Quantcast
Hilafetin İlgasının 100. Yılı – Belgesel Tarih

Nevin BALTA
Nevin  BALTA
Hilafetin İlgasının 100. Yılı
  • 08 Mayıs 2024 Çarşamba
  • +
  • -
  • Nevin BALTA /

Loading

Atatürk devrimlerinin en önemlilerinden biri Türkiye Büyük Millet Meclisinin 3 Mart 1924 tarihli kanunu ile Halifeliğin kaldırılmasıdır. 1 Kasım 1922’de Saltanatın kaldırılmasından sonra bu Saltanatın başka bir adla aynı sülalede devam etmesini önlemek için halifeliğin yetkisiz bir unvan olarak bırakılmasında hükûmet büyük titizlik gösterdi

İslam toplumunun liderliği uzun süre sürdüren bu kurumunun tarihsel gelişim süreci, aynı zamanda İslam tarihinin yüzyıllar içindeki tarihî seyrinin de gelişim sürecidir. İslam tarihinde Peygamber’ in ölümü üzerine ortaya çıkan Halifelik kurumu, İslamiyetle iç içedir. Hilafet Arapça half sözcüğünden gelmekte, “Sonra gelen, ardından gelen, yerine geçen” anlamındadır. Arapça Halife sözü, Peygamberin yerine kaim olmak üzere İslam camiasının en yüksek reisine verilen addır. Halife, İslam dininin esaslarına göre hem baş imam, hem de devlet başkanı unvanını temsil eder. İki iktidarı birden temsil etmektedir.

Peygamber’in 8 Haziran 632 tarihinde vefatından sonra başlayan Dört Halife döneminde tüm İslam dünyasını yakından ilgilendiren Halifelik kurumu temsilcilerinin kutsal olarak tanımlanmaları, sonraki yüzyıllarda da bu kutsallığın devam edeceğinin göstergesiydi. 632-658 yılları arasında İslam dünyasının lideri konumundaki halifelerin başlıca görev ve sorumlulukları;  dini korumak, toplum içinde kavga ve husumeti ortadan kaldırmak, toplumsal düzeni sağlamak, cezaları uygulamak, din düşmanlarına karşı savaşmak, halktan kanuni vergileri toplamak, hazineden ihtiyaç içinde olanlara yardım yapmak, memurların tayini ve denetimi olarak belirlenmişti. Bununla birlikte halifelerin sınırsız bir iktidar ve otorite sahibi oldukları iddia edilemez.

Hz. Muhammed Efendimiz ölümünden sonra yerine kimin geçeceği hakkında hiçbir öğütte veya vasiyette bulunmamıştır. Halifelik benden sonra otuz yıldır, ondan sonrası ısırıcı sultanlık olur demiştir. Kur’anı Kerim’de Halife ve İmam tabirleri geçmekte ise de, bu ayetler cemiyetin düzenini sağlamak, anarşiyi önlemek ve adaletle hükmetmek gibi bir görev anlamına gelmekteydi. Halifelik için iki aday bulunuyordu. Ebubekir ve peygamberin yeğeni ve damadı olan Hz. Ali. Hz. Ali aileden olduğunu için Halifeliğin kendi hakkı olduğunu öne sürerken Ebubekir devlet işlerini yürütecek ve düşmanlara karşı savaşacak bir başkanın gerektiğini belirtmişti. Ebubekir Halife seçilmiş ve kendisine bu unvan verilmiştir. Ebubekir’den sonra Ömer, Osman ve Ali Halife seçilmişlerdi.

Ali’nin Emeviler soyundan Muaviye tarafından öldürtülüp Muaviye’nin halifeliği zorla ele geçirmesiyle hilafet Emevilere geçer. Bundan sonra halifelik farklı bir şekle dönüşmüş, verasete dayanan bir sistem olmuştur. Dört Halife ve Emeviler döneminde (658-750) Halifelik Kureyşlerdedir. Emeviler dönemi Arapların kendilerini bir ulus olarak tanımlamak istedikleri bir dönem olduğundan din ikinci plânda kalmıştır. Bu dönemde İslamiyeti yaymak için fetihler yapılmış, İspanya bu dönemde fethedilmiştir. Abbasiler döneminde (750-1258) Halifelik merkezi Bağdat olmuştur. Bu dönemde fetihler yapılmış, Harun Reşit ve oğulları Memun ve Mutasım zamanında ilim gelişmeleri desteklenmiştir. Ancak Halifeler zamanla halktan koparak saraylara çekildiler. Abbasilerin Şiilere ve Emevi ailesinden olanlara karşı güttükleri dışlayıcı siyaset nedeniyle, İslam ülkelerinde Halife sanını taşıyan hükümdarın sayısı üçe çıkmıştır. Önce Mısır’da Şii Fatımi Halifeliği kurulmuş (909-1171) ardından İspanya’da Abdurrahman III. (929) Halifeliğini ilan etmiştir. Türkler Selçuklu devletinin kuruluş döneminde Halifeliği ele geçirmişler fakat bu sanı almak gereğini duymamışlardır. 1058 yılında Bağdat’a giren Tuğrul Bey, Halifeyi makamında bırakmış ve yalnız Sultan-ı İslam sanını almıştı.3 Abbasi soyundan gelen bu halifelik, 1258’de İlhanlı hükümdarı Cengiz Han’ın torunu Hülagu’nun Bağdat’a girmesiyle son buldu. Halife Mutasım öldürüldü. Mutasım’ın amcası El Mustansır Billah, katledilen sülalenin kurtulabilen tek üyesi olarak 1261’de Mısır’da Kölemenlere sığındı.4 Kölemenlerin hiçbir devlet başkanı yetkisi tanımaksızın onayladıkları bu halifeyi 17 halife izlemiştir. Bu dönemde İslam dünyasının Halifeliğin varlığından haberi olmamıştır. Bazı Türk devlet başkanları pozisyonlarını kuvvetlendirmek için halife unvanı kullandıkları görülmüştür.5 Yavuz Selim 1517’de Mısır’ı ele geçirince orada Halife III. El Mütevekkil Allah’la karşılaşır. Halife Mütevekkil birçok bilgin ve sanatçı ile birlikte İstanbul’a gönderilir. Padişahın İstanbul’a dönüşünden sonra Halife’nin uygunsuz hareketleri görülmüş ve Yedikule’ye hapsedilmiştir. Kanuni’ nin tahta çıkmasıyla affedilerek Kahire’ye dönmesine izin verilmiş ve orada ölmüştür. Yavuz Selim’in halifeliği devraldığı yönünde yanlış bir kanı yaygınlaşmıştır. Ancak Selim’in, oğlu Kanuni ile yazışmalarında Halifeliği üzerine aldığına dair hiçbir şey yazmamıştır.

Arap belgelerinin hiçbirinde, o yıllarda yazılmış kitaplarda böyle bir devir işlemini gösteren kayıt yoktur. Yavuz Selim’den önce bazı Osmanlı padişahları halife unvanını kullanmışlardı. Yavuz Selim, halife unvanını değil eski kutsal Hilafet emanetlerini almış ve Mısır sultanlarının “hadimü’l haremeyni’ş-şerifeyn” (kutsal Mekke ve Medine’ye hizmet eden) unvanını kullanmıştır. Bu söylenti 1774 Küçük Kaynarca Antlaşmasından sonra ortaya atılmıştır. Osmanlılar, kaybettikleri ülkeler üzerinde padişahın sözde manevi gerçekte dünyevi haklarını korumak için halife unvanından yararlanmayı ümit etmişlerdi. Kırım 1783’de Rusya tarafından ilhak edilince, Osmanlı halifelik iddiaları da temelsiz kalacaktır. Fakat Osmanlı padişahları halife sanını kullanmaya devam etmişlerdir. Osmanlı Devleti parçalanırken II. Abdülhamit İslam birliğinin kurulmasında halifeliği çok önemli bir araç olarak kullanmıştır. Bütün çalışmalara karşın, siyasal gelişmeler ve ulusçuluk akımının Müslüman ülkelerde de başlaması, kurtarıcı olarak görülen halifelik sanını etkisiz kılmıştır. İngiliz şairi Wilfrid Scawen Blunt, “ruhani hilafet” kavramını gündeme getirmiş ve düşüncelerini Mekke Şerifi ve Mısır Hidivi’ne anlatmıştır. Mekke Şerifi Hüseyin, İngiltere’nin kışkırtmasıyla 1916’da Osmanlı Devleti’nin cihat ilanına rağmen ayaklanmıştır. Suriye’de hilafetin Osmanlılardan alınarak bir Arap Halifeliği kurulması amacıyla bir dernek kurulmuştur. Blunt’ın görüşleri Jön Türkler’den Mizancı Murat ve Cemalettin Efgani tarafından geliştirilmiş ve bu İttihat ve Terakki üzerinde etkili olmuştur. İttihat ve Terakki yöneticileri kaybedilen topraklar üzerinde siyasi nüfuz kurmak amacıyla Cihat ilan etmiştir. Fakat bu çağrıya Türk Müslümanlarından başka uyan olmamıştı. Halifenin manevi varlığı, imparatorluk içindeki toplulukların milliyetçilik cereyanlarının yayılmasını önleyememiş; Mondros Mütarekesi sonrasında imparatorluk topraklarını işgal eden İngiliz ve Fransız ordu birliklerinin içinde Müslüman askerlerinin de bulunması sakıncalı bulunmamıştır.

       Hilafet Tartışmaları

Osmanlı İmparatorluğu döneminde bazı müellifler, devlet kurumlarının hızlı, verimli ve adaletli bir şekilde çalıştırılabilmesi konusundaki görüşlerini “nasîhâtnâme” veya “siyâsetnâme” türündeki eserlerinde dile getirirlerdi. Özellikle bürokrasi tecrübesine sahip bazı devlet adamları da nizâm-ı devletin ıslahı konusunda çeşitli lâyiha ve arızalar kaleme almış; hatta bizzat yöneticiler de devlet kurumlarının İşleyişiyle ilgili birtakım şikayetlerin giderilebilmesi için zaman zaman eyaletlere çeşitli adâletnâmeler göndermişlerdir. Ancak bütün bunlar, özellikle devletin alt birimlerinin işleyişine yönelik bazı önerilerden ibarettir. Bizzat padişah/halîfelerin yetkileriyle ilgili tartışmalar ise özellikle 1839 Gülhâne Hatt-ı Hümâyunu’nun ilanı ile başlamış ve bu durum 1876 Kânûni Esâsî’sinde açık bir şekilde kendisini göstermiştir.

1876’dan 1924’e kadar yaklaşık yarım asırlık süre içerisinde, Osmanlı hilâfetiyle ilgili Türkçe, Arapça ve çeşitli Batı dillerinde pek çok makale ve kitap yazılmıştır. Osmanlıların özellikle son elli yılında, hilâfet merkezli olarak kaleme alınan, meşrutiyet, Kanûn-i Esâsı ve gibi konulara yer veren Osmanlıca-Türkçe kitapları, makaleleri ve çalışmaların tespit etmek ve bibliyografya hazırlaman çalışmalarına ihtiyaç olduğunu belirtmekte yarar görüyoruz. Böylece 1876’dan 1924’e kadar yaklaşık yarım asırlık süre içerisinde, Osmanlı hilâfetiyle ilgili Türkçe, Arapça ve çeşitli Batı dillerinde pek çok makale ve kitap yazıldığı görülecektir. Bu hizmet,  Osmanlı tarihi ve kurumları yanında, başta fıkıh ve kelam olmak üzere, bazı temel İslam bilimleri açısından da önemli bir hizmet olacaktır. Öte yandan, hilâfetle ilgili bu sınırlı sayıdaki eserler okunduğu zaman bile, İslâm dini ile özdeş hâle getirilmeye çalışılan “hilâfet” veya “hilâfet-i İslâmiyye” adlı yönetim biçiminin, sadece üzerine “din şalı” örtülmüş bir saltanat ve mutlakıyet rejiminden ibaret olduğu ve İslâm dininin yüzyıllar boyu nasıl bir iktidar aracı olarak kullanıldığı (istismar edildiği) açık bir şekilde anlaşılacaktır.

Osmanlı sultanlarının, dolayısıyla da halifelerin yetkilerinin daraltılmasıyla ilgili bu süreç, Osmanlı saltanat ve hilâfetinin ilga edilerek, yerine Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla tamamlanmıştır.

       Hilafetin İlgası

         Padişah dini yetkileriyle ve manevi otoritesini kullanarak Anadolu’da düşmanla savaşan kahramanları, başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere ölüme mahkum etmekte bir sakınca görmedi. Bu yolla sonuç alamayınca TBMM ordularının karşısına düşman güçleri paralelinde savaşmak üzere Halife kuvvetleri çıkardı.

Saltanatla hilafetin ayrılacağı gün yapılan tartışmalarda Mustafa Kemal halifelik kurumunun nasıl ortaya çıktığı ve ne gibi değişiklikler geçirdiğini anlatmıştı.” Saltanat kaldırılıp kimin halife olabileceği gündeme geldiğinde, aday olarak Padişah Vahidettin ve Veliaht Abdülmecit üzerinde durulmuştu. Mustafa Kemal Vahidettin’i, Kazım Karabekir ise Abdülmecit’i önermişti.12 Ancak Vahidettin 17 Kasım 1922’de Malaya zırhlısı ile kaçıp İngilizlere sığınınca yeni bir halife seçimi kaçınılmaz olmuştu. Ankara Hükümeti’nin Diyanetişleri Bakanı Mehmet Vehbi Efendi, Padişahlığı kaldırılmış olan Vahidettin’in yurt dışına kaçmış olmasından dolayı halifeliği de yitirdiğine, Halifelik Makamının boş kalmış olduğuna, yeni bir halifenin seçilmesi gerektiğine dair bir fetva çıkardı. 18 Kasım 1922’de B.M.M’de okunan önerge kabul edilmiş ve Vahidettin halifelikten düşürülmüştür.11 Malta’ya giden Vahidettin, Padişahlıktan ve Halifelikten umudunu kesmiş görünmüyordu. Fakat Hicaz Kralı Hüseyin’in daveti üzerine Hicaz’a giden Vahidettin umut kırıklığına uğradı. Hicaz’dan ayrılıp Mısır, Ürdün veya Kıbrıs gibi Müslümanların yaşadığı bir yere gitmek istedi. Ancak İngilizler buna izin vermediler. Sonunda İtalya’nın San Remo şehrinde oturmasına müsaade edildi. Vahidettin üç yıl sonra San Remo’ da ölecek ve Şam’a gömülecekti.

18 Kasım 1922’de B.M.M’ de yapılan seçimde 162 oy kullanılmış, Abdülmecit Efendi 148 oyla halife seçilmişti. Oyların 2’si Abdülhamit’in oğullarından Abdürrahim’e, 3’ü de Abdülhamit’in büyük oğlu Selim’e verilmiş, 9 mebus da çekimser oy kullanmıştı.16 Yeni Halife İslam âlemine bir bildiri yayımlamıştı.

Mustafa Kemal yurt gezilerinde halifelikle ilgili sorulara cevap verirken Halifeye yeni yetkiler tanıyıp onu tekrar bir Padişah durumuna getirmek istemenin ulusu yok etmeye çalışmak olduğunu anlatmıştı. Halifelik lehinde yayımlanan kitaplara yanıt olmak üzere Hilafet ve Hakimiyet-i Milliye adlı bir kitap yayımlanmıştı.

Cumhuriyet ilan edilirken TBMM halifelikle ilgili bir karar almamıştı. Cumhuriyetin ilanını ve Mustafa Kemal’in Cumhurbaşkanı seçilmesini ilk kutlayanlardan biri Halife Abdülmecit Efendi olmuştu. Cumhuriyetin ilanı ile beraber, Halifeliğin kaldırılacağı Halifenin istifa ettiği yolunda kışkırtıcı haberler yayılmaya başladı. Rauf Bey, İstanbul basınına Cumhuriyetin ilan yöntemini ve alınan son kararları eleştiren bir demeç verdi. Rauf ve Adnan (Adıvar) Beyler ile birlikte Refet Paşa, Halife’ yi ziyaret ettiler.

1924 Yılı başında Halifeliğin kaldırılması yolunda gelişmeler yaşandı. Halife, İstanbul’a gelen hükümet üyelerinin kendisini ziyaret etmemelerinden üzüntü duyduğunu belirtmiş ve ‘Halifelik Hazinesi’nin gücünü aşan ve görevi dışında kalan harcamalar için devlet bütçesinden yardım yapılmasını istemişti. Başbakan durumu Mustafa Kemal’e iletmiş, Mustafa Kemal, devlette Halifelik Hazinesi adıyla ayrı bir hazinenin olamayacağını belirtmiş, Halifenin ne olduğunu bilmesini ve bununla yetinmesini, hükümetin bunu sağlayacak önlemler almasını dilemişti.

Halife var oldukça Türkiye’de yapmayı düşündüğü toplumsal ve laik devrimlere imkan olmayacağı düşüncesinde olan  Mustafa Kemal’i Halifeliğin kaldırılması, Hilafet sorununu tamamen ortadan kaldırmak için bir dizi girişimde bulundu. İstanbul basının, Darülfünunda görevli aydınların, Milli Mücadele’nin önder kadrosunu oluşturan yakın arkadaşlarının ve diğer ordu kumandanlarının kendi düşüncesi doğrultusunda tutum almalarını sağlamaya çalıştı.

Mustafa Kemal 24 Şubatta Ankara’ya döndü. 1 Martta Meclisin yeni dönemini açarken yaptığı konuşmada hükümetin faaliyetlerini ana hatları ile anlattı. 2 Martta Halk Fırkası parlamento grubu üç yasayı onaylamak için toplandı. Ertesi gün üç önerge meclise sunuldu. Tartışmalar sonunda 3 Mart 1924’te, 429 sayılı Kanunla Siirt mebusu Halil Hulki ve elli arkadaşının önergesi kabul edilerek Şer’iye, Evkaf ve Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Bakanlıkları kaldırıldı. 430 sayılı Kanunla, Manisa mebusu Vasıf Bey ve elli arkadaşının önergesi kabul edilerek eğitim ve öğretimin birleştirilmesi Kanunu kabul edildi. 431 sayılı Kanunla Siirt Mebusu Şeyh Saffet Efendi ve 53 arkadaşının önergesi kabul edilerek, Halifeliğin kaldırılmasına ve Osmanlı Hanedanının Türkiye dışına çıkarılmasına karar verildi.32 Böylece, Osmanlı Devleti’ in son kalıntısı ve Cumhuriyet yönetimi için tehlike haline gelmiş olan halifelik tarihe karıştı. Kaldırılan bakanlıklar yerine, Başbakanlığa bağlı Diyanet işleri Başkanlığı ile Genelkurmay Başkanlığı kuruldu.

431 sayılı yasa, Abdülmecit ile Osmanoğulları ailesinin bütün erkekleri, kadınları, damatları ve o kadınlardan doğan bütün çocukların Türk vatandaşlığından çıkarılmalarını ve Türkiye topraklarında oturmamaları hükmünü içeriyordu. Padişah ve ailesi hemen, diğer hanedan üyeleri ise on gün içinde bir daha dönmemek üzere yurtdışına çıkarılacaklardı.33 Yol giderleri için, servetlerine göre hükümetçe saptanacak paralar ödenecekti. Padişahlık yapmış olanların malları, saray ve köşkleri milletin malı sayılacaktı. Diğerlerinin taşınmaz mallarını bir yıl içinde elden çıkartmaları, aksi halde hükümetin bu malları satarak onlara göndermesi öngörülmüştü

  • Nevin BALTA


Kaynaklar

  • Akgün, Seçil, Halifeliğin Kaldırılması ve Laiklik (1924-1928), Ankara, Olgaç Matbaası, s.14.
  • Altundağ, Şinasi, “Hilafet ve Hilafetin İlgası” Atatürk Önderliğinde Kültür Devrimi, Ankara, 1972, s.41 Şinasi
  • Aytepe, Doç. Dr. Oğuz, “Yeni Belgelerin Işığında Halifeliğin Kaldırılması ve Hanedan”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, S 29-30, Mayıs-Kasım 2002, s. 15-29.
  • İslam Ansiklopedisi, “Halifelik” Maddesi, s.153.
  • Koca, Ferhat, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Son Dönemine Ait Hilafet Tartışmaları İle İlgili Yayınlar”, Belleten, Cilt : 67, Sayı : Ağustos 2003, s. 457.
  • Munşa’at el-Selatin; Yayınlayan: Feridun Ahmet, İstanbul, 1859, C.I., s.376-379.
  • Turan, Şerafettin, Türk Devrim Tarihi, 3. Kitap (Birinci Bölüm), İstanbul, 1995, s.47.
  • Turan, Namık Sina, Hilafetin Tarihsel Gelişimi ve Kaldırılması, İstanbul, 2004, s. 30.
  • , Sümer, Faruk, “Yavuz Selim Halifeliği Devraldı mı ?” Tarih ve Düşünce, S. 4 (Şubat 2000), s. 20.; N. Ahmet Asrar, “Hilafetin Osmanlılara Geçişi İle İlgili Rivayetler”, Türk Dünyası Araştırmaları, S. 22 (Şubat 1983), s.94.
  • Türkçe nasihâtnâme, siyâsetnâme ve lâyihalar hk.bk. Agâh Sırrı Levend, “Siyaset-nameler”, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı belleten 1962 (Ankara 1963), s. 167-194. Ayrıca, genel anlamda siyasetle ilgili eserlerin bir listesi için bk. Bursalı Mehmed Tâhir Efendi, Siyâsete Müteallik Âsâr-ı İslâmiyye. İstanbul 1332. Kader Matbaası, 24 s.; Halil Uysal – Mehmet Harmancı, “Osmanlı Çağı Türkçe Siyâset Kitâbiyâtı”, Makâlât. II (Konya 1999). s. 109-130
  • Adâletnâmeler hk.bk. Halil İnalcık, “Adâletnâmeler”. Belgeler (Türk Tarih Kurumu). II- 3-4 (.Ankara 1967), s. 49-145; Yücel Özkaya, “XVIII’inci Yüzyılda Çıkarılan Adalet-nâmelere Göre Türkiye’nin İç Durumu”, Türk Tarih Kurumu Belleten (TTK Belleten), XXXVIII/151 (Ankara 1974), s. 445-49.

Nevin BALTA

Gaziantep 1968, Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Bölümü (1988) mezunu. Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Master Programını 1992’de tamamladı. Türk Dil Kurumunun açtığı sınavı kazanarak Uzman Yardımcılığı kadrosuyla 1989’da işe başladı. 3 yıl sonra Uzman kadrosuna atandı. TDK’de Kişi Adları Sözlüğü Çalışma Grubunda ve Dil Bilimi ve Dil Bilgisi Kolundaki çalışmalara katıldı. Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi, Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi, Türk Dili Araştırmalar Yıllığı Belleten dergilerinin yayına hazırlanmasında görev aldı. Çeşitli gazete ve dergilerde; yer adları, dil, edebiyat, basın tarihi ve folklor konulu yazıları yayımlanmaktadır. Hâlen Türk Dil Kurumunda Uzman olarak görev yapmaktadır. Eserleri: • Türk Dış Politikası-Milliyetten Yansımalar, Lazet Ofset Yayınları, 2005. • Düşünce Okyanusu Mevlana, Kanguru Yayınları, 2. baskı, Ankara 2008. • Gaziantep Yer Adları Üzerine Bir İnceleme, Gaziantep Valiliği-İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Ortak Yayını, Gaziantep, 2010. • Anadolu Kadın Başlıkları, Alter Yayıncılık, 2014. • Antep-Halep-Şam Üçgeninde Kuvayı Milliye (Baskı aşamasında). • E-Posta: [email protected]

FACEBOOK - YORUM YAZ

Sosyal Medyada Paylaşın:
Etiketler:
Nevin Balta
  • YENİ