KAYIP SAVAŞ! Filistin-Suriye Cephesinin Çökeceği Başından Belliydi |
Bu Yazıda - Konu İçi Ara Başlıklar
Son Osmanlı Padişahı Mehmet Vahidettin’in İstanbul’dan kaçtıktan sonra Mekke’de yayınladığı beyannamede, 1. Dünya Savaşı’nın sonlarında Mondros Ateşkesi’ne giden sürece, Mustafa Kemal’in emrindeki ordusuyla birlikte ve “zilletle” Toros eteklerine sığınmasının yol açtığı yolundaki değerlendirmesini aktarmıştık.
Şöyle diyordu Vahideddin:
“…gerek bu mütarekenin imzasında ve gerek ondan sonraki bütün mesailde (sorunlarda) Kanun-i Esasî mucibince mes’uliyetten müstesna (sorumsuz) olan makam-ı hükümdar’î için hükümet-i mes’ulenin maruzatını tasdik lüzumu gibi gayr-i kabil-i itiraz (itirazı imkansız) bir sebep bulunduğu halde, ne kendi imlâ ve imza ettiği mütarekenin tatbiki demek olan felâketlere karşı bilâhare muhalefette önayak olmak küstahlığını gösteren Rauf Bey için, ne de devletin belli başlı kuvâ-yı mevcudesinin (mevcut askeri birliğinin) kısm-ı küllîsini (büyük kısmını)esir vererek zilletle (Toros) eteklerine iltica etmesi yüzünden mütareke akdini gayr-i kabil-i ictinab (kaçınılmaz) bir hale getiren Mustafa Kemal için şayan-ı kabul hiçbir mazeret mevcut değildir.”
Vahidettin özetle… Mustafa Kemal Paşa’nın memleketin mevcut askeri birliklerinin büyük kısmını esir vererek, zilletle Toros eteklerine sığınmasının, Mondros Mütarekesi’nin imzasını kaçınılmaz kıldığını iddia ediyor. Bunu ne zaman söylüyor? Mustafa Kemal’in başkanı olduğu Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından saltanat kaldırıldığı için İstanbul’dan kaçtıktan sonra, Hicaz’ı ziyaret ettiği Ocak 1923’te… Türkiye’nin gelecekteki rejiminin “cumhuriyet” olacağına dair, görünen köyün artık kılavuz istemediği o günlerde…
Birkaç yıl öncesine dönelim. Mehmet Vahidettin, zilletle suçladığı Mustafa Kemal Paşa konusunda ne demiş, ne yapmış, göz atalım…
Mondros ateşkes anlaşmasının imzalandığı tarih 30 Ekim 1918.[1] Anlaşmanın ertesi günü Liman von Sanders’ten görevi devralıp, tam metnini istediği Mondros ateşkes anlaşmasının -işgallere izin veren 7. maddesi başta olmak üzere- neredeyse tüm hükümlerine şiddetle karşı çıkan Yıldırım Ordular Grubu Komutanı Mustafa Kemal Paşa’nın Sadrazam ve Harbiye Nazırı V. Ahmet İzzet Paşa’ya “İskenderun’a bir İngiliz çıkarması sözkonusu olursa kesinlikle karşı koyacağını ve işgalcilere ateş açılması için emir verdiğini” yazması üzerine İstanbul hükümetince “Yıldırım Orduları Grubu ve 7. Ordu karargâhlarının lağvedilmesi suretiyle, Harbiye Nezareti emrine alındığı ve İstanbul’a çağrıldığı” tarih 7 Kasım 1918, İstanbul’a vardığı tarih ise 13 Kasım 1918… Peki birliği olmayan bir paşa olarak İstanbul’da oturan Mustafa Kemal’i, 16 Mayıs’ta Anadolu’ya gidene kadar geçen 6 aylık zaman diliminde defalarca kabul edip, görüşen kim? Mehmet Vahdettin…
Mustafa Kemal Paşa’nın ordu müfettişi olarak Samsun havalisindeki asayişsizliği önlemek ve Türk çetelerini etkisiz hale getirmekle görevlendirilerek Anadolu’ya gönderilmesine karar veren Damat Ferit Hükümetinin teklifini uygun görüp, 30 Nisan 1919 tarihli padişah iradesini imzalayan kim? Mehmet Vahdettin…
Mustafa Kemal Paşa (Atatürk, Nutuk’ta bu sahneyi detaylarıyla aktarır) usül gereği veda için ziyarete gittiğinde, “Paşa, paşa, şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bunların hepsi artık bu kitaba girmiş, tarihe geçmiştir. Bunları unutun! Asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa, devleti kurtarabilirsin!” diyen kim? Mehmet Vahdettin…
Vahidettin, mayıs 1919’da “…hizmetlerinin hepsi tarihe geçmiştir” dediği Mustafa Kemal Paşa için 1923’te neden suçlamalarla dolu değerlendirmeler yapıp, “…memleketin mevcut askeri birliklerinin büyük kısmını esir vererek, zilletle Toros eteklerine sığınan Mustafa Kemal” diyor?
Cevap çok basit… Son padişah Mehmet Vahidettin’in üzerine titrediği saltanatı elinden gitti… Daha ne olsun?
***
Bugünün yalanlarına kaynaklık eden ise Büyük Doğu dergisinin 25. sayısında, “Dedektif X” imzasıyla yayımlanmış olan hezeyan. Bunu okumadan, detayların anlaşılması imkansız. Aktaralım:[2]
“31 Ağustos 1918… [M.Kemal’in komutanı olduğu] 7.Ordu, ne sağındaki 4.Orduya, ne de solundaki 8. Orduya ve bilhassa Ordular Grubuna hiçbir haber vermeden ve hiçbir şey sızdırmadan, birdenbire Bisan istikametinde son süratle çekilmeye başlıyor. Birdenbire, cephe üzerinde müthiş bir yarık hasıl olmuş ve 4.Ordu ile 8.Ordu, birbirinden uzakta ve temassız halde kalmışlardır.
İngiliz ordusu hemen bu yarıktan içeri dalarak, 8.Ordunun gerisine düşüyor ve bu orduyu kuşatıp kamilen esir alıyor. Ancak Tul-u Kerem mevkiindeki Cevat Paşa birkaç kişilik maiyeti ile zor bela kurtulabiliyor, İngiliz baskısı oradan, derhal 4.Ordu üzerine dönüyor. Vaziyeti birdenbire ve tepeden inme haber alan 4.Ordu ise, tarih boyunca misli görülmemiş bozgun seli halinde, Haleb’e doğru akmaya başlıyor. Vaziyet tek kelimeliktir: Kahhari hezimet (Tam yenilgi)! 4.Ordu artıkları, Şam’a doğru mahşeri bir ana-baba akışıyla kulaç atarken, 7.Ordu hiç bir baskı görmeden (!) Haleb’e çekilmiş ve orada karargâh kurmuştur. İşte bunun üzerine memleket tek kalemde tepetaklak olmuş ve Mondros’un imzası zorunluğu doğmuştur.”
Savaşın tarihinden, ordu düzenlerine kadar yanlışlarla dolu bu yazı, Kadir Mısıroğlu’dan Vehbi Vakkasoğlu ve Abdurrahman Dilipak’a kadar bir dizi yazara ilham vermiş durumda.
***
Peki, Mehmet Vahidettin’in ve takipçilerinin bu iddiaları gerçeği yansıtıyor mu?
Öyle ya! Savaş tarihi “Canım öyle istiyor, öyle yazdım” diye kaleme alınmaz! Belge lazım, emir örnekleri lazım, savaş içerisinde tümenler, kolordular, ordular düzeyinde yazışmalarla desteklenmesi lazım.
Ordu yazışmaları (raporlar, cerideler) incelendiğinde hiçbiri söz konusu olmayan iddiaların hem Vahidettin tarafından ve hem de bu savaşın üzerinden bunca yıl geçtikten sonra masal yazarlarınca halen daha fütursuzca ve sırf Mustafa Kemal adını karalamak için kaleme alınıyor olmasını normal kabul edebilmek mümkün mü?
Dağa çıkmış bir çeteden değil, 600 yıl hüküm sürmüş bir büyük devletin ordusundan söz ediyoruz. Yerleşmiş kuralları var, bürokratik düzeni var.
Bir ordu komutanı bir emir yazdığında, bu emir o orduya bağlı kolordular, tümenler, alaylar (ve hatta taburlar, bölükler) düzeyinde silsile halinde giden yazışmalara konu olur. Savaş durumunda bile, bir emrin varlığını (ya da yokluğunu) bu düzen içerisinde takip etmek mümkündür. Anlık değişimler de buna dahil, birliklerin planlı yer değiştirmesi de, hatta ricat da… Ortaya hiçbir belge koymadan “ben yazdım, oldu” mantığıyla savaş anlatılmaz, anlatıl(a)maz. Anlatılırsa tarih değil, sadece “masal” olur…
Önüne geleni hain(!) ilan eden gammazcı mütareke basını üslubuyla, yalan-yanlış kaleme alınmış iddialara ve işin gerçek yüzüne geçmeden önce, Suriye Cephesi’nde yaşananlar başta olmak üzere Mustafa Kemal hakkında estirilen yalan rüzgarlarını mükemmel bir çalışmayla derleyip[3] her bir yalana-iftiraya belgeleriyle cevap veren Turgut Özakman’ın çizdiği çerçeveyi esas alıp, kişilere, olaylara, gelişmelere bakalım.
***
Türk ordusu[4] savaş koşullarında gittikçe zayıflayarak/üç yıl içinde, Sina’dan Kudüs’ün 50 km. kuzeyine kadar çekilmek zorunda kalmıştır. Daha 1917 sonunda asker kaçaklarının sayısı 300.000’i aşmıştır.[5]
Enver Paşa ise iyice zayıflamış Suriye ve Irak cephelerini takviye edeceği yerde, doğudaki iki ordumuzu, ‘Büyük Turan İmparatorluğu’ hayali içinde[6] İran’a, Azerbaycan’a ve Kafkasya’ya doğru yürütmektedir.
1918 Martında Yıldırım Orduları Grubu Komutanı olan Liman Paşa, Suriye Cephesindeki acı durumu anılarında özetle şöyle anlatıyor:
“Yıpranan tümenlerin geriye alınması ya da değiştirilmesi, ihtiyatta kuvvet bulunmadığı için mümkün değildi. Topçu cephanesi de o kadar az geliyordu ki bataryalarda hiçbir zaman gereken sayıda cephane bulunmuyordu. Türk askerleri, ölü İngiliz erlerinin ayaklarındaki çizme ya da postalları gıpta ile seyrediyorlardı. Kendi ayaklarında, yırtık çarıklar vardı hatta çok defa bu bile yoktu. Ayaklarını paçavralarla sarıp savaşıyorlardı. Subayların çoğu bile düzgün bir ayakkabıdan yoksundu. Keşif kolları, görevden her defasında, kan içinde kalmış ayaklarla dönüyorlardı. Malarya ve dizanteri, bu sıcak yaz mevsiminde pek çok kurban verilmesine sebep oldu.”
Yazlık elbisesi olmayan, ancak kalın yün kumaş giyen (bunlara paçavra demek daha yerindedir) ve dörtte üçünden fazlasının artık iç çamaşırı da kalmayan Türk erlerinin, doğrudan tenlerine giydikleri bu kalın kumaş altında ve 55-65 derece sıcaklıkta, ne kadar zahmet çektikleri açıktır. Birkaç aydan beri, günde ancak 1-1,5 kilo, o da varsa, arpa verilebilen hayvanlar, çok zaman susuz kalıyor, her üç orduda her gün yüzlercesi ölüyordu. Hayvanların bitkinliği o dereceye varmıştı ki bazı bataryaların birkaç yüz metre içinde mevzi değiştirmeleri için verdiğim emirler bile güçlükle yerine getirilebiliyordu. Süvarilerin atları da acınacak durumda idi.[7]
Enver Paşa, 11 Eylül tarihli telgrafında her türlü yardımın yapılacağını yine vaad etti. Ama bu vaatlerin biri olsun yerine getirilmedi. Sekiz tümen altı aydan fazla bir süredir değiştirilmeden, cephede bulunuyordu ve altı aydan beri yeni gelmiş hiçbir tümen yoktu. Tümenlerin mevcutları pek az olduğu için ilk hatlarda az piyade bulundurmak, boşlukları makineli tüfeklerle doldurmak gerekiyordu. Bir İngiliz taarruzu başlamadan, kendiliğimizden geri çekilerek Teberiye gölü ile Yermuk vadisi arasında bir mevziye girmeyi düşündüm ama Türk askerlerinin yürüyüş kabiliyeti çok azalmış olduğu ve koşum hayvanlarının da artık çekiş kuvvetleri kalmadığı için, mevzilerde kalıp direnmenin daha güvenli olduğuna karar verdim.”[8]
Akdeniz ile Şeria nehrinin doğusundaki Maan bölgesi arasındaki 95 km.lik bir cephedeki üç ordunun durumları şöyle:
Akdeniz tarafında 8. Ordu yer alıyor. Komutanı Cevat Çobanlı Paşa. Ortada, M. Kemal Paşanın komutasındaki 7.Ordu[9] var, Şeria nehrinin batı kıyısı ile doğusunda ise Cemal (Mersinli) Paşanın 4. Ordusu. Tümenler, ortalama 1.300 tüfek gücünde.[10]
Üç ordunun toplam mevcudu ise, 40.000 muharip er ve sadece 20.000 tüfek. 8. Ordu emrindeki 1.100 tüfekli bir tümenden başka, ne Ordular Grubu Komutanlığının ve ne de orduların elinde yedek kuvvet var. Bütün cephedeki uçaksavar topunun sayısı, iki![11]
“7.Ordu ile 8. Ordunun ön hatlarında bulunan ve kuvvetlerine oranla çok geniş bir cepheyi tutan tümenlerinin gerisinde, muharebe birliklerinden tamamen yoksun, 200 km.lik bir boşluk bulunuyordu. Burada menzil birlikleri, amele taburları, uçak alanları, otomobil kollan, depolar, tamirhaneler, hastaneler vs.vardı.”[12]
İngilizler ise, Filistin ve Suriye’yi ele geçirmek için çok büyük hazırlık yapmışlardır. Cepheye kadar günde altı yüz bin galon arıtılmış su akıtan boru hattı ile demiryolu döşenir. İkmal noktaları ve birliklerde 6.000 motorlu araç, 35.000 deve, 100.000 at toplanır. Geri bölgede çalışan işçi sayısı 135.000; tüm kadro 400.000’e yükselir. Bu kadronun yalnız yiyecek gideri, günde 43.385 İngiliz altınıdır.[13]
İngiliz ordusu, 67.000 kişi, 56.000 tüfek, 11.000 kılıç, 552 top gücünde. Genel olarak, piyadede 3 misli, süvaride 4 misli üstünler.[14]
General Allenby’nin planı, Türk cephesini, deniz kıyısından yarmaktır. 6 tümenli İngiliz piyade kolordusu, bu kesimde, 10 km’lik yerden (8.Ordu cephesinin sağında bulunan 22. Kolordunun cephesi) cepheyi yaracak, onun gerisinde toplanacak olan 4 tümenli süvari kolordusu, açılan gediklerden Türk cephesinin gerisine sarkacaktır. Bu kesime 384 top yığılır. 2 tümenli öteki İngiliz Kolordusu ise, ortadaki 7. Ordu cephesine taarruz edecek, bu cepheyi Şeria nehrine yakın bir noktadan (20. Kolordu cephesi) yarmaya çalışacak, 4.Ordunun karşısında bulunan, bir tümen ve bir tugaydan kurulu Chaytor Grubu ise, İngiliz cephesinin sağ yanını koruyacaktı.[15]
4.Ordunun sol açığında da, saldırıya geçmek için İngilizlerden emir bekleyen Faysal komutasındaki Arap birlikleri bulunuyordu.[16]
17 Eylül’de, 8. Ordu’ya sığınan Hindli bir çavuş, İngilizlerin deniz kıyısından taarruz edeceklerini bildirir. Cevat (Çobanlı) Paşa[17] durumu hemen Liman Paşa’ya duyurur ve takviye ister. Sağ kanadı denize dayalı olan 22. Türk Kolordusunun Komutanı Albay Refet (Bele) Bey, bunun üzerine, mevzilerini geride bulunan bataklık bölgeye çekip cephesinin daraltılmasını önerir. Liman Paşa bu istek ve öneriyi kabul etmez.[18] Cevat Paşa bunun üzerine istifa ederse de, görevinden ayrılamadan olayların içinde kalacak ve ordusunun dağıldığını görecektir. İngilizler, 8. Ordu cephesinde 5 kat, 22. Kolordunun cephesindeki yarma bölgesinde ise 14 kat üstünlük sağlamışlardır.[19]
7.Ordu cephesine taarruz, asıl taarruzdan bir gün önce ve 18 Eylül Çarşamba günü başlar. 7. Ordu cephesinde, sağda Albay İsmet (İnönü) komutasındaki 3. Kolordu (2 tümenli), solda Şeria nehrine yakın kesimde de Ali Fuat (Cebesoy) Paşa komutasındaki 20. Kolordu (2 tümenli) bulunuyor. Gün topçu ateşi ile geçer. Düşman gece, 20. Kolordunun özellikle sol kanadına yüklenir. İleri hatta bulunan 163. Alay, düşman topçusunun, gaz mermileri kullandığını bildirir.[20] 20. Kolordunun sol kanadındaki 26. Tümen, birçok kez karşı taarruza kalkarak düşmanı durdurur. Düşman 7. Ordu bölgesinden cepheyi yarmayı başaramaz.[21]
İngilizlerin asıl ve kesin sonuçlu taarruzu, 19 Eylül 1918 Perşembe günü, saat 03.30’da, 8.Ordu cephesinde başlayacaktır. Refet Bele’nin komuta ettiği 22. Kolordu cephesinde, iki zayıf tümen tarafından tutulan birinci hat mevzileri, çok yoğun topçu ateşiyle yıkılır. İkinci hat mevzileri de yer yer çöker ve cephe yarılır, Ordular Grubunun sağ yanı, her türlü düşman hareketine açılır.[22]
07.30’da İngiliz Süvari Kolordusu, açılan kıyı yolundan kuzeye doğru hızla ilerlemeye başlar. 8. Ordunun sağ kanat birlikleri, piyadeler, topçular, araçlar Tul-u Kerem’e (kuzey doğuya) çekilirler.[23] Tul-u Kerem kısa zamanda mahşer yerine döner. “Yarım saatte bir değişen İngiliz uçak filolarının attıkları bombalar, yolları insan ve hayvan cesetleri ve nakil vasıtası parçalarıyla doldurur.”[24]
8.Ordu Komutanı, Ordular Grubu Komutanlığına, sol kanadını da (16. ve 19.Tümenler ile Alman Asya Kolu) geceleyin geriye çekeceğini bildirir.[25]
Bunun üzerine, sağ kanadı açıkta kalacak olan ortadaki 7. Ordu Komutanı M. Kemal, 19/20 Eylül gecesi, önceden hazırlanmış olan ikinci hatta çekilmeye karar verir.[26]
“(M.Kemal Paşa, bu kararını, komşu Ordu Komutanlıklarına ve Yıldırım Ordular Grubuna bildirir. Aynı zamanda, Ordular Grup Komutanlığından, sonraki harekât için direktif ister.”[27]
Liman von Sanders Paşa, saat 17.40’ta, tam olarak şu direktifi verir:
“Numro 847 | Mahrem ve müsta’celdir.
19/9/34 Sâat: 5.40 sonra
Yedinci Ordu Kumandanlığına
Orduya gösterilen geri hatt-ı müdâfaa ile tamâmen hem-fikirim. Bundan sonraki harekât hakkındaki nokta-i nazar-ı âciz-ânem ise tutulacak olan işbu hattın müdâfaa-i muannid-ânesinden ibâret olduğu arz olunur.”
Sadeleştirilmiş Türkçesiyle:
“Ordu için gösterilen gerideki savunma hattıyla aynı fikirdeyim.[28] Bundan sonraki harekât için düşüncemse, tutulacak olan bu hattın kesin olarak savunulmasından ibarettir.”[29]
Yıldırım Ordular Grubu Kumandanı
Liman von Sanders
***
Hemen burada araya girip hatırlatmak gerekir.
Hani Mustafa Kemal, iki kanadındaki ordulara ve bilhassa Ordular Grubu Komutanlığına (Liman von Sanders’e yani) haber bile vermeden 7. Ordu’yu birdenbire Bisan yönünde ricat ettirmiş ve bu büyük felakete yol açmıştı? Ne iddia ediyordu Necip Fazıl’ın Büyük Doğu dergisi? Bu yalan ve iftiralar manzumesini birkaç sayfa önce aktarmıştım ama özetini hatırlayalım:
“…[M.Kemal’in komutanı olduğu] 7.Ordu kimseye haber vermeden Bisan istikametinde son süratle çekilmeye başlamış. Birdenbire, cephe üzerinde müthiş bir yarık hasıl olmuş, İngiliz ordusu hemen bu yarıktan içeri dalarak 8.Ordunun gerisine düşmüş ve bu orduyu kuşatıp esir almış, sonra 4.Ordu üzerine yürümüş. 4.Ordu ise, tarih boyunca misli görülmemiş bozgun seli halinde, Haleb’e doğru kaçmış. İşte bunun üzerine memleket tek kalemde tepetaklak olmuş ve Mondros’un imzası zorunluğu doğmuş.”
Halbuki gördüğümüz üzere, Yıldırım Ordular Grubu Komutanı Liman von Sanders’in açıkladığı yazışma, 7. Ordu tarafından gereken bilgilendirmenin zamanında yapıldığını belgesiyle ortaya koyuyor.
Yani… Büyük Doğu’nun bu iddiası tümüyle yalan! Baştan sona iftira… O savaşlarda canını vermiş binlerce Mehmetçiğin manevi hatırasına ihanet.
Ve bu yalanı, bu iftirayı bıkmadan, usanmadan, utanmadan tekrarlamaya, yaymaya devam ediyorlar.
***
Mustafa Kemal’in gerideki hatta çekilme planını onayladığını aktardığımız Liman Paşa, ayrıca daha iddialı bir değerlendirmede daha bulunuyor, “Eğer geride biraz ihtiyat kuvvet bulunsaydı, İngilizlerin durdurulması mümkün olabilirdi” diyor.[30]
Turgut Özakman’ın dikkat çektiği detaya dönelim:
Bu arada bir İngiliz süvari tümeni, Tul-u Kereme girer. Asıl süvari kitlesi ise kuzeye ve doğuya doğru ilerler. Asıl kitlenin, 8. ve 7. Orduların arkasından geçerek, Şeria nehri üzerindeki Bisan geçidini tutması tehlikesi belirmiştir. Oysa 8. ve 7. Ordunun, daha geniş bir çekiliş durumunda kullanabileceği tek güvenli geçit budur. Liman Paşa, oradan buradan tasarruf ettiği birlikleri, Tul-u Kerem yönüne sevk eder; fakat Bisan geçidinin güvence altına alınmasını, tehlikeyi o kadar yakın görmediği için erteler.[31] Fakat 20 Eylül sabahı, deniz kıyısından ilerleyen İngiliz Süvari Kolordusunun bir kolu, 05.30’da Ordular Grup Karargâhının bulunduğu Nasıra’yı basacak, karargâh dağılacaktır.[32] Liman Paşa, bir kısım maiyeti ile Nasıra’dan ayrılır. 15.30’da Taberiye’ye ulaşır. Sadece 4. Ordu Komutanı Cemal (Mersinli) Paşa ile bağlantı kurabilir. Cemal Paşa birliklerini kuzeye çekmeye hazırlandığını bildirir.[33]
Bu sırada İngiliz Süvari Kolordusu durmadan doğuya doğru ilerlemektedir. Bir kolu akşama doğru, Bisan kesimine ulaşır, Bisan geçidi ile kuzeyindeki köprüyü denetimi altına alır. Öbür kolu ise 8.Ordunun kuzeye çekilme yolunu (Cenin) keser.[34] 8. ve 7.Orduların belli başlı bütün çekiliş yollan kapanmıştır.[35]
8.Ordu Komutanı Cevat Paşa, düşman taarruzu şiddetle devam ettiği için elinde kalan son birlikleri, önceden haber verdiği hattın da gerisine çekmeye karar verir. Bu bilgi, 7.Ordu Komutanlığına saat 13.30’da ulaşacaktır.[36] 7. Ordu o gece çekilip yerleştiği yeni mevzilerde, cephesine yönelmiş düşman taarruzuna direnmeye çalışmaktadır. M. Kemal Paşa, 8.Ordunun yeni durumuna uymak için 13.45’te, iki kolordusuna, komşu birliklerle bağlantıyı koruyarak, daha gerideki bir hatta çekilmelerini emreder, taşınamayacak malzemenin tahribini, çekilmenin güvenliği için alınacak önlemleri bildirir. Ordunun Nablus’u boşaltarak Beyt-i Hasan’a gideceği, Nablus’daki askeri ve sivil makamlara duyurulur.[37] Akşam üzeri M. Kemal, emir subayları ve Kurmay Başkanıyla Beyt-i Hasan’a hareket eder. Karargâhın geri kalanı da saat 18.00’de yürüyüşe geçer.[38]
Tesvîd Târihi: 21/9/34
Te’hîri mûcib-i i’dâmdır.
Der-saadet:
Başkumandanlık Erkân-ı Harbiyye Riyâsetine
“Düşman süvârilerinin Semah’a kadar vâsıl oldukları anlaşılıyor. Sekizinci Ordu kalmamışdır. Yedinci Orduyu Vâdî-i Kara şimâline çekmeğe çalışıyorum. Ordu henüz intizâmını muhâfaza etmekdedir. Ancak gıdâ ve ceb-hâne mes’elesi şâyân-ı teemmüldür. Dördüncü Ordu … Bisan’ı tutdurmağa gayret ediyorum. Her hâlde şimâlden mezkûr noktaya kadar kuvvet yetişdirilmesi hayât ve memât mes’elesidir. Ben karâr-gâhımla Ordunun merkezi gerisinde mebhûs vâdîde Beyt-i Hasan’dayım. Grub Kumandanlığı ile irtibât yokdur.”
Yedinci Ordu Kumandanı
M.Kemâl
8.Ordunun elde kalan birlikleri de dağınık bir biçimde Tul-u Kerem’den Nablus’a çekilmektedir. 21 Eylül günü öğle üzeri, Nablus çıkışında, 8.Ordu karargâhı düşman süvarisinin taarruzuna uğrar; Cevat Paşa ve Refet Bey, tutsak olmaktan güçlükle kurtulurlar.[39]
İngiliz uçakları, 8.Ordunun, Şeria nehrine doğru vadilerde ilerleyen düzensiz birliklerini yakalar ve üst üste saldırarak ağır kayıp verdirir; devrilen araçlar yolları tıkar.[40] Bu sırada 7.Ordunun iki kolordusu savaşarak yeni hatta çekilmektedir.[41] Yolların tıkanmış olması, çekilişi çok ağırlaştırır.[42]
Kalabalık filolar halindeki düşman uçakları, 3. ve 20. Kolordu birliklerini de sürekli hırpalamaya başlamışlardır. 4.Ordu karşısında bulunan Chaytor Müfrezesi, Şeria nehrinin doğusuna geçmek ve geçitleri tutmak için taarruzunu şiddetlendirir. Emir Faysal komutasındaki Arap birliği de demiryollarını ve haberleşme hatlarını sabote ederek[43] İngilizlere yardım etmektedir.[44]
Tesvîd Târihi: 21/9/34
Dördüncü Ordu Kumandanlığına
Yedinci Ordunun gerisinde bulunan ve düşman elinde kalan Bisan’ın Ordu-yı âlîlerinden i’zâm kılınacak bir kuvvetle te’mîni ile Şeria Nehri garbındaki orduların kurtarılması himmet-i devletinize kalmışdır. Bu bâbda Ordu-yi sâmîlerince imkân derecesinin sür’at-i iş’ârını ricâ’ ederim.
M.Kemâl
8.Ordu Komutanı, Kurmay Başkanı ile birkaç subay ve 20.Kolordu karargâh mensupları, 7. Ordu karargâhına gelirler. Durum birlikte değerlendirilir. Komutanlar, Bisan’ın tutulduğu anlaşıldığından, en kısa yoldan Şeria’nın doğusuna geçilmesi gerektiği düşüncesinde, görüş birliğine varırlar. Cevat Paşa, Bisan’ın güneyinde, henüz savaş yeteneğini yitirmemiş bazı birliklerinin bulunduğunu öğrenince, bunların başına gitmeye karar verir. Giderken, 3.Kolordu karargâhına uğrayıp bu kararı bildirmeyi de ihmal etmez.[45]
Keşif bilgileri, Bisan güneyindeki kesimden, Şeria nehrini geçmenin mümkün olmadığını göstermektedir. 4. Ordunun Şeria batısında bulunan 24. Tümeninin süvari bölüğü komutanı, kaçak toplama ve alım işleri dolayısıyla çevreyi iyi tanıdığını açıklayınca, onun bilgisinden yararlanmaya karar verilir.[46]
21/22 Eylül gece yarısı, nehir kıyısına ulaşmak için yürüyüşe geçilir. ağlık,yolsuz ve uçurumlu bir bölgeden geçilecektir. Asker bitkin ve açtır. Disiplini sağlamak için sert önlemler alınır.
22 Eylül gün ağarmadan nehir kıyısına ulaşılacaktır. 50-60 metre genişliğindeki nehrin geçilebilir yeri, zikzaklı bir yol izlemektedir. Geçit, soyunmuş erlerin tuttukları iplerle işaretlenir ve hayvanların ya da erlerin sırtında karşıya geçilir.[47] Geçiş gün doğmadan sona erer.[48]
Biraz güneyde bulunan 20. Kolordu birlikleri de sahra toplarını tahrip ederek,zorlukla nehri geçer. 3. Kolordudan ise haber yoktur. Gerisinde harekete elverişsiz bir arazi bulunan bu kolordu, kuzeyden ve güneyden kuşatılmak üzeredir. Bugün bazı küçük birlikleri ile doğu kıyısına geçmiş olan 8. Ordu Komutanı Cevat Paşa, yeniden 7. Ordu karargâhına gelir.[49]
4.Ordunun güney kanadında bulunan bazı birlikler ve perakendeler de 7. Ordu karargâhına katılmıştır. M. Kemal, doğusunda ve batısında düşman hareketlerinin çoğaldığı nehrin uzak bir noktasından (İrbit üzerinden) geçerek kuzeye çekilmeye karar verir. 3. Süvari Tümeni, nehri geçecek birlikleri korumak üzere artçı bırakılarak, 22/23Eylül akşamı yola çıkılır.[50]
Bu sırada 3.Kolordu, 23 Eylül günü, Şeria’ya yaklaşmaya çalışmaktadır. Cephane çok az kalmış, su ve yiyecek bitmiştir. Bazı komutanlar muharebeye son verilmesini isterler. Albay İsmet teslim olmanın askeri namusla bağdaşmayacağını söyleyerek reddeder; teslim tutanağı hazırlandığı öğrenince, “Böyle bir tutanağı getiren kişiyi öldüreceğini” söyleyerek yılgınlığı bastırır.[51]
24 Eylül sabahı savaşarak geçitlere yanaşırlar. Düşman süvarilerinin, kolordu ile nehir arasına sokuldukları görülmektedir. Albay ismet, geçitleri tutan düşman süvarisini yarmak ve zorla nehri aşmak için harekete geçilmesini emreder.[52] Geçişin korunması için gerekli düzen alınır, iki tümen geçitlere doğru ilerler. Kuzeydeki tümenin öncüsü düşmanla çatışmaya girer. Düşman topçusu da, güneydeki tümenin geçit yerini ateş altına alır. Ayrıca bir süvari birliği de bu tümene saldırır.
Geçiş, top ve makineli tüfek ateşi altında ve savaşa savaşa gerçekleştirilir. Kolordu ve tümen karargâhları ile zayıflamış birlikler, doğu kıyısına çıkmayı başarırlar. Ama Bisan’dan doğu kıyısına geçmiş bir düşman süvari birliği yaklaşarak, artçı olarak bırakılmış Süvari Tümenini geri atacak ve doğu kıyısına geçebilmiş olan bu askerlerin bir bölümünü yok edecektir.
Bir yerleşim merkezine ulaşmak için Aclun dağlarını aşmak üzere dinlenmeden yola çıkarlar.[53]
7.Ordunun birlikleri ile, ingilizlere ve Araplara tutsak vere vere geriye çekilen gecikmiş 4. Ordunun kalan birlikleri ve kurtulabilen geri birimler, Dera kesiminde bir araya gelirler. Çekiliş, İngiliz süvari kolordusunun takibi, Arap birliklerinin ve yağmacı aşiretlerin saldırıları altında, Halep’in düştüğü 25/26 Ekim 1918 gününe kadar sürecektir.[54]
Şam’da Cemâl Paşa Hazretlerine
Ordular Grubu Emri1- Şimdiye kadar verilen emirlerle Cemâl Paşa’nın mümkün olduğu kadar serîan Şam’a gelerek orada emr-i kumandayı der-uhde etmesi ve pey-der-pey gelen Yedinci ve Dördüncü Ordular kıtaâtının Şam istikametinde tahrîki husûsunun Mustafa Kemâl Paşa tarafından der-uhde olunması mutasavver idi.
2- Maa-t-teessüf bu bâbdaki evâmir; Arabların mütemâdiyen bil-cümle irtibâtları kat’ etmesinden her dürlü teşebbüsâta rağmen geçib gidemedi.
3- Bundan kat’-ı nazar Mustafa Kemâl Paşa’nın Ordular Grubu sağ cenâhında bulunan kıtaâtı tensîk ve tanzîm etmek üzere sür’at-i mümkine ile Rayak’da emr ü kumandayı der-uhde etmesini emr ederim. Bu bâbdaki ilk tedâbîr dün ve bugün bi-z-zat tarafımdan ittihâz edilmişdir.
4- Cemâl Paşa evvelce de zikr edildiği vechle Şam’da (Taberiye Grubu dâhil) emr ü kumandayı der-uhde edecek ve cenûbdan Miske’ye gelen bi-l-cümle kuvvetler müşârün-ileyhin taht-ı emrine gireceklerdir. Cemâl Paşa bu kuvvetlerle evvel-emirde Taberiye Grubunun takviyesi husûsunu te’mîn ve ba’de Rayak Grubuna kıtaât sevk edecekdir. Bu Grubun mümkün olduğu kadar kuvvetli olması elzemdir. Cemâl Paşa en sonra sol cenâh olarak Şam’ın cenûbunda bırakılacak kuvvetleri ta’yîn edecekdir.
5- Şam’ın bizim elimizde kalması ve Şam’ın cenûb-i garbîsiyle Rayak câddesi beyninde irtibâtın muhâfazası lâzımdır.
28/9/918
Liman von Sanders
***
Şam
29/9/34
Grub Kumandanlığına
28 târihli Grub emrini bugün öğleden sonra Şam’a muvâsalatımda okudum. Bu gece yarısına kadar hâzırlanabilecek olan trenle derhâl emr-i devletleri ittihâz olunacakdır. Şam’da tahaşşüd eden kuvâyı yakından gördüğüm için Rayak cebhesinde istifâde olunabilecek mikdârı hakkındaki ma’lûmâtımı yarın şifâhen arz ederim.
Ben Sekizinci Ordunun kurtardığım Yüz Yirmi Beşinci Âlâyının hemen karadan Rayak istikametinde hareketini Üçüncü Kolordu Kumandanına emrettim. Üçüncü Süvâri Fırkası dahi derhâl hareket emri almalıdır. Buna kumanda etmek üzere Süvâri Mîr-alâyı Mehmed Bey de berâber celb olunmalıdır.
20’nci Kolordu Kumandanı Fuâd Paşa’nın şimdilik … olarak emrim altında bulunması muvâfık olur. Zîrâ mûmâ-ileyhin [adı geçenin] yerine ta’yîn olunan Mîr-alây Selâhaddîn Bey Kolordu kumandasını der-uhde edecekdir.
7.Ordu Kumandanı M. Kemâl
Liman Paşa, Rayak’ta kuvvet toplamaktadır. 28 Eylül günlü yazılı emriyle M.Kemal Paşa’yı Rayak’a çağırır ve Rayak Cephesi Komutanlığına atar.[55]
Başkumandanlık Erkân-ı Harbiyye Riyâsetine
18-19/9/34’de başlayan muhârebe netîcesi Sekizinci Ordunun dûçâr olduğu hâl-i nâ-gehânî üzerine ric’ate mecbûr olan Yedinci Ordu pek büyük tazyîk altında Kara Vâdîsi şimâline çekilmeğe muvaffak olduğu sırada düşman Bisan’ı tutarak hatt-ı ric’atimi kesmiş bulunuyordu. Bu mâniayı ber-taraf etmek mümkün olamayınca Orduyu garba cebhe aldırıb muharebe ile Vâdî-i Şeria’nın şarkına geçirmeğe ve oradan da Cebel-i Aclun içinden şimâl-i şarkîye teveccüh ederek Der’a – Müzeyrib hattını tutmağa muvaffakıyyet hâsıl olmuşdur.
Bundan sonraki karârım Ordumu Kuneytra üzerinden Şam cenûbuna çekmek ve Der’a – Şam istikametini Dördüncü Orduya terk etmek idi. Fakat bidâyetden nihâyete kadar Grub Kumandanının ta’lîmâtı îsâl ederse ve Dördüncü Ordu Kumandanının her iki Ordunun Şam’a gitmesi lüzûmuna dâir teblîgatda bulunması hasebiyle Ordumu İngiliz süvârisiyle ve usât ile muhârebe ederken bugün (29/9) Şam cenûbunda Kisve’ye getirdim. Burada Liman Paşa Hazretlerinden bugün aldığım emir üzerine kuvâ-yi mezkûreyi Şam’ın muhâfazası için Cemâl Paşa’nın emrine terk ile Rayak cebhesinin kumandasını der-uhde etmek üzere bu gece oraya trenle hareket edeceğim ma’rûzdur.
Tedkikatıma ve Cemâl Paşa ile vuku’ bulan mükâlememden intâc eylediğime göre müşârün-ileyhi Şerîf ile anlaşmakda serbest bırakmakda hiçbir beis görmüyorum. İngilizler bize kuvvet toplamak için fırsat bırakmaksızın ciddî olarak taarruzlarına devâm ederlerse Şam’ın elde tutulabileceğini meşkûk görüyorum. Âcizlerince daha esâslı tedbîr-i askerî şimâlden gelen kuvvetlerle bu kuvvetlerin emniyyetle yetişebilecekleri Rayak şimâlinde esâslı bir hatt-ı müdâfaa tutmak ve Beyrut – Rayak – Şam hattı cenûbunda mevcûd kuvâ ile bir perde hattı teşkîli ile iktifâ etmek münâsib olur mütâlaasındayım. Bu i’tibârla da arz etdiğim tedbîr-i askeriyyem Şerîf’le a’zamî şerâit dâhilinde hemen anlaşmakdan ibâret tedbîr-i siyâsînin ilâvesi muvâfık olur i’tikadındayım. Cemâl Paşa’nın beyânâtına nazaran bu ihtimâl daha birkaç gün için mevcûddur.
29/9/34
Yedinci Ordu Kumandanı Mîrlivâ M. Kemâl
Şam’a kadar çekilişin, belgelere dayalı gerçek hikâyesi bu.
Türk ordusu bu aşamadan sonra kademe kademe Halep’e ve ardından aşağı yukarı bugünkü sınıra kadar çekiliyor.
Suriye Cephesinin çökmesi, mütareke istenmesinin sebeplerinden biridir ama tek sebebi değildir; belki en önemli sebep bile değildir.[56]
İngiliz Generali Townshend, anılarında şöyle yazıyor:
“Türkler, Allenby’ye daha dört-beş ay,belki de bundan daha fazla karşı koyabilirlerdi.”[57]
Haklı. Çünkü ezilmemiş-olan 2. Ordu ile az-çok toparlanmış 7.Ordu, anayurdun eşiğinde, Antakya-Halep kuzeyi arasında kurulan savunma çizgisini (aşağı yukarı bugünkü sınırımızı) tutmuş, arkasını Anadolu’ya dayamıştır. Bu tarihte, silah altındaki Osmanlı Ordusunun mevcudu da, cephe gerisi teşkilleriyle birlikte 400.000’i aşıyor. [58]
Ama İstanbul’da panik erken başlamıştır.[59]
Çünkü Avusturya hükümeti 14 Eylülde barış girişiminde bulunmuş, Bulgaristan 19 Eylülde mütareke istemiş, Kuzey Yunanistan’da bulunan General Milne kuvvetleri de, İstanbul üzerine yürümek üzere Meriç sınırına yaklaşmıştır.[60]
Osmanlı Hükümetini ateşkes talebi ve imzası için harekete geçiren asıl tehlike buydu.
[1] 30 Ekim 1918 tarihinde İtilaf Devletleri’yle Mondros Mütârekesi imzalandı. Bu mütareke gereği Osmanlı Devleti’nde bulunan Almanların ayrılmaları gerekmekteydi. Buna dayanarak Sadrazam Ahmet İzzet Paşa, 30 Ekim 1918’de Otto Liman von Sanders’e bir telgraf çekerek, Yıldırım Ordu Grubu Komutanlığını Mustafa Kemal Paşa’ya devretmesini istemişti. Bunun üzerine 31 Ekim günü Yıldırım Ordu Grubu Komutanlığını Mustafa Kemal Paşa’ya bırakan von Sanders, emrinde bulunan birliklere veda yazısı yazarak, 31 Ekim 1918 günü görevinden ayrıldı. Mustafa Kemal Paşa’nın 31 Ekim günü Adana’da devralmış olduğu Yıldırım Ordu Grubu Komutanlığı görevi ordu grubunun lağvedildiği 7 Kasım 1918 tarihine kadar sadece 8 gün sürdü.
[2] Aktaran: Turgut Özakman, “Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele”, s:177 vd.
[3] Bu bölümün derlenmesinde temel olarak, tarih yazımına unutulmaz katkılar sunan Turgut Özakman’ın “Sedat Simavi Sosyal Araştırmalar Ödülü”, “Yunus Nadi Sosyal Bilimler Ödülü” sahibi kitabı “Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele” esas alınmıştır. S.178-185. Bu bölümde farklı kaynaklardan ilave bilgi ve belgeler de yer alıyor, dipnotlarda kaynaklarına yer verilmiştir.
[4] Turgut Özakman’ın yaptığı özet için dayanaklar: Sina-Filistin Cephesi, 4.C., 2.Kısım; Fahri Belen, “20.Yüzyılda Osmanlı Devleti”; Liman von Sanders, “Türkiyede Beş Yıl”.
[5] Liman Paşa’nın 13.12.1917 günlü raporu, “Türkiye’de Beş Yıl”, s.222
[6] Enver Paşanın Halil (Kut) Paşaya telgrafı: “Büyük Turan imparatorluğunun Hazer kenarındaki zengin bir konak yeri olan Baku şehrinin zaptı haberini büyük bir meserretle (sevinçle) karşılarım.” (İlhan Selçuk, “Yüzbaşı Selahattin’in Romanı”, 1.C., s.414. Yzb. Selahattin, Halil Paşanın yaveridir)
[7] Vehbi Vakkasoğlu, işte bu durumdaki Türk ordusuyla şöyle alay ediyor:”Düşmanın üzerine gitmekte değil, geri çekilmekte yıldırım gibi hareket etmesiyle tarihe mal olmuştu bu ordumuz.” (Son Bozgun, 1.C., s.43)
[8] Liman Paşa (“Türkiye’de 5 Yıl”, s.283, 294, 295, 303, 306, 307, 308, 309, 312).
M.Kemal daha önce de (Eylül 1917) 7. Ordu Komutanı olarak Suriye’de (Halep) bulunmuş, ordusunun Sina Cephesinde görevlendirilmesi üzerine, Yıldırım Ordular Komutanı General Falkenhayn’ın emrinde çalışmak istemediğini ileri sürerek 7.Ordu Komutanlığından ayrılmıştır. (Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, s.56-61)
A.Dilipak diyor ki: “Filistin cephesinde pek önemli bir göreve getirilmediği gibi bir yararlılık da gösteremedi.” (CG Yol, s.27) 7.Ordu Komutanı ama anlaşılan Dilipak, bu görevi önemli bulmuyor. Acaba nasıl bir görev tatmin ederdi Dilipak’ı?Ayrıca, M.Kemal o cephede bulunurken, herhangi bir savaş olmamıştır ki bir yararlılık gösterip gösteremediği ileri sürülebilsin? Bu muhterem, bilmediği konularda susmayı neden denemiyor acaba?
[9] Bu seferki görev M.Kemal’e bir oldu bitti ile kabul ettirilmiştir. (Atatürk’ün Hatıraları, s.60 vd.) Liman Paşa diyor ki: “Uzun süredir hasta yatan Fevzi (Çakmak) Paşa, 1 Ağustosta uzun bir izin alarak ayrıldı. 7.Ordu Komutanlığına önce vekaleten Nihat (Anılmış) Paşa, daha sonra o ay içinde asaleten M.Kemal Paşa getirildi. Çanakkale muharebelerinde tanıdığım bu değerli komutan, buraya gelince, ordunun mevcut itibariyle azlığını ve birliklerin perişan halini gördü ve aldandığını anladı. Enver ona gerçeklerden uzak rakamlar vermiş ve ordunun durumunu da hayli elverişli göstermişti. M. Kemal Paşa, 12 Ağustostan itibaren gelmeye başlayan 109.Alayın iki taburunu, hiç yedeği bulunmayan cephesinin gerisine çekti… Bu alayın komutanı ve alay karargâhının diğer erkanı, Doğu Kafkasya’da bir göreve atandıklarından, İstanbul’dan oraya gitmişler ve bu subayların yerine ise kimse tayin edilmemişti.” (Türkiye’de Beş Yıl, s.300 vd.)
Sadi Borak, birçok kaynaktan farklı olarak M. Kemal’in Nablus’a geliş tarihinin, kesinlikle 8 Eylül olduğunu ileri sürüyor. (Atatürk, s. 165)
[10] “Türkiye’de Beş Yıl”, s.307
[11] “Türkiye’de Beş Yıl”, s.307, 314; “Sina-Filistin Cephesi”, s.616
[12] “Türkiye’de Beş Yıl”, s.320
[13] Fahri Belen, “20.Yüzyılda Osmanlı Devleti”, s.331
[14] “Filistin-Sina Cephesi”, s.615
[15] Fahri Belen, “20. Yüzyılda Osmanlı Devleti”,s.366, “Filistin-Sina Cephesi”, s.615, 622, 623, kroki 54
[16] Emir Hüseyin’in oğlu Faysal, Araplara şu bildiriyi yayımlar: “…Uyanınız! Elele vererek, Osmanlı saltanatını yıkma zamanı geldi!” (“20. Yüzyılda Osmanlı Devleti”, s.330, dipnot
[17] Çanakkale Savaşı sırasında Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Paşa. 18 Mart Deniz Zaferi, onun komutası altında kazanılmıştır.
[18] Fahri Belen, “20. Yüzyılda Osmanlı Devleti”, s.368; “Filistin-Sina Cephesi”, s.620 vd.
[19] “Filistin-Sina Cephesi”, s.622
[20] “Filistin-Sina Cephesi”, s.629
[21] “Filistin-Sina Cephesi”, s.632, kroki 55
[22] Liman von Sanders, “Türkiye’de 5 Yıl”, s.314, 316
[23] “Filistin-Sina Cephesi”, s.630 vd., kroki 55
[24] Liman von Sanders, “Türkiye’de Beş Yıl”, s.319
[25] “Filistin-Sina Cephesi”, s.631
[26] Fahri Belen, “20.Yüzyılda Osmanlı Devleti”, s.368
[27] “Filistin-Sina Cephesi”, s.632
[28] “7.Ordu, bu zamana kadar mevzilerinde kalabilmişti. “(Türkiye’de Beş Yıl, s.316)
[29] “Filistin-Sina Cephesi”, s.633”; Fahri Belen’in değerlendirmesi: “19 Eylül günü, yarma haberi alındıktan sonra, geniş ölçüde bir çekilme emri vermek gerekirdi. Hicaz’daki kolordu feda edilerek, Maan’daki 2.Kolorduyu kurtarmak ve bunu demiryolu ile kuzeye nakletmek uygun olurdu.” (20.Yüzyılda Osmanlı Devleti, s.368)
[30] “Türkiye’de Beş Yıl”, s.319
[31] “Filistin-Sina Cephesi”, s.635
[32] “Türkiye’de Beş Yıl”, s.320
[33] 4.Ordu, çeşitli sebeplerle hemen çekilemez, iki gün kaybedilir. Bu yüzden 7. ve 8. Orduların Şeria nehrini geçişlerini güven altına almaya yetişemez, üstelik Maan’daki 2. Kolordusu da bütünüyle tutsak düşer. (“Filistin-Sina Cephesi”, 660; Fahri Belen, “20.Yüzyılda Osmanlı Devleti”, s.370)
[34] “Filistin-Sina Cephesi”, s.636
[35] “Filistin-Sina Cephesi”, s. 637
[36] “Filistin-SinaCephesi”, s.641
[37] Oysa ne diyordu masal tarihçileri? 7. Ordu kimseye haber vermeksizin cepheyi boşaltarak Bisan’a kadar kaçmış, oluşan boşluktan (yarma) içeri sızan İngiliz birlikleri 8’nci Ordumuzu esir almış! Bu iddiaların gerçeklerle zerrece ilgisi var mı?
[38] “Filistin-Sina Cephesi”, s.641, 642
[39] “Filistin-Sina Cephesi”, s.647
[40] “Filistin-Sina Cephesi”, s.645 vd.
[41] M.Kemal’in, 21 Eylül saat 01.30’da, Liman Paşa ile bağlantı sağlayamayan Enver Paşanın telgrafına verdiği cevap: “8.Ordu kalmamıştır. 7.Orduyu Vadi-i Fara kuzeyine çekmeye çalışıyorum. Ordu henüz düzenini korumaktadır. Ancak yiyecek ve cephane durumu düşünülmeye değer. 4.Ordu henüz taarruza uğramamış, sağlamdır. Bisan’ı tutturmaya çalışıyorum. Her halde kuzeyden, bu noktaya kuvvet yetiştirilmesi hayat ve memat sorunudur. Ben karargâhımla Beyt-i Hasan’dayım. Grup komutanlığı ile irtibatım yoktur.” (“Filistin-Sina Cephesi”, s.656)
[42] “Filistin-Sina Cephesi”, 654
[43] “Filistin-Sina Cephesi”, s.649, 659;
[44] Emir Faysal’ın 11 Ağustos 1919 günlü mektubu: “Bütün Müslümanların gözleri İngiltere’ye dikilmiştir. Türk-Müslüman imparatorluğunun yıkılmasında asıl kuvvet olan Araplar, şimdi ödüllerinin ne olacağını bilmek istiyorlar.” (Erol Ulubelen, “İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye”, s. 118, belge no. 278)
[45] “Filistin-Sina Cephesi”,s.657
[46] “Filistin-Sina Cephesi”, s.657
[47] Mısıroğlu’na göre, Bulgaristan’da yayımlanan Yarın gazetesinin 20 Mayıs1934 günlü sayısında çıkan yazısında Arif Oruç şöyle yazıyormuş: “Bizzat M. Kemal Paşa bile az daha esir olacaktı. Emir zabiti Yüzbaşı Bedri Bey, Şeria nehrinde tesadüfi bir geçit buldu. Büyük şef hayatını bu suretle kurtarabildi.” (Lozan,1.C., s.176) Bu uydurma yazının yazarı Arif Oruç, 1921’de Çerkes Ethem olayı ile ilgili görülerek sürgün cezasına çarptırılmış, bir süre sonra affedilmiştir. İstanbul’da yayımladığı Yarın gazetesi (1929) ile Serbest Fırka’yı destekler, Serbest Fırka kapanınca Bulgaristan’a geçer ve Yarın’ı yayınlamayı orada sürdürür. (AnaBritannica, 17/195)
[48] “Filistin-Sina Cephesi”, s.667
[49] “Filistin-Sina Cephesi”, s.672
[50] “Filistin-Sina Cephesi”, s.673, kroki 57
[51] “Filistin-Sina Cephesi”, s.675
[52] Fahri Belen diyor ki: “iki düşman arasında kalan kolordunun, düşman süvarisini yararak, ateş altında nehri geçişi, tarihte az görülen olaylardandır. Burada genç kolordu komutanının cesareti ve azmi şahlanmış gibidir.” (20.Yüzyılda Osmanlı Devleti, s.369-370)
[53] “Filistin-Sina Cephesi”, s.676
[54] “Filistin-Sina Cephesi”, s.682
[55] Fahri Belen, “20.Yüzyılda Osmanlı Devleti”, s.370; “Filistin-Sina Cephesi”, s.690; “Türkiye’de Beş Yıl”, s.338
[56] Askeri tarihçi Fahri Belen diyor ki: “En yakın tehlike, Batı Trakya’dan ilerleyen General Milne komutasındaki ingiliz ordusu idi.” (20. Yüzyılda Osmanlı Devleti, s.377) İstanbul’a yürüyecek birlik ve komutan konusundaki İngiliz ve Fransız çekişmeleri hakkında: Hikmet Bayur, “Türk inkılabı Tarihi”, 3.C., 4.kısım, s.728 vd.
[57] Sir Charles V.F. Tavvnshend, Ma Campagne de Mesopatamie 1915-1916), s.250’den aktaran Hikmet Bayur, Hayatı ve Eserleri, s.159.
[58] “Mondros ve Mudanya Mütarekeleri Tarihi”, s.61
[59] M.Şükrü Bleda, s.115vd. A.İzzet Paşa kabinesinin 18 Ekim günlü toplantısına, Genelkurmay temsilcisi olarak Kurmay Binbaşı Ali Nuri Bey (Okday, Tevfik Paşanın oğlu) katılır ve cephelerdeki durumu açıklar. Hayatında hiç savaş görmemiş, ömrü yaverlikte geçmiş olan bu subay (Tarih ve Toplum, 6.Sayı, s.22’de biyografisi var) öyle bir tablo çizer ki kabine üyeleri, ‘harbi durdurmaktan başka çare kalmadığına’ karar verirler. (Rauf Orbay, “Yakın Tarihimiz”, s.116, 144 vd.)
A.İzzet Paşa da yalnız Genelkurmay 2. Başkanı Alman Generali von Seckt’e danışmıştır. (Y.Tarihimiz, 1.C., s. 145) Ordulardan ne bilgi istenir, ne de görüş alınır.(TİH, Mondros, s:63
[60] H.Bayur’un Türk inkılabı Tarihi adlı eserinin 3.C , 4. Kısım, 673- 696. sayfalarında, bu gelişimler, dış kaynaklı belgelerden yararlanılarak, ayrıntılı bir biçimde anlatılmaktadır.