Quantcast
Türklerin ilk anavatanına ait kaynaklar geçerliliğini yitirdi – Belgesel Tarih

Türklerin ilk anavatanına ait kaynaklar geçerliliğini yitirdi

Türklerin ilk anavatanına ait kaynaklar geçerliliğini yitirdi

Loading

Türk Kültürü Bağlamında Hint Avrupa Teorisine Eleştirel Bir Bakış [I] ismiyle başlattığımız yazı dizisinin ikinci bölümünde Hint Avrupa teorisi, maddi kültür, genetik, arkeoloji, etnografya, antropoloji ve folklor yönlerinden incelenerek, mukayese edilerek yeni bir pencere açılmaya/önerilmeye çalışılacak bu anlamda ulusal ve uluslararası düzeyde uzmanların görüşlerine yer vermeye devam edeceğiz.

19.yüzyılda Hint Avrupa Teorisi filolojik benzerliklerden hareketle bu toplulukların ilk atalarını ve yerleşim yerlerini bulmaya çalışmanın ötesine taşarak emperyalizmin kültürel keşif kolu gibi kullanılmaya başlandı. Kapitalizmin emperyalist aşamaya evrildiği sömürgecilik çağında hedef coğrafyaları tarih ve kültür bilincinden uzaklaştırarak, “tarihsiz halklar” diye ilan ederek sömürgeleştirmek için bilimsel bir kılıfa ihtiyaç vardı. Hindistan’ı işgalin “zaten akrabayız, İranlılar, Hintliler Avrupalılar’ın ortak atası aynıdır ve ilk anavatanı buralardır” tezi işgal ve şiddetin, vandalizmin bir ölçüde gerekçesi oldu. Hristiyan, beyaz insanın insanlığın en üst ve gelişmiş basamağı olduğu geri kalan milletlerin ve halkların geri ve ilkel olduğu, Hint Avrupalıların bu vesileyle dünyayı medenileştirme, güncel tabiriyle “demokrasi götürme” gibi bir misyona hak olarak sahip oldukları gibi bilimsel söylemlerle destekli bir safsatayı inşa etmişlerdir.

Hint Avrupalıların ilk anavatanı neresidir?, maddi kültürü ve arkeolojisi nedir? Hala muallaktadır. Sadece filolojiden hareketle ortak bir üst kimlik kurulamayacağı artık bilimsel bilgiden öte malumattır.

Bu bilmecenin çözülmesinde kuşkusuz Karadeniz’in her iki yakasının da özellikle Deşt-i Kıpçak coğrafyasının Karadeniz sahillerinden Kafkasya’ya kadar olandaki alandaki Kurgan kültürünün bütünlüklü bir incelemesi İndo –germenler, PHA (ProtoHin Avrupalılar) ve Proto Türkler arasındaki etkileşimi ortaya koyması açısından önemlidir. Bir bütün olarak Avrasya kalpgâhında 7500 km boyunca Afganistan’dan Doğu Avrupa’ya Anadolu’ya kadar bir kuşak gibi uzanan Kurgan kültürünün arkeolojik, arkeogenetik, tarih, antropoloji, halk bilimi ve filoloji olarak incelenmesi gereklidir. Atatürk’ün kurduğu TTK ve TDK’nın, yüzyılın başındaki ilmî Türkçülük ufku buydu sonradan bilim felsefesi olmayan ilim işçileri tarafından Atatürk Atatürk denilerek ıhlamur içilip yarenlik edilen arada eski yazı, arşiv kaydı okunup fiil çekilen bir istirahatgaha dönüştürüldüler. Sonra da Amerikancı darbeyle berhava edilip akademik özgürlüğü olmayan garip, işlevsiz bir hale dönüştürüldüler. Keşke Académie française , Royal Academy’ler gibi olabilselerdi. Bir devlet politikasıyla Atatürk’ün İş Bankasından tahsis ettiği büyük kaynak bu işlere tahsis edilip ciddi feylesofisiolan uluslararası projelere tahsis edilseydi, uluslararası kültürel prestijimiz çok daha başka yerlerde olurdu kuşkusuz.

Türkiye akademiyasında halen Türk Eskiçağını, Türk Arkeolojisini araştıracak akademik bir disiplin olmaması en büyük trajedidir. Kısa süreli Karadeniz Araştırmaları Enstitüsü Müdürlüğümüz sırasında böylesi bir lisansüstü programın açılmasına teşebbüs ettik resmi yazımız YÖK dehlizlerinde kalakaldı, ne evet ne hayır dendi kalakaldı. Hermitaj müzesinde bırakın Türk Arkeolojisini Selçuklu arkeolojisi yapan uzamanlar var, söylerseniz size kamayla saldırır cühela. Oysaki hasbelkader bu bilim insanlarıyla görüşme, tanışma fırsatı buldum. Sovestkaya Arkeologiya’da 150 yıldır Türk Arkeolojisine ait bilimsel yayınlar yapılır oysa. Rahmetli Caferoğlu ve Türkistan, idil Ural’dan göçen müteveffa hocalarımızın eski dergilerde bu konularda tercüme makaleleri mevcuttur.

 

Adı Türkiye Cumhuriyeti olan bu yerde (az sayıdaki hayırsever dışında) Türk’ün milli kültüre, kültüre sınıfsal olarak sahip çıkan bir burjuvazisi, siyasi kadrosu yoktur. Ciddi bir kurumu, müessesesi yoktur, milli kültür denildiğinde bütün kurumsal yapılar ayırımsız dümen ve numara peşindedir.

Böyle bir yerde kültür ve tarih bilinci olabilir mi? Tarih ve kültür sadece politik tiradlarda kompozisyon ve dolgu cümlesi olarak yer alır. ”kama, mhemayıl, çıkık elmacık kemikleri anlatısı, gönül coğrafyaları bir de noktasında medeniyet tasavvurları ve medeniyet inşaatları var “ nazar, göz değmesin. “Rabbim” muvaffak etsin. Hayırlara vesile olsun. Amin diyen dilleri nar-ı cehennemden azad eylesin. ! Amin.

Hanum hey! diyerek dönelim esas meselemize.

DİLBİLİM AÇISINDAN YENİ YORUM

Hint Avrupa teorisine karşı bizatihi Avrupa’da yapılan çok ciddi itirazlar var. Adı bile Türkçe olan Kurgan kültürüne Hint Avrupalılar adına sahip çıkan Gimbutas, Mallorry gibi bilim insanlarını tezlerine karşı mesela İtalyan asıllı görkemli âlim filolog Emeritus Profesör Mario Alinei’ye kulak virelüm:

“Doğu Avrupa bozkırlarında, bariz ve çok bilinen Neolitik-Kalkolitik sınır, Ukrayna’daki Bug-Dinyester, Tripolye AI, Tripolye AII, Gordsk-Usatovo, Bağlı Araç (CordedWare) ve Yuvarlak Amfora (Globular Amphora) tarım kültürlerini Pontik bozkırlardaki pastoral, ata binen ve at yetiştiren Sursk-Dinyeper, Dinyeper-Donestk, Seredny Stog/ Chvalynsk, Yamna (kurgan!)veCatacombs (yeraltı mezarı) kültürlerinden ayırır. İşte bu sınır, MarijaGimbutas’ı Eski Avrupa’nın Hint-Avrupalı olmayan barışçıl ve otokton (yerinde ortaya çıkmış) toplumlarının dışarıdan gelen savaşçı Hint-Avrupalı kavimler tarafından bastırıldığını ve iki yapı arasında çok şiddetli bir çatışma meydana geldiğini tahayyül etmeye itmiştir. PSP’nin ışığında ve elimizdeki dilbilim delillerine dayanarak, Gimbutas’ın teorisinin yerine diyebiliriz ki, bu sınır aslında evvelce ayrılıp gelişmeye başlamış Batı’daki Doğu Slav çiftçi topluluklarıyla Doğu’daki savaşçı, pastoral-göçebe Türk kavimleri arasında evvelden oluşmuş bir dil ailesi sınırına tekabül eder. Zaten bu Türk kavimler, diğer birçok şeyin yanı sıra, ata binme ve at yetiştirmeyi öğreten topluluklardır.

Dilbilim açısından, bu yeni yorum iki olguyu açıklamakta avantajlıdır:

A) Slav ve Ugur dillerinde ve Samoyed dillerinin her iki kolunda özellikle at terminolojisinde Türkler’den alınmış kelimelerin sayısı ve antikitesi

B) Daha genel olarak, bölgeye özellikle kurgan kültürü tarafından getirilmiş olabilecek Türk pastoral-tarım terimlerinin Macarca dahil olmak üzere, Güneydoğu Avrupa dillerindeki sayısı

Burada dikkat etmemiz gereken gerçek şudur: Hint-Avrupa (Slav) ve Türk dil aileleri arasındaki sınır, tarihin seyri boyunca geride pek çok Türk azınlık, yer ismi ve diğer dil kalıntıları bırakarak doğuya doğru itilmiştir.”

MarioAlinei’nin Kurgan Kültürüyle ilgili tespitlerine devam edelim;

“Kurgan halkları, Karadeniz’in kuzeyindeki tüm bölgeye, kuzey Avrupa’ya ve muhtemelen doğuda Ural Dağları’nın doğal bariyerine kadar yayılmışlardı. En eski göçebe koyun yetiştiricileri olan Kurgan mezar kültürlerinin taşıyıcıları, M.Ö.  yerli halkla yakın bir temasa geçtiler, bu da Türkizmlerin kitlesini Finno-Ugrialıların dilinde açıklar ve bunun tersi de geçerlidir. Itil-Yayık merkezinden batıya yayılmış ve Geç Tripolie kültürlerinin kabileleriyle karışmış olan eski Kurganlılar (Tripoli, MÖ 4.600-3.500 tarihlidir). Bu, Türkizmlerin ve Türk kültürünün unsurlarının Kuzey Pontik bozkırlarındaki yerli kabilelere nüfuzunu açıklıyor.

Güneybatıya giden bu eski göçebeler, eski Kuzey Kafkasya kabileleriyle yakın temasa geçti. Oradan geleceğin Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan ve Yakın Doğu Asya topraklarına girdiler ve burada en eski yerleşik çiftçi kabileleriyle temas kurdular. Bazıları da tarımla uğraşmaya başladı ve toprağa yerleşti. Göçebe hayvancılığın yanı sıra, yerel çobanlık da o dönemde ortaya çıktı.

Doğuya göç eden Kurgan halkı, sarı ırkın kabileleriyle karıştı, birçoğu yavaş yavaş Mongoloid özelliklerini kazandı. Orada, Sayano-Altay dağlarının, Orta Asya ve Kazakistan’ın bozkırlarında Türk halklarının ana bileşenlerinden biri haline geldiler: Kazaklar, Kırgızlar, Hakaslar, Altaylar, Tuvenler, Uygurlar, Yakutlar, Özbekler, Türkmenler vb. Türkmenistan’ın güneyi ve Aral bozkırları, en eski göçebeler Kuzey İran ve Afganistan’a girdiler ve burada en eski tarım kabileleriyle de tanışmışlardı.

[Türk tarih yazımında öteden beri Avrupalı araştırmacılardan nakille tekrarlanan Türklüğün ilk anavatanı “Sayan Altay”, Tanrı dağları olduğu bu doğuya gidişle alakalı olmalıdır. (K.Üçüncü’nün notu)

İtil-Yayık Kurgan PitGrave kültürünün komşu kabilelerin kültürleri üzerindeki etkisinin izleri MPGrjaznov, OAKrivtsovo-Grakova, SVKiselyov, N.Ya.Merpert, AX Halikov, NLChlenova, KAAkishev, Artemenko ve diğerlerinin eserlerinde gösterilmiştir. Bu nedenle, NLChlenova’nın görüşüne göre, ilk ana toprakları Itil-Ural bölgesi olan arkeolojik kültürlerin aktif bağlantıları, binlerce yıl boyunca büyük bir bölgede aktifti. Aşırı geniş gölgeli üçgenlere sahip seramiklerin Baykal, Kazakistan, Özbekistan, Tacikistan, Türkmenistan, Kuzey Afganistan, Ukrayna ve Tuna Bulgaristan’da bulunduğunu yazıyor. Bu kültür, Yenisey nehrinden Bulgaristan’a 7500 kilometreden fazla uzanır. NL Chlenova’nın sonuçları, Baraba bozkırlarında (Batı Sibirya) yapılan araştırmanın sonuçlarına dayanarak Molodin tarafından onaylandı. Dediği gibi Barabalıların cenaze töreni Kurgan Mezar törenine tamamen denk geliyor. Yazar, Itil-Yayık’ınPit-Grave kültürü ile Baraba kültürünün benzersiz bir devamlılığını gözler önüne seriyor. Onun inancına göre, Neolitik Çağ’ın sonunda Kurgan-Mezar kültürlerinin taşıyıcıları kuzey ve kuzeybatıdan Baraba’ya geldiler. Türk halklarının tarihi, etnografik ve etno-kültürel özelliklerinin geriye dönük incelenmesi, Baraba bozkırlarındaki (Batı Sibirya) araştırma sonuçlarına dayanarak söylediği gibi Barabalıların cenaze töreni, Kurgan Mezar töreni ile tamamen örtüşüyor. Yazar, Itil-Yayık’ınPit-Grave kültürü ile Baraba kültürünün benzersiz bir devamlılığını ortaya koyuyor. Onun inancına göre, Neolitik Çağ’ın sonunda Kurgan-Mezar kültürlerinin taşıyıcıları kuzey ve kuzeybatıdan Baraba’ya geldiler.

Kurgan merasimi,

Kereste gömüleri, oluklar,

Mezarın dibine ot, kamış, keçe,

Kurbanlık atlarla birlikte merhumun eşlik etmesi, Koyun

ve at eti yemlerinde kullanım,

Hareketli koyun yetiştiriciliği yaşam karakteri,

Keçede ikamet etmek yurtlar

– Bu elementlerin genetik olarak Pit Grave kültürüne, Andronovo, TimberGrave ve İskit kabilelerine geri döndüğü sonucuna varılır. Farklı bir şekilde ifade edersek, Çukur Mezarı’nı veya Kurgan kültürünü Avrupa-Asya bozkırlarının en eski Türk kabilelerinin etno-kültürel özelliklerinin oluşumunun temeli olarak düşünmek için tüm nedenler vardır.

ERKEN KURGAN DÖNEMİ

Itil-Yayık’ın en eski göçebe kabileleri Kafkasyalılardı, ancak aralarında, önemsiz Lapanoid, aynı zamanda Mongoloid olarak kabul edilen özelliklere sahip türler de vardı.

Kurgan tepe kalelerindeki çöplüklerde hayvancılıkla uğraştılar ve köylerde çok sayıda at, çok sayıda sığır ve birkaç domuz, koyun ve keçi kemikleri bulundu. Birkaç vahşi av kemiği (geyik gibi) bulundu, bu yüzden Kurganlılar bir av kültürü değildi.

Kurgan bölgelerinde hem vahşi at kemikleri hem de evcilleştirilmiş atların kemikleri bulundu, modern kemik analizi uzmanları görünüşe göre iki tür arasındaki farkı söyleyebilirler. Dahası, modern yöntemler koşumlanmış bir at ile sürü atı arasında ayrım yapılmasına izin verir. Her binicilik atı için binlerce sürü atı olmasına rağmen, sahibiyle gömülü dizginlenmiş at bulma şansı vardır.

Kurgan halkı tipik olarak düz bozkır çayırlarında, ormanlık alanların ve su yollarının yakınında yaşıyordu. Karma meşe, huş ağacı, köknar, kayın, mürver, karaağaç, dişbudak, titrek kavak, elma, kiraz ve söğüt ormanları vardı. Yaban öküzü, geyik, yaban domuzu, yaban atları, kurtlar, tilki, kunduz, sincap, porsuk, tavşan ve karaca vardı. Süsleri geyik boynuzlarından, sığır ve koyun kemiklerinden ve yaban domuzu dişlerinden yapılmıştır, yerleşim yerlerinde bulunan en yaygın aletlerden biri geyik boynuzundan yapılmış bir çekiç çapadır. Kemik bızlar, keskiler ve cilalayıcılar ve deri titremelerde taşınan çakmaktaşı uçlu okların olduğu tahta yayları vardı. İskit tarzı. Balık tuttular: Köylerinde kemik zıpkınlar, iğneler, oltalar ve ayrıca balık kılçığı vardı. Yünleri ve ketenleri vardı.

Kurgan halkı çok fazla tahıl yetiştirmediler (yani, yoğun bir şekilde çiftçilik yapmıyorlardı) – köylerinde sadece birkaç orak bulundu, ancak arkeologlar öğütme taşları, havaneli ve eyer sapları buldular, ayrıca darı tanesi ve kavun tohumları buldular. . Bir saban demiri olabilecek bir nesne keşfedildi. Bir Kurgan höyüğünün altında, höyüğün kendisi tarafından korunan bir toprak parçası, hatasız saban oluklarını gösteriyordu.

Kurgan halkı, masif ahşaptan büyük, telsiz tekerleklere sahip iki ve dört tekerlekli vagonlar kullandılar. Bunların örnekleri kil resimlerle birlikte bulundu: kraliyet ile gömülü oyuncak vagonlar (belki?). Ayrıca çiftler halinde boyundurukta öküzlerin bakır figürinleri de bulundu, bu yüzden öküzler muhtemelen bu teker tekerli arabaları- yaklaşık aynı oranlarda olan bu teker tekerli arabaları, etrafında alçak kenarlı bir çocuk oyuncak arabası gibi teker teker çekmiştir.

Metal nesneler.

Erken Kurgan dönemi: bakırbızlar artı pırazvanalı, yaprak biçimli bakır bıçaklar veya küçük hançerler.

Geç Kurgan dönemi: hançerler, düz şaft delikli baltalar. Kuzeybatı Kafkasya dağ bölgesinin Kurgan halkı (çok eski bir metalurji merkezi) M.Ö. 3500 yıllarında ve daha sonra altın ve gümüş vazolar, boncuklar ve halkalar, ayrıca boğa, keçi ve aslan figürinleri, ayrıca bakır baltalar, adzeler, hançerler ve bıçaklar. Bronz nesneler bulunamadı, bu da ya alaşımlama bilgisi olmadığı ya da kalaya erişimleri olmadığı anlamına geliyor. Sonuncusu olası değildir, kalay daha sonraki günlerde Persler ve Yunanlılar için mevcuttu, ancak eski kalay madenlerinin yerleri bilinmemektedir. Kurganlılar altınlarını Kafkas dağlarındaki nehirlerden temizlerlerdi: altın, bakır ve gümüş saf halleriyle kullanıma hazır halde bulunabilir.

Kurgan sitelerine komşu yerleşim yerleri iki tipte geldi. İlki, genellikle bir nehir terasında bulunan basit bir köydür, ince ahşap direklerle desteklenen eğimli çatılı on ila yirmi küçük, dikdörtgen, yarı yeraltı ev olacaktır. Genellikle ev başına bir ocak olan, ancak ya içeride ya da hemen dışarıda bulunan taş duvarlı ocaklar olacaktır. Çok büyük bir köyde iki yüze kadar ev olabilir.

İkinci tür, dik bir nehir kıyısında, erişimi zor bir yerde, genellikle iki nehrin birleştiği yerde bir burun olan bir tepe-kale. Not: Her iki yerleşim türü de savunulabilir olma avantajına sahipti, bu nedenle Kurgan halkının komşuları, komşuları tarafından basılmaya ve muhtemelen onlara hemen saldırmaya katlanmak zorunda kaldılar. Yani savaşı çok iyi biliyorlardı. Yarı yeraltı evleri, Slavların yer altı evleri gibi ses çıkarıyor, modern çağlara kadar varlığını sürdüren Ermeniler ve Gobi çöl halkları, Ermeniler kışlarının soğuğu, Gobi halkı ise yazlarının yoğun sıcağından dolayı yeraltında yaşadılar. Ayrıca, 1900’lerin sonlarına doğru Rus bozkırlarında Kazaklar yarı yeraltı evlerinde yaşıyordu. Kış aylarının korkunç fırtınalarından ve kar fırtınalarından kaçmak için yaptılar, tüm hayvanlarını ve yakıtlarını yanlarında yeraltına götürdüler.

Mezarlar: Kurgan halkı altın, gümüş ve değerli taşlar içeren zengin hazine mezarlar bıraktı. Bu önemli mezarlar ayrı mezarlıklarda bırakılır ve cesetler ahşap veya taş evlerde işlenir. Bir erkeğin bedeni altın süslemelerin dikildiği bir elbise giymişti: 68 aslan resmi, 19 boğa ve 38 yüzük. (N.Pontic’teKurganlıların yerini alan İskitler de boncuklar gibi küçük altın plakalarla süslenmiş, ancak düz ve minik resimlerle damgalanmış giysiler giyerlerdi.) Hayvan dişi kolyeler yaygındı. Güneş görüntüleri de yaygındı. Eşmerkezli daire motifleriyle süslenmiş devasa boynuzlu geyik figürleri de bulundu, bunlar muhtemelen doğaüstü boynuzlu geyiklerin kaya oymalarıyla bağlantılıydı. Ayrıca taştan oyulmuş, çubuklara monte edilmiş ve asa olarak kullanılan at başları da bulundu.

Kurgan evlerinde ve mezar evlerinde mangallar bulundu: bunlar yanmış odun kömürü ve ayrıca inek gübresi. Mezarlarda küller ve odun kömürü bulundu: Mezar evlerinin içindeki mangallarda ateş yakılmıştı. Kömür özel bir sözü hak ediyor, çünkü yakıt olarak gübre ücretsiz ve toplanması kolayken (ve pastoral halklar dediği gibi inek pisliği, atlardan veya koyunlardan daha iyi yanar) odun kömürünün özel olarak hazırlanması gerekir, ancak gübre buruk bir dumanla yanar. ve gübre yangınları ile ısıtılan evlerde yaşayan insanlar genellikle göz problemleri geliştirirken, çok az dumanla veya hiç duman olmadan kömür yanıkları ve kömür ateşinden hoşlananlar daha mutlu ve sağlıklıdır.

Mezarlarda kırmızı aşı boyası bulunmuştur… Ancak daha sonra kırmızı aşı boyası mezarlar güney Filistin’den İngiltere kıyılarına gider.

Ayrıca metal kazanlar da bulundu… Ev eşyalarının ölü şefle birlikte gömüldüğü İskit mezarlarında olduğu gibi… Fakir insanların mezarları genellikle sadece seramik bir kap, çakmaktaşı gibi bir alet içeriyordu.

Bazı mezarlarda ayrıca koyun kuyruklarından alınan kemikler de bulundu, mantık, Asya yağlı kuyruklu koyunların kuyruklarının ölülerle birlikte gömülmesidir. Yağlı kuyruklu koyunların kendisi, tarih başlamadan önce Orta Asya’da yetiştirildi. Herodot onlardan bahseder ve genellikle Kuzey Afrika’nın Bedevilerinden Sibirya’ya kadar göçebeler tarafından tutulurlar. Avrupa cinslerinden farklı olarak, bu koyunlar develerin tümsekleri gibi devasa kuyruklar (Türkçe ‘kurdük’) çıkarır, yağ ve ilik benzeri maddeler tıpkı develerin hörgüçlerinde olduğu gibi kuyruklarında depolanır ve koyunların kendileri daha yeteneklidir. Türk, İran ve Arap kadınlarının mutfaklarında yemeklik yağ sağlamak için kuyruklar kesilir ve saklanırdı. Ve bugün hala öyleler.

Ve Kurgan atlarının koşum takımları kemik ve deriden yapıldığından, fakir Kurganların mezarlarında sadece çakmaktaşı aletler bulunduğundan ve işlenmiş tek metal insanların giysilerine dikildiğinden, bu insanların hala Taş Devri’nin pençesinde olduğu sonucuna varılabilir. .

Cenaze evleri, ahşap veya taş levhalardan yapılmış gerçek evleri taklit ediyordu. Kocalar sık ​​sık eşleriyle birlikte gömülürdü, bazen bir yetişkin bir veya daha fazla çocukla birlikte gömülürdü. Mezarların yakınındaki çukurlarda karışık hayvan kemikleri bulundu, Karadeniz’in kuzeyindeki Kurgan mezarlarında genellikle yılan iskeletleri, bazen on taneye kadar varan iskeletler vardı. (Not: Edith Durham High Albania adlı kitabında, yeryüzündeki en uzak yerlerden biri olan Arnavut dağlarındaki birçok eski mezarın sıklıkla Hıristiyanlık öncesi sembollerle işaretlendiğinden, güneşler ve hilal aylarının Hıristiyan haçlarıyla birleştiğinden bahseder. Arnavutların ona cesareti ve savaşı temsil ettiğini söylediği yılan imgesi, yani yılan bir kahramanın işaretiydi!) Bazen, bitişik sunu çukurlarında hayvan kemiklerinin arasında insan kemikleri bulunurdu.

Türklerin ilk anavatanına ait kaynaklar geçerliliğini yitirdi

Prof. Dr. Kemal Üçüncü yazdı: Türk tarihine ait ilk yazılı kaynakların Çin kaynakları olduğu, Türklerin ilk anavatanının Altay olduğu görüşleri maddi kanıtlarla geçerliliğini ve açıklayıcılığını yitirmiştir…

Bu mezar evleri toprak veya taş höyüklerle kaplanmış ve daha sonra taş stellerle örtülmüştür. Her stela, bir elinde topuz veya balta tutan kaba bir insan şekliyle oyulmuştur, bir figür bir yay tutar. Erkeklerin mezarlarında boynuz, bakır, taş veya yarı değerli taştan yapılmış süs baltaları bulundu. Bu eksenlerin bazıları nefrit, serpantin, diyorit, kehribar veya açık bir şekilde kullanıma yönelik olmayan diğer malzemelerden yapılmıştır. Kehribar Baltık bölgesinden geldi ve mezarlarda sedef ve fayans boncuklar da bulunduğundan, bu kesinlikle bölgeler arasında gelişen bir ticarete işaret ediyor.

Koyun boğum kemikleri, Avrupa’daki birçok mezarda (özellikle çocuk mezarlarında) bulundu. Knucklebones bir oyun cihazıdır. Koyun eklem kemikleriyle nasıl oynarsınız? Özbek göçebeleri buna Aşık oyunu (aşikten sonra, koyunların ayak bileği kemikleri anlamına gelir) diyorlar ve dört ayak bileği kemiğiyle k oynadılar.”

Ukraynalı bilim adamı Valentyn Stetsyuk’un bilimsel kanıtları Kurgan Kültür sahasındaki Sredney Stog kültürüyle ilgili tespitleri çok çarpıcıdır;

Son zamanlarda kimi bilim adamları (örn. Osman Karatay, 2003) Eski Türklerin türeneğinin İç Asya olması fikrine şüpheyle yaklaşırken, MarioAlinei (2003) gibi başkaları da bu türeneğin Doğu Avrupa’da olabileceği ihtimalini dile getirmektedir. Hakikaten, Eski Türkleri MÖ IV. ve III. binyıllarda Pontus bozkırlarında hüküm sürmüş SeredniyStoh ve Yamnaya kültürlerinin yaratıcıları olarak görmek için sebepler vardır. Bu durumda Türkler Eski Hint-Avrupalıları Karadeniz bozkırlarından ve orman-bozkır kuşağından çıkmak zorunda bırakmış ve burada MÖ V. binyıl sonlarında kendilerine özgü Dinyeper-Donetz kültürünü yaratmışlardır.

TÜRK KABİLELERİNİN YERLEŞMİŞ OLDUKLARINI BİLMEKTEYİZ

SS (SeredniyStoh) kültürüne dair bir makalenin yazarı olan D. Telegin, bu kültürün köklerinin oldukça belirsiz olduğunu söylemiş, fakat Hint Avrupalılar tarafından yaratılmış olduğunu düşünmüştür. Bu görüş bugüne kadar akademisyenler arasında hâkim olagelmiştir. Fakat biz bahsi geçen sahaya o dönemde Türk kabilelerinin yerleşmiş olduklarını bilmekteyiz.

Pit kültürünün seviyesi, mezarlarda metalden yapılma sanat eserlerinin çok nadir olmasına karşın, SS kültürü kadar yüksektir. Besbelli, eski madeni araç gereçler eritilerek yenilerini elde etmede kullanılmıştır. Pit halkının metalurji faaliyeti, alaşımlı karışımı olmayan, Güney Ural ve Kafkaslardan çıkarılan bakırın kullanımına dayalıydı. Pit halkı kendi topraklarının doğusunda, koyun yetiştiriciliğinin iktisadi yapılarında egemen olduğu büyükbaş hayvancılıkla uğraşan kabilelerle temasa girdiler. Doğu Avrupa’nın Neolitik kabileleri arasında koyun yetiştiriciliğinin yaygınlaşması, doğal çevrenin koyun evcilleştirilmesi için uygun olduğu Hazar denizi havzasının güney ve doğu kesimleri kaynaklı kültürel ve iktisadi etkilerle bağlantılıdır. Beslenilen koyunlara gösterilen itina semeresini daha fazla yavru olarak vermiş ve susuz bozkırlarda uzun mesafeli yolculukları katlanılır hale getirmiştir. Türk kabileleri arasında koyun yetiştiriciliğinin gelişmesi Avrasya bozkırlarına hükmetmede karar verici bir rol oynamış Eski Pit kültürünün oluşumunu sağlayan etmenlerden biriydi.8 Böylece bozkırların nüfusu artan hızla çoğaldı.

Bundan başka, Pit halkının büyük bir kısmı Don’u geçip Volga havzasına, Kuzey Kafkasya’ya ve öteye, Kazakistan bozkırlarına yayıldılar. Bunlar Oka ve Volga havzasındaki Fatianova ve Balanova kültürlerinin yaratıcıları olabilirler. Bu kültürler savaş baltası şeritli seramik kültürlerinin bir başka şekli olarak kabul edilir. Balanova kültürü M.Ö. II. binyıl boyunca kabaca günümüz Tataristan topraklarında var olmuş, yerli halkın iktisadi ve kültürel gelişimine ekseriyetle tesirde bulunmuştur. Muhtemelen Balanova kültürünün yaratıcıları şimdiki Kazan Tatarlarının atalarıydılar. Kazakistan içlerine yayılan Eski Türk Pit kabileleri bu alan içinde Andronova kültürünü yarattılar. Burada İç Asyalı halklarla karışıp kaynaştılar. “Güney Sibiryalı halk grubu İç Asyalı Mongoloid gruplarla Paleo-Avrupalı türün temsilcilerinin (özellikle Bronz çağında Güney Sibirya’da ve Kazakistan’da yayılmış Andronova kültürü nüfusunun) karışımının ürünüydüler”. Bir diğer çalışma Moğolistan topraklarında tâ M.Ö III. binyıl sonlarından beri iki büyük bağımsız kabile birliğinin var olduğunu ortaya koymuştur. Bu birliklerden biri, doğu kesimini oluşturanlar, Mongoloid nüfusla ilişkiliydi. Ötekisi, yani batı kısmını temsil edenler ise Avrupai kökene sahipti. Tüm Türk dili konuşan halkların muhtemelen yeni antropolojik grupları kendi bünyelerine çekerek fiziki manada değişime uğramasına karşın, Türk sahasının batı kesimini oluşturan topluluklar Mongoloid unsurlarla melezleşmeden uzak kaldılar. Bu Türkler yalnızca Orta Asya, Anadolu ve Doğu Avrupa’daki öteki Avrupai tiplerle karıştılar.

Görüldüğü üzere Türk tarihine ait ilk yazılı kaynakların Çin kaynakları olduğu, Türklerin ilk anavatanının sayan Altay olduğu görüşleri bizatihi Batılı ve Rus, Ukrain bilim insanlarının ortaya koydukları maddi kanıtlarla geçerliliğini ve açıklayıcılığını yitirmiştir. Türklerin, Hint Avrupalıları yakından etkileyen onlara eş bir tarihsel mirasları varmış.

Bunu bırakıp Altay, Sayan Dağlarına Doğu’ya bakın demenin altındaki “hinliği” anlamaya ve açıklamaya çalışacağız.

Konuya (…) Türk dil ailesi, urmu teorisi gibi bilimsel görüşler ışığında devam edeceğiz. En son aşamada göçer evli, yerleşik medeniyetler arasındaki kıyaslamalarla teklifleri dile getireceğiz.

 

  • Prof. Dr. Kemal Üçüncü / Odatv.com
  • Yazarın kendi vurgusu.
  • Mario Alinei, http://www.continuitas.org/intro.html
  • Valentyn Stetsyuk,“Seredniy Stoh ve Yamnaya Kültürleri”, (çev. Fatih Şengün) https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/74035

YAZAR HAKKINDA

Haber Merkezi Haber Merkezi Belgeseltarih.com sitemizde konuk yazarlara da yer veriyoruz. Yayınlanmasını istediğiniz ve mümkün olduğunca akademik dille kaleme alınmş tarih konulu yazılarınızla ilgili olarak, iletişim sayfamızdaki form vasıtasıyla bizimle bağlantı kurabilirsiniz. E-Posta: [email protected]

FACEBOOK - YORUM YAZ

Sosyal Medyada Paylaşın:

BU MAKALELER İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR!

  • YENİ
Çanakkale Cephesi’nde siperde olmak!

Çanakkale Cephesi’nde siperde olmak!

Tayfun ÇAVUŞOĞLU, 6 Ekim 2024
Helen’de Kadının Adı Yok

Helen’de Kadının Adı Yok

Tahsin ŞİMŞEK, 12 Eylül 2024
Büyük Taarruz’un 102’nci Yılı

Büyük Taarruz’un 102’nci Yılı

Nevin BALTA, 24 Ağustos 2024
İzmir’in Kadim Semti: Darağacı

İzmir’in Kadim Semti: Darağacı

Hüseyin Yörükoğlu, 4 Ağustos 2024
Gel Profesör

Gel Profesör

Haber Merkezi, 30 Temmuz 2024
Adiğe Tarihinden Kesitler

Adiğe Tarihinden Kesitler

Haber Merkezi, 30 Temmuz 2024
Moğol Güreşçilerin Naadam Bayramı 

Moğol Güreşçilerin Naadam Bayramı 

Nurdan Çakır TEZGİN, 8 Temmuz 2024