Eğer Bursa dışından gelen bir misafir dostuma Bursa’yı tanıtacaksam, izlediğim yol asla kentin ortasındaki stadyumdan ve Fomara’da yapılmış olan çirkinlik abidesi Toki yapılarından başlamaz. Benim tercihim on on iki kilometrelik bir aksın en başında olan Emir Sultan’dır.
Bu tanıtım için dostumun üç gününü isterim. Gezintimiz üç gün sürecek ve yaya olarak yapılacaktır.
Emir sultandan başlayacak dedim ya… Oraya sihri bozmamak için bir araçla ulaşırız. Külliyenin doğu kapısından girmeden önce kentin ayrık uzak noktasında bir tepede Yıldırım Beyazıt külliyesini göstererek Yıldırım ile Emir Sultan’ın sosyal ilişkisini anlatırım. Orta bahçeye geçince sağ tarafta Emir Sultan’ın türbesi sol tarafta camisi kalır. Avlunun ortasında abdest almak için şadırvan ve çeşmeleri bulunur. Hangi ziyaretçi Türbeyi ziyarete gelirse gelsin, muhakkak bir sünnet çocuğunu, ailesiyle birlikte, Emir’in kabrinin başında bulur. Bu görüntü onlar için oldukça renkli yaşanan bir zamandır. Ben de tam bu alanda bilgilendirmeye başlarım.
Emir Sultan Osmanlının kuruluş devrinde yaşar. İsmi Muhammed, lakabı Şemsüddin’dir. 1368 yılında Buhara’da doğduğu için Muhammed Buhari, seyyid olduğu için de Emir Buhari olarak bilinir. Ancak Yıldırım Bayezid’in damadı olduktan sonra Emir Sultan olarak anılmaya başlar 1429 da Bursa’da vefat ettiği bilinmektedir. Türbesi eşi Yıldırım Bayezit’in kızı Hundi Hatun tarafından 15.yüzyılda yaptırılan bu külliyenin içindedir.
1804 yılında Sultan III Selim cami ve türbeyi yeniden inşa etmiş ve bugünkü halini almıştır. 1845 yılında ise Sultan Abdülmecid tarafından, Türk barok üslubunda onarılmıştır.
Emir Sultan’ın halk arasında bilgeliği, hoşgörüsü ve insanlara olan sevgisiyle tanınır. Birçok kerameti olduğu, dua etmesiyle bazı mucizeler gerçekleştirdiği söylenmektedir.
Emir Sultan külliyesinin dışında, çok büyük ve geniş bir mezarlık vardır. Bursalılar için orada mezarı olmanın bir ayrıcalık olduğu söylenir. Çok eski mezar taşları da bize oranın tarihini hatırlatır. Devam edince Şible’ye gelinir. Misafirime bu mahallede bir zamanlar evden eve su arkları olduğunu ve her evde bir birikinti havuzu bulunduğunu, evin kadınları bu havuzda biriken suyu alarak çamaşırını bulaşığını yıkadığını anlatırım. Komşudan komşuya asla kirli su ulaşmadığı, bu arkların bazı evlerde hâlâ var olduğunu da söylerim.
Henüz yorulmamışsınızdır, 400 metre daha yürür ve muhteşem tarihi yapıların tam ortasına ulaşırsınız. Külliyenin en yüksek yerinde Yeşil Türbe, Türbenin 50-60 m aşağısında Yeşil Camii, 100 metre ileride Medrese, hemen yanımızda İmaret (aşevi) ve yakınındaki Yeşil Han bu önemli projenin parçalarıdır.
Külliyenin mimarı zamanın en önemli mimarlarından Hacı İvaz Paşadır. 1421 yılında yapıldığı bilinmektedir. Yeşil Türbe Çelebi Mehmet tarafından kendisi için yaptırılır. Türbenin içinde Çelebi Mehmet’in dışında iki kızı, iki oğlu ve dadıları gömülüdür. Külliyenin yeri özellikle şehrin tam ortası olarak seçilmiştir. Doğusunda babası Yıldırım Bayezıt’ın, batısında dedesi 1. Murat’ın türbeleri vardır.
Külliye ve Türbenin, Yıldırım’ın Timur’a yenilgisiyle başlayan Fetret devrinden sonra, belki de Timur’a karşı bir gövde gösterisi olsun diye yapıldığı söylenir.
Yeşil Türbe birçok depremde özellikle 1855 depreminde zarar görmüş ve onarılmıştır.
Yeşil Türbe adını, dışarıdan yeşil renkli çinilerden almış ve şöhreti, yaptıranın da mimarının da önüne geçmiştir.
Yeşil Camii de muhteşem özellikleri olan, inşaatı yarım kalmış bir camidir. Erken Osmanlı döneminde mimarı bilinen az sayıda camiden biridir. Gösterişli bir ön cephesi vardır. Revakı yarım kalmıştır. Cephenin son cemaat alanında, binanın statiğini kontrol etmek için hareketli silindir mermerler mevcuttur. Caminin içi çinilerle ve Nakkaş Ali tarafından tasarlanan kalem işleri ile süslüdür. Özellikle zemini ve duvarları çinilerle ve altın yaldızlarla süslenmiş olan hünkâr mahfili, dönemin tek örneğidir. Şöhreti sınırlarımızı aşmış olan ressam Osman Hamdi Bey, Kaplumbağa Terbiyecisi adlı eserini bu mahfilde yapmıştır. Caminin korozyondan etkilenmesi nedeniyle boyanan pencerelerini koruyan demir kafeslerinin üzerinde zamanında altın yaldızlarla kuran ayetleri yazıldığı rivayet edilir. Ayrıca, camini insanı şaşırtan bir akustiği ve aydınlatma sistemi vardır.
Külliyede, 1420 yılında inşa edilen imaret (aşevi) binası, dikdörtgen planlı, duvarları tuğla hatılı taş ile örülü, yan tarafında küçük kubbeli mekânları olan bir yapıdır. Medresedeki öğrencilere, külliyedeki görevlilere, misafirlere, dışarıdan gelen yoksul kimselere ücretsiz yemek vermek amacıyla yapılmıştır. Türbenin yapımından hemen önce yapıldığı düşünülürse yapımda çalışanlara da hizmet ettiği anlaşılır.
Konuğuma olumsuz bilgi vermek pek uygun düşmese de bugünkü durumunu söylemeden olmaz: Bugün de aşevi olarak çalışan ancak yakın dönemde şehrimize gelen Suriyeli ve Afgan göçmenlere, az da olsa iktidara sığınmış yoksullara her gün ücretsiz yemek ve ayni yardım yerine dönen bu binanın Bursalılara ve Türk insanına bir faydası yok.
Caminin yaklaşık 100 metre güney batısındaki Yeşil Medrese, Türk-İslam tarihinin en önemli eğitim kurumlarından biridir. Zamanın birçok ünlü âlimi burada dersler vermiştir. 1419 tarihinde inşa edilen yapı, tarihi kayıtlarda “Bursa Sultaniyesi” adıyla anılır. Külliyedeki eserlere göre oldukça sade yapısı vardır.
Günümüzde çok az insanın ziyaret ettiği Türk İslam Eserleri Müzesi olarak kullanılmaktadır. Bildiğimiz kadarıyla Türkiye’de tarihçilerin kutbu olarak anılan Prof. Dr. Halil İnalcık Hoca bu müzede bulduğu binlerce ciltlik kadı sicilleri belgeleriyle Osmanlı tarihine ışık tutmuş ve dünya çapında ünlenmiştir.
Yorulsak da yavaş yavaş şehir merkezine gidecek ve bugünkü gezimizi orada bitireceğiz.
Bir kilometreyi bulmayan bir yürüyüşle, tarihi önemli olan Setbaşı Köprüsü’nü geçmeden, sağa dönmeli, Gökdere’nin huzur verici şırıltısı eşliğinde dünyada üzerindeki sıra dükkânlarla az sayıda örneği bulunan, Irgandı Köprüsü’ne uğramalıyız. Burada da bizi bir sürpriz bekliyor. Köprünün bitiminde tam karşımız, gezegenimizde pek örneği olmayan Gurabane-i Laklakan çıkacak. Anlamı Düşkün Leylek Evi, 19. yüzyılda başta leylekler olmak üzere göçmen kuşların bakım ve tedavisinin yapılması amacıyla Osmanlı döneminde kurulmuş.

İkinci güne, Mahfel diye anılan hemen her Bursalının anısının olduğu bir mekânda başlıyoruz.
İlk adı “Mahfil” iken sonradan Mahfel’e dönen bu mekânın ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinmiyor. İlk sahibinin bir Ermeni vatandaş olması muhtemel. Çünkü bu bölgede Cumhuriyet öncesi Ermeni vatandaşlar çoğunlukta.
Ancak Birinci Dünya savaşı sürerken 1913 yılında Milli Mücadele için oluşturulan Türk Ocağı’nın Bursa örgütlenmesi bir süre bu mekânda yapıldığına göre, daha önceden el değiştirdiği anlaşılıyor.
Mahfel’in bugüne kadar çok şöhret ağırladığı bilinmektedir. Örneğin Meşhur “Amcabey”in yaratıcısı Cemal Nadir Güler, ünlü hikâyecimiz Sait Faik, burasını anılarında bolca anlatan Aziz Nesin.
Sabah çayımızı Mahfel’de içtikten sonra, Bursa’nın, başından çok maceralar geçmiş Setbaşı köprüsünü yürüyerek geçip, meydansız meydan olan, Atatürk’ün eliyle batıyı gösterdiği heykelinin önünden saygıyla geçeceğiz.
Kısa bir yürüyüşten sonra, tarihi belediye binasıyla karşılaşır, hemen önündeki Orhan Camisi’nin yanında saklanmış gibi duran Koza Han’a geliriz. Bu bölgede tam on yedi adet han var. Koza Han, Emir Han, İpek Han, Pirinç Han gibi bir kısmını hızla ziyaret edeceğiz. Koza Han’ın 1491 yılında inşa edildiği ve buranın ipek ticaretinin merkezi olduğu bilinmektedir. Demir kapıdan içeri girdiğimizde misafirimiz şaşıracaktır. Han içi masalarla dolu. Her yerde mangallar, üzerinde kahve cezveleri. Koza Hanın büyük bölümünde manzara pek farklı değil. Ama hanın bahçesinin tam ortasında, çok örneği bulunmayan, altı şadırvan üstü mescit olan yapı göze çarpıyor.
Hanlar geçilince Bursa’nın ve Türkiye’nin en görkemli Camilerinden biri olan Ulucami’ye biraz fazla vakit harcamayı düşünüyoruz. Dışarıdan bakıldığında bile görkemi anlaşılan caminin 1.Bayezit tarafından 1396-1400 yılları arasında yapıldı bilinmektedir. Yirmi kubbeli olan yapı Türkiye bir defada en fazla insana hizmet etme özelliğine sahiptir.
Caminin içinde tepesi açık bir kubbenin altında şadırvan görülüyor. Bu camilerde pek görülen bir özellik değildir.
Caminin yapımında sadece Türk ustalar görev almaz. Dikkatle bakıldığında kuzey cephesindeki pencerelerin üst kısmında Davut Yıldızını görmek mümkündür. Bu da o zaman Anadolu’daki Yahudi ustalarının, Ermeni ustalarının caminin yapımında çalıştırıldığı anlaşılmaktadır.
Cami bitirildiğinde ilk Cuma namazı, yapım sırasında çalışanlara somun pişiren Somuncu Baba kıldırır. Söylenceye göre namaz bitiminde Ulu Cami’nin dört çıkış kapısında da somunlarını dağıttığı rivayet edilir.
Rivayet olmayan başka bir olay ünlü yazarımız Aziz Nesin’le yaşanmıştır. Aziz Nesin Bursa sürgünün çok önemli geçim sıkıntısı çeker. Çare olarak sakal bırakır ve iyi bildiği eski Türkçe ve öğretmenliği sayesinde Ulu Camide öğretmenlik yapmaya başlar. Öğrencilerin kısa sürede öğrenmesi softaların dikkatini çeker. Tabi araştırılınca kimliği ortaya çıkar. Vay buraya goministler sızmış diye kıyamet kopunca Aziz Nesin tekrar işsiz kalır.
Ulu Caminin inşasından kısa bir süre geçmiştir. Yıldırım’ın Ankara savaşında esir düşmesinin ardından Timur’un Bursa’yı işgalinde camiyi kötü kullanıldığı bilinir. Çok kez çeşitli padişahlar tarafından tamir edildiği kayıtlarda vardır. Ancak en büyük hasarı 1855 depreminde gördüğü bilinmektedir; ancak bundan sonra esaslı tamir yapılmıştır. Duvardaki 19 ve 20. yüzyılın başında farklı hattatlar tarafından yazılan 192 adet hat levhası duvar yazısı vardır. Bunlar hat sanatının özgün örnekleridir.
Ulu Caminin etkileyici görkeminden sıyrılıp fazla vakit kaybetmeden Tophane bayırına sarıp, Osman Gazi, Orhan Gazi Türbelerine doğru yürürken. Okçu Baba Türbesini ve Balibey Hanı geçiyoruz. Solumuz da Saltanat Kapısı bize Bitinya ve Bizans ürünü surların görkemini gösteriyor.
Tophane’de Osmangazi ve Orhangazi Türbelerine gelindiğinde beklendiği gibi mütevazı iki türbe görüyoruz. İstersek girip ziyaret edebiliriz ama pencerelerinden bakıp yorgunluğumu çıkarmak için Tophane meydanına geliyor önce bir atkestanesi gölgesinde serinlemeye çalışıyoruz. Aslında zorunlu olmasam Tophanenin demir parmaklıklarından O güzelim Bursa’nın nasıl beton yığınına döndürülüp çirkinleştirildiğini göstermezdim, ama biraz dinlenince yarım yay şeklinde dolaşıp saat kulesinin arkasında Bey Konağı’nın küçük kalıntılarını gösteriyorum.
Üçüncü gün, Tophane’den Muradiye istikametinde yürürken Şahadet Camii’nin muhteşem yapısına bakıyoruz. Bu cami karşısında bey konağı aktifken içinde yaşayanlara hizmet olsun diye yapıldığını düşünüyoruz.
Buradan sonra artık belki iki kilometre sportif yürüyüş yaparak II Murat Külliyesi’nin bulunduğu yere geliyoruz. Külliyenin 1425-1426 yıllarında buraya şehrin genişlemesi düşünülerek yaptırıldığı bilinmektedir. Camii, hamam, medrese, imaret olarak yaptırılmış daha sonra bu yapılara 12 türbe eklenmiştir.
Külliyenin en büyük yapısı Muradiye Camisidir. Cami görülmeye değer özelliklere sahiptir. Caminin hemen yanında 16 hücreli medrese ile bugün lokanta olarak kullanılan imaret bulunur. Külliyenin hemen yanında Türbe topluluğunu görüyoruz. Külliyede II Murat’ın yanı sıra 4 şehzade, 4 sultan ve bir şehzade eşinin türbesi vardır. Sonraki yıllarda 8 şehzade, 7 şehzade oğlu, 5 şehzade kızı, 2 sultan eşi ve 1 sultan kızı da buraya defnedilmiştir. Fatih’in oğlu Cem Sultan ve Kanuni’nin oğlu Mustafa’nın türbesi de buradadır. Hazirede bulunan bütün türbeler farklı özellikler sahiptir. Biz burada sadece adlarını görüyoruz ama tarihteki rollerini de incelemek gerekir.
Merakımızı burada zor zapt ederek Tophane yükseltisinden yokuş aşağı iniyoruz. Kentin ana arteri üzerinde olan Çekirge semtine gelirken sol tarafta Süleyman Çelebi’nin mütevazı mezarını görüyoruz.
Süleyman Çelebi Yıldırım Bayezıt zamanında yaşamış, Ulu Camii imamlığı yapmıştır. Tek bir eser yazmıştır. Bu eser Türkçe kaleme alınmış Mevlut’tur.
Dante, ilk defa Toskana lehçesiyle dinsel bir şiir olan İlahi Komedya’yı yazmış, bunun üzerine kilise onu aforoz etmiş ama İtalya’da aydınlanmanın ateşi yakılmıştı. Mevlut de Dante’den yüz yıl sonra Osmanlı topraklarında yazılmış dinsel bir şiirdir Bu anlamda Süleyman Çelebi bizim tarihimizde önemlidir. Ama arkası gelmemiştir. Süleyman Çelebiyi böylelikle yâd ettikten sonra onun tam karşı komşusuna yöneliyoruz: Hacivat ve Karagöz!
Hacivat ve Karagöz, halk kültüründe popüler olan karakterlerdir ve Osmanlı döneminden beri oyunlarla seyirciyi güldürmektedirler. Bu karakterler, sadece eğlence amaçlı değil, aynı zamanda toplumun sorunlarını eleştiren ve sosyal değişimi yansıtan bir araç olarak da kullanılırlar.
Gezimizin son durağı, Çekirge yokuşunu çıktıktan sonra önümüze çıkan I. Murat Külliyesi olacak. Bu külliyede cami, türbe, medrese, imaret, çeşme ve hamam vardır. Cami Türk İslam mimarisinde özel bir yere sahiptir. Yapının alt katı cami, üst katı ise medrese olarak düzenlenmiştir. Camideki iki katlı revak uygulaması hiçbir camide yoktur. Türbeyi oğlu Yıldırım Bayezıt inşa ettirmiştir. İmaret caminin batısındadır. Doğusunda ise Cık Cık (Gir Çık) hamamı vardır. Bekâr hamamı niteliğinde olup genç medrese öğrencilerinin ihtiyacı karşılamak üzere yapılmıştır. Zamanında Gir Çık olan adı daha sonra Cık Cık olarak kullanılmaya başlanılmıştır.
Misafirimizle gezimiz burada bitmiş gibi, ama o gezdiğimiz yerlerin sadece adres bilgisini aldığının farkında. Bu gezilen ve gezilemeyen tarihi yerlerin daha derinden öğrenilmesi gerektiğine inanarak Bursa’dan ayrılacağını biliyor.



