünü arttırmak için, İskit sanatının tipik bir motifi olan 10 küçük, kıvrılmış yırtıcı hayvan daha yerleştirilmiştir[25]:

Panter şeklinde koruyucu plak (D.Ö 7. yy)[26]

Çin kaynaklarında daha milattan önce “Okut” veya “Hokut” şeklinde bir Türk kavim adı geçmektedir. Bu kavmin Uygurlar olduğu ileri sürülmüş ise de Uygurlar daha sonraki tarihlerde ortaya çıktıkları için Okut kavminin Ogurlar olması daha kuvvetli bir ihtimaldir. Ogur Türkleri, Hiung-nular (Hunlar) zamanında, onların kuzeyinde yerleşmiş bulunan, güneybatı Sibirya’da yaşayan, Çinlilerin “Ting-ling” ve daha sonra “Tieh-le” adını verdikleri kavimdir. Türk oldukları kesinlik arz eden Ting-ling kavminin ana yurtlarının Orhon civarı olduğu sanılmaktadır. Ting-ling kavminin bir kısmı da “Vusun”ların batısında yaşıyorlardı. Ting-ling kavmi veya Ogurların İtil-Yayık havzasına ne zaman geldikleri kesin olarak tespit edilememiştir. Z. V. Togan, Ogurların tarihini çok eski çağlara götürmekte ve “Ogur” adının milattan önceki dönemlerde “Türk” sözü yerine kullanıldığını ileri sürmektedir. Ona göre, Ogurların esas yayılmaları milattan önceki dönemlerde cereyan etmiştir ve Ön Asya’daki “Hurriler” ile Ogurlar aynı kavimdir. Sümerler ile de akraba oldukları ileri sürülen Hurriler D.Ö. 5000 yıllarında Türkistan coğrafyasında yaşıyorlardı. Hurrilerin, D.Ö. 4000 yıllarında Azerbaycan ve Doğu Anadolu dolaylarında gelip yerleştikleri sanılmaktadır. Gerçekten de Doğu Anadolu’da yapılan arkeoloji çalışmaları sonucu elde edilen bilgiler, Z. V. Togan’ın bu teorisini kuvvetlendirmektedir. D.Ö. 4000 yıllarında, kuzeyde Kafkasya, güneyde Suriye’nin kuzeyi, doğuda Urmiye gölü civarı, batıda Malatya-Elazığ bölgesi arasında kalan geniş bir alanda üstün bir uygarlık ve kültür tesis eden Hurrilerin Asyalı bir kavim oldukları ve dillerinin de Ural-Altay dil ailesine mensup olduğu bilim adamları tarafından kabul edilmektedir[27].

Kafkasya bölgesini çevreleyen Kafkas Denizi’ne, D.Ö. 4000 yıllarından önce Orta Asya’da yaşayan ve kendilerini (OQ) ve (ON) kabile diye adlandıran Altaylıların cetleri tarafından, birbirine bağlantısı olan Uçuğultur Köl (Hazar Denizi), Kara Köl (Azak Denizi) ve OqOz Ulıq Köl (Karadeniz)’e Oq Ongunuz adını vermektedir. Anlamı “Oqların çevrelediği” demektir. Binlerce yıl sonra bu deyim eski Yunanca (Okeanus) olmuştur[28].

Maykop- Koban Kültürü ve Kurganlar

Kafkasya’da ilk zamanlarda bakırdan eşyalar daha sonra ise tunç ve demir eşyalar geliştirilmiştir. Kuzey Kafkasya’daki Tunç Çağı, yalnızca söz konusu bölge ile değil, aynı zamanda Küçük Asya, Transkafkasya ve Avrasya bozkırlarının komşu topluluklarıyla ayrılmaz bir şekilde bağlantılı olan birçok arkeolojik kültürün maddi ve manevi dünyasına yansımıştır. Art arda değişimi esas olarak sosyo-ekonomik ilişkilerin sistemik dönüşümü tarafından belirlenen üç kronolojik döneme ayrılmıştır. Erken Tunç Çağı geleneksel olarak D.Ö. 3. binyıla, Orta Tunç Çağı’nı – D.Ö.  2. binyıla, Geç Tunç Çağı – D.Ö. 2.-1. binyılın başına kadar ifade eder. Tanımlanan ilk dönem çerçevesinde, 1897’de bulunan Maykop yakınlarındaki ünlü Veselovsky höyüğü (kurganı), toplam yüksekliği yaklaşık 11 metredir. Seçilen kültürel topluluğa ait diğer arkeolojik anıtlar, Meshoko, Yaseneva Polyana, Skala’nın büyük yerleşimleridir. Uzun yıllar süren araştırmalar sonucunda elde edilen kapsamlı materyal, Maykop kültürünün kabile birliklerinin ekonomik faaliyetlerini, sosyal ilişkilerini ve manevi yaşamını doğru bir şekilde temsil etmeyi mümkün kılmıştır. Söz konusu kabilelerin başlıca ekonomik uğraşları, iyi gelişmiş metal işleme ve çömlek üretimi ile desteklenen sığır yetiştiriciliği ve ilkel çapa çiftçiliğidir. Maykop kültürünün çok sayıda taşıyıcısı, esas olarak sığır, koyun, domuz ve at yetiştirmiştir. Yerel ustalar, büyük bronz kazanlar, kulak yanlısı baltalar (bu tür baltalar bir delikten bir şaft üzerine giyilirdi), düz keski biçimli aletler, yivli keskiler, çeşitli bıçaklar ve hançerler yaptılar[29]. Aletlerin, av ve askeri silahlarını (ok uçları, deliciler, orak uçları) taş ve kemik hammaddelerinden yapılmaya, en iyi Neolitik örnekler düzeyinde işlenmeye devam etmiştir. Maykop kültürünün iyi pişmiş seramikleri arasında ince duvarlı çömlekler, testiler ve çömlekçi çarkında yapılmış ve çeşitli süslemelere sahip kaseler bulunur. Arkeolojik araştırmanın bir parçası olarak, yeni bir malzeme üretim dalı olan dokumanın tutarlı gelişimini gösteren parça parça keten kumaşlar ve kil kıvrımlar mevcuttur. Maykop kültürünün kabile birlikleri, bozkır ve dağ bölgelerinin komşu topluluklarının yanı sıra Transkafkasya ve Küçük Asya ile aktif bağlarını sürdürmüştür. Mezar bulguları, sadece yerel ustalar tarafından değil, aynı zamanda aktif bir ticaret alışverişi kapsamında değerlendirilen bölgeye getirilen çeşitli boncuklar, küpeler, altın, gümüş, akik ve turkuazdan yapılmış kapları içermektedir. Cenaze törenlerinin de Batı Asya ve Avrasya bozkırlarında kullanılan benzer törenlerle çok sayıda paralelliği vardır[30].   Bu paralelliği kurganlarda aramak gerekmektedir.

Kafkasya Kuzey Osetya  Bölgesinde Nekropol (Ölüler Şehri)  (Fotoğraf: Göker Özden)

Kurganlar Turanî halkların bir özelliğidir. Ön Türklerin, Türklerin yaşadığı her yerde ölülerini Avrupalıların tümülüs dediği kurganlara gömmüşlerdir. Doğal olarak bu geleneğin erken Türklerden kaldığını söyleyebiliriz. Türklerin yaşadığı Macar ovalarından Pasifiğe kadar olan topraklara yolu düşen her gezgin, her tarihçi, her elçi Türklerin ölülerini kurganlara defnettiklerini yazmıştır. Ölülerin nasıl gömüldüklerini, yüksekliklerini ve mezarlara dikilen balbalları ayrıntıları yazmıştır. Türkler ve kurganlar ayrılmaz bir ikilidir, kurganlar Türklerin, Turanî halkların geride bıraktıkları izdir, işarettir. Bir nevi tapu kaydıdır[31].

Neolitik devirden beri önemli bir geçiş bölgesi olan Ural Dağları çevresi ve Trans Uralya denilen kesimde de büyük kurgan mezarlıklarının bulunduğunu görmekteyiz. Kazakistan hemen her bölgesiyle toplamda yüzlerce kurganı tek başına barındıran çok önemli bir kurgan ülkesidir. Bu ülkenin kuzey, doğu, orta, güney (Semireçe: Yedi Su) ve batı kesimlerinde yoğun olarak rastlanan kurganlar, özellikle mimari özellikleri ve uygulanan cenaze gelenekleri ile sonraki dönemlere, bilhassa da Türk-İslam dönemine pek çok unsurları taşımışlardır. Kırgızistan kurgan varlığı açısından Kazakistan’ın bir devamı gibidir. Kuzey bölgeleri, Issık Göl çevresi, Karakol, Narın, Koçkor, Son Köl vb. yerlerde kurgan örnekleri araziye dağılmış olarak yer almaktadır. Esas itibariyle birkaç ülkenin sınırları içerisine dağılan Tanrı Dağları bölgesi de aynen Altay Dağları gibi önemli bir kurgan bölgesini teşkil eder. Bugün Çin’in egemenliği altında kalan Doğu Türkistan’da özellikle demir çağlarında kurganların yaygın olduğunu ama yüzyıllarca inşası devam eden bu özel mezar yapılarının Uygurların ilk devirlerine kadar da ulaştığını biliyoruz. Avrasya’nın batı yarısındaki en önemli kurgan alanları olarak Ukrayna, Kırım, Kafkasya sayılabilir. Bununla birlikte kurganların daha batıya ve hatta güneye, Moldavya, Romanya, Bulgaristan, Macaristan hatta Fransa’ya kadar olan alanlara yayıldığı da anlaşılmaktadır[32].

Bilim adamları Yamna [kurgan] kültürüne mensup halkların Kafkasya içlerine sokulma sürecinin uzun zaman önce olduğunun altını çizmektedir. Kafkasya kültürü, bozkır sakinlerinin yabancı unsurlarla olan ilk temaslarına; neolitik dönemde Kafkasya’nın kuzey ve güneyinde var olan defin geleneğine; ayrıca, güney, güneybatı ve güneydoğu cihetinden Kafkasya ile birleşik bölgelerde mukim olan çiftçilerin belirleyici ana unsur olamadıkları Ön Kafkasya’da (Kuzey Kafkasya’nın bozkır bölümü) kurganların ortaya çıkışına delil oluşturmaktadır[33].

Kazi T. Laypanov&İsmail M. Miziyev’e göre “Maykop kültürünün teşekkülünde esas rolü oynayan Yamna [kurgan] kültürü, İdil ve Ural arasındaki bozkırlarda doğmuştur. Arkeolojik araştırmalar, İdil-Ural kültürüne benzer eski kültürlerin henüz mezolitik çağda Kuzey Hazar boyunca, Kafkasya ve Ukrayna’dan Balkanlar ve Macaristan’a kadar yayılmış olduğunu göstermektedir”[34] İlk kurgancılar, zaten Yamna [kurgan] kültürü üzerine kurulan Maykop kültürünün şekillenmesinden çok önceleri, Kuzey Kafkasya’ya gelmeye başlamışlardır. Onlar, Orta ve Ön Kafkasya’da, Maykop kültürünün teşekkülünden yaklaşık 200 yıl önce ortaya çıkmışlardır. Kurgan ve Maykop defin tarzları birbirine oldukça benzemektedir. Geç dönem Maykop kurganlarında Kafkasya kabilelerinin, yerlilerin ve diğer kültürlerin etkisinin izleri tespit edilmektedir. Kurgan kültürü temelinde şekillenen Maykop kültürü, inkişaf döneminde D.Ö. III. Binyıl ortalarında Sümer şehirleri Ur, Lagaş, Kiş ve diğerlerinin kültürüyle en yakın benzeşimlere sahiptir. Daha çok da takılarda, silah ve çakmaktaş silahlarda benzerlikler göstermektedir[35]. Bununla birlikte, Maykop kültürü ve kurgan kültürü kabilelerinin komşu Orta Asya, Sayan-Altay dağlık bölgesi, İdil boyu, Karadeniz civan halkları üzerine muazzam etkileri olmuştur. Onların, en çok da D.Ö. III. Binyılda Kafkas kabilelerinin kültürleri üzerine etkisi olmuştur. N.Y.Merpert, “Karadeniz’den kuzeye sürekli bağlantı ve Kafkasya ve Hazar denizi boyundan, Tuna boyu ve Orta Avrupa’ya kadar kurgan kültürel-tarihi bölgesi olan coğrafyada kültür bütünleşmesi izlenmiştir. Bu büyük coğrafya şeridinde -Dinyeper’in sağ sahili boyunca- Kuzey Kafkasya rölyefleri ve her şeyden önce de Maykop etkileri öne çıkmaktadır” demektedir[36].

Kafkasya (Maykop-Koban)-Sümer-Altay Uygarlıkları Bağlantıları

Maykop-Koban kültürünün Avrasya ve Ortadoğu Ön-Türk Uygarlıkları ile ilişkileri çok net anlaşılmaktadır: “İnsanlık tarihinin belki de ilk küreselleşme olgusu olarak değerlendirilebilecek Avrasya Bozkır kuşağı, bakır yanında görkemli altın işçiliği ve sanatıyla da göze çarpmaktadır. Tunç çağının bu göz alıcı işçilik ve sanatını sürdürenler demir çağında İskit ve Hun olarak tanınan topluluklar olacaktır. Bozkır uygarlığı olarak adlandırılabilecek bu teknoloji, sanat, ticaret ağının oluşumu, demir çağında büyük Bozkır imparatorluklarının çıkışına kadar küçük göçebe topluluklarının birbirleriyle yerel ölçekli etkileşimleriyle açıklanabilir. Bu yaklaşıma göre demir çağında atlı Süvari gücüne dayanan Merkezi devlet yapılarının gelişiminden önce Avrasya bozkırlarının Yurt tutan göçebe topluluklar kendi yakın çevrelerindeki diğer benzer topluluklarla girdikleri küçük ölçekli sayısız ticari, sosyal, kültürel ilişkiler aracılığıyla mikro ölçekten Makro ölçeğe yayılarak bütün Avrasya bozkırını kaplayan bir uygarlık ağı kurmuşlardır. Günümüz Bilişim teknolojilerinde dağıtık sistemler (distributed systems) olarak adlandırılan en bilinen örneği internet olan Merkezi yönetime gereksinim duymayan iletişim ağlarında sosyal ilişkilerin gelişim süreçlerine benzer biçimde göçebe topluluklar Merkezi yönetime gerek duymadan ortak bir uygarlık yaratmışlardır. Arkeolog Michael Frachetti buna kanıt olarak göçebe çobanların mevsimlik otlak hareketlerinin yüzyıllar boyu tekrarıyla oluşan ulaşım ve konaklama yollarının bilgisayar simülasyonundaki dağılımını iç Asya dağ koridoru üzerinde tespit edilmiş İpek Yolu arkeolojik merkezleri ile örtüşmesini göstermiştir. Maykop gibi erken dönem yüksek kültür merkezlerinin oluşumu yerleşik uygarlık merkezleri ile olan ticari ve kültürel ilişkilerle açıklanmaktadır. Maykop örneğinde bu güneydeki Sümer uygarlığıdır. Maykop’un gerileyişi Anadolu üzerinden yapılan Sümerle ticari ilişkilerin Uruk dönemi sonunda zayıflamasıyla açıklamaktadır. Sümer’in tarih sahnesinden silinmesinden demir çağında Anadolu ve İran coğrafyalarında yeniden güçlü devletlerin çıkışına kadarki yaklaşık 2000 yıllık süreç Bozkır uygarlığının ağırlıklı olarak kendi iç dinamikleri ile gelişip serpildiği bir dönemdir. Kohl, İskit- Saka, Hun gibi büyük Bozkır devletlerinin oluşumunu demir çağında ortaya çıkan çevre imparatorluklarla kurulan yeni ticari, kültürel, askeri ilişkilerle açıklamaktadır[37]. En eski yazılı dili olan Sümerce en ince ayrıntısına kadar çalışılmıştır. Maykop ile ilişkisi bilinen Sümerlilerin milattan önce 4000 ile 1500 dillerinin Hint Avrupa’ca veya semitik bir dil olmadığı kesindir. XIX. yüzyıldan beri yerli ve yabancı uzmanlar bunun Turanî bir dil olduğu noktasında görüş birliği içindeler. Bu dilin proto-Türkçe olduğunu düşünenler olduğu gibi Ural Dil ailesi ile ilişkilendirenler de vardır. Avrasya steplerinden geldikleri düşünülen Sümerlerin dili bir görüşe göre (Örneğin Osman Karatay, 2020) komşuları olan bir diğer Orta Asya kökenli kavim Gutilerin etkisi altında kalarak Türkçe ile benzeşmesidir. Zağros Dağları çevresinde yaşamış olan Gutiler yanında, Sümerlerin Bozkır toplulukları ile kültürel ve dilsel yakınlığı ile ilgili bir değer veri de gibi kuzeylerindeki Maykop kültürüyle olan ilişkileridir. Maykop kültürünün en özgün özelliklerinden birinin Örneğin Tuva’da milattan önce VIII. yüzyıla tarihlenen Arzhan İskit kurganlarında olduğu gibi birbirlerinden değerli altın sanat yapıtları içeren kurganlar olması, Avrasya meteoroloji ağını bir arada tutan dilin günümüz Türkçesiyle kökleri ile ilişkili bir dil olduğu yönündedir[38]. Araştırmacılar Sümer, Huri, Gutiler, Urartular gibi ön Asya Uygarlıklarının dil ve kültür yönünden Erken-Türk ve Türkçe ile bağlantılarını göstermektedir. Aynı şekilde Kimmer, İskit ve devamı uygarlıklarda Ön-Türkler olarak Altaylardan Tuna’ya hatta Avrupa içlerine kadar uzanmaktadır. Kafkasya bu uygarlıklar arasında önemli bir bağlantı alanı oluşturmaktadır. Dolayısıyla Maykop-Koban kültürü de Ön-Türk Uygarlık dairesi içinde ele alınmaktadır.

Paleocoğrafya

İnsanlık tarihi için en önemli belge coğrafyadır. Mekân ve mekânın değişen şartları belirlenmeden insanlık tarihi için herhangi bir metin hazırlamak mümkün değildir. Günümüz tarihçileri, özellikle dil bilimcileri yeterince coğrafî bilgileri paylaşmamaktadır. Metinlerde geçen coğrafî isimler, yerler, dağlar, ırmaklar yerli yerine oturtulmadıkça sözle anlatılanlar hayalperestlik olur. Hele ki çok eskilere, özel durumlardaki buzul çağlarına dayalı bilgiler yaşam ortamına taşınmadıktan sonra, bu coğrafyanın insana ve insan kültürüne önemli bir katkısı olamaz. Bu nedenle buzul jeolojisi ve onun yarattığı paleojeolojik evrimler bilinmeden insan tarihinden söz edilemez. Günümüz coğrafyasında en çok 6.000 veya 7.000 yıl öncesine kadar iklimsel olarak büyük bir iklim değişikliği görmek çok zordur. Ancak 7.000 yıl öncesinden 18.000 yıl öncesine kadar iklimsel değişimlerde büyük evrimler yaşanmıştır. Büyük buzul dönemleri kapanışa geçmiş, buzlar erimeye başlamış, coğrafî yaşam yeni baştan yaşatılmaya çalışılmıştır. Biraz daha gerilere gidilirse insanoğlunun en zor şartlarda yaşamış olduğu buzul dönemi görülür. Özellikle Orta Asya coğrafyasında her tarafı karlarla kaplamış, buzul dağlarının baskısı altında bir yaşamı düşünebiliyor musunuz? O çağlarda bu insanların nasıl bir topluluk oluşturdukları, nasıl homojen bir dil geliştirebildikleri hiç düşünülebilir mi? Bu insanları tanıyabilmek, nasıl bir mücadeleyi gerçekleştirebildiklerini anlayabilmek için, o coğrafyanın yaşam koşullarını iyice bilmek gerekir[39]. Bu kadar geniş ve birbirinden uzak coğrafyalarda benzer kültür ve uygarlıkların inşa edilmesi ancak paleocoğrafya incelemeleri ile anlaşılabilir. Paleocoğrafya bilindiği üzere geçmiş çağların coğrafyasını araştıran bilim dalıdır. Paleocoğrafya bugünkü yeryüzü şekillerini değil çok eski çağlardan beri dünyanın geçirmiş olduğu değişikliklerle bize yeryüzünün ırmakları, denizleri, gölleri vb. yerlerin geriye doğru özelliklerini göz önüne sermektedir.

Sibirya Nehirlerinin Dönüş Rotası[40]

“Yerküre, yaratılışından beri, bazı dönemlerinde soğuk bir iklime sahip olmuş, denizlerin bir kısmı donmuş, karaların bir kısmı üzerinde biriken karların yeniden kristalleşmesiyle oluşan ve adına “buzul” denilen ve adeta taşlaşmış kalın buz tabakaları ile kaplanmıştır.

Avrasya’da Son Buzul Çağı günümüzden yaklaşık 40.000 yıl önce başlamış ve 18.000 yıl önce tekrar ısınmaya başlamıştır. 18.000 yıl önce buzul çağının sona ermesiyle havalar ısınmaya ve buzullar erimeye başlamış; dağlardaki mağaralarda yaşayan insanlar, ovalara ve buzul sularıyla beslenen tatlı su gölleri civarına göç etmişlerdir[41].

Son buzul çağından sonra ırmakların gölleri birer iç deniz büyüklüğüne getirdiği görülmektedir.

Kazım MİRŞAN’ın çizdiği MÖ 15.000-10.000 yıllarını gösteren Harita[42]

Kazım Mirşan’ın çizdiği haritada iç denizler ve bağlantıları görülmektedir. Kazım Mirşan’ın haritaları ile karşılaştırıldığında Rakhman Alshanov[43]’un vermiş olduğu paleocoğrafik haritalarda bunu desteklemektedir. Bu haritalara göre İç Asya’daki Altay-Tuva bölgesi, Yenisey, Lena nehirleri, Baykal, Aral, Hazar ve Karadeniz bağlantıları çok güçlüdür. Hazarla Karadeniz arasında uzanan Kafkasya coğrafyası nehirlerle kesilmektedir.

Karadeniz-Hazar Denizi-Maniş Boğazı bağlantılarını gösteren transgresyon haritası[44]

Kafkasya yeryüzünde coğrafik alanına göre en çok suya sahip bölgedir. Aynı şekilde Hazar Umman denizi arasında da bağlantılar vardır. Günümüzde buralarda kanallar inşa edilmek istenmektedir.

XVIII. YY başlarına ait İsveç’te bulunan Fransız Haritası[45]

Sonuç olarak Paleocoğrafya göz önünde bulundurulduğunda Kafkasya Maykop-Koban kültürünün Türk Altay-Tuva bölgesi yahut Mezopotamya Ön-Türk Sümer ve Hurri Uygarlıkları arasındaki benzerlikleri anlamak mümkün olacaktır. Bu bölgeler birbirleri ile su taşımacılığı ile kültürel birliğini sağlamıştır. Karadeniz Kuzeyi ve Kafkasya uygarlığının önemli temsilcisi Kimmerler Zekiyev’in açıklaması ile “(kimer) ve kimek etnonimlerinde, tanımlayıcı sözcük kime, ‘kayık’dır; kimmer (kime-ar) ‘su boyunca hareket edebilen insanlar’, kimek (kime-ok) ‘kayıklı kabile’ demektir[46] (Zekiyev, 69) Kafkas, Anadolu, Mezopotamya, Altaylar ve Yenisey bölgeleri arasındaki ticaret ve metalürji ağı da Turanî halkların kültür ve dil başta olmak üzere her yönden kaynaşmasına sebep olmuştur. Aynı zamanda atı ehlileştirmişler ve arabayı icat edip kullanmışlardır. Bu da hem suda hem karada kültür ve uygarlık inşa eden kavimler olma özelliği ile Ön-Türkler ve Türkler başat rol oynamıştır. Metalleri kullanabilme ve alaşımları zenginleştirmeleri ile de binlerce yıl barışın ve savaşın kontrolünü ellerinde bulundurmuşlardır.

 

Kaynaklar

1-Adilhan Adiloğlu, Karaçay Malkar Türkleri, Ankara, 2005.

2-D.V. Canopy (Д.В. навес) & A.T. Urushadze (А.Т. Урушадзе). Kuzey Kafkasya Tarihi(История Северного Кавказа), Eğitim ve Bilim Bakanlığı Rusya Federasyonu, Federal Eyalet Özerk Eğitim Yüksek Öğretim Kurumu, “Güney Federal Üniversitesi” Министерство Образования И Науки Российской Федерации Федеральное Государственное Автономное Образовательное Учреждение Высшего Образования “Южный Федеральный Университет”,Rostov,  2017

3-Ekrem Hayri Peker, Avrupa ve Amerika’da Erken Türkler, Ekin Yayınları, Bursa, 2024.

4-Mümin Köksoy, Türklerin ve Türkçenin 40.000 Yıllık Tarihi, Berikan Yayınevi, Ankara, 2011.

5-Mümin Köksoy, Yerbilimlerin Katkısıyla Nuh Tufanı ve Sümerlerin Kökeni, Berikan Yayınevi, Ankara, 2017.

6-Kazım Mirşan, Akınış Mekaniği Altı Yarıq Tiğin, BPLAS Bursa Plastik Metal İnşaat A.Ş, 1. Cilt, 2021, s. 81.

7-Kazi T. Laypanov&İsmail M. Miziyev, Türk Halklarının Kökeni, Selenge Yayınları, İstanbul, 2014.

8-Kolesnikova M.E., Kalinina E.V., Nevskaya T.A., Zvereva L.A, Rusya tarihinde Kuzey Kafkasya, (Ders Kitabı) – Stavropol: Kuzey Kafkasya Federal Üniversitesi Yayınevi, 2017. s.80

9-Mahmut Bi, Kafkas Tarihi, 1. Cilt, Berikan Yayınevi, Ankara, 2011.

10-Mirfatih Z. Zekiyev, Türklerin ve Tatarların Kökeni, Rusçadan Çeviren: D. Ahsen Batur, Selenge Yayınları, İstanbul, 2006.

11-Murat Karamüftüoğlu&Ercan Orhan, Türkçenin Anayurdu ve Hint-Avrupa Savı, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2023.

12-Rakhman Alshanov, Yirmi Bin Yıllık Sırlar, Araştırmalar ve Buluşlar, Bilge Oğuz Yayınları, İstanbul, 2024.

13-Yaşar Çoruhlu, Eski Türklerin Kutsal mezarları Kurganlar, Ötüken Yayınevi, İstanbul 2016.

 

Dipnotlar

[1] Bu makale “Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı,  Cilt 77, Sayı: 460, Mayıs 2025, s. 32-40” da yayınlanmıştır.

[2] Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Türk Dünyası Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü

[3] Mahmut Bi, Kafkas Tarihi, 1. Cilt, Ankara, 2011., s.97.

[4] A.g.e., s.97.

[5] Mümin Köksoy, Yerbilimlerin Katkısıyla Nuh Tufanı ve Sümerlerin Kökeni, Ankara, 2017.

[6] A.g. e., s.122.

[7] A.g. e., s.122.

[8] A.g. e., s.123.

[9] A.g. e., s.126.

[10] A.g. e., s.126.

[11] A.g. e., s.126-127.

[12] Mahmut Bi, A., g. e., s. 98.

[13] Mümin Köksoy, Türklerin ve Türkçenin 40.000 Yıllık Tarihi,  Ankara, 2011.s.201.

[14] A. g.e.,  s. 114.

[15] Mahmut Bi, A., g. e., s. 98.

[16] A. g. e., s. 99.

[17] Adilhan Adiloğlu, Karaçay Malkar Türkleri, Ankara, 2005. s.4.

[18] A. g. e., s. 5

[19] A. g. e., s. 5-6.

[20] A. g. e., s. 6.

[21] A. g. e., s. 7

[22] A. g. e., s. 10.

[23] Kolesnikova M.E., Kalinina E.V., Nevskaya T.A., Zvereva L.A, Rusya tarihinde Kuzey Kafkasya, – Stavropol: Kuzey Kafkasya Federal Üniversitesi Yayınevi, 2017. s.80

[24] A.g.e., s.80.

[25] A.g.e., s.78.

[26] A.g.e., s.78.

[27] A. g. e., s. 11.

[28] Mahmut Bi, A., g. e., s. 91.

[29] D.V. Canopy (Д.В. навес) & A.T. Urushadze (А.Т. Урушадзе). Kuzey Kafkasya Tarihi(История Северного Кавказа), Eğitim Ve Bilim Bakanlığı Rusya Federasyonu, Federal Eyalet Özerk Eğitim Yüksek Öğretim Kurumu, “Güney Federal Üniversitesi” Министерство Образования И Науки Российской Федерации Федеральное Государственное Автономное Образовательное Учреждение Высшего Образования “Южный Федеральный Университет”,Rostov,  2017, s. 19.

[30] A. g. e., s. 21.

[31] Ekrem Hayri Peker, Avrupa ve Amerika’da Erken Türkler, Bursa, 2024, s. 39.

[32] Yaşar Çoruhlu, Eski Türklerin Kutsal mezarları Kurganlar, İstanbul 2016.,s.16.

[33]Kazi T. Laypanov&İsmail M. Miziyev, Türk Halklarının Kökeni, İstanbul, 2014.,s. 65.

[34] A.g. e.,s. 66.

[35] A.g. e.,s. 66.

[36] A.g. e.,s. 67.

[37] Murat Karamüftüoğlu&Ercan Orhan, Türkçenin Anayurdu ve Hint-Avrupa Savı, İstanbul, 2023., s.174-175.

[38] A. g. e., s. 179.

[39] Mümin Köksoy, Türklerin ve Türkçenin 40.000 Yıllık Tarihi, Ankara, 2011. s.26-27.

[40] Rakhman Alshanov, Yirmi Bin Yıllık Sırlar, Araştırmalar ve Buluşlar, İstanbul, 2024.s.199.

[41] Mümin Köksoy, A. g. e., s. 78.

[42] Kazım Mirşan, Akınış Mekaniği Altı Yarıq Tiğin, BPLAS Bursa Plastik Metal İnşaat A.Ş, 1. Cilt, 2021, s. 81.

[43] Rakhman Alshanov, Yirmi Bin Yıllık Sırlar, Araştırmalar ve Buluşlar, İstanbul, 2024.

[44] A.g.e., s.246

[45] A.g.e., s.192.

[46] Mirfatih Z. Zekiyev, Türklerin ve Tatarların Kökeni, Rusçadan Çeviren: D. Ahsen Batur, İstanbul, 2006.s.69.

Prof. Dr. Hilmi ÖZDEN

Hilmi Özden, 1959 yılında dünyaya geldi. Konya ve Eskişehir’de İlk ve Orta öğrenime devam etti. Yüksek Öğrenimini Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesinde tamamladıktan sonra, iki yıl mecburi hizmet ve on altı ay askerlik görevlerini takiben Sağlık Ocaklarında, Köy Hizmetleri 14. Bölge Müdürlüğünde tabip olarak çalıştı. 1995 yılında Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalında Prof. Dr. Gürsel ORTUĞ ve Prof. Dr. Nedim ÜNAL danışmanlıklarında“Omurganın Torakal Bölümü’nde Medulla Spinalis Çaplarının Manyetik Rezonans Tekniği İle Ölçümü ve Değerlendirilmesi”isimli tezi tamamlayarak Anatomi doktoru ünvanı aldı. 2005 yılında ESOGÜ tarafından Nottingham Üniversitesine gönderildi ve Dr. Lopa Leach’in yanında angiogenesis üzerine çalıştı. Yurt içinde sıçan ve farelerde transplantasyon, embriyonik kök hücre ve mikrocerrahi üzerine çalışmalar yapan ekiplerde görev aldı. 2013 yılında, Eskişehir Türk Dünyası Başkenti Ajansı Danışma Kurulunda ESOGÜ temsilcisi oldu. Şu anda ESTÜDAM (ESOGÜ Türk Dünyası Uygulama ve Araştırma Merkezi) müdürü olarak da görev yapmaktadır. Anatomi sahasında yurt içi ve yurt dışı çalışmaları bulunan yazar ESOGÜ Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim dalında öğretim üyesidir. Evli ve iki çocuk babasıdır. E-Posta: hilmiozden@gmail.com

FACEBOOK - YORUM YAZ

Sosyal Medyada Paylaşın:
Etiketler:
hilmi özden

BU MAKALELER İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR!

  • YENİ
Edebeyli İzzet Bey (Horasan) (1886-1972)

Edebeyli İzzet Bey (Horasan) (1886-1972)

Ekrem Hayri PEKER, 27 Haziran 2025
Aşk ve Sevda Türküleri Üstüne

Aşk ve Sevda Türküleri Üstüne

Dr. Halil ATILGAN, 21 Haziran 2025
Anadolu’da Reçel ve Marmeladın Tarihi

Anadolu’da Reçel ve Marmeladın Tarihi

Özdenbekir KARAKAŞ, 21 Haziran 2025
Maykop-Koban kültürü ve Paleocoğrafya

Maykop-Koban kültürü ve Paleocoğrafya

Prof. Dr. Hilmi ÖZDEN, 20 Haziran 2025
Midhat Paşa ve Tâif Mahkûmları

Midhat Paşa ve Tâif Mahkûmları

Nevin BALTA, 19 Haziran 2025
Maastricht

Maastricht

Ekrem Hayri PEKER, 8 Haziran 2025
Kızılderililer ve Türkler

Kızılderililer ve Türkler

Hasip ÖZTÜRK, 23 Mayıs 2025
Bursa’nın Kurtuluşunda Milli Çeteler

Bursa’nın Kurtuluşunda Milli Çeteler

Ekrem Hayri PEKER, 12 Mayıs 2025