Quantcast
Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Yrd. Doç. Dr. Mehmet YARDIMCI

Geleneksel Kültürümüzde ve Âşıkların Dilinde Kına

Malinowski”ye göre, bir toplumu öteki toplumlardan ayıran o toplumun kendine özgü kültürüdür.  Bir kültürü özgün kılan, o kültürü oluşturan öğelerin kültür bütünü içindeki  yerleri ve öteki öğelerle olan ilişkileridir.

Her kültür kendi içinde uyum sağlayıp bir bütünlük oluşturur.  Kültür birliğinden hareket eden Malinowski, kültürü toplumsal bütünleşmenin temeli olarak görür.

Her toplumu kaynaştıran, bir arada tutan, tasada ve kıvançta ortak eylemler sergileten çeşitli değerler bulunmaktadır.  Bu değerler içinde en önde gelenleriyse gelenek ve göreneklerdir.

Türk halkının gelenek ve görenekleri arasında  önemle korunanlardan biri kına yakma geleneğidir.

Kına, Arapça hına sözünün dilimize kına olarak geçmiş biçimidir.  Kına, iki çeneklilerden kına ağacı denilen bir bitkinin kurutulmuş  yapraklarının tozudur. En çok  Afrika, Mısır, İran ve Hindistan’da yetişir.  Yurdumuzda da İçel, Adana, Antalya yöresinde yetiştirilmektedir.

Kına yakma adetinin İbrahim Peygamber’in oğlu İsmail’i  kurban ederken bir kınalı koçun gelmesi, Allah tarafından İsmail’in yerine bu koçun  kurban edilmesinin istenmesi  nedeniyle  adak için kurban kesimi geleneği doğmuştur.

İbrahim Peygamber’in  oğlu İsmail’i kurban için süsleyip sürmelemesi gibi gelen koçun da süslenmiş, boyanmış olmasından dolayı  kurbanlıkların süslenmesi ve kırmızı boya sürülmesi gelenek haline gelmiştir.

Türk halk kültüründe kına üç şey için yakılır.  Bunlardan birisi

Kesilecek kurbana kına yakmaktır.  Allah yoluna kurban edildiği için.

İkincisi askere giden delikanlıya kına yakılır.  Bazı yörelerde başa bazı yörelerde de ele yakılır.

Bu uygulama gelenek ve göreneklerimizin yanında bir nevi  vatana kurban olduğunu ifade etme amacı güder.

Vatan hizmetinin başlangıcında  askere giderken yakılan kına, askerin görevine daha  candan sarılması gerektiğini,  yeri geldiğinde vatan için kurban olacağını  hatırlaması içindir.

Halk arasında Kınalı Ali söylencesi çok yaygındır. Söylenceye göre:

Oğlum Ali, yazmışsın ki  ‘Kafamdaki kınayla dalga geçtiler.  Kardeşime de yakma.’ Demişsin.
Kardeşine de yaktım. Komutanına ve arkadaşlarına söyle, senle dalga geçmesinler.
Bizde üç şeye kına yakılır:
Bir; gelinlik kıza: Gitsin ailesine, çocuklarına kurban olsun diye.
İki; Kurbanlık koça: Allah’a kurban olsun diye.
Üç; Askere giden yiğitlerimize: Vatana kurban olsun diye.
Gözlerinden öper, selam ederim. Allah’a emanet olun. Annen. 

biçimindedir.

Üçüncüsü de gelinlere kına yakılmasıdır. Geline kına yakılır, çünkü gelinin ailesi kızını gelenek ve göreneklerimize göre baba ocağından başka bir eve göndermekte,  kocasına ve yeni evine kurban etmektedir.

Kına aynı zamanda temizliğin, saflığın, iyi niyetin simgesi olduğundan  geline kına yakma coşku ile kutlanır.  Bu kutlama gününe  kına gecesi  denir.

Fotoğraf Kaynak: Dugun.com

Kına gecesi, gelinin ve güveyinin gerdeğe girmeden önce yapılan büyük eğlencenin ve şenliğin adıdır. Bu gecenin en çarpıcı uygulaması ağıtlarla birlikte yakılan kınadır. Kınanın bir tepsi içerisinde  üzerinde yanan mumlarla taşınması, buna gelinin kız arkadaşlarının eşlik etmesi gelenektendir.  Kına yakan kimsenin çoğunlukla başı bütün olarak tanımlanan evli, mutlu ve ilk çocuğu hayatta olan bir kimse olmasına özen gösterilir.  Gelinin avcuna kına yakılırken kayın valide gelinin avucuna  altın koyar.  Oyunlar, türküler, mâniler, deyişler kına gecelerinin  en önemli unsurlarıdır.

Kına yakılırken söylenen  mâniler, türküler, yakımlar  kız ile anasında  duygu çelişkilerini açığa çıkarmaktadır. Bir taraftan ağlanır, öte yandan eğlenilir.  Zaten kına türküleri gelin ve anneyi ağlatmak için  düzenlenmiş yakımlardır.  Kına yakma deyimi de ağıt yakma gibi   türkü  yakma  sözüne  dayalı olarak oluşmuş bir söz kalıbıdır.

Kına geceleri genellikle gelinin yaşıtları tarafından yürütülen neşeli ve çok sesli bir gecedir.  Türkiye’nin her tarafında birbirine yakın adlar verilen bu geceye kına gecesi, el kınası, gelini kınaya çekme, kına düğünü, kına basma, baş bağlama, gelin okşama vb. adlar verilse de genel adı kına gecesidir. Kına geline bakireliğin simgesi olduğu için, gelini güzelleştirdiği için, gelin olduğunun belli olması için, söz getirmeden gelin olduğu için  ve geleneğe bağlı olduğu için yakılır.

Kına gecesi, Anadolu’da  hanım hanıma yapılan eğlence olup  Sabaha kadar sürebilir.

Aslında kız evinde gelin kınası, oğlan evinde de güvey kınası yakılırken  günümüzde modern yaşamın getirdiği yeni olanaklar çerçevesinde kız ve oğlan evleri bir araya gelip ortaklaşa bir eğlence düzenleyerek kına gecesi geleneğini yerine getirmektedir. Geleneksel kültürümüzde ayrı yapılan etkinliklerdir.

Hemen her yörede uygulanan bu gece için yakılmış türkülere  kına türküsü denir.

Kına gecesi söylenen kına ağıtları tıpkı ölüm ağıtları gibi belli bir tören unsuru taşıyan ağıtlardır.  Kına ağıtlarının tamamı anonimdir.  Sadece kadınlar tarafından  gelin kıza kına yakılırken genellikle sazsız, çalgısız söylenir.

Bu türkülerin saz eşliğinde de icra edildiği bilinmekle beraber genellikle  gecede bulunanlarca sazsız   söylenir.

Kına ağıtları hiçbir zaman para karşılığı okunmaz. Eğlenceye katılan kadınlar ve kızlar tarafından okunur. Ölüm ağıtlarında olduğu gibi para karşılığı ağıt okuyan ağıtçı kadınlar olmaz. Bu ağıtlar için kesinlikle para verilmez.

Kına ağıtlarında her konu ele alınmakla birlikte ağırlıklı olarak işlenen konu ayrılık ve gurbettir.

Bu türkülerin ilginç örnekleri:

Geline bak geline
Kına yakmış eline
Gelin kurban olayım
Senin tatlı diline

Kırat gemini gever
Düğün halkı seni öğer
Kızım kınan kutlu olsun
Söyle dillerin tatlı olsun

Tarlaya soğan ekerler
Etrafına çit çekerler
Gelin olacak kızın
Eline kına yakarlar
Gelin kunan kutlu olsun

Atladı geçti eşiği
Sofrada kaldı kaşığı
Büyük evin yakışığı
Kızım kınan kutlu olsun

Çattılar çatma taşını
Vurdular düğün aşını
Gelin kınan kutlu olsun
Evinde dirliğin tatlı olsun

Yağmur yağar urgan urgan
Kız üstünde telli yorgan
Güzel yataklarda çalkan

Bindiğin atlar etlensin
Gittiğin yollar otlansın
Gelin kınan kutlu olsun
Dirliğin düzenin tatlı olsun

Kebapçıların şişi
Gelinin inci dişi
Kınanız mübarek ola
Hazırlayın bahşişi

Uykum geldi esnerim
Bülbülü kafeste beslerim
Kınanız mübarek ola
Bahşişimi isterim

Kınası karılır tasta
Oğlan evi pek havasta
Kız anası kara yasta

Gelin kınan kutlu olsun
Orda dirliğin tatlı olsun

Kaya dibi karıncalı
Yani çifte görümceli
Hem dayılı hem amcalı

Gelin kınan kutlu olsun
Orda dirliğin tatlı olsun

Atlayıp geçer eşiği
Sofrada kalır kaşığı
Gelin evlerin ışığı

Gelin kınan kutlu olsun
Orda dirliğin tatlı olsun

Bu ağıtlarda en çok işlenen tema kız anasının ve kızın duygularının yansıtılmasıdır. Kız anasının ağzından:

Dağlarda gilik kurusu
Dibinde keklik sürüsü
Bu da ölümün yarısı
Kızım kınan kutlu olsun
Evinde dirliğin tatlı olsun

biçiminde  söylerken kız gurbete gidiyorsa  ağıt yakan kadınlar kızın ağzından yaktığı ağıtlarla kızı sanki çevresiyle vedalaştırır.

Bunun ilginç örnekleri de:

                         Bindirdiler Arap ata
                        Döndürdüler yönüm öte
                        Savuşturdu komşu kızlar
                        Komşu köyden daha öte

                                   Anam kınan kutlu olsun
                                   Kalanlar mutlu olsun

                        Elimi yuduğum arklar
                        Belimi verdiğim dutlar
                        İşte koydum gidiyorum
                        Silip süpürdüğüm yurtlar
                                   Anam kınan kutlu olsun

biçimindedir.

Kına ağıtları sadece kına gecesine katılan kadınlar ya da  kızın yakın arkadaşları tarafından söylenmeyip âşıklar tarafından kızın eline kına yakma olayı çeşitli yönlerden işlenir. Kimi âşıklar kızın ağzından onun evden ayrılışını, gurbete gelin giden kızın sonunu sanki ölüme gidiyormuş gibi işlemişlerdir. Bunun ilginç örneklerinden birini âşık Kul Himmet Üstadım   vermiştir:

Atım eğerlendi kapıya geldi
Anam babam yana yana ağlasın
Körpe kuzularım anasız kaldı
Anam bana yana yana ağlasın

Anam duyup figanıma gelmedi
Deli gönül hasretini duymadı
Başımızın al valası solmadı
Anam babam yana yana ağlasın 

Babam tellerimi bergüzar etsin
Anam kokulasın yüzüne sürsün
Kavimlerim kısımlarım hep duysun
Anam bana yana yana ağlasın

Anam beni görür m’ola düşünde
Hasiretim kaldı kalem kaşında
Baykuş öter mezarımın taşında
Anam bana yana yana ağlasın

Göremedim kardaşımı anamı
Bacım duysa ateşime yana mı
Ellerimden soldurmadım kınamı
Anam bana yana yana ağlasın

Benli Mercan derler benim adıma
Anam yansın ateşime oduma
Gök Yalıncak derler pîr üstadıma
Anam bana yana yana ağlasın

Kul Himmet Üstadım  çektirmiş göçün
Ak gerdana dökmüş ol siyah saçın
Dünyadan ahrete göçtüğüm için
Anam bana yana yana ağlasın[1]

Kına sadece geline yakılmayıp damada da kına yakılmaktadır.  Anadolu’da evlenen erkeğe damat ya da güveyi denir.  Damada yakılan kınaya da güveyi kınası adı verilir.  Bu tören  güvey evinde yapılır ve törene sadece erkekler katılır.  Oğlana yakılacak kına genellikle kız evindeki törenden   gönderilir.

Kız evinde hazırlanan kınanın bir kısmı kıza yakılırken bir kısmı da bir tepsi üzerine konulup etrafı mumlarla süslenerek  yanına konan baklava, çörek, börek vb. yiyecekle birlikte  güveyi evine gönderilir.

Kına töreni için toplananlar  hocanın dua okumasından sonra yörelere göre değişen biçimlerde belli bir tören çerçevesinde ve eğlence ağırlıklı olarak kınayı yakarlar.  Kimi yerlerde kına güveyinin avuç içine, kimi yerlerde serçe parmağına,  kimi yerlerde sağ elinin tamamına kına yakılmaktadır.  Kına yakılırken güveyinin avucunun içine  arılık olsun diye arkadaşlarınca para koymak adettir.  Ayrıca güveyinin eline kırmızı bir mendil sıkıştırılır. Sabah ilk gelen arkadaşı bu mendili alır.

Geline olduğu gibi güveyiye de kına yakılırken kına türküleri okunur. Bunun ilginç örnekleri:

Güveyi baban şehre vardı mı
Halep kınası aldı mı
Yakın oğluma dedi mi
Güveyi güveyi kınan kutlu olsun
Yarin ağzı tatlı olsun

Tartıldın güveyi tartıldın
Terazi geldi tartıldın
Yalnız yatmaktan kurtuldun
Güveyi kınan kutlu olsun
Yarin ağzı tatlı olsun

biçiminde görülmektedir.

Kınanın tarihi gelişimi antik devirlere kadar inmektedir.  Eski Mısır’da, boya olarak kullanılmasının yanı sıra tıpta ilaç olarak kullanılması, mumyaların tırnaklarının kınalanması  kınanın  çok eski devirlerden beri çeşitli amaçlarla kullanıldığını göstermektedir.

Türk tıp tarihinde de kınanın çok eskiden beri kullanıldığı bilinmektedir. Eski Türkler kınayı veba hastalığına karşı kullanmışlardır. 16. yüzyılda halk arasında balgam söktürmek için kuru üzümle dövülen kına hap şekline getirilip yutulmuştur. Yine aynı dönemde baş ağrısına karşı rezene tohumu kına ile yoğrulmuş, yapılan lapa  ağrıyan yerlere sarılmış, nezle için de  karpuz suyu sirke ve kına ile karıştırılıp başa yakı biçiminde sarılmıştır.  Göz ağrısı için de az su ile kaynatılan kına başa sürülmüştür.[2]

Kına halk tedavilerinde bugün bile çeşitli amaçlar için kullanılmaktadır. Kınanın Papatya çiçeği ile kaynatılıp bir çay kaşığı şap, bir çay kaşığı karabiber konarak  oluşturulan karışım başa sürülüp, bir gün bekledikten sonra yıkanırsa   nezleye karşı iyi geldiği söylenir.  Bronşite karşı da  kınanın çekirdeği çıkartılmış kara üzümle  karıştırılıp dövülmesi ve hap şeklinde sabah akşam yutulmasının iyi geldiği bilinmektedir.

Yine kınanın halk arasında göz kuvvetlendirici ve yorgunluk giderici olarak da kullanıldığı bilinmektedir. Gözlerin kuvvetlenmesi için yaşlı kadınların sürekli başlarına kına yaktığı yaygın olarak bilinmektedir. Ekzema, mantar, yanık, kesik, çamaşırdan sonra parmak uçlarındaki açılmaların tedavisinde en etkili halk ilacının kına olduğu düşüncesi yaygındır.

Halk kültürümüzün bu önemli öğesi  günlük yaşamımıza o denli girmiştir ki atasözlerimizde:

Anan eline kına yaksın
Kınayı yoğurmayınca kadri bilinmez
Analı kuzu kınalı kuzu

biçiminde görülen kına, argoda  Geçmişi kınalı  sözü ile  öğme yoluyla bir çeşit söğme olarak kullanılır.

Yine argoda,  Bayramdan sonra kınayı ……… yak   biçiminde bir kullanımı da yaygındır.

Bilmecelerimizde de:

Kafanın altını yeşil kazdım al çıktı (kına)

                        Akşam baktım yeşil, sabah baktım kırmızı (kına)

                        Yeşil vurdum kırmızı çıktı (kına)

                        Sarı kavak yaprağı, Hz. Ali toprağı (kına)

                        Çıtır çıtır çınar yaprağı, içinde Azrail toprağı (kına)

                                   Dışı yeşil içi al

                                   Akıllılar arayalar bulalar

                                   Akılsızlar mat olalar kalalar (kına)

                        Tırnak kadar maya, on parmağı boya(kına)

                                   Akşamdan çamur

                                   Sabahtan kömür

                                   Kadınlar yakar

                                   Ağalar bakar (kına)

gibi söyleyişlerde yer almaktadır.

Mânilerimizde:

Geline bak geline,

Kına yakmış eline,

Bir şey deme geline,

Küser gider iline!

Türkülerimizde:

Gel gel yanıma keklik

Kadan canıma keklik,

Kınalı parmakların,

Batır kanıma keklik![3]

biçiminde yer alan kına, yalnız insanlara değil, sevilen hayvanlara da yakılır. Özellikle güzel görünümlü atların yelesine, kuyruğuna, koyunlara, kuzulara, kurbanlıklara yakılır.  Analı kuzu  kınalı kuzu, anasız kuzu kınasız kuzu  sözü bu gelenekten kaynaklanmaktadır. Saçları kızıl olanlara kınalı denir.

Türk kültüründe çeşitli özellikleri nedeniyle en çok şiirlere konu olan kekliğin güzel bir türünün adı kınalı kekliktir.  Buradan hareketle halk arasında güzellere de kınalı keklik denildiği bilinmektedir.       

Kınaçiçeği denilen bitkinin renginin kırmızı olmasından öte geleneksel kültürümüzdeki kına ile hiçbir ilgisi yoktur.

Kınakına adı verilen bitki de tıpkı kına çiçeği bitkisi gibi sadece ad benzerliğinden başka  kına ile herhangi bir ilişkisi bulunmamaktadır.

Halk arasında bu derece yaygın kullanımı olan kınanın âşıkların diline ve teline girmemesi  düşünülemez. Her konuyu ustaca işleyen âşıklar kınayı da şiirlerinde bütün yönleriyle dile  ve tele dökmüşlerdir.

Kimi zaman sevgilinin ak ellerinde olan kına, kimi zaman da akla gelebilecek bütün yönleriyle âşığın dizeleri arasında saygın yerini almıştır. Kınanın çeşitli nedenlerle kullanılışına âşıkların ustaca dizelerinde yer verişlerinin bazı örneklerini şu şekilde göstermek mümkündür.

Karacaoğlan bir dörtlüğünde:

Ak ellere al kınalar yakınır,

Ala göze siyah sürme çekinir,

Dostu olan dost yoluna bakınır,

Dosta giden yolda izim var benim.

derken,  bir başka bir dörtlüğünde:

Kınalı keklik gib’oynar sekersin,

Tor kuş gibi ağzın ağzın bakarsın,

Beni görünce de kaşın yıkarsın,

Gül kara zülfüne kurban olduğum.

deyip sevgilisini kınalı kekliğe benzetmiştir.

Başka dörtlüklerinde de:

Ilgıt ılgıt esen seher yelleri;

Esip esip yâre değmeli değil.

Ak elleri elvan elvan kınalı,

Karadır gözleri, sürmeli değil.

Karac’Oğlan eydür:Sen de ben gibi,

İkimiz de bir tepede gün gibi.

Yâr, eline kına yakmış kan gibi,

Boyasın yâreme sürmeyesiye.

Oturmuş pınara kız ile gelin,

Onlar birbirine arz eder halın.

Boğum boğum kınalanmış ak elin.

Gelin hiç söylemez, kız nazlı, güzel.[4]

            Üçü uzun boylu gözlerin süzer

            Üçü orta boylu zülüfün düzer

            Sanın ağca ceyran bir çölde gezer

            San kınalı keklik indi pınara

Ak eline al kınalar yakarsın

Mor beliği kulucuna dökersin

Kaş altında melil melil bakarsın

Azıcık da gönlün var gibi gibi

            Ilgıt ılgıt esen seher yelleri

            Esip esip yâre değmeli değil

            Ak elleri elvan elvan kınalı

            Karadır gözleri sürmeli değil

biçiminde kendine özgü deyişler içinde kına kavramını kullanmıştır.

Bir güzellemesinde:

Avşar içinde ben güzel gördüm,

Kozan arasında çeker göçünü

Kınalamış ayağını, başını

Sırma ile örmüş sümbül saçını

diye  Karacaoğlan edasıyla duygularını  dile getiren,   Hurşit ile Mahmihri hikayesinde de Mahmihri’nin Germiyan Beyinin oğluyla olan düğününü duyunca:

 Ne güzel yakılmış yârin kınası

Beş kese akçeye değer sinesi

Torulmuş, terlemiş kaymak memesi

Desem han öldürür demesem öldüm[5]

diyerek  Karacaoğlan tavrı ile  kına kavramını ustaca kullanan Dadaloğlu,  bir şiirinde yiğit bir eda ile:

Derviş paşa gayri kına yakınsın,

Böbür böbür dört bir  yana bakınsın,

Emme bizden gece gündüz sakınsın,

Öç alırız ilk fırsatı bulanda.

deyip Kına kavramını argo karşılığı ile kullanmıştur.

Kınayı argo karşılığı ile kullanan âşıklardan biri de:

Görüp duyduğunu söyler söyler ozanlar

Kına yaksın bu yuvayı bozanlar

Kapına kuruldu çifte kazanlar

Cemil’e ağlıyor Çukuran Köyü.

diyen Âşık Muhittin’dir.

Âşık Ömer, bir dörtlüğünde:

İndim gittim nazlı yârın iline

Bülbül konmaz bahçesine gülüne

Bayram gelsin kına yaksam eline

Kınası olmadık eller perişan[6]

derken, Gevheri bir şiirinde:

Gevheri der bu kuğunun kasdi ne

Kına vurmuş ellerinin üstüne

Kurban olam gözlerinin mestine

Ak kuğuda böyle gözler olur mu[7]

biçiminde seslenmiştir.

Usta âşıklardan Ercişli Emrah bir şiirinde:

Bir hoş suna bizim gölde salınır

Başı yeşil ayakları kırmızı

Kına yakmış ağ eline destine

Alma teki yanakları kırmızı[8]

diye sazına ses verirken,  Erzurumlu Emrah  bugün türkü olarak okunan bir şiirinde:

Sabahtan uğradım ben bir fidana

Dedim mahmur musun dedi ki yok yok

Ak elleri boğum boğum kınalı

Dedim bayram mıdır söyledi yok yok [9]

diye seslenmiştir.

Hep yiğitliğin, korkusuzluğun, cengaverliğin âşığı olarak anlatılan Köroğlu’nun yüreğinin  de kimi zaman  sevdalı bir âşık gibi  depreştiği görülür.  O da bir şiirinde:

Oturmuşlar hanım gibi

Kına yakmış kanım gibi

Yâr yitirmiş benim gibi

Dağlar hiç görmediniz mi[10]

diye kına kavramına yer vermiş,tir.

Dertli bir şiirinde:

Dertli sefil gezer gurbet ellerde

Beyhude Şöhreti gezer dillerde

Yarim gelir deyi gözü yollarda

Elleri kınalı gözü yaşlı yâr[11]

diye serzenişlerini tele dökmüştür.

Ruhsati bir şiirinde:

Gelsin demiş bu gün yine sultanım

Kara göz üstüne kaşı kemanım

Bugün yarın hanesine mihmanım

Kına yaksın ellerine aman ha[12]

biçiminde bir söyleyişle kınanın güzel günlerde yakıldığını vurgularken,  başka bir şiirinde de:

 

Her seherde yol uğrattım kapına

Niceleri beler idi topuna

Yanakların şevk verirdi yapına

Al kınalı yarim idin bir zaman [13]

diyerek pek çok  âşık gibi  kınayı özgün bir biçimde dile getirmiştir.

Âşık Minhaci  de bir şiirinde,

Bayram gelmiş ağ ellerin kınalar

Bizim ilden göç eylemiş sunalar

Haraboldu yaptıcağım binalar

Akar bozbulanık sellere döndüm [14]

gibi bir söyleyişle kınanın bayram gibi önemli günlerde yakılabileceğini dizelerine aktarmıştır.

Yirminci yüzyılın modern Karacaoğlan’ı olarak yorumlanan sevda şiirlerinin usta âşığı Ferrahi bir şiirinde:

Şeker kaymak tatlı dili

Kınalanmış nazik eli

Koynundaki gonca gülü

Derem dedim deremedim [15]

kına kavramını  kullanırken,  Âşık Sümmani bir şiirinde:

Penek kazasında, bağlar seyrinde,

Bir gelin seyrettim, Eller kınalı

Al ehram örtünmüş servi kamete

Yakışmış o boya; Beller kınalı

demiş,  başka bir şiirinde de:

Bizi davet itti hanım analar,

Halaya düzülmüş telli sunalar,

Ak ellere yakmış kızıl kınalar,

Dostlar, bu illerin meralı gelmiş.[16]

biçiminde  kına kavramını ustaca dizelerine aktarmıştır.

Âşık Öksüz Ahmet bir şiirinde:

Her seher, her sabah taşlar başında

Öter sesi gelir, güzel kekliğin!

Âşıkların  kanı ile boyanmış,

Elinin kınası maral kekliğin![17]

biçiminde  kendine özgü edasıyla kına olgusunu farklı bir kavramda kullanmıştır.

Sivaslı Âşık Feryadî Çağıran:

Kırmızı kınayı yakmış eline

Gümüş kemerini takmış beline

Benziyor bahçenin gonca gülüne

Gül yüzlü emine öldürdün beni [18]

biçiminde kınanın süs unsuru olarak kullanılışını sergilerken

Posoflu Âşık Zülâlî bir şiirinde:

Köy kızı ayinei devrana bak,

Bu bayramda iki elin kına yak

Giy montunu gece, olmadan şafak,

Cumhuriyet Baramı’na hazır ol.[19]

deyip kınaya çok özgün bir  biçimde ustaca yer vermiş,

Afşinli  Âşık Derdiçok  da bir şiirinde:

Gördüm gözleri sürmeli,

Ağ elleri kına güzel

Kerem eyle git karşımdan

Yaktın beni gene güzel [20]

diyerek geleneksel kültürümüzde çok önemli işleve sahip kına kavramını dizelerine aktaran âşıklar kervanında yerini almıştır.

Bunların dışında  Âşık Ali İzzet:

Can’u’dilden vurgunum bu geline

Yaktı geçti kız salına salına

Kına yaktı al kanımdan eline

Günahımı affetmez m’ola bu gelin

            Âşık Suzanî:

Huri melek olsun eğri bakarsa

Ak ellere al kınalar yakarsa

Bozuk talih olur başa çıkarsa

Eğlenip yanında kalmamak doğru

 

 

            Feymanî:

Unutmasın beni aklında tutsun

Unutursa ayrılığı unutsun

Ağlamasın göz yaşını kurutsun

Kınalar yakınsın bugün bayramdır

            Meslekî:

Kına yakmış eline

Şeker ezmiş diline

Mail oldum geline

Açılmış kokar kokar

            Kusurî:

Ayağında kundurası, mesi var

Gökten inen turnalardan sesi var

Ellerinde kınaların hası var

Kanberlide bir güzele uğradım

            Âşık Muhittin:

Kınalı kekliksin avcın olurum

Seke seke izlerinden bulurum

Günü ayı derken yıl doldururum

                        Hayalin karşımda oturur gülüm.

 

 

            Kul Semaî:

Nevruz’uyam girmez böyle oyuna

                        Her ele yakılmaz bu başka kına

                        Bana müsahiptir Semai Durna

                        Kılavuzum yeşile Turnam isterim

                                    Fadime anamdan elde kınamız

                                   Kerbela çölünde Zeynep anamız

                                   Onların uğruna feda canımız

                                   Ehlibeyt uğruna soldum Reyhanî

                        Yarsız bayramlar olmuyor

                        Ellerim kına almıyor

                        Ağlarım yüzüm gülmüyor

                        Gülüşelim bayram günü

gibi söyleyişlerle pek çok âşık geleneksel kültürümüzün en önemli unsurlarından kına kavramını çeşitli yönleriyle  tele ve dile dökmüşlerdir.

                       

DİPNOTLAR

* Mehmet yardımcı: Dokuz Eylül Üniversitesi  Buca Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölüm Başkanı

[1] İbrahim Aslanoğlu, Kul Himmet Üstadım, İst. 1995, s 85

[2] A.S.Ünver, Türk Tıp Tarihinde Veba Hastalığına Karşı Kına Tatbiki, Türk Tıp Tarihi Arşivi, 1938,  C.II, S.7, s.5

[3] a., g., e., s.248

[4] Müjgan Cunbur,  Karacaoğlan,  Ank., 1985, s. 24,  100, 131, 316, 366

[5]  TahirKutsi, Dadaloğlu, Toker Yay., 2.Baskı, İst., 1975, s.175

[6] Asım Bezirci, Türk Halk Şiiri,  C.1, İst. 1993, s.283

[7] a., g., e., s.296

[8]  Ali Saracoğlu, , Ercişli Emrah,  Ank., 1999, s.82

[9] a.,g.,e., s.334

[10] İlhan Başgöz, İzahlı Türk Halk Edebiyatı Antolojisi, Tarihsiz, s.56

[11] a.,g.,e., s.76

[12] a.,g.,e., s.123

[13] Eflâtun  Cem Güney ,  Âşık Ruhsatî,  İst., Tarihsiz, s.132

[14] Ali Püsküllüoğlu,  Türk Halk Şiiri Antolojisi,  Ank., 1975, s.415

[15]  Asım Bezirci, Türk Halk Şiiri, ., C.2, İst. 1993, s. 9, 62, 232, 288

[16] Haşim Nezihi Okay,   İst., Tarihsiz, s.93

[17] a., g., e., s.144

[18]  Kadir Pürlü  – Kutlu Özen, Sivas, 1996, s.88

[19]  İrfan Ünver Nasrattınoğlu,  Posoflu Âşık Zülâli, , Ank., 1987, s.127

[20]  Sıdık, Demir,  Afşin’li Derdiçok,,  Ank., Tarihsiz s.49

 

Yazar Hakkında

YAZARLAR
TÜMÜ