Osmanlı Devleti’nin ilk anayasası olan Kânûn-i Esâsî’yi hazırlayan kurulun başkanı Ahmed Şefik Midhat Paşa, 18 Ekim 1822’de İstanbul’da doğdu. Padişah Abdülaziz (1861-1876) döneminde iki kez sadrazamlık, Tuna ve Aydın Valiliği yaptı. İlk sadrazamlığında açığı olan bütçeyi fazla vermiş gibi göstermesi ve saray erkanı ile rüşvet ve yolsuzlukla mücadele kapsamında girdiği mücadele görevden alınmasına sebep olmuştu. 1876’da Abdülaziz’in tahttan indirilmesiyle sonuçlanan askerî darbenin liderlerinden biri olmuş, aynı yıl padişah V. Murat’ın tahttan indirilmesi ve II. Abdülhamid’in tahta geçirilmesi olaylarında belirleyici rol oynamıştı. Abdülhamid döneminde 2. Sadareti başlayan Midhat Paşa, Abdülhamid’in 23 Aralık 1876’da ilan ettiği Kânûn-i Esâsî’nin mimarlarındandı.
Rusya’nın savaş tehditleri karşısında İngiltere’nin yardım edeceğine inanan Paşa, imparatorluğu Osmanlı-Rusya Savaşı’na sürüklediği gerekçesiyle Abdülhamid’in gözünden düşerek sürgüne gönderildi. 1881’de Abdülaziz’e suikast suçlamasıyla Yıldız Sarayı’nda kurulan Yıldız Mahkemesi tarafından idama mahkûm edilmiş, cezası Abdülhamid tarafından Tâif’te hapis cezasında çevrilmiştir.
Middat Paşa’nın 1870’lerdeki sadrazamlık dönemi siyasi çatışmalar ve büyüyen mali krizlerinde gölgesindeydi. 1876’da siyasi ve mali çalkantıların eşiğinde reform politikalarını savunmuştu. Mithat Paşa’nın Cumhuriyet rejimi tasarladığı iddia edilmişti.
Bağdat’a Valisi Mithat Paşa
Dünyanın ve ülkemizin gündemini 2003 Ocak ayından beri meşgul eden ve Amerika Birleşik Devletleri ile İngiltere’nin Irak Lideri Saddam Hüseyin’i devirmek ve kimyasal silahları yok etmek maksadıyla işgal ettiği ve bombaladığı Irak, 19. yüzyılda, o tarihte bir dünya devleti olan Osmanlı İmparatorluğu’nun Valisi Mithat Paşa tarafından idare edilmekteydi.
Mithat Paşa, bugün Irak ve Kuveyt Devletleri’ni meydana getiren topraklar ile Suriye ve Suudi Arabistan’ın bir kısmını 782 gün yönetmişti. Osmanlı İmparatorluğu’nun bu bölgedeki topraklarına medeniyeti götüren Bağdat Valisi Mithat Paşa’nın kurduğu birçok yapı hâlen kullanılmakta. Irak’a medeniyet götüren Mithat Paşa’yı okurlarımıza bir kez daha hatırlatmakta yarar görüyoruz.
Balkanlardaki Tuna Valiliği görevini yedi yıla yakın sürdürmesinin ardında, 5 Mart 1868’de İstanbul’a dönerek Şura-ı Devlet (şimdiki adıyla Danıştay)’in ilk Başkanlığı görevine getirilen Mithat Paşa, Padişah Abdülaziz Han’ın Sadrazamı Mehmet Emin Ali Paşa ile Danıştay’ın işleyişi konusunda tartışmasının takiben, 27 Şubat 1869 tarihinde bu görevinden alınarak, Osmanlı İmparatorluğu’nun en Güney Doğu Bölgesine yani Bağdat Valiliği’ne atandı.
Mithat Paşa, 782 gün devam edecek bu görevine, tüzüğü bizzat kendisine ait olan “Yeni Eyalet Valiliği” yetkileriyle Bağdat’a gitti. Daha önce 1861’de atandığı Balkanlardaki Niş Valiliği sırasında hazırladığı “Yeni Eyalet Valiliği” sisteminin, kabul edilmesini takiben, Valiliği sınırları içerisine Vidin, Prizren, Rusçuk gibi vilayetler de verilerek Valiliğin de adı Tuna olmuştu. Ardından Osmanlı İmparatorluğu’nun 24 valiliği “Has” ile idare edilen valilik sistemine girdi. Mithat Paşa’nın Valilik yaptığı “Tuna” ile yeni atandığı Bağdat Valiliği, bu sistemle yani ekonomi ve iç-dış savunma bakımından İstanbul’a tam bağlı bir valilik olmuştu.
Vali Mithat Paşa, Tuna Valiliği’nde gerçekleştirdiklerini Bağdat’a taşıdı. Öncelikle küçük, yetim ve öksüz çocukların bakımı için “Islahhaneler” kurdu. Bu ıslah evlerini daha sonra sanat okulu hâline getirdi. Önceleri sadece erkek çocukların alındığı “Islahhaneler”i, kız çocuklarının da alındığı, özel kız “Islahhaneler”i takip etti. Ardında kız sanat okulları kuruldu. İlk sanat okullarını kuran Mithat Paşa, ülkemizin teknik eğitim kurumlarının öncüsü kabul edilmektedir.
Mithat Paşa toprak reformunu başlattı. Bağdat yakınlarındaki ilk petrol kuyusunun daha düzenli çalışması için petrol işletmeciliğinin esaslarını düzenleyen bir tüzük hazırlattı. Görevde bulunduğu topraklara hep yenilikler getiren Mithat Paşa’nın bir girişimi de, Bağdat Valiliği’nin ilk yayın organı olan Zevra gazetesinin yayımlanmasına öncülük etti. Baş yazılarını bizzat kaleme alan Mithat Paşa, Tuna Valiliği döneminde çıkarttığı Tuna gazetesinde olduğu gibi Zevra’da da devletin çalışmaları hakkında halka bilgiler verilirken, Valiliğin duyuruları da vatandaşın ilgilerine sunuluyordu.
Bayındırlık, iktisat ve kalkınma konularında planlar hazırlatan Vali Mithat Paşa, Türkiye’den doğup Bağdat’tan geçen Dicle Nehri’nin zarar görmesini önlemek maksadıyla setler, köprü ve iskelelerin yapılması talimatını vermişti. Mithat Paşa ayrıca, Bağdat şehri ile Basra körfezine ulaşımı sağlamak üzere nehir taşımacılığı seferlerini tesis etti. Böylece Dicle’nin Fırat ile birleştiği bölgeye ve ardından iki nehrin birlikte aktığı ve Şattülarap adıyla Basra Körfezine ulaştığı kısmına, liman ve iskeleler inşa edilmiş ve böylece ulaşımın karayolundan, daha ekonomik bir ulaşım yolu olan nehre kaydırılmasını sağlamıştı.
Başarılı çalışmaları üzerine, Padişah Sultan Abdülaziz Han’ın 1870’te “Murassa Kılıç” ile ödüllendirdiği Vali Mithat Paşa’yı Sadrazam Mehmet Emin Ali Paşa da “Özel Mektup” ile tebrik etti.
Osmanlı İmparatorluğunun Bağdat Valisi Mithat Paşa, 782 gün süren görevi süresince Valilik bünyesinde kurduğu matbaa dışında, özel matbaaların kurulmasına da öncülük ederek, halkın aydınlatılmasına katkıda bulundu. Bu çerçevede kurulan matbaalarda özel gazeteler, mecmua ve kitaplar da basıldı. Valilik gazetesi olmasının ötesinde, aydınların da okuduğu bir yayın organı olan Zevra’nın yazı kadrosuna müzeci, arkeolog ve ressam Osman Hamdi Bey’i de katan Paşa, Akdeniz kıyısındaki Beyrut şehri ile Bağdat arasında demiryolu kurulması için, fizibilite çalışmaları başlattı. O dönemde Osmanlı İmparatorluğu Padişahı olan II. Abdülhamit Han, İstanbul’u Basra Körfezi’ne bağlamak üzere “İstanbul-Basra Demiryolu Projesi” hazırlatmıştı. Bağdat Valisi Mithat Paşa’nın 1870’deki çalışmaları ile iki demiryolu hattının birbirini bütünleyecek şekilde yapılması planlanmıştı.
Valiliği bünyesindeki Basra şehrinde büyük bir liman inşa ettiren Mithat Paşa, Basra körfezi ile Bağdat arasını nehir yoluyla da bağlamış oldu. Valilik sınırları dışında ve o tarihte de sahipsiz durumdaki Necef Çölü’nü de Bağdat Valiliği topraklarına katan Mithat Paşa, böylece Osmanlı İmparatorluğu’nun Akdeniz ile Hint Okyanusu bağlantısının tamamlanması sağladı.
Vali Mithat Paşa, belediyecilik işlerine de büyük önem verdi. Paşa, özellikle kendisinin mimarı olduğu “Bağdat Emniyet Sandığı”nın kârının bir bölümünü ana sermayeye katarken, bir bölümünü ise “Asar-ı Hayriye” yani hayır işlerine tahsis etmekteydi. Bu fon ile de okul, çeşme, köprü ve kaldırım gibi belediye hizmetleri gerçekleştirilmişti.
Mithat Paşa, Bağdat’ta ayrıca Mimar Sinan tarafından yapılan Geylani Türbesi ve Külliyesi ile İmam-ı Azam Türbe ve Külliyesi’nin de restoresini sağladı. Musul, Kerkük, Basra gibi şehirlerde imaretler açtı.
Mithat Paşa, daha önce görev yaptığı Tuna Valiliği’nden sonra, üstlendiği bu ikinci eyalet valiliğini 29 Nisan 1871’de tamamladı. O tarihte Sadrazam Mehmet Emin Ali Paşa’nın yerine gelen ve kamuoyunda Rus yanlısı sıfatı ile ünlenen ve Mithat Paşa’yı kıskandığı bilinen Mehmet Nedim Paşa tarafından gelen telifle, Padişah II. Abdülhamit Han tarafından görevden alındığında, valiliğindeki 782 günü tamamlamıştı.
Midhat Paşa ve Tâif Mahkûmları
Ord. Pof İsmail hakkı Uzunçarşılı, Midhat Paşa ve Tâif Mahkûmları adlı eserinde Midhat Paşa’nın ısrarı ile meşrutiyet idaresini kabul eden Abdülhamid’in bir müddet sonra kendisine kafa tutan Sadrazam Mithat Paşa’yı tevkif ettirerek sürgüne gönderdiğini yazar. Uzunçarşılı, Abdülhamid’in hafiye şebekelerini faaliyete geçirerek, Sultan Murat taraftarlarını ve çekindiği kimseleri görevden uzaklaştırmasın şöyle anlatır:
“Abdülhamid’in en ziyade çekindiği Midhat Paşa idi. Etrafında aydın bir zümre bulunan ve demokrat bir hükûmet idaresi kurmak isteyen ve hayatı müddetince bunu kendisine umde ittihaz eden Midhat Paşa, teşkilâtçılığı ile de meşhurdu; Tuna, Bağdad ve Suriye vilâyetlerindeki kuruculuğu ve yapıcılığı ile ve serbest düşüncesiyle memlekette Mustafa Reşid, Âli ve Fuad Paşa’lardan sonra halkça en ziyade tanınmış bir vezirdi. Devlet idaresindeki bozukluklar hakkında Sultan Abdülaziz’e müteaddit lâyihalar vermiş, Abdülaziz gibi çetin ve mağrur bir hükümdara vaziyeti açık olarak bütün sakatlıklarıyla anlatmak istemişti.”
Uzunçarşılı, Midhat Paşa aleyhtarlarının boş durmadıklarını ve onun hakkında saraya mübalağalı bilgiler verildiğinden söz ediyordu. Midhat Paşa, sırf meşrutiyet idaresi kurmak için Abdülaziz’in hal’ine taraftar olmuştu. Abdülhamit’in tahta geçmesi sonrasında ikinci defa sadrazamlığa gelmiş, Kanun-ı Esasîyi hazırlamış, fakat Meclis’in açılmasından evvel bazı işler hakkında padişaha takdim ettiği sert bir arîza neticesinden Sadaret makamından azledilerek hudut dışı edilmişti.
Uzunçarşılı, Midhat Paşa’nın temkinsizce ve kafa tutarcasına padişaha gönderdiği 30 Aralık 1877 tarihli takrirden de bahseder. Paşa hakkında padişaha defalarca jurnal veren kişileri sıralayan Uzunçarşılı; özellikle onun Suriye valiliği sırasında aleyhinde olarak Müşir Deli Nusret Paşa, Mahmud Celâleddin Paşa ile dönemin meşhur kadısı Sürûrî Efendi tarafından jurnaller verildiğini anlatır. Sürûrî Efendi’nin daha sonra Midhat Paşa’nın yargılandığı mahkemenin reisi olarak bulunduğunu yazar. Görüldüğü gibi meşrutiyet idaresi getirmeye çalışan ıslahat yanlısı Midhat Paşa’nın hakkındaki kuşkular ve aleyhindeki söylentiler bitmiyordu. Midhat Paşa’nın Cumhuriyet rejimi getireceği, hatta asıl maksadının Sultan Murad’ı tekrar padişah yapmak olduğu iddia ediliyordu. Uzunçarşılı eserinde bu söylentiler ve kuşkular hakkında şu çarpıcı izahatta bulunuyordu:
“Sultan Hamid gibi kinci, vehimli bir hükümdara kafa tutarak başladığı bütün işleri yüzüstü bırakması, hükûmet reislerine lazım olan teenni ve ihtiyata riayet etmeyerek pervasız hareketi hem kendi felâketini hem de memleketin zararını mucib olmuştur. Gördüğüm vesikalarla, okuduğum eserlerden şunu anladım ki Midhat Paşa büyük vatanperver ve mükemmel teşkilâtçı, dürüst, afif, fedakâr bir devlet adamı olmuş, fakat bir hükûmet reisi olamamıştır.”
Aleyhindeki faaliyetlerden, padişaha verilen jurnallerden müteessir olan Midhat Paşa Suriye valiliğinden affını rica ettiyse de kabul edilmedi. Aydın valisi Hamdi Paşa ile becayiş suretiyle Aydın valiliğine tayin edilerek istifadaki ısrarının önüne geçildi. Midhat Paşa’yı gafil avlamak isteyen Abdülhamid, Paşa’nın Suriye’den İzmir’e gelişi ile onu İzmir’de tevkif ettirmişti. Mahkeme kararıyla Midhat Paşa, Abdülaziz’in katlinde fâil-i müşterek suçuyla ve bazı arkadaşları ile beraber idama mahkûm oldu ve idam kararı Abdülhamid tarafından müebbed hapse çevrilmişti. Mithat Paşa ve diğer mahkûmlar Tâif’e yollandılar.
Uzunçarşılı, Midhat Paşa’nın Abdülaziz’in katli ile suçlanması hakkında şöyle yazar:
“Okuduğum bir hayli jurnallerle, vesikalardan öğrendiğime göre Abdülaziz’in hâl’inde âmil olan Midhat Paşa’nın onun ölümünde rolü yoktu; bunu Abdülhamid de biliyordu. Midhat Paşa, Abdülaziz’in hâl’inin sebeplerini açık olarak İstanbul vapurundaki ilk istintakında anlatmıştı. Sultan Abdülaziz’in vefatı dolayısıyla yapılan muhakeme dolayısıyla Abdülhamid, çok korkup çekindiği Midhat Paşa’yı padişah katili olarak halk nazarında çürütüp mahvetmek istiyor ve bunun için de Midhat Paşa aleyhine mütemadi surette jurnaller yağdırılarak padişaha karşı sadakat gösterilyordu. Midhat paşa aleyhine olarak bu jurnalcilerin başında Çerkes Müşir Deli Nusret Paşa ile Şûray-ı devlet âzasından Mahmud Celâleddin Bey (Paşa) ve Sürûrî Efendi (Paşa) geliyordu. Nihayet mahkeme kararıyla Midhat Paşa, Abdülaziz’in katlinde fâil-i müşterek suçuyla ve
bazı arkadaşları ile beraber idama mahkûm oldu ve idam kararı Abdülhamid tarafından
müebbed hapse çevrilmişti. Midhat Paşa ve diğer mahkûmlar Tâif’e yollandılar.”
Midhat Paşa’nın hatıratına göre mahkûmların sevkleri şöyle olmuştu:
1881 senesi Temmuzunun on altıncı günü Padişah’ın iradesi üzerine Midhat Paşa ve arkadaşlarının gidecekleri gün söylenerek hazırlanmaları bildirilmişti. Başmabeyinci de beraberinde bulunmak suretiyle mahkûmlar Yıldız Sarayı’ndan alınmışlar ve Tahir Ağa (Tüfekçi Arnavut Tahir Paşa) ile beraber arabaya bindirilerek, Beşiktaş muhafızı Hasan Paşa ve Miralay Ali Bey de bulundukları hâlde Tabye karakoluna görüldüler. İki istimbottan birine muhafız Hasan Paşa, gemi süvarisi Osman Bey ve sevk memuru Miralay Süleyman Beyle Midhat,Mahmud ve Nuri Paşalar ve diğer istimbota da yaver Çerkes Hasan’ın kardeşi Binbaşı Osman Bey ile diğer mahkumlar binmişler ve İzzeddin Vapuru’na gitmişlerdi. Vapura çıktıklarında Midhat Paşa ile Damad Mahmud ve Damad Nuri Paşa’lar güvertedeki üç kamaraya diğerleri de alt kamaralara yerleştirilmişlerdi. Mahkumların Tâif’e ne suretle getirilecekleri Mekke emirine sorulduğu zaman “Bu devlet ve millet hainlerinin cümlesinin yaya” getirilmesi emrolunmuş ise de Nuri Paşa’nın yürümeğe mecali olmadığından paşalar tahtırevanlarla nakledilmişler, şerifin konağı yakınına gelince ve beygirlerden indirilip yaya olarak asker ve ahali arasından geçirilmişler ve birer birer isimleri okunarak Mekke emirine teslim
edilmişlerdir.
Arabistan’da Tâif Kalesi’ne sürülen Midhat Paşa, 3 yıl burada sıkı denetim altında yaşadıktan sonra 8 Mayıs 1884 gecesi muhafızlar tarafından boğularak öldürüldü.
Kaynaklar