Quantcast
İzmir’in Tarihini Değiştiren Bir Keşfin Öyküsü: Yeşilova Höyüğü – Belgesel Tarih

Hüseyin Yörükoğlu
Hüseyin  Yörükoğlu
İzmir’in Tarihini Değiştiren Bir Keşfin Öyküsü: Yeşilova Höyüğü
  • 04 Eylül 2022 Pazar
  • +
  • -
  • Hüseyin Yörükoğlu /

Loading

KAZI BAŞKANI DOÇ DR. ZAFER DERİN İLE BİR SÖYLEŞİ 

Yeşilova Höyüğü (M.Ö. 6500), İzmir’in bilinen 5000 yıllık tarihini 3500 yıl daha geriye götüren, Prehistorik döneme (tarih öncesi dönem) ait yörenin ilk yerleşim birimidir.  Höyük, Kazı Başkanı Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Zafer Derin ve ekibinin yaptıkları çalışmalar sonucu ortaya çıkarılmıştır.

Yeşilova Höyüğünün keşfinin ve bu keşfin kent tarihinin 3.500 yıl daha geriye götüreceğinin konuşulmaya başlanıldığı 2003 ve 2004 yıllarında dönemin İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı olan ve 15 Haziran 2004 tarihinde kaybettiğimiz İzmir’in en değerli başkanlarından Ahmet Piriştina’nın Höyük ile ilgili olarak mealen şöyle dediğini çok iyi hatırlıyorum: “İzmir’in tarihini 8.500 yıl öncesine götürdüğü ispatlansın, desteğe hazırız”.

Türk arkeoloji dünyasının İzmir ve Ege Bölgesi için devrim sayılan keşfi olan Yeşilova Höyüğü konusunda ne İzmir Milli Kütüphane de (bir yayın hariç), ne Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi’nde, ne de kazılara büyük destek veren Bornova Belediyesi’nde Höyük ile ilgili bir yazıya rastlayamadım. Zira, bu konuda yazı olmaması da normaldi, çünkü kazılardan önce bu höyük bilinmediği için bilim heyeti dışında da yayın yapılamazdı. Bu konudaki yetkin kişinin Doç. Dr. Zafer Derin ve bilim heyetinin olması nedeniyle de 2005 yılından beri yayımlanan 60 kadar makale ve kitap bu konudaki en büyük kaynaktır.   

Bu bağlamda, Yeşilova Höyüğü’nün hem İzmir ve Ege Bölgesi ve hem de Anadolu’muzun tarihi açısından çok önemli olması nedeniyle kazı başkanı Doç. Dr. Zafer Derin ile bir söyleşi yaparak höyüğün tanıtımında bir katkımın olmasını istedim.

Doç. Dr. Zafer Derin

Aşağıda Doç. Dr. Zafer Derin ile yaptığım söyleşiyi paylaşıyorum.

-Hocam İzmir’in tarihini 3500 yıl daha geriye götüren kazı ekibinin başkanı olarak kendinizden söz eder misiniz? Zira Arkeoloji tarihi açısından çok önemli bir keşfe başkanlık yapmanız nedeniyle sizi tanımak isteriz.

-Çanakkaleliyim. Her zaman toprakla uğraşmayı sevdim. Ancak bir de meraklıydım. 1979 yılında Erzurum Atatürk Üniversitesi Arkeoloji Bölümüne girdim. Ege Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nden mezun oldum. O günden bu yana gönül verdiğim arkeoloji, bu gün yaşam biçimim haline geldi.  Ben daha çok Neolitik Çağ (Cilalı Taş Devri), Kalkolitik Çağ (Taş devrinin sonunda taş alet kullanımının sürdüğü ve bakırın kullanılmaya başladığı geçiş dönemi) ve Tunç Çağları üzerine çalışıyorum. 

Özellikle Doğu ve Güney Doğu Anadolu’da pek çok kazıda yer aldım. 1995 yılından itibaren İzmir’de araştırmalara başladım. İzmir’deki kazı çalışmalarına katıldım. 2005 yılından itibaren de çalışmalarımı Yeşilova Höyüğü kazılarıyla sürdürüyorum. 

-Yeşilova Höyüğü’nün Nasıl Keşfedildiğini anlatır mısınız?

-İlk olarak Neolitik Dönem’de (Cilalı Taş Devri) yerleşilmeye başlanılmış olan Yeşilova Höyüğünün keşif hikayesi oldukça ilginçtir. Höyüğün bulunduğu yer İzmir Çimento Fabrikası T.A.Ş.’ye ait olup, etrafı binalar, site projeleri ve çevre yoluyla çevrili üzeri endüstriyel çöplerle, evsel atıklarla ve moloz yığınlarıyla kaplı boş bir alan iken, buradan 2003 yılında başta Buca’daki park ve bahçelere toprak taşınmaya başlanmış, istenmeyerek de olsa İzmir’in ilk sahiplerine ait izlerin bir kısmı ortadan kaldırılmıştır. Buca parkında dolaşan emekli bir tarih öğretmeni parka getirilen bu topraklardaki çanak, çömlek parçalarını fark etmiş, öğretmenin bu çanak çömlekleri İzmir Arkeoloji Müzesi’ne götürmesi sonucu toprağın getirildiği yer tespit edilmiştir. Müze Müdürlüğünden gelen telefon üzerine Ege Üniversitesi’nin arkasında bulunan alana gittiğimde ilk gördüğüm buluntuların ova yüzeyinin altında gönümüzden 8000 yıl öncesine giden bir yerleşime işaret ettiğini anlayınca ve gerekli girişimlerde bulunuldu ve söz konusu alan 1 numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun kararıyla 2005 yılında arkeolojik ve sit alanı olarak ilan edildi.

Başlayan çalışmalarla birlikte İlk bulgular, 5000 yıl öncesine dayanan İzmir kentinin yerleşim tarihini M.Ö. 6500 yılına, yani 8.500 yıl öncesine götürmüştür.

-İzmir ve çevresinde insan yaşamına ait izler ne kadar geriye gidiyor?

-İzmir Anadolu’nun batıya açılan kültür alanıdır. Karaburun’da insan yaşamına ait izlerin 300 bin yıl öncesine kadar gittiği anlaşılmıştır. İzmir’in köy tipi yerleşmelerden gelişerek bir kent yerleşkesine dönüştüğü bilinmektedir.

-Höyüğün coğrafi konum ve yerleşimi İle ilgili neler söylersiniz?

-İzmir’in Bornova ilçesinde, Karacaoğlan Mahallesi sınırlarında ve Manda Çayı’nın bir kolunun kıyısında bulunan ve bugün sahile kuş uçuşu 4-5 km. uzaklıkta olan ve yine denizden yüksekliği 19 metre olan Yeşilova Höyüğünün bulunduğu alana insanlar dağlardan, tepelerden inerek yerleşmeye başlamışlar ve köy Manda Çay’ı kolunun iki yakasına kurulmuştur. Bu kol günümüzde kurumuş olmakla birlikte Manda Çayı halen akmakta ve Bayraklı da denize kavuşmaktadır. Höyük Işıkkent Eğitim Kampüsü’nün doğusuna, Bornova Anadolu Lisesi’nin güneybatısına düşmektedir. Kampus alanı ile Höyük alanı arasından Arap Deresi geçmektedir. Alanın kuzeyinde Ege Üniversitesi hastanesi ve kampus alanı, Forum Bornova ve İkea alış merkezi, Yassıtepe Höyüğü yer almaktadır.

Bornova ovası her açıdan zengin bir bitki örtüsüne, suya, çok iyi iklim şartlarına sahip bir yerdir. İzmir çok sıcak bir yer olmasına karşın, Yeşilova tarafı yazın her zaman esinti almaktadır. Belkahve geçidi kışın doğudan gelen karasal iklim soğuğunu kesmekte, güneydeki ve kuzeydeki yükseltiler o taraflardan gelen soğuk hava akıntılarını engellemektedir. Ova, doğu batı ekseninde güneşten azami miktarda yararlanmaktadır.  Burası aynı zamanda da yolların kesiştiği yerdir. İlk yerleşimden bir süre sonra 400 m. kuzeydeki Yassıtepe Höyüğü denen alana, daha sonra da onun devamında İpeklikuyu’nun olduğu yere yayılmıştır. Böylece Türkiye’de ilk kez İzmir’de 3 adet ve 1200 metre çapındaki alanda tarih öncesi yerleşim birimi oluşmuştur. Ancak İpeklikuyu’da kazı çalışmaları henüz başlamamıştır.

Yukarıdaki resim İzmir’in tarih öncesi yerleşim alanı olan Yeşilova Höyüğü ile diğer yerleşim birimlerini göstermektedir.

-Höyük hangi döneme aittir? Höyüğün Yapısı?

-Yeşilova Höyüğü Neolitik Çağ, yani taş devrine ait bir yerleşim birimi olup bu çağ, insanoğlu için, yaşam biçimi, maddi kültür öğeleri, dinsel ve sosyal alanda çok sayıda değişimin yaşandığı önemli bir dönemdir.

M.Ö. 6500 yılları coğrafyanın topoğrafyası ve jeolojik yapısının bugünkünden çok farklı olduğu, henüz İstanbul Boğazı’nın açılmadığı, insanların Çeşme’den Sakız Adası’na yürüyerek geçilebildiği bir dönemdir.

Yeşilova Höyüğü yerleşim alanı içinde Neolitik Dönemden Roma dönemine kadar birçok kültürün yaşadığı anlaşılmıştır.

Buna göre kültür dolgusu 4 kültür katından oluşmaktadır. Kültür katları yüzeyden başlayarak;

I.Kültür Katı: Roma (M.Ö. 10- M.S. 290) dönemi,

II.Kültür Katı: Tunç Çağı (Orta Tunç Çağı – Erken Tunç Çağı 3100 -1800

III.Kültür Katı: Kalkolitik Çağ (M.Ö. 4340 – 4.230) ve

IV.Kat: Neolitik Çağ (ııı-M.Ö.6000-5700 ıı-M.Ö.6250-6000 ı-M.Ö.6500-6250) olarak saptanmıştır. Bu dönem bazı ilklerin yaşandığı ve Yeşilova Höyüğünün en uzun süreli ve en kalın kültür katıdır. Bu dönemde insanlar bilinçli olarak tarım yapmaya başlamışlardır. M.Ö. 6000 ve sonrasında ortaya çıkan buluntular ve mimari kalıntılar Neolitik Dönemin kültürel açıdan zirveye ulaştığını göstermektedir.

Yeşilova Höyüğü İzmir’deki en eski İzmirlilerin, ilk Egelilerin yaşadığı yerleşim alanıdır. 2003 yılında keşfedilmeden önce en çok 5 bin yıl eskiye giden geçmişi olduğu düşünülen İzmir’in, Yeşilova Höyüğünde yapılan kazılarda elde edilen bulguların ardından, Anadolu’nun en eski yerleşimlerinden biri olduğu anlaşılmıştır.

O dönemdeki yerleşim birimi şu andaki toprak yüzeyinin 4-5 metre derinindedir. Üst üste 20 kez yerleşilmiş, 100 bin metrekareden fazla bir alana yayılmış ve zamanla günümüzde ova seviyesinin altında kalmış, höyük tipi bir yerleşimdir.

Höyük kazılarında kazma işlemi yüzeyden başladığı halde, Yeşilova Höyüğü’nde ise iki metrelik katmanı kaldırdıktan sonra kazı işlemine başlanılmıştır.

Höyükler, tarih boyunca türlü nedenlerle yıkılıp yok olmuş yerleşme bölgelerinde, yıkıntıların üst üste birikmesi nedeniyle oluştuğundan, çoğu kez de içinde tarihsel kalıntıların gömülü bulunduğu yayvan toprak tepeler olmalarına karşın, Yeşilova Höyüğü düzlük bir alandır. Zira, irili ufaklı onlarca derenin getirdiği alüvyonlarla zamanla üstü dolmuştur.

Yukarıdaki fotoğraf Höyüğün olası görünümü göstermektedir.

-Yeşilova Höyüğü’ndeki üretimden söz eder misiniz?

-Yeşilova Höyüğü ilk kurulduğundan itibaren üretimin yapıldığı bir yer olmuş, taş aletler, dokumacılık, dericilik ve çok değişik üretimler, mühürler yapılmış, İzmir denilince güneş ve deniz akla geldiğinden mühürler de güneşi simgelemiştir.

Mühürler Yeşilova Höyüğü’nde yaşayanlara ait mülkiyet ve organizasyonun birer sembolüdür. Toplumun içinde olasılıkla bir yönetici sınıf vardır. Ancak, ayrıcalıklı bir sınıf yoktur.”

Mühürler daha çok ekmeklerin üzerine basılırmış, yani “Bu ekmeği ben yaptım veya bu ekmeği benim köyüm yaptı” anlamına gelmek üzere, ekmeklerin üzerine basılmıştır. Zira takas usulü ile ticaret yapıldığı için köyün ya da evin bir markası olarak da düşünülmüş olabilir.

Aşağıdaki fotoğrafta kazılar sırasında bulunan mühürler ve temsili olarak da ekmek üzerine vurulan mühür görülmektedir (En öndeki mühür güneş mührüdür):

Aynı zamanda çanak ve çömlek de üretilmiş, çevredeki çamuru çok iyi değerlendirerek elde ettikleri killerle çanak çömlekten, birçok kabartma ve heykelciklere kadar birçok şey yapmışlardır. Çanak ve çömleklerin üzerine aidiyeti bildirmek adına parmak izlerini basmışlar; Hem kadınların, hem çocukların parmak izine rastlanmıştır.

Küçükbaş hayvan tüketimine bağlı olarak dokumacılığın da geliştiği anlaşılmıştır.

Buğdayla başlayan bir serüven vardır, ilk önce ilkel buğdayı kullanmışlar, buğdayı evcilleştirmişler, buğdayı toplamak için alet yaratmışlar, o dönemde metal olmadığı için alet üretimi için kullanılan kaynak ağaç, kemik ve taşlardır.

Temsili kirman fotoğrafı

Kirman ile yün eğirmişlerdir. Kirman Anadolu’da halen de yün eğirmekte kullanılmaktadır. Bu dönemde insanlar hayvanların yünlerini eğirmiş ve dokumada kullanmışlardır. Yünlerini eğirdikleri hayvanlar, yaban, koyunu, yaban keçisi, yaban domuzu ve yaban sığırı olup bu hayvanlar en çok evcilleştirdikleri hayvanlardır. Bununla birlikte henüz hayvanları besledikleri alanlar, otlaklar bulunamamıştır. Dokuma tezgahlarını kilden yaptıkları için kazılarda çok miktarda bulunmasına rağmen ip ve ağaçlar organik malzeme olduğu için günümüze kadar kalmadıklarından onlara rastlanılmamıştır.

Kazılarda kilden yapılmış, günlük mutfak kapları bulunmuştur. Kil biraz daha ataşe dayanıklı bir malzeme olduğundan hala günümüzde kilden yapılmış güveç kapları kullanılmaktadır. Kilden yapılmış, kaseler, tencereler ve kaşıklar da bulunmuştur. Kazılarda halen bebek kaşığından, büyük kepçelere kadar her boy kaşık bulunmaktadır. Kaşıkların uç kısımları boyunlarda taşınması amacı ile delinmiştir.

İçleri yendikten sonra kum midyelerinin de orta kısmı delinerek kolye olarak kullanılmıştır. İleriki dönemlerde özellikle kadınlara mezar hediyesi olarak, iskeletlerinin yanlarına da konulmuştur.

Aşağıdaki fotoğrafta kazılarda bulunan kilden yapılmış kapların yanı sıra dikdörtgen alan içine alınmış olan hesap taşı veya başka bir deyimle bilanço defteri görünmektedir:

Kazılarda günümüzün mumu gibi aydınlanmada kullanılan kandiller de bulunmuş. Kandilin is ve koku yapmaması için kilden yapılan kabın içine hayvanın iç yağı konulmuştur.

Aşağıdaki fotoğrafta bir kandil görülmektedir.

-Beslenme ve giyimleri ile ilgili olarak ne söylersiniz?

-Yeşilova höyüğünde en fazla arpa, buğday ve mercimek üretilmiştir. Taşlarda havanlarla öğütüp un haline getirilmiş. Bu dönemde yemek kültürü de çeşitlenmiştir.

Çünkü, buzul döneminde sadece avcılık ve toplayıcılık yapılırken, bu dönemde insanlar kendi ürettikleri tahılları da yemeğe başlamışlardır.

Aşağıdaki fotoğrafta evlerde un haline getirilen tahılın ocakta pişirilmesi canlandırılmıştır:

Yeşilova Höyüğünde yaşayanlar hayvansal ve bitkisel gıdaların yanında günümüzde İzmir denilince akla gelen midyeyi de 8.500 yıl önce çok sevmişler. Son yıllarda yapılan kazı çalışmalarında bir başka deniz canlısının kemikleri bulunmuş, o da yine İzmir’le bütünleşen çipura ve vatozdur. Böylece İzmirlilere beslenme geleneklerini de bırakmışlardır.

8500 yıl önce deniz bugünkü seviyesinden 20-30 metre daha aşağıda yani deniz daha uzakta, yani nerdeyse körfezin dışına doğru olmasına rağmen, bu durum ilk Egelilerin denizle olan sevdasına engel oluşturmamıştır. Yeşilova bulguları günümüzden 5000 yıl önce denizin günümüz seviyesine ulaşmasıyla birlikte deniz ürünlerinde bir artışın olduğunu ortaya koymaktadır. 

Balıkçılık yaptıkları bilinmekte olup, kazılarda çipura kemikleri bulunmuştur. Dere kenarında yerleştiklerinden denize uzak oldukları için dereleri takip ederek denize ulaşmışlar. İlk başlarda balıkların neyle yakalandığı bilinmiyordu, daha sonraki kazılarda çok fazla balık ağında kullanılan ağılıklar bulunmuştur. Balık ağları serpme şeklindeymiş. Denizden midye ve salyangozlar toplamışlar. Midye ve salyangozlar kazılarda evlerin içindeki ocakların yanına kapların içine istiflenmiş bir şekilde bulunmuştur. Midye ve salyangozlar kaynatılarak tüketilmiştir.

Aşağıda Yeşilova Höyüğü halkının kullandığı temsili bir ağ görülmektedir:

Aşağıda da çipura kemikleri ile midye ve salyangoz kabukları görülmektedir: 

Hayvan evcilleştirerek yaşımın içine katmışlar, sapanla yabani hayvanları avlamışlar, en çok avlanan hayvan domuz olmuştur. Yemeklerini taş üzerinde ısıtmışlardır.

Bornova’nın misket üzümleri ve şarap tüketilmiştir.  

Yeşilova Höyüğü halkı midyelerden kolyeler yapmıştır.

Bu dönemde insanlar giysilerini hayvanların derilerinden yapmışlardır.

-Yeşilova Höyüğü’nde alet, edevat yapımı ve ticaret konusunda bizi aydınlatır mısınız?

-Bu dönemde insanlar maden işlemeyi bilmedikleri için taşlardan ve taşı kemikle birleştirerek her türlü alet yapmışlardır. En çok yaygın olarak kullanılan taşlar çakmak taşları ve andazit ile obsidyen taşlarıdır ve kazılarda çok yaygın bir şekilde bulunmuştur. Yörede çok miktarda bulunan çakmak taşları sadece ateş yakmakta kullanılmamış, baltalar, tarımda kullanılan oraklar, kazıcılar ve delicilerin yapımında çok yaygın bir şekilde kullanılmıştır. Andazit de yörede bulunan taşlardan olup obsidyen taşları Kapadokya ve Melos  Adası’ndan (Melos Adası: Volkanik lavların denizle buluşması sonucu oluşmuş, Yunanistan’ın Ege Denizindeki Kiklat takım adalarının batısında yer alan bir ada) getirtilmiştir. Obsidyen taşı takas usulü ticaret ile sağlanmış, dolayısıyla ticari olarak Yunanistan’ın Melos Adası ile ilişki kurulmuş ve bir Egeli olarak barış içinde birlikte yaşamışlardır.

Hayvanların bile henüz kullanılmadığı dönemde binlerce km uzaklıktaki bölgelerden alış veriş yapılmıştır. Hatay’dan İspanya’ya kadar bütün Akdeniz kıyısı boyunca ve kıyı Ege’den Güneydoğu Anadolu’ya kadar geniş bir coğrafyada, denizin sağladığı ulaşım olanakları dahilinde gelişen bir kültürel ilişkinin olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla bezenerek yapılmış çanak çömlekler, labirent ve daire şeklindeki mühürler ana tanrıçalar ya da boğalar birbirinden çok uzak kültürlerde görülebilmiştir.  Yeşilova Höyüğünde takas usulü organize bir ticaret söz konusudur.

Taşların bir metal gibi kullanılarak her türlü alete dönüştürülerek kullanılması, insanın zekâsının ve zekâ ile birlikte eşyaların işlevinin nasıl değiştirildiğini göstermektedir. Taş yaşamın en önemli nesnesi durumunda olmuştur. Aşağıda ahşap ve taştan yapılmış ve tarımda kullanılan oraklar görülmektedir:

Obsidyen cam gibi keskin bir taştır ve bilinen en eski ayna obsidyen ile yapılmıştır. Çatalhöyük’te de bulunmuş ve Mısırlılarda da ameliyatlarda kullanılmıştır. Avladıkları ve evcilleştirdikleri hayvanların kemikleri ve boynuzlarını yaptıkları aletlere sap olarak kullanmışlar.

Diğer taraftan, geyik boynuzları çok yaygın olarak bulunmuş ve çok sert boynuzlar olduğu için taşı yontmak için bile kullanılmıştır.

Yine 8500 yıl öncesinde halk harmanda ekinlerin tanelerini sapından ayırmak için çakmak taşlarını kullanarak döven yapmışlardır.

Kırmızı renk bu dönemde topraktan elde edilmiş ve kazılarda çok kırmızı boyaya ulaşılmıştır. Oraklar yaygın çünkü Bornova ovası çok bereketli bir ova ve çok fazla da tarım yapılmıştır. Kazılarda ok ucu da bulunmuş, zira avcılık ve toplayıcılık devam etmiştir.

-Hocam kazılarda hesap/kayıt taşı/bilanço defteri bulunduğu bilinmektedir, bu taş nedir?

-İki yıl önceki kazılarda bulunmuştur. Henüz sayı ve rakam kullanılmadığı için, bir şeylerin sayıldığında üzerine çentik atılan taş olduğu, düşünülmektedir.

-Höyük evleri hakkında bilgi verir misiniz?

-İlk yerleşimi kuranlar, ovaya vardıklarında odun ve bölgede bolca bulunan sazlardan geçici barınaklar tesis etmişlerdir. Geçici barınak kurmanın iki sebebi olabilir: Ya kalıcı barınak inşa etmeye niyetleri yoktur, ya da ev yapmaya yönelik deneyden yoksun olabilirler.

Yeşilova Höyüğünde yaşayanlar daha sonra iyi birer mimar olmuşlar ve pişmiş topraktan evlerinin maketini bırakmışlardır. Hem bu maketlere ve hem de kazı alanındaki evlerin temellerine birebir bağlı kalınarak höyük alanına aynı boyutta temsili evler yaptık. Aşağıdaki fotoğraflardaki evler yapılan bu temsili evlerdir.

Kırma saz çatılı, dörtgen planlı birbirinden ayrı evler kurmuşlardır. Ağaç hatıllarla evlerin çatıları desteklenmiştir. Yeşilova halkının özgürlüklerine düşkün olmaları ve savaşların olmadığı Neolitik dönemde yaşamaları sebebiyle evlerini birbirlerinden ayrı, birer metre aralıklı olarak inşa etmişlerdir. Oysa Çatalhöyük ve İç Anadolu’daki evler sırt sırta inşa edilmiştir. Evler Yeşilova Höyüğü yaşayanları için yaşama alanı değil, sadece korunma alanıdır. Yani uyumak, vahşi hayvanlardan korunmak için kullanılmış, yaşamlarını bütün gün dışarıda geçirmişlerdir.

Taş devri evleri, taş temel, kerpiç duvar ve saz çatı, ancak çift kırma çatılıdır. Çift kırmalı çatılı olmasının nedeni çatıda yağmur suyunun kalmaması içindir.

Bu evler çamur ve sazdan yapıldığı için evlerin içi kışın daha sıcak, yazın daha serin olmuştur.

İnsanlar mağaralardan çıkıp ev yaptıkları için evlerde pencere bulunmamakta sadece kapı açıklığı vardır. Pencere bulunmamasına rağmen evlerin içi aydınlıktır.

Kazılarda bugüne kadar 28/29 adet ev bulunmuştur.

Aşağıdaki fotoğrafta da görüldüğü gibi, evlerin içinde çatıyı destekleyen ağaç hatıllar, ocak ve insanların yattıkları seki bulunmaktadır:

Çatalhöyük’tekinin tersine insanlar ölülerini yataklarının altına gömmemişlerdir.

Ayrıca evlerde dokuma tezgâhı da bulunmaktadır:

Aşağıda fotoğrafı bulunan ev Tunç Çağı’na ait bir evdir. Çünkü belli bir seviyeye kadar taş temel, temelin üzerine kerpiç duvar ve düz saz çatı. Sazları çatılarda çok yaygın bir şekilde kullanmışlar. 

Evlerinin önünü işlik alanı olarak kullanmışlar, kilden yaptıkları potanın içerisinde madeni eritip, karıştırarak, kalıba dökmüşler, örneğin, bakır ve kalayın karışımından tunçtan balta üretmişlerdir. Bazen de arsenikle karıştırmışlardır.

Erken Bakır Çağın’da (M.Ö. 5500 –5000) evlerini doğada buldukları malzemelerle basit ev ve çadır tarzı şeklinde yapmışlardır:

-Yeşilova Höyüğü halkının dini İnanışları var mıydı? Varsa nasıl bir inanca sahiptiler?

Her neolitik toplumda geçerli olan doğumu, çoğalmayı bereketi, iyi yaşamı öne koymuşlardır. Figürlerin ve çanak çömleklerin üzerindeki kabartmalara bakarak, ana tanrıça kültünün baskın olduğu kolayca izlenebilmektedir. Kadın dünyaya çocuk getirdiği için, yani yoktan var ettiği için ve erkeğin rolünü bilmedikleri için kadın kutsal görülmüştür. Zaten, Anadolu’nun en eski kültlerinden bir tanesi olan ana tanrıçaya olan inanç burada da güçlüdür. Çatalhöyük’te olduğu gibi bu alanda da bulunan doğurganlığın ve üremenin simgesi olan ana tanrıça heykelcikleri bu inancı yansıtmaktadır.

Aşağıda da ana tanrıça figürleri görülmektedir:

Bu coğrafyada yaşadığı bilinen iki yırtıcı hayvan, Anadolu parsı ve ayıdır. Bu hayvanların insana korku verdikleri ve insanlardan güçlü oldukları için de kutsal olarak kabul edildikleri düşünülmektedir. O yüzden bu iki hayvanı da tanrısal bir hüviyete büründürmüşlerdir. Çanak çömlekler üzerinde panter kabartmaları vardır. İnsanlar bunları hiçbir zaman avlamamışlar,  kazılarda da bu hayvanların kemikleri avlanan av hayvanı şeklinde bulunmamıştır. Pars (Panter) bütün çağlar boyunca burayı terk etmeyen tek canlıdır. Ancak, sonraları avlanmalar sonucu nesli yok edilmiştir.

Doğurganlığın ve çoğalmanın önemli olduğu bu dönemlerde, Neolitik toplumun yaşamının ortakları olarak görülen, kimi zaman korku kimi zaman da hayranlık kavramıyla karşılık bulan; boğa, panter ve ayı gibi hayvanlar, Anadolu’nun Göbeklitepe’den beri devam eden Şamanist duyguların bir yansıması olarak görülebilir. Aşağıda pars kabartması görülmektedir:

İnsanlarda ahret inanışı vardır.

-Ölülerini Gömmüşler mi?

-Yeşilova Höyüğü’nde taban altında hiçbir gömüye rastlanılmaması, ilk İzmirlilerin ölülerini yerleşim dışında mezar alanlarına gömdüklerini ortaya koyuyor. Çatalhöyük’tekinin tersine ölüler insanların yattıkları yataklarının altına gömülmemiştir.

Direkt mezarlara cenin biçiminde gömülmüşler, ancak mezarlık alanları henüz bulunamamıştır.

Tunç Çağ’da bazen direkt olarak toprağa gömülmekle birlikte genellikle küplerin içine

konularak toprağa gömülmüşlerdir. Günümüzün tabutu gibi. Küpler çatladıktan sonra

atılmamış, onarılarak onlar da mezar küpü olarak kullanılmıştır.

 İnsanlar her halükarda cenin pozisyonunda, yani doğdukları biçimde gömülmüşlerdir.

Büyük boyutlu küplerin içinde ikili üçlü gömüler de bulunabiliyor. Eğer İki kişi aynı zamanda ölmüşse aynı küpün içinde gömülmüşlerdir.

-Yeşilova Höyüğünde toplumsal sınıf oluşmuş mudur?

-Hayır, toplum sınıfsız bir toplumdur.

-Höyük bir ara neden terk edilmiştir?

-Bu kültür M.Ö. 5.700 civarında burayı terk etmek zorunda kalmıştır. Bu kadar güçlü kültürün burayı neden terk ettiklerine ilişkin kesin bir tespit olmamakla birlikte bir iklim değişikliğinin rol oynadığı az çok biliniyor. Zira, 8500 yıl önce deniz bugünkü seviyesinden 20-30 metre daha aşağıda iken 5700 yıllarında bugünkü seviyesine ulaşmıştır.  Muhtemelen buzulların erimesi ve ilkim değişikliğinden dolayısıyla ısınma ile deniz yükselmiş, bu da iklim değişikliğine sebep olmuştur.

Diğer taraftan höyüğün terk edilişinin büyük bir yangın, deprem veya sel baskınından kaynaklı olabileceği de düşünülmektedir.

-Yeniden yerleşim nasıl olmuştur?

-Arada bir 300 – 500 yıl kadar bir boşluk, yani hiç yerleşilmeyen bir dönem vardır. Sonra yeni gelen toplulukların varlığı görülüyor. Yeni gelenler ilkel Avrupalıdır. Yaşamları Egelilerden çok farklıdır. Egelilerle birlikte yaşıyorlar. Yeni gelenlerin önemli bir kısmı Yassıtepe’ye yerleşmiştir. Günümüzden 5.000 yıl önce burada artık yeni yerleşim oluşuyor. Dönem Tunç Çağının (Bronz Çağı) başladığı dönemdir. Bronz çağında olunduğu için metal kullanılmaya başlanıyor. Baltalar yapılıyor.

Ardından erken bakır çağına giriliyor, çünkü, insanlar bir madeni, bakırı işlemeye başlıyorlar. Halen taşlardan alet yapıyorlar, yanında da bakırı işlemeyi öğreniyorlar.  Bu dönem kısa sürdüğü için çok az eser vardır.

Bu dönemde hala çok oturmuş bir köy yaşantısı yoktur. Biraz daha göçebe yaşam tarzı devam etmektedir. Halk göç olarak Anadolu’nun içlerine doğru ilerlemiş ve çadır tarzı, ağaç dallarından yapılmış evlerde yaşamışlardır.  Artık Taş Devrindeki gibi taş ev yapılmamıştır.

-Tunç Çağı’ndaki gelişmelerden söz eder misiniz?

-Tunç Çağları denen dönem başladığında, insanlar bu dönemde bilinçli olarak madenleri işlemeye başlıyorlar. Çünkü, tunç doğada doğal halde bulunmadığı için bakırla kalayın karışımından elde etmişlerdir.

Bornova’nın misket üzümleri meşhur olduğundan, kazılarda bu üzümün çekirdekleri bulunmuştur. Bornova misketinin büyük ihtimalle Foça gemileriyle Avrupa’ya dağılmış olabileceği düşünülmektedir. Şarap üretimi ilk defa Tunç Çağlarında ortaya çıkmıştır. Aslında Tunç Çağlarına ait asıl bilgiler Yassıtepe Höyüğünden elde ediliyor.  

Artık insanların çoğaldığı bir döneme girilmiştir. İnsanlar artık köye sığamadıkları için kendilerine yeni yeni yerler bulmuşlar. Buna bağlı olarak da Tunç Çağları savaşların başladığı bir dönemdir. Yeşilova Höyüğünden göç eden büyük bir kesim yukarıda da belirtildiği gibi Bornova Forum’un karşısındaki Yassıtepe Höyüğüne yerleşmişlerdir. İlk defa testi ile karşılaşılmış ve halk sıvı maddeleri depolama ihtiyacı duymuş ve şarap          depolamışlardır.

Buna bağlı olarak da ihtiyaçları doğrultusunda bir kap üretiyorlar, bu kaplara gaga ağızlı testi deniyor. Kuşun gagasını andırdığı için bu ad veriliyor. Günümüzün sürahi mantığında işlev görüyor. Bu testiler sıvının düzgün bir şekilde dökülebilmesi amacıyla yapılmıştır. Bu dönemle ilgili olarak hunilerle de karşılaşılmıştır. 5000 yıl gibi bir zaman geçtiği halde huni hala kullanılmaktadır.

Bir gaga ağızlı testi:

İnsanlar yiyeceklerini saklamak için kapların kulplarına delikler açarak tavana asmışlar. Asılan yiyeceklerin günlük yemekler olduğu düşünülmektedir. Uzun dönemde tüketilecek yiyecekler, tahıllar çok büyük küplere konularak toprağa gömülmek suretiyle saklanmıştır.  Nitekim günümüzde de toprağa gömülen kapların içinde yiyecekleri saklama geleneği sürmektedir.

Kazılarda bulunan bir büyük küp:

Tunç Çağı’na ait kaplar bezemelidir. Diğer taraftan üç ayaklı kazanlar, kaplar Tunç Çağı’nın en karakteristik kaplarındandır.

-Yeşilova Höyüğü ve civarından taşınma nasıl gerçekleşmiştir?

-Yeşilova Höyüğünde yerleşim alanın zamanla derelerin getirdiği alüvyonla kaplanması sonucu burada yaşayan topluluklar artık daha korunaklı olan daha yüksek yerlere taşınmak zorunda kalmışlar, denize yakın alanı tercih etmişlerdir.  Artan nüfusla birlikte İzmir halkı kentlerini ve İzmir’in tarihini M.Ö. 700’de Bayraklı-Tepekule’ye taşımıştır.

Bayraklı M.Ö. 3000 yıllarında kurulmuş olmakla birlikte yerleşimlerin yoğunluğu, büyüklüğü ve kültürel zenginliği dikkate alındığından ve Bayraklı özellikle ilk planlı kentleşme açısından MÖ.7 yy’daki yerleşimle tanındığından Yeşilova ve Yassıtepe’deki Prehistorik Yerleşim alanının ardından Demir Çağda, yani M.Ö. 700’de Bayraklı’ya ardından Hellenistik Dönem (MÖ.3.yy) ve sonrasında Agora ve civarında yerleşildiği bilinmektedir.  Çünkü artık insanlar daha korunaklı alan olan deniz kenarına yerleşmeyi tercih etmişlerdir. Ancak verimli bir yer olması, derelerin akması ve aynı zamanda da yolların da kesiştiği bir alan olması nedeniyle de ova da önemini yitirmemiştir.

Aşağıdaki fotoğraf,  İzmir’in hava fotoğrafıdır. İzmir’in tarihinin ve kültürünün değişimini göstermektedir.

Kısacası, Yeşilova Höyüğü, Yassıtepe Höyüğü, İpeklikuyu Höyüğü ve Bayraklı’nın ardından da Kadıfekale ve civarında yani İzmir’in üç ayağında, üç İzmir diyebileceğimiz bölgede İzmir’in kültür tarihi devam etmektedir. Bu bağlamda İzmir 8500 yıldır yerleşik yaşamın kesintisiz sürdüğü nadir şehirlerden biridir.

-İzmir ve Anadolu’da Prehistorik Dönemeden Beri Devam Eden Kültür ve Alışkanlıklar Nelerdir?

-Üç İzmir diyebileceğimiz bölgede yaşam 8500 yıldır devam etmekte;

İzmir halkı misket üzümü ve şarap ile midye ve çipurayı halen severek tüketmekte;

İzmir’in ticaret kenti kimliği asırlardır sürmekte;

Ekmeklerin üzerine üretildiği evi (bugünkü fırın) belirtmek amacıyla en azından yakın zamana kadar mühür vurulmakta (etiket yapıştırılmakta);

Anadolu’nun birçok yerinde halen kirman ile yün eğirilmekte ve dokuma tezgâhları ile dokuma yapılmakta;

Ağla balık tutulmaya devam edilmekte;

Anadolu’nun birçok yerinde ekinler hala orak ve benzeri aletle biçilmekte;

Yine Anadolu’nun birçok yerinde hala harmanda ekinlerin tanelerini sapından ayırmak için döven kullanmakta;

Kadınlar deniz kabuklarından yapılmış kolye ve süs eşyaları takmakta;

Günümüzde de kilden yapılmış güveç kapları, huni ve gaga ağzı testi biçimindeki sürahiler ile uzun süre saklanarak kullanılacak katı ve sıvı tüketim maddeleri için toprak küpler kullanılmakta;

İnsanların dini ve öteki dünya inanışları ile Tunç Çağı’na ilişkin ölüleri bir cismin içene koyarak (küplerin yerine bazı özel şartlarda tabutla) gömme alışkanlığı devam etmektedir.

-Kazı çalışmalarının neresindesiniz?

-Kazı çalışmaların henüz başında sayılırız.

Hocam, söyleşi için çok teşekkür ederim.

Netice itibariyle bu söyleşiyi yapmamdaki en büyük etken Doç Dr. Zafer Derin’in de belirttiği gibi Yeşilova Höyüğünün 8500 yıllık İzmir kent kültür tarihinin başlangıcını temsil etmesi nedeniyle, bu miras alanının toplum tarafından daha çok tanınmasına ve  fark edilebilmesine bir nebze de olsa katkı sağlamaktır.

  • Hüseyin Yörükoğlu

Hüseyin Yörükoğlu

1956 Nazilli/AYDIN doğumludur. İlk ve orta öğrenimini Nazilli’de tamamladı. 1975 yılında A.Ü Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne girdi. 1979 yılında bu okulun iktisat-maliye bölümünden mezun oldu. 1981-1987 yılları arasında Türkiye Elektrik Kurumu’nda müfettiş yardımcılığının ardından da müfettiş olarak çalıştı. 1987 ve 1993 yılları arasında Nazilli’de tarımla uğraştıktan sonra 1993-2004 yılları arasında TARİŞ Genel Müdürlüğü’nde müfettiş ve genel muhasebe müdür yardımcısı, ardından 2005 ve 2013 yılları arasında çeşitli şirketler ile İzmir Büyükşehir Belediyesi şirketlerinde muhasebe müdürü, koordinatör ve genel müdür yardımcısı ve son olarak da TARİŞ İncir Birliği’nde müfettiş olarak görev yaptı. Halen mali müşavir/bilirkişi olarak çalışmaktadır. 2009 yılından buyana vergi, muhasebe, ticaret ve icra hukuku ile ilgili olarak çeşitli internet siteleri ve İZSMMO dergilerinde yazıları yayınlanıyor. "Evli ve bir çocuk babasıdır. Email: [email protected]

FACEBOOK - YORUM YAZ

Sosyal Medyada Paylaşın:
  • YENİ
Bir Mektup.. Bir Tehdit… Bir İsyan…

Bir Mektup.. Bir Tehdit… Bir İsyan…

Haber Merkezi, 13 Mart 2024
Kalfatlı – Kalafatlı ve Kültürel Kimliği

Kalfatlı – Kalafatlı ve Kültürel Kimliği

Dr. Yaşar KALAFAT, 11 Mart 2024
İnegöl’de Bir Yıldız Söndü

İnegöl’de Bir Yıldız Söndü

Haber Merkezi, 11 Mart 2024
Osman, Atman, Tuman ve Vakanüvislik

Osman, Atman, Tuman ve Vakanüvislik

Ekrem Hayri PEKER, 18 Şubat 2024
Muğla Kalafatları ve Halk İnançları

Muğla Kalafatları ve Halk İnançları

Dr. Yaşar KALAFAT, 11 Şubat 2024
100 Yıllık Bir Lezzet: Hacıbaba Köfte

100 Yıllık Bir Lezzet: Hacıbaba Köfte

Ekrem Hayri PEKER, 11 Şubat 2024