Quantcast
Çerkesya Tarihi Kronolojisi – Belgesel Tarih

Mahmut Bİ
Mahmut  Bİ
Çerkesya Tarihi Kronolojisi
  • 10 Haziran 2018 Pazar
  • +
  • -
  • Mahmut Bİ /

Loading

ÇERKESYA TARİHİ / ÖNSÖZ

Çerkesya ve Çerkesler’e ilişkin olarak son yıllarda çok sayıda neşriyat yapılmaya başlandı. Ancak Çerkesya Tarihi ne yazık ki, yazılamadı. Çerkesler’in ana vatanı (Xekuç)’nın tarihinin çeşitli dönemlerine ilişkin kitaplar ve makaleler yazılmışsa da, bütününü içine alan bir tarih çalışması düşünülmüş ama gerçekleştirilememişti. B u nedenle, Çerkesya’nın tarihi sürecini bir bütün içinde yer aldığı bir çalışmanın bir tarihçi olarak tarafımızdan yapılması düşünülmüştür.
Bu kronoloji çalışmasında, insanlık tarihinin başlangıcından beri Çerkesya’da yaşayan Çerkeslerin bilinen en eski çağlardan XX. Yüzyılın başlarına kadar olan tarihi ele alınmaktadır. Genellikle kısa bilgiler verilmekle birlikte, önemli dönemlerde biraz ayrıntıya yer verilmiştir. Zaman zaman da kaynak verilmiştir. Bazı olaylar hakkında ise farklı tarihler bulunmaktadır. Bu tür olayların tarihlerinden en güvenilir olanını kullandık.
Kronolojik olaylar iki bölümde incelenmesi gerektiği düşünülerek çalışma bu yönde yapılmıştır. Bilindiği üzere; konumu itibariyle stratejik özelliği olan Çerkesya ve dolayısıyla tüm Kafkasya, öteden beri büyük devletlerin ilgisini çekmiştir. Bu durum XIX. Yüzyılın başlarına gelindiğinde daha da belirginleşerek adeta büyük devlet olma iddiasının denendiği ve pekiştirildiği bir arena niteliği kazanmıştır.
Bu arada, XVI. Yüzyıldan itibaren askeri, siyasi ve ekonomik olarak gittikçe gelişen Rusya’nın bölgede var olan iki güce (Osmanlı ve İran) üçüncü bir güç olarak eklenmesi dengeleri değiştirmiş ve Osmanlı Devleti ile İran açısından Çerkesya ve tüm Kafkasya bölgesinin elden çıkmasıyla sonuçlanan bir mücadeleyi başlatmıştır.
Bu eser her iki dönemin ve özellikle Çerkeslerin II. Dönemdeki ulusal bağımsızlık savaşı yılları yeterince incelenmemiş ve açıklanmamıştır. Bu eser yanılgıların ve yanlışlıkların düzeltilmesine yardımcı olabileceği gibi, birçok kişi ve STK- Dernekler bu konuda tartışma olanakları hazırlayacaklardır.
Çar Petro I. Aleksieviç(1682-1725), Büyük Petro lakabıyla anılan Çar’ın meşhur vasiyetnamesi ekte sunulmuş olup, vasiyetnamede Asya ile ilgili olan kısmının tahakkuku için, daha ilmi bir şekilde meşgul olmak üzere, ilk defa tesis edilip, haleflerinin kabul ettiği Doğu İimler Akkademisi meydana getirilmiştir.
Alman, Rus, İngiliz, Fransız ve diğer Avrupalı bilim adamlarının içinde çalıştığı bu müessesenin görünüşte gayesi, bilinmeyen Doğu ve Batı milletlerini tetkik etmek, gerçekte ise, Rus emperyalizmine zemin hazırlamaktı.
D.İ. Akademisinde Müslüman Türk ve Kafkaslar bir bütün olarak ve her yönü ile ele alınmış; psikoloji, pedogoji ve sosyoloji ilmine göre tetkik edilip, hangi şartlarda zaaf gösterdiği, hangi şartlarda yenilmez olduğu tespit edilmiştir. Bundan sonra Rusların taktiği bu ilmi mütalaalara göre ayarlanmış, her iki toplumun zaaf gösterdiği anlar harekete geçmiş, yenilmez olduğu anlarda da ise, sulh meleği kisvesine bürünmüştür.
Çerkesya Tarihi Kronolojisi, Çerkesya’nın sosyo- kültür, ekonomi ve siyasal geçmişine bütüncül olarak bakarak anlamak üzere hazırlanmıştır. Bu çalışma aynı zamanda bu konu üzerinde çalışacak olanlar için maya vazifesini de görecektir. Elbette eksik ve hatalarımız olacaktır. Eksik ve hatalarımızı ileriki baskılarda düzelterek, geliştirmek niyetindeyiz. Bu nedenle okuyucularımızın eleştirileri, kitabımızın daha da gelişmesini sağlayacaktır.
Çerkesya dolayısıyla Kafkasya gerçeğini bilmeyenler, insanlık tarihini de doğru olarak değerlendirmeleri yetersiz kalacaktır.

BİRİNCİ BÖLÜM
BAŞLANGIÇTAN XVI. YÜZYIL BAŞLARINA KADAR:

Bilim adamlarına göre; yaklaşık 13,5 milyar yıl önce, Büyük Patlama (Big Bang) olarak adlandırılan bir şeyle madde, enerji, zaman ve uzay ortaya çıktı. Dünya adı verilen gezegenimiz ise yaklaşık 3,8 milyar yıl önce oluşmuştur.
Bilim adamları, yerkabuğu ile ilgili yaptıkları çalışmalar sonunda, Prekombrien devrinden sonraki zamanları birbirine uymayan muhtelif devirlere ayırırlar. Kimi bilginler üç ana yer bilimsel zaman tespit etmişlerdir. Bunlara Paleozoik (Yunanca Eski Yaşam”), Mesozoik(Orta Yaşam”), ve son zamana Neozoik ya da Senozoik(Son Yaşam) demişlerdir.
Kimi jeologlar ise, iptidai veya Akeen denilen ilk devirden sonraki dünya tarihini birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü devir adlarıyla dört büyük çağa ayırmışlardır. Pleistosen diye adlandırılan dördüncü
Devirde natıkalı(dilli) insanlar görülmekte olup, Paleolitik-Neolitiki kapsar.
Jeologlara göre; Paleozoik zamanın sonlarında, bugünkü Asya kıtasının çekirdeğini meydana getiren toprak parçasının (Pangea) güneyinde Asya’nın ortasında, doğubatı doğrultusunda büyük bir okyanus (Pantalassa) bulunuyordu. O zamanlar Baltık Denizi, Orta Asya’daki denizle irtibat halinde olup, kutup okyanusunun bir parçası idi. Bu büyük denize Tethis veya Mesoje Denizi adı veriliyordu. Şimdi bunlardan geriye kalan su parçaları Karadeniz, Hazar Denizi, Aral ve Balkaş gölleridir.

230 – 200 MİLYON YIL ÖNCE:
Çok uzun sürede gerçekleşen evrim ile ilgili olarak, bilim adamlarından Alman jeofizikçi, meteorolojist ve astronom Alfred Wegener’in 1915’de attığı teoriye göre; Paleozozoik Zaman’ın sonlarında 230 Milyon yıl önce Pangea diye adlandırılan dünya kıtasını Pantalassa diye adlandırılan büyük bir dünya okyanusu çevreliyordu.
Kafkasya, yaklaşık 160 Milyon yıl süren Mezozoik Zaman’ın Trias döneminde Thetis (Mesoje) diye adlandırılan, tamamen denizle kaplı ve tahminen küçük bir ada görünümündeydi. Yunan mitolojisine göre Thetis, Akhileus’un annesidir. Eski Yunanlılar çoğu ülkeyi ada” olarak nitelemişlerdir. Muhtemeldir ki, bu, eskiden Kafkas, Toros, Ural… dağların birer ada gibi bulunmuş olmasından bir hatıra olmak üzere halk dilinde kalmış olacaktır.
Bugün Çerkesler’in hafızasından silinmeyen Xheku deyimi, yaşadıkları anavatan topraklarının bir zamanlar denizin ortasında bir kara parçası olduğuna işaret etmekte olup, yukarıda değinilen jeolojik olayla birebir örtüşmektedir. Bazen de vatan topraklarının çok eski ve kadim bir yer olduğunu vurgulamak için Xhekuj dendiği de bilinmektedir.

200 – 180 MİLYON YIL ÖNCE:
Dünya kıtası Pangea Laurasia ve Gondwana adı verilen iki kıtasal kütleye bölünür.
Tethis adı verilen dar ve uzun bir okyanus bu iki kıta topluluğunu birbirinden ayırıyordu.

137 – 67 MİLYON YIL ÖNCE:
Buzulların erimesi Kreatese dönemine rastlar. Bu dönemin sonunda 65 Milyon yıl önce bugünkü Akdeniz oluşmuştur.

55 MİLYON YIL ÖNCE:
Senozoik Zamanın Eosen devresinde Kafkasya dolayısıyla Çerkesya’yı kuşatan Ponto Kaspien Aralo diye adlandırılan iç denize, o zamanlar İskandinav buzluğundan eriyen suları Volga(İtil) yolu ile akardı. Orta Asya yöresinden akan eski Oxus(Amuderya) ve eski Iaxarte(Sirderya) suları da aynı şekilde bu iç denizi beslerdi.
Pleistosen döneminde iç denizin küçülmesi sonucunda oluşan Hazar Denizi ile Karadeniz arasındaki bağlantı birkaç kez Çerkesya topraklarının kuzeyindeki Kuma – Maniç boğazı yolu ile kurulmuştur.

20 MİLYON YIL ÖNCE:
Senozoik Zaman’ın Tersiyer ortalarına doğru Miyosen’de, yer kabuğunda meydana gelen Epirejonik ve Orejenik hareketler sonunda Afrika kıtası’nın Avrupa kıtası ile Asya’ya dayanması neticesinde Kafkasya’daki Sıra Set Dağları Alp Orojenizi sırasında ortaya çıkmıştır.
Bu en yüksek kıvrım sistemi, büyük bir berzah halinde uzanarak geniş Tethis Denizi’nin coğrafik yapısını değiştirmiş ve bugün Kafkasya’yı çevreleyen Karadeniz, Azak ve Hazar Denizlerinin oluşumuna sebebiyet vermiştir.
Homer’in M.Ö. 1000. Yıllarda yazılmış olan Odisse adındaki eserin Çerkesçe karşılığı ile Altın Kale/ Kutsal Kale anlamına gelen Uedışşe/Odisse” incelendiği taktirde, bunun gerçekte bir Kafkas Seyahatnamesi” olduğu ortaya çıkar. Eserde Ulise’nin Kafkasya’ya yaptığı yolculuğa, özellikle Çerkeslerin güzellik tanrıçası Kirke/Circe” – ki, onun adına bağlı olarak Çerkezistan’a Circassie” denmektedir- ile olan ilişkilerine ve eski Çerkeslerin(Kerke’ler) o zamanki durumlarından söz etmektedir. Tarihçi Scylaks Çerkeslerden Kerketes, Strabon ve Plinus da bölgede yaşayan insanlara Sirakes veya Kerketes derlerdi. Çerkesler, o dönemde Çerkezistan’ı, daha doğrusu Kafkasya”yı iki deniz arası” anlamında olmak üzere Xı t’uaş’e/Khı-tuase” diye anarlar.
Eski Mısırlılar anavatanlarını Ölüler Kitabı’nda şöyle tasvir ederler; güneş bir denizin üzerinden, Bakhu’ya doğar(Bakü) ve Ta Manu’da(Taman) bir diğer denizin üzerinde batar. Fakat Mısır coğrafyasında böyle doğulu batılı denizler yoktur. Kitapta bahsedilen yer besbelli Kafkasya(Çerkesya)’dır. Eski Mısır uygarlığının Kafkasya’dan geldiği açıkça belirtilmektedir.
Rusların Kuzey’den Kafkasya içlerine sarkmaları üzerine, XVIII. yüzyılda Jebağı tarafından devlet reisliğine getirilen Kabardey Çerkeslerinden Kaytoko Arslan Beg ilk iş olarak, İki deniz arasında ancak bir devlet bulunur” prensibini koydu ve bu esas üzerinde çalışmaya başlamış, ancak başarılı olamamıştı. XIX. yüzyılda Kafkasya’nın birliği için Ruslarla mücadele eden İmam Şamil de aynı prensibin tahakkuku için Muhammed Emin’i Çerkezistan’a görevli olarak göndermiş, ancak Çerkesler’in sosyal-kültürel yapısı nedeniyle, o da başarılı olamamıştı.

2,5 MİLYON – 10 BİN YIL ÖNCESİNDE:
Jeologlara göre; dünyamız, Taş Devrinin Paleolitik bölümünü kapsayan Pleistosen boyunca, yedi büyük iklim değişimine uğramıştır.
Zamanımızdan yaklaşık 2,5 – 2,0 Milyon yıl önce karasal buzulların alçak enlemlere doğru inmesiyle başlayan Dördüncü Zaman(Kuaterner) Buzul Çağı olarak anılmaktadır.
Araştırmalara göre; Buzul Çağı boyunca çok büyük boyutta dört Glasyel ve dört Interglasyel dönemler yaşanmıştır. Bu ara zamanlarda şiddetli soğuklar kırılmış, karalar yumuşamış ve buzlar büyük ölçüde azalmıştır.
Her Interglasyel(buzullar arası) dönem bir önceki ve bir sonraki buzullaşmanın adını alır. Örneğin, Riss – Würm” son buzullar arası dönemdir.
Buzullar arası dönemlerde de ılıman veya ılık iklimlere tekabül eden fauna ve bitki örtüsü görülür. Buzullar arası dönemlerde denizlerdeki genel su seviyesi ya bugünküne eşit veya daha yüksekti.
Jeologlara göre; Dördüncü Buzul Çağı ve buzullar arası çağların seyri şöyledir:
I.Buzul Çağı(Günz Safhası). Milattan 500 Bin ılı önce;
Buzullar arası I. Devre; Milattan 475 Bin yıl önce;
II.Buzul Çağı(Mindel safhası): Milattan 400 Bin yıl önce;
Buzullar arası II. Devre: M.Ö. 375 – 75 Bin arası;
III.Buzul Çağı(Riss safhası): Milattan 175 Bin yıl önce;
Buzullar arası III. Devre: M.Ö. 150 – 50 Bin arası;
IV.Buzul Çağı(Würm safhası): M.Ö. 50 – 25 Bin arası;
Genelde bilim çevrelerince kabul edilen istratigrafi ölçeği insanın kaynağını çok gerilere, Günz – Mindel buzullar arası devrine kadar götürmektedir.

500 – 200 BİN YIL ÖNCESİNDE:
Çerkesya’da bu günkü Adıgey’de; Birinci ve İkinci buzullar arasındaki devrede, Acheulean” kültürünü temsil eden ve bilim adamlarınca Homo Erectus” olarak adlandırılan, avcı ve toplayıcı ilkel insanın yaşadığına dair izlere rastlanmıştır. Yerleşim, erken Paleolitik dönemden itibaren Kafkasya’nın batı geçitleri üzerinden, Kafkas Sıra Set Dağlarının güneyinden kuzey yamaçlarının Acheulean insanı ile gerçekleşti.
Batı Çerkesya’nın dağlık bölgelerine yerleştikten sonra(çünkü o dönemde ova çok sık ormanlıktı), ırmakların kavuşma noktaları ile dağlık boğazlardan çıkış yerlerindeki küçük burunlarla yetinmek zorunda kaldılar. Paleolitik yerleşimler Kuzeydoğu Karadeniz kıyısı dağ şeridi ve Batı Kafkasya’nın kuzey yamaçlarında ortaya çıkmıştır.
Nitekim Taman’daki Tsimbal, Psekups Nehri kıyısındaki Saratovskaya(Kutok), Psov Nehri yakınındaki Bospor, Tuapse’nin kuzeyinde Kadoşskiy ‘nin burnunda, Adler(Ahtırskaya) , Kuban Nehri bölgelerinde, Maykop çevresindeki Kamennomostsk ve Khacokh, Fortepyanki , Abzekh, Kurcips çevresinde , ayrıca Anças Irmağı kıyısındaki Borovik dağı, Marta deresi kıyısındaki Kamışk, Psıj Irmağı kıyısındaki Karpov, Beloy ırmağı kıyısındaki Meşoko, Khodz ırmağı kıyısındaki Khodz yerleşim yerlerinde yapılan arkeolojik kazılarda ele geçen Paleolitik döneme ait kaba yontulmuş taş ve kemik aletler de, bunları yapan dönem insanı(Homo Erectus) kemik kalıntıları ile birlikte bulunmuştur. Çerkes toplumu bu ilk insansı varlığı Ha” olarak tanımlamıştır. Ha” adı genizsil, etobur ve yırtıcılığı – vahşiliği ifade etmektedir.
Bilindiği üzere; Çerkes dilinde fiil olarak götürme-taşıma eyleminde bulunan” anlamına gelen Haın” kullanılmaktadır. Bu eylemde bulunan Ha” dır. Demek ki, Homo Erectus(Ha) sadece yürüyen bir adam değil, sosyal ilişkileri olan ve bu ilişkileri adlandıran; bir iş yapan, bir ürün ortaya koyan ve bizlere kadar ulaşmış olduğu şekli ile bu eylemlerini de adlandıran; hem kendi arasında yatay ve hem de dikey iletişim ekseninde dili kullanabilen bir insansıdır. Ama yine de Tsukhu”, yani zeki insan değildir.
Bu dönemde, mağaralarda yerleşik bir hayat süren avcı ve toplayıcı ilkel insanların temel av hayvanı; mağara ayısı, oklu kirpi, bizon, Tarpan(yaban atı), keçi ve diğer büyükbaş hayvanlar idi.
Bilim adamlarına göre; Çerkesya’da bu kadar erken dönemde insan yerleşiminin başlamasının sebebi bölgenin buzul oluşumu kuzey sınırı olmasından kaynaklanmaktadır.
Nart destanlarında evrenin exnihile(hiç yoktan) yaratılış kavramına yaklaşan bir anlatım ile karşılaşmaktayız. Sümer mitolojisi ile Nart destanlarının yaratılış mitolojisi açısından en büyük fark bu noktada kendini göstermektedir. Ünlü Nartolog Hadağatle Asker’in derlemelerinden Türkçeleştirilen Mitos, destan kahramanı Nart Sosrıko’nun ağzından şöyle ifade edilmektedir:

Koca dünya woyyjiyy…
Henüz balçık iken…
Toprak ana yeni woyyjiyy…
Yeni katılaşıyorken…
O zamanlar ben henüz kundakta idim…
Mavi gökyüzü woyyjiyy…
Ağlarla gerilirken…
Yumuşak yeryüzü woyyjiyy…
Darbelerle sertleşirken…
O zamanlar Woodüney…
Buzağı çobanıydım…
Ulu Beştav Woodüney…
Henüz yüksük kadarken…
Beştav ormanları Woodüneyy…
Filiz bile değilken…
O zamanlar Woodüneyy…
Gençlik çağında idim…
Koca İdil, Woodüneyy…
Bir adımda geçilirken…
Jemanşarıkh’a w oora, binerde…
Yamaçlarda dolaşırdım…
Ozamanlar Woodüneyy…
Saçlarım kırçıllaşmıştı…
Onurumdur Woodüneyy…
Saçlarımı ağartan…

Çerkes dilinin Kabardey şivesi ile verilen bu abartılı, süslü şiirsel anlatım, Türkçeye çevrildiğinde, uyak ve deyimlerin Türkçe ifade edilmeme sıkıntısı yüzünden güzelliğinden bir hayli kayıp vermektedir. Ancak, evrenin yaratılış aşamaları, dünyanın Nebula katılaşmasını bu denli çarpıcı ve güzel anlatan başka bir yaratılış” söylencesine şimdiye kadar antik yaratılış mitoslarından hiç birinde rastlanmamıştır.

Çerkesler tarafından söylene gelen mitolojik bir şiir daha vardır. Dünya oluşum halindeyken” diye başlayan manzum şiir, Nart destanlarında Hımış’ın oğlu Baterez adlı destanda, Baterez’in bakımını üstlenen Vakwe ninenin Baterez için söylediği Ninniden ayarlanması şöyledir
Dünya daha oluşum halindeyken
Yeryüzü yeni kabuk bağlamamışken
Yeryüzü koyun ayaklarıyla sertleşirken
Beştov Dağı ufak bir tümsek halindeyken
İdil nehri gençlerin adımlayarak
Geçeceği kadar küçükken
Ben sakalı yarı ağarmış bir yaştaydım
Kara toprağı yarıp geçecek güçteydim
Beni sadece Kazbek Dağı durdurabildi
Kötü günde atımın eğeri boş kaldı
Kötü günde kara yamçım cenaze örtüm oldu
Kötü günde kısa tüfeğim mezar taşımdı
Kötü günde Semkal kılıcım mezar ucunda saplıydı
Dünya idealimizdekine uygun yaratıldı sandık
Biz bu dünyaya aldandık”
Çerkesler (Adigeler) bu şarkı ile ilk yaratılan insanlar olduklarını, daha yeryüzü şekillenmekte iken Kafkasya’da var olduklarını, iddia etmektedir. En eski veredlerden(veredıj) Kulkujun” adlı kahramanlık şarkısında da bu mealde bilgi içermektedir.

200 – 40 BİN YIL ÖNCESİNDE:
Pleistosen’in sonlarına doğru, çağımızdan önceki son ılıman devri ve son buzul dönemin Würm safhasını kapsayan Orta Paleolitik dönemde, Kafkasya bölgesinin de dahil olduğu Verimli Yarımay” görece Homo Erectus ile birlikte Homo Neanderthal adı verilen ilkel bir insan tipinin de Kafkasya(Çerkesya)’da yaşadığına dair kemik kalıntılarına da rastlanmıştır.
Bilim adamları tarafından; Çerkesya topraklarında birlikte yaşayan Homo Erectus ve Neanderthal dışında, Homo Sapiens(bilen insan) olarak adlandırılan bugünkü Çerkes toplumunun ilk atalarının diğer insanımsılardan faklı olduklarını, yani insan-Tsukhu(bilen-zeki insan) olduklarından söz ederler. Bu sözcük Homo Sapiensin konu edilen özelliklerini daha net şekilde göstermektedir. Tarihçi Yuval Noah Harari’nin araştırmasına göre; yaklaşık 2 milyon yıl önceden 10 bin yıl öncesine kadar dünya aynı anda pek çok insan türüne ev sahipliği yapmıştır. 100 bin yıl önceki dünya en az altı değişik insan türüne ev sahipliği yapmaktaydı.
Beş bin yıl öncesinde oluşturulup, Sindika Krallığı döneminde(M.Ö. V.) geliştirilen Nart Mitolojileri, bölgede yaşayan diğer boyların tümünde de etkili olmuştur.
Bilindiği gibi, insanlığın var oluşundan beri anlatıla gelen efsaneleri, yani mitolojiyi eski sözcükler yoluyla araştırarak bulgulara ulaşmaya Miterkeoloji” denir. Bu yöntemle fasilleşmiş töreler ve adlar sayesinde bilimsel bulgulara ulaşılır. Prof.Reginaıd Anbrey; bu yönteme göre Kafkas Dağlarının kuzeyindeki topraklarda büyük beyaz ırk oluştuğundan söz etmektedir.
Nart Destanlarına göre; Nartların ülkesi olan Natia=Nartiya(Çerkesya)’nın Kafkas Sıra Set Dağlarının kuzey eteklerini, Kerç boğazına kadar Karadeniz kıyısını, Azak Denizi’nin doğu kıyılarını, Don ve Maniç nehirlerini, Terek nehri ve Hazar Denizi’ndeki aşağı Volga bölgelerini kapsadığını anlıyoruz. A.Şeugen’e göre, Meot öncesi Adıgelerin(Çerkeslerin) bazı uzak ülkeleri iyi bildikleri ve buralara akınlar düzenlediklerini kabul eden bir hipotez vardır.” Adıge veredleri- şarkıları ve Nart Destanı sık sık İndil(Volga) nehri, Buhara ve diğer yerlerden bahsederler
Nart Destalarına göre; Nartiya=Çerkesya’da yaşayan, son derece akıllı ve usta savaşçılar olan Nartlar, insanüstü varlıklar olan Neanderthal insanı Yinijleri” yani Dev” düşmanları yalnızca usta savaşçı yetenekleri ile değil, aynı zamanda keskin zekaları ile alt etmektedirler. Kabardey Mitolojisine göre; Nartlar topraktan hammadde çıkarırlar, ziraat ve hayvancılık ile uğraşırlar. Özellikle atları ve bunların da Kabardey cinslerini sever ve üretirlerdi. Şerefsiz yaşamaktansa, ebedi bir şerefin sahibi olarak ölmek yeğdi onlar için.
Paleantolog Ş. Aziz Kansu, kalıntılarına dünyanın birçok yerinde rastlanan Neanderthal”in insanlığın erken doğmuş, aşağı ve hatta soysuzlaşmış bir dalı olduğundan söz etmektedir. Bu dönemin alet tekniğine Mousterien” adı verilir.
Bu dönemde izole edilmiş alanlarda hayatını devam ettiren Neanderthal insanı, hem hayvan derilerinden giysi yapmış, hem de ateşi bir ısınma ve yabani hayvanlara karşı bir savunma aracı olarak kullanmıştır. Homo Erectus’un beceremediği bir yaşam tarzını gerçekleştirerek çevrelerindeki çetin doğa koşullarının üstesinden gelmek konusunda çaba göstermiştir. Y.Noah Harari’nin araştırmasına göre; aşağı yukarı 300 bin yıl önce Homo erectus, Neandertaller ve Homo sapiens’in ataları da ateşi günlük olarak kullanıyordu. İnsanlar ateşi kullanmayı öğrenince hem itaatkar hem de potansiyel olarak sınırsız bir güce kavuşmuş oldular. Bu dönemde, Karadeniz’in seviyesi epeyce alçaldı, sonra şiddetli soğuklar başladı, gökyüzünü sis kapladı. Dönem insanı doğanın bu acımasızlığı karşısında kendisini koruyacak mağaralara girmek zorunda kaldı.
Çerkesya’nın batısındaki topraklarda yapılan arkeolojik çalışmalarda, çok eski zamanlara ait 7 adet heykel görünümlü doğal anıtsal eser ortaya çıkarılmış ve incelenmiştir. Bu bölge Krasnador Kray’ın Mostovski rayonu Şahgirey boğazının bitiminde Küçük Laba ve Uruşten ırmakları arasındaki sahadır.
Uruşten kayalıkları arasında, üç değişik formuyla yaban öküzü(bizon), ayı, yaban domuzu, tilki, su aygırı, kaplumbağa, yayın balığı ve değişik bir balığı anımsatan şekiller bulunmaktadır. Bunlar arasında Bizon ya da ayı figürünü yontan, heykelin gözlerini delik şeklinde açmış, kabarık sırtında daire içinde, düz ışın şeklinde 12 adet yivle birleşen 12 oyuk açılmıştır. Bu güneş tasvirinin oyuklarında uçlarında delikler olan ışın şeklinde tüyler inmektedir.
Adıgey Üniversitesinin saygın akademisyenlerinden Prof. Dr. Nurbiy Lovpaçe, Uruşten’in petroglifli yontusunun Geç Paleolitik Magdelien Çağına(20-13 binyıl öncesi) tarihlendiğini belirtmektedir.
İnsan biçimli yontular ise, Şhaguaşe(Belaya) ırmağı üzerindeki Abadzekhskaya köyü ve Hacoh köyü yanındaki Fyunt ırmağının kollarından birinde bulunmuştur. Bu eserler, Giagin rayonuna bağlı Goncarka köyünde sergilenmişlerdir. Bu yontular dışında hem Kuman taş kadınlarına benzeyen insan biçimli ve hem de aslanları andıran hayvan biçimli heykeller bulunur.
Yöre insanı bu tür doğal sanat eserleri Mousterien döneminde fark etmişlerdi, ama ortaya sermeye ve tamamlamaya Geç Paleolitik dönemde başlamışlar ve onları dinsel amaçlarla kullanmayı sürdürerek, Geç Paleolitikte her birine değişiklikleri eklemişlerdir.
Orta Paleolitik dönemde, hem fiziksel özellikleri hem de kültürleri bakımından soğuk iklim koşullarına fazlasıyla uyum sağlamış olan Neanderthaller, buzul çağının bitişiyle değişen yeni iklim koşullarına uyum sağlayamadıkları kabul edilmektedir.
Çerkesya’da Kabardey bölgesinde Nalçık şehri yakınlarında yapılan kazılarda Neanderthal” tipine benzeyen bir kafatası bulunmuştur. Kafatasının oylumu 1550 Cm.3 dolayında olup, günümüz insanının ortalamasından(1400-1500 Cm.3) biraz fazladır.
Bu dönem insanı tarafından sopaların dışında keskin kenarlı taş parçaları kullanılıyordu. Dönem insanı mamut, tüylü gergedan, ren geyiği, at, vahşi sığır, bizon v.s. gibi büyük hayvanları ortaklaşa bir şekilde avlamaya erken başlandığını görüyoruz.
Çerkesya’da; Adıgey ve Terek(Kabardey) bölgelerinde, Kuban Nehrinin denize döküldüğü yerdeki Taman yarımadasında ve Stravropol yakınlarında yapılan kazılarda döneme ait Mamut kemikleri bulunmuştur. İlskaya’daki kazılarda ele geçen hayvan kemiklerinin yüzde altmışı Yaban sığırına aitti.
Çerkesya’da o döneme ait 65’den fazla insan yerleşimi, bulunmuştur. Yerleşimin yoğunlaştığı yerler ise, Adıgey bölgesinde Psıj(Kuban), Hodz, Marta, Psekups ve Kuraps kıyıları, Karadeniz kıyısının Soci çevresinde idi. Kuban bölgesindeki Mouster kalıntıları üç kronolojik gruba ayrılır: Erken Mouster(Semiyablonya, Kurcips, Fars, Psefir, Urup), Orta Mouster(Kolosovsk, Smolensk, Tikhinsk, Hadıjensk, Grişinsk) ve Geç Mouster(Borisovk).
Bölgedeki ilk yerleşim yerlerinde buzul öncesi Paleolitik döneme ait kaba yontulmuş taş ve kemik aletler, bunları yapan dönem insanı Homo Erectus” kemik kalıntıları ile birlikte bulunmuştur. İlkel insan topluluğu olan Homo Erectus’lar Orta Paleolitik Dönemde de gelişimlerini sürdürdüler. Kazılarda ele geçen arkeolojik bulgular döneme ilişkin yaşam biçimlerini yansıtmaktadır.
Ortaya çıkarılan en büyük yerleşim yeri olan Abadzekh bölgesinde 2500’den fazla taş alet bulunmuştur. Çerkesya’nın doğusuna Hazar Denizi’ne kadar bu tip bulgulara rastlanmaktadır. Bu bulguların çoğu Orta Paleolitik dönemine aittir.
Bu devirde ilkel insanlar taşı daha ustaca işlemeye başlamışlardır. Besin kaynaklarına ulaşma teknikleri artmış ve dolayısıyla besin kaynakları çoğalmıştır.
Sosyal yaşamda inancın var olduğuna dair veriler mevcuttur. 30 Bin yıl önce soyları tükenen Neanderthallerin ölülerini gömdükleri biliniyor. Bir teoriye göre, Neanderthallerin insanlarca melezleşerek tarih içinde kayboldukları varsayılsa da, daha kuvvetli bir teori insan – Neanderthal savaşının sonunda yeryüzünden aniden silinmiş olmalarıdır. Son yapılan testler Neanderthallerin üzerindeki sır perdesini biraz daha araladı. Homo Sapiens ile fazla benzerlik göstermeyen bu tür, insanlarla çok az melezleşti. Afrikalılar dışındaki insanlarda yüzde 1 – 4 oranındaki geni tespit edilmiştir.
Ayrıca bu çağda insanlar mağara duvarlarına boyalı resimler yapmaya başladılar. Çeşitli hayvan figürlerinden süs eşyaları, heykeller ve kesici aletler yine bu dönemde yapıldı.

40 – 10 BİNLİ YILLARDA:
Kafkasya en son jeomorfolojik biçimini, eski taş devrinin son dönemi olan Üst Paleolitikte kazanmıştır. Bu dönemde iklim oldukça soğuktur. Yonga tipi alet teknolojisinde önemli atılımlar yapılmış, alet yapan aletler geliştirilmiştir. Taş işçiliğinin mükemmelliğinin yanı sıra kemik ve boynuz da alet yapımında kullanılmaya başlanmıştır.
Bu dönemde, Çerkesya’da da, etkin olan insan türü, bilim adamları tarafından, bilen yani insan anlamında Homo Sapiens olarak adlandırılmıştır. Homo Sapiensler M.Ö.200-100 bin yılından itibaren, Homo Erectus’ler gibi, yaşadıkları Afrika’daki vatanlarından göç ederek antik dünyaya dağılmışlar ve yaklaşık 70 bin yıl önce de diğer insan türlerini ortadan kaldırmaya başlamıştır.
En çok kabul gören teoriye göre; dilimizin olağanüstü esnek olması sayesinde, genetik mutasyonlar Sapiens’in beyin içyapısını değiştirerek, daha önce mümkün olmayan şekillerde düşünmelerini ve tamamen yeni dillerle iletişim kurabilmelerini sağladı. Bilişsel devrim’den bu yana Sapiensler zaman içerisinde bir dizi olağanüstü buluş geliştirdiler, sanat, kutsallık, din gibi. Daha sonra, M.Ö.10 bine doğru, yerleşik yaşama geçiş, tarım, hayvancılık ve bunların doğal sonucu olarak mülkiyet, hiyerarşi ve eşitsizlik kavramları oluştu…
Ö.M.Caparidze’ye göre, Üst Paleolitik Çağ’da Kafkasya kültürel ve etnik birliğinin oluşmaya başladığını varsaymaktadır.
Geç Paleolitik Çağ sonunda Kafkasya kültürler arasındaki farklar açıkça izlenebilmektedir.
Üst Paleolitik ve Mezolitik Çağlarda Kafkasya’da ortaya çıkan üç kültür varyantı(Gubs, Çoh, İmeret kültürleri) daha sonraki devirlerde daha da netleşmiş ve kesinleşmiştir. Kafkasya’da eski çağ halkları üç farklı gruba ayrılmışlardır. Bunlar birbirlerinden bağımsız şekilde kültürel ve tarihsel gelişmelerini sürdürmüşlerdir.
Bu dönemde dağ eteklerindeki Setanay, Gub ve Tugups gibi mağara yerleşimlerinde arkeolojik kazılar neticesinde elde edilen buluntular incelendiğinde; bunların, Çerkesya’da yaşayan toplumların sosyo-ekonomik yaşantı ve kültürlerini anlatan ana kaynaklar oldukları anlaşılmaktadır.
Bu yerleşimlerde çok sayılarda eşya bulunmuştur. Söz gelimi Setenay’da 15.565 parça eşya bulundu. Setenay bölgesinde bulunan kemiklerden anlaşıldığı kadarıyla, bölge insanının en önemli avı attır.
Gub yerleşiminde birbirinden farklı o kadar çok eşya bulundu ki, bilim adamları buraya Gub Kültürü” adını vermişlerdir. Gub ve Ön Asya’da bulunan araç ve gereçler büyük benzerlikler göstermektedir. Bu bulguların benzerleri Orta Kafkasya’da Baksan kıyılarında en çok da Sosrıko Mağarası”nda bulundu.
Bu dönemde mağara duvarlarına ve çeşitli objeler üzerine, manevi hayatla ilgili sanat eserleri de yapılmıştır. Çerkesya’daki bu yerleşimlerin ekonomisi büyük ot obur sürülerinin avlanmasına dayalıdır. Ölü gömme adeti de bu dönemde gelişmeye başlamıştır.

M.Ö. XII. – VII. BİN YILLARDA:
Epipaleolitik olarak da adlandırılan Mezolitik tarihi, son zamanlarda, Paleolitik ile Neolitiğin arasına giren kültürler için kullanılmaya başlanmıştır. Nedenine gelince, gerçekten de ne Paleolitiğe ve ne de Neolitiğe sokulabilen bazı öyle kültürler vardır ki, bunlar bu iki ana ayırımın arasındaki boşluğu doldururlar.
Mezos=Orta, ara ve Lithos=Taş sözcüklerinden türetilerek Mezolitik yani Orta Taş ya da Ara Taş Devri olarak da tanımlanan bu dönemin teknolojik açıdan yeni ekolojik ortama kültürel bir geçişi yansıtmaktadır.
Buzul çağının sonları(Würm) ve Holosen çağının başlarına doğru yeni iklim koşullarının belirlenmesi ile birlikte buzullar kuzeye doğru çekildi. İklimde ısınma ile birlikte erimeye yüz tutan buzulların suları orman, tundralar ve bozkırları istila etti. Yeni çevre ortamları ile ilgili olarak bitki ve hayvan türleri de değişmeye başlamıştı. Mamut, ren geyiği ve bizon sürüleri ile atlar ya göç ettiler, ya da öldüler. Yerlerini daha küçük ve çevik olanlara bıraktılar.
Çerkesya’da yaşayan dönem insanları ekolojik ortamdaki bu köklü değişimlere ayak uydurmakta gecikmediler. İnsanının yaşama biçiminde ve maddi kültür karakterinde ciddi gelişmeler gözüküyor; köpek tarım devrinden önce evcilleştirilmişti. Bu dönemde av artık tek başına yapılabilen bir uğraşı haline geliyor, balık avı önemli ekonomik değer kazanıyor, toplayıcılık daha da dinamik hale geliyor ve üretken ekonomi için uygun şartlar oluşmaya başlıyor. Taştan yapılan aletler, ortaya çıkan yeni teknikler sayesinde boyları küçülürken, kullanım alanları yaygınlaşıyor.
Geç Paleolitik ve Mezolitik dönem neantropları(yeni insanları) tüketim ekonomisini geliştirmeyi sürdürdüler, ama vahşi hayvanları evcilleştirerek ve doğal ürünleri toplamaktan tahıl üretimine geçerek Neolitik devrimi hazırladılar. Ancak kalıntıları sadece dağlık alanlarda açığa çıkarılan Yeni Taş Devri erken tarımı, az gelişmiş ikinci dereceden bir dal olarak kendini göstermektedir. Bu nedenle Çerkesya’da anaerkil bir toplumun var olduğu gerçeği etnograf-Kafkas bilimciler tarafından şüpheyle karşılanmaktadır.
Kafkasya’da Mezolitik döneme ait anıtların özellikle; Cokh, Mekağı, Kozmo-Natkho, Savleget, Sosrukua, Yaver yerleşiminde ve Medovo II mağaraları gibi yerleşim alanlarında rastlanmıştır. Örneğin Sosrukua yerleşiminde kemikten, boynuzdan ve taştan yapılmış, gelişmiş araç gereçler bulunmuştur. Bu yerleşimde toplayıcılığın oldukça gelişmiş olduğunu gösteren başka bir bulgu ise tek bir yerde 2600 salyangoz kabuğunun bulunmasıdır. Bunun dışında yine aynı yerleşimde tahıl toplayıcılığında kullanılan ve birkaç parçaya ayrılabilen aletler bulunmuştur.

M.Ö. VII. – V. BİN Çağımızın sosyal ve ekonomik düzeninin temelini oluşturan Neolitik YILLARDA Dönem, önemli bir süreç olarak kabul edilmektedir. Güneş aşaması, uygarlık tarihinde çok önemli iki gelişmeyi ortaya çıkardı. İnsanlar tarım yapmayı ve hayvanları evcilleştirmeyi öğrendiler.
Çerkesya’da önceleri ırmak vadileri ile ovalarda toplanan insanlar, suyun yani yaşamın yakınında olmaları, hayvanlar ve bitkilerle daha yakından ilgilenmeleri nedeniyle, günlük yaşamdaki bu çok sıkı ilişki onları evcilleştirmeye yöneltmiştir.
Çerkesya’da tarım ve hayvancılık için elverişli otlakların ve sulak arazilerin bulunması , obsidyen yataklarına yakın oluşu, çevresinin ormanlarla kaplı olması gibi, çevresel özellikler, dönem insanı Çerkesler’in ileri bir uygarlık yaratmadaki doğal yardımları olmuştur.
Bu dönemde, Çerkesya’da ve Orta Kafkasya’da inek, öküz, keçi, koyun, domuz ve köpek gibi hayvanlar evcilleştirildi. Bu da hayvancılığın aldığı mesafenin göstergesidir. Ayrıca, bu dönemde insanlar çanak çömlek yapımını da başlattılar. Böylece, insanoğlu binlerce yıl asalak bir şekilde yaşadığı doğal çevrede üretimci ve yapıcı bir konuma geçmiş bulunmaktadır.
Kemikten, boynuzdan ve taştan yapılan araç gereçler daha güzel formlar kazanmaya başladı. Taş baltalar ise tüm araç gereçler arasında en gelişmiş olanları idi. Bu da ağacın daha yaygın kullanılmaya başlandığını gösteriyor. Bu dönemde üretilen çanak ve çömlekler sayesinde yemeğin daha iyi yapılmasını ve korunmasını sağlıyordu. Hayvan yünleri ve doğadaki bitkilerden elde edilen iplikler işlenmeye başlandı.
Çerkesya’da yaşayan dönem insanının Mezolitik dönemde başlattığı uygar topluma geçiş aşamasını, bu dönemde de sürdürdüğü anlaşılmaktadır.
Çerkesya’da Kabardey bölgesinde Nalçık şehrinin yakınlarındaki Ahubek köyü, Neolitik dönemin açıkça gözlenebildiği en iyi yerleşimlerin başında gelmektedir. Ahulbek insanı çit duvarlı, çamurla sıvanmış evlerde yaşıyordu. Kemik, boynuz ve taştan yapılmış bir çok alet ilkel değirmenlerde tahıl öğütmekte kullanılıyordu. Dişleri çakmak taşından yapılmış oraklar da bulundu.
Ahulbek yerleşimi dışında ki nakropollerde, Adler civarında, Çerkesk şehrin yakınlarında ve Adıgey bölgesinde Kamennomost mağarasında yapılan kazılarda da Neolotik döneme ait en iyi malzemeler bulunmuştur. En ilginci çamurdan yapılmış kadın heykelidir. Bu dönem insanı kadını bereket kaynağı olarak görüyordu. Nalçık şehrinin olduğu yerde Neolitik döneme ait 147 adet mezar taşı bulundu. Bu da neolitik insanının ahret inancına sahip olduğu anlamına gelmektedir. Erkekler ayakları toplanmış şekilde sağa, kadınlar da aynı şekilde sola yatırılıp gömülüyorlardı. Ölülerin üstüne ateşin ve kanın sembolü olarak kırmızı boya dökülüyordu.
Diğer taraftan; Krasnodor’a 40 Km. uzaklıktaki İL bölgesinde 1924 yılında yapılan arkeolojik araştırmalarda ele geçen çeşitli dönemlere ait eserler meyanında, Neolitik dönemi yansıtan eserlere de tesadüf edilmiştir.
S.N.Zaimyatnin ve P.G.Akritas tarafından 1954 yılında, Bakhsan vadisinde yapılan arkeolojik kazılarda Sosrukua mağarasında da bu döne ait yaşam izlerini keşfettiler.
V.P.Lyubin tarafından 1956 yılında Marukh ırmağında, bu adla anılan köyün 10-12 Km. güneybatısında, Büyük Zelencuk ve Khusa vadileri arasındaki alanın doğu yamacında Yavor yerleşiminde yapılan kazılarda altı adet kesici alet, bir kazıyıcı alet, iki rende, takriben bir düzine çakıl taşı levha bulunmuştur. Yöre insanının açık havada kendisi tarafından yapılan barakalarda yaşadığı, avcılık ve hayvancılıkla uğraştığı tespit edilmiştir. İş aletlerini önceden olduğu gibi çakmak taşı, yılantaşı vb. taş ve kemiklerden yapıyorlardı.
Çerkes kadınları, analık bakımından oynadığı rolle toplumsallaşma ve kültüre yol açan evcilleştirme sürecini başlattılar. Yüzyıllar ilerledikçe Çerkesya’da yaşayan topluluğa bir düzen gelir. Üretim araçları geliştikçe ve üretimdeki kazanımlar arttıkça ilkel toplum daha gelişmiş bir sosyal ve etnik örgütlenmeye Klana” bırakacaktır kendisini.
Tarihte, aileden önce ana soylu gens ya da Klanların bulunduğunu tespit eden Levis H.Morgan, insan bilimcilerin bugün genellikle Toplumsal Akrabalık” diye andıkları sınıflayıcı akrabalık dizgesinin varlığını ortaya koymuştur. Bu dizgiye göre topluluk, aile bağlarına değil, Gens(Klan), Fratri(Boy) ve Tribu(Kabile) bağlarına dayandırılmaktadır.
Bu dizgiye göre; Çerkesler’de kandaşların oluşturduğu gens karşılığı Leğapu’dur. İlk gensel ata ismi Dığe olup, anlamı güneştir. İkinci aşamada gentes topluluğu olan Fratri yani Boy’un karşılığı Thlako’dur. Fratri’nin örgütlenmiş şekli olan ve aynı dili konuşan Gentesler topluluğu yani Kabile’nin karşılığı Thlepk’dir. İstisnalar dışında, henüz gerçek ulusal bir dili ve kesin sınırlı toprağı olmayan fakat belli kültürel özellikler ve bazen belli bir lehçesi bulunan Çerkes toplumu Kabile Birliği” kavramıyla tanımlanır. Kabilelerden oluşan son toplumsal birimi Çerkes Kavmi olup, siyasi bir niteliği bulunmayan Genbirlik sistemi idi. Bu düzen genellikle uygarlığın başlangıcı arasında budunsaldır.
R.Betrozov, Çerkesya’da yaşayan halkların antropolojik akrabalığının, M.Ö.VI.Bin yılda, Paleolitik Çağda benimsenen ekonomisinden Neolitik Çağın üretici ekonomisine geçiş sürecinde oluştuğundan söz etmektedir. Taş Devri sonunda eski Çerkes kabilelerinin oluşma süreci Erken Metal Çağı’nda sona ermiştir. Bu dönemde Batı Kafkasya’da tarihin bütün zorluk ve aksiliklerine rağmen bugünkü etnografik özelliklerini korumuş, etnik ve kültürel alt katmanı ortaya çıkmıştır.

ENEOLİTİK DÖNEM

Neolotik dönemde madeni aletlerin yanında cilalı taş aletlerin birlikte üretildiği devir(M.Ö. VI.-IV. Binde), İtalyan müellifleri tarafından Eneolitik olarak, İngiliz bilginleri ve Fransa’da Goury tarafından bu devre, Kalkolitik(Khalkos=Bakır ve Lithos=Taş) sözcüklerinden türetilerek Bakır Taş Çağı” adı da vermektedirler.
Bu döneme geçişte Kafkasya bölgesinde teknik gelenekler açısından kültürel bir kesinti görülmemekte, aksine bir gelişim, süreklilik gözlenmektedir. Ateşin keşfiyle mümkün olan maden işleme tekniği sayesinde büyük bir ilerleme kaydedilmiş olup, yerli Çerkes kabilelerin sosyal gelişmesinde büyük bir rol oynamıştır.
Çerkesya’nın Eneolitik Dönemde metalurji ile tanışmasını Nalçık Kurganında bulunan bakır yüzükle belgelenmiştir.
Bakırın eritilebilmesi için ısıyı sağlayan seramik fırınların olması, ev ortamı üretim seviyesinin gelişmesi, metal üretimine geçiş için gerekli olan şartların oluşması gibi imkanlara ancak Eneolitik Dönemde erişilebilmişti. Kafkasya’da hem saf bakır hem de bakırın oksidi(CUO, CUO2) bulunuyordu.
Bütün bunlar, Kafkasya’da metalurjinin ilk kez ortaya çıkışının Eneolitik Dönemde olduğunu göstermektedir.
Nalçık’daki mezarlıkta bulunan bazı kadın mezarları, süs eşyası yönünden farklılıklar gösteriyor. Bu, kadınların yerli toplumda özel sosyal durumlarının somut bir göstergesidir. Ancak hayvancılık ve metalurji gibi ekonomik alanların gelişmesine paralel olarak Patriarkal ilişkilerin oluşması da belirginleşiyordu. Nitekim zamanla ham toprağın işlenmesi, sürü hayvancılığı, madencilik gibi ağır işlerin öne alınması, erkeğin gücüne olan ihtiyacı arttırdı ve erkek toplum içinde daha önemli bir unsur haline geldi.
M.Ö. VII.bin yılın sonları ileVI. Bin yılın başlarında Kafkas dağlarının yüksek yayla ve yamaçlarında yaşayan Çerkesler daha çok hayvan besliyorlardı. Hür idiler. Ovalarda yaşayanlar ise tarla tarımı ile uğraşıyorlardı. Bunlar ise toprağa bağlı idiler. Yüksek yaylada yaşayan Çerkeslerin ovaya inmeleri ve zamanla ovadakilerle bir araya gelmeleriyle birlikte, düzenli bir topluma dönüşen topluluklar arasında iş bölümü oluşmaya başladı. Tarım ile birlikte kent yaşamı da doğmuş oldu. Eskisi gibi bir tehlike karşısında, tarlalarını bırakıp kaçamayacakları için, ister istemez kuvvetli olmaya çalıştılar. Her iş olabildiğince grup halinde yapılmaya başlandı. Ülkenin yöneticisi(Thamada) öncelikle, yüksek yaylalardan gelenler arasından, yönetici vasıfları ön plana geçmiş kişiler arasından seçildi. Thamadaler ellerinde hakimiyyet sembolü olan asalar taşırlardı. Toplum içinde zanaatlar gelişti, artan tarım, üretim kentlerinin ortaya çıkmasının önünü açmış oldu.
Eneolitik Dönemin en göze çarpan özelliği evlerdir. Bunlar tepelerinde bir delik bulunan arı kovanına benzer yuvarlak, (çoğu kez) kubbemsi, tek odalı yapılardı.
Genellikle üç ev, büyük ölçüde kil harçlı kerpiçten yapılmaktaydı. Yaşanan mekanın çapı 0,5 ile 5 Mt. Arasında değişmektedir. Evlerin yüksekliği 2,5 Mt.’den az değildir. Her evde duvara yakın bir yere yerleştirilmiş bir ocak vardı. Kafkasya Enolotik evlerinin, Orta Doğu’nun her hangi bir yerinde doğrudan benzerleri olmamakla birlikte, inşa tekniği bakımından Halaf konutlarıyla da bazı benzerlikler saptanabilmiştir.
Tarih öncesi dönem boyunca Çerkesya’ya göç eden veya yerleşen kabilelerin etnik isimleri belli değildir, bunlar hakkında sadece arkeolojik bilgilere sahibiz. Zaten bu kabileler arkeolojik kültürleri ile anılıyorlar.
M. Ö. III.binde Ural-Altay yöresi ile Güney Rusya bozkırları arasındaki kültürel bağlantı ilginçtir. Ural-Altay’daki Afanasyevo Kültürü” bu çağın temsilcisidir. Bozkır yaşantısının karakteristik tüm elemanları bu kültürde görülmektedir. Kurgan” adı verilen mezarlarda ele geçirilen tipik malzemelerin hemen hemen tümü bu gömülerde ölü hediyesi” olarak bulunmuştur.
M.Ö. II.binyıl başlarında ise, Karadeniz ve çevresi adeta bir merkez niteliğini taşımakta ve büyük hareketlere sahne olmaktadır. Bu devrede, Güney Rusya’nın Bakır Çağ Kültürü’nün tipik yerleşik temsilcisi olan Triolje Kültürü” sona ermiştir. Doğu bölgelerinde ise, Kazakistan’da, Orta Asya’da ve Ural-Altay yöresinde M.Ö. 1750’den itibaren Andronova Kültürü’nün birden bire ortaya çıkması ve yayılım göstermesi, bölgede oluşan depresyon hareketinin Doğu-Batı yönünde geliştiğini ve doğal olarak Karadeniz çevresini etkilediğini göstermektedir.
Bu bölgeye Andronova” Kültürü” yayan kavimlerin başta tunç olmak üzere, geliştirdikleri madenciliğin yanı sıra at, sığır, koyun gibi ehli hayvanlar yanında deve de besledikleri bilinmektedir. Andronova insanı denen bu beyaz ve brakisefal ırk, Altay’lılarla akraba idiler.
Andronova Kültürü”, batı yönünde genişlemesi ile bağlantılı olarak, bu kültürün batısında yer alan Kimmerler’i etkilemiştir. Srubnoy kültür kabileleri ile bağlantısı olan Kimmerler M.Ö. 1800 tarihlerinde doğudan, Orta Asya yöresinden gelerek, Kafkas dağlarının kuzeyindeki bozkırlardan, Donetz havzasına kadar uzanan geniş sahada yaşamışlardır. İran dilli Kimmerler’in hareketleri bölgede ayrıca büyük bir hareketlenmeye neden olmuştur.
M.Ö. II. Binyılın ortalarından son çeyreğine kadarki dönemde, Catacomb-Kaya mezar kültürü temsilcisi kabilenin kültürel ve tarihsel değerleri, Kuban steplerine doğru yayılmıştır. Bu kültür, diğer kadim kurgan altı mezar kültürüne sahip Çerkes kabileleri ile yakın bir ilişkiye girmiş ve bu ilişki sonucu bu kabileler giderek Kuban nehrinin karşı kıyısına doğru süzülmüşlerdir.
Ruslan Bzarti’e göre, Eski Kubanlıların(Kuban kültürü taşıyıcıları), büyük baş hayvan ile at yetiştiriyor, bunun yanı sıra arpa, buğday ve darı ekimine dayalı tarım faaliyetinde bulunuyorlardı. Ayrıca çömlekçilik ve dokumacılık gibi zanaatlarda oldukça ustalaşmışlardı. Kuban kültürü, Bronz devri sanatının şahikalarından biri olarak bütün dünya tarafından kabul edilmiştir.
Yerli Çerkes kabilelerinin daha önceki dönemlerde Kurgan Mezar yapma adetleri yoktu. Kuban kurganları, Kimmerler’in bu devrede Çerkesya bölgesinde yayılmaya başladıklarını göstermektedir. Orta Asya yöresinde başlayan ve Karadeniz çevresini etkileyen kavimler kaynaşması ile bağlantılı olarak, M.Ö. XIV. ve M.Ö. XIII. yüzyıllarda başlayan ve İran’ı etkileyen göç hareketlerinin etkisiyle yerlerini terk eden Kimmerler, Çerkesya, Kırım ve Dinyeper havzasındaki sahalara kadar yayılmışlardır.
S.Smith’in okuduğu çivi yazılı Asurs metinlerde geçen Yabani(vahşi) dağlıların veya barbarların kralı Tugdamme” ifadesi Kimmerler ile yerli halkların yakın ilişkilerine kanıttır. Zaten Ortadoğu halklarıyla temas kuran Kimmerlerin Çerkesya kavimleriyle de bağlantı kurmaları da doğaldır. Çivi yazılı metinden, zımmen de olsa Tugdamme(Kimmer Kralı)’nın Çerkesya dağlılarının da önderi olduğu anlaşılmaktadır.
E.İ.Krupnova göre, Sargon II. Zamanına ait bir mektupta geçen Gamir Ülkesi” Büyük Kafkas Dağ Silsilesinin kuzeyindedir. Kimmerler’in Kuban’ın batısında oturdukları ve onların sefere çıkış merkezlerinin Kafkas Sıra Set Dağlarının kuzeybatısında Çerkesya’da olduğu bir gerçektir. Bazı yazarlar ise, Kimmerler’in idare merkezlerinin bu günkü Kerç mevkii olduğu hükmüne varmışlardır. Karadeniz’e, Azak Denizi’ne ve bu iki denizi birbirine bağlayan Bosfor’a Kimmer Denizi, Kimmer Bosforu denmesi her halde bu devletin üstün bir varlığa haiz olmasının neticesidir. Kimmerler’in Çerkesya kabileleri arasına karışarak yaşadıkları, zamanla yerleşik hayata geçtikleri ve Çerkesya’yı kendilerine yurt edindikleri muhakkaktır.
Bazı yazarlara göre, Çerkesya’da oturan stepli göçebeler arasında da karmaşık sosyal süreçler yaşanıyordu. Onların sosyal gelişme, etnikogenez ve sentez süreçleri yerli kabileler ile paralel olarak gelişti ve yerli Çerkes kabileleri de etkilemiştir. Halbuki bu etki sınırlı kalmıştır. Çerkes toplumunu etnik olarak etkilemediği aşikardır.
Nitekim Çerkesya’da yapılan arkeolojik araştırmalar neticesinde, Çerkesya’ya ilk gelen etnik adı belli göçebe grupları arasında Kimmerler’e ait bir çok arkaik eserler ortaya çıkmıştır:
1-Kuban’da(Staromişestovka) mevkiinde M.Ö. 1300 yıllarına ait altın plaka ve gümüşten yapılmış öküz.
2-Psıhuabe(Petigork)’de M.Ö. 1200 yılına ait korugan muhteviyatı.
3-Koban’da M.Ö. 1200-1000 yıllarına ait halis bronz eserler.
Bu yer değişikliği ile ilgili olarak bu bölgelerdeki yabancı kabileler kendi ölü gömme yöntemlerini de getirmişlerdir. Basit Çukur Mezar veya Alçak Kurganlardaki Hoker” ölü gömme adetlerine benzer geleneğin bu mezarlarda da uygulandığı görülmüştür.

DEMİR DÖNEMİ

Demir madeninden bol miktarda alet ve silah yapılması ile başlanan Demir Çağı, Ege göçlerinden (M.Ö.1200’lerden) sonra, Yakın Asya’da ve Yunanistan’da ve buralardan Fenikeliler ve Etrüskler ile birlikte batıya doğru yayıldı. Demir madeni daha önceleri biliniyor ve kullanılıyordu. Ama doğada saf halde çok az bulunduğu için çok değerliydi. Anadolu’da Alacahöyük kral mezarlarında (M.Ö.2500-2200), Mezopotamya’da Tel-Asmar’da(M.Ö.2700), Ur kral mezarlarında, Nikeve’de ve Mısır’da sülaleler devrinden önceye ait mezarlarda(M.Ö.3000) demirden yapılmış çeşitli eşyalar bulunmuştur.
Demir, M.Ö.II.binyılında da aynı özelliğini korudu. Dönem sonlarına gelindiğinde Kafkasya bölgesinde demir üretimi yanında, yüksek düzeyde bir keramik üretimi de dikkati çeker. Meteorit demiriyle tanışan Hattiler, demiriTha (Tanrı) madeni olarak adlandırmışlardı. Ahmet Canbek, Kafkasya’nın Ticaret Tarihi” adlı eserinde, Demir üretimi ile o dönemde Anadolu’da Tunç Dönemine imza atan ve Yunanca’da Chalyb (Halib) olarak adlandırılan Hattilerin ilgilendiğinden söz eder. Halib kelimesi Halys nehri(günümüzde Kızılırmak) yayında yerleşik Halibler(Hattiler) kastedilmektedir. Yunan belgelerinde, ayrıca Halibi çeliğinden söz edilmektedir. Yunanca’da çeliğin adı olan Halips, Halibi’den türetilmiştir. Bu Halibi madeni anlamına gelir.
Anadolu’da Hitit Devletinin yıkılmasından sonra demir, Hatti dilinde konuşan Kaşka ve Abeşla kabileleri arasında da yayıldı. Her iki kabile mensupları, Hitit Devletinin yıkılmasından sonra Kafkasya’ya geri dönmüşlerdir. Çerkesya bölgesinde Baksan Irmağı kıyılarında ucu demir, sapı bronzdan kılıçlar bulunmuştur. Yine bu döneme ait birçok kılıç ve kama kazılarda ele geçmiştir. M.Ö. VII.-IV. Yüzyılda demir, bronzdan çok daha fazla kullanılmaya başlandı.
Ancak, Kuban(Psıj) kıyısındaki Kelemerssk ve Kostromsk höyüklerini arkeologlar açtığında, çok eski zamanlardan beri Çerkesya ve diğer bölgelerde demir madeninin kullanılmış olduğu belgelenmiştir.
Demir, Kafkasya Bölgesinde geniş alanlarda tarım yapmayı ve tarım için geniş alanların ormanlardan temizlenmesini sağlamıştır. Demir, insanoğluna taşın ve diğer metallerin hiç birisinin dayanamayacağı sertlik ve keskinlikte araç ve gereçler bağışlamıştır.
Demirin tarım araçları haline dönüşmesi, zamanla besin toplayıcı toplumdan hayvancılık ve tarıma dayalı topluma doğru geçişi hızlandırmıştır. Bu geçiş erkek gücüne gereksinim duyurduğu için toplumda erkeğin işlevi ve saygınlığını arttırmıştır. Çerkesya’da tahıl örneğin buğday yetiştirmek, insanlara toprak miktarına oranla çok daha fazla gıda üretme şansı sağladı. Ve bu da Sapiens’in yani Çerkes insanının katlanarak çoğalmasını sağladı.
Bu çağda Çerkes toplum içerisinde manevi ve uygar değerler taşıyan düşüncelerin daha da geliştiği, topluma has Nart Kahramanlık Destanları ve masalların toplumun içinde daha da yaygınlaşması ve pekişmesi gezginci ozanlar (Geguakueler) sayesinde bugüne ulaşmıştır. Nart Destanlarında çok geniş bir yer tutan ünlü Nart Tlepş, Nartların tüm araç ve gereçlerini yapmak, yeni buluşları ile Çerkes Halkının yaşamını kolaylaştırmak görevini üstlenmiştir. Maden çağı uygarlığı aşamasının ve Nart toplumunun yeni buluşlarının simgesidir. Buluşlarında en yakın danışmanı ve yardımcısı Seteney Guaşe’dir.
Demirciler, demirci olmayanlarca daima korkunç gösterilmiştir. Demir Kültürü sertçe, erkekçe, askerce bir kültürdür ve İndüs’ün, Mezopotamya’nın, Mısır’ın lüks şehir kültürleriyle çelişki teşkil eder.
Demir dönemi ayrıca Çerkesyada geniş kabile birliklerinin biçimlendiği, belirgin hale geldiği dönemdir. Kabileler bu dönemden itibaren maddi ve kültürel oluşumlarını, daha başka bir ifadeyle etnik gelişimlerini tamamlamaya başlamışlardır.
Antik dönem tarihçileri Greko-Romen devrine ait vesikalara dayanarak, Karadeniz Kıyısında ve Azak Denizi etrafında oturan Kas kökenli Kabileleri şöyle sıralamaktadır:
1)Meotlar; güneyde ve Karadeniz kenarında Psat Nehrinden başlayan Kuban havzasını içine aldıktan sonra, Terek Nehrinin batı kollarını suladığı yerlere kadar uzanan sahayı, doğuda Azak Denizinin doğu kıyışlarını ve bazı Yunan tarihçilerine, özellikle Herodot’a göre, Don (Tanais) Nehrinin aşağı kısımlarını, kuzeyde Azak Denizi, Karadenizin Kuzeyini ve Kırım Yarımadasını ihtiva eden sahayı işgal ediyordu. Meotlar; Sindler, Dandariler, Toreteler, Agriler, Arrixue, Tharbitler, Obidiakinoiler, Sittakenler, Doskeler v.d. tahminen 25-26 kabilelerden oluşan bir” Kabileler Federasyonu” idi. Meot Kavmini oluşturan kabilelerin çoğu Taman Yarımadasında oturuyorlardı.
2) Kerketler; bugünkü Natukhaylardır. Anapa’nın güneyinden Gelincik’e kadar uzanan yörede yerleşmişlerdir.
3) Akheyler (Akhinakhaiens); Agoi veya Goi: şimdi Kakuçinyanlar. Kerketlerin güneyinde, Tuapse ve Soçi kentlerinde yaşıyorlardı. Akheyler Heniokhlar ile birlikte denizde egemenlik kurdukları için o dönem insanları tarafından korkulu, gözü pek ve acımasız korsanlar olarak nitelenmişlerdir. Strabonos eserinde, bu kabilelerin 20-30 kişi alan” Kamarae” diye adlandırdıkları hafif tekneleri ile, gerektiğinde bir tür filo halinde hareket ederek ticaret gemilerine saldırdıklarını, hatta kent ve limanlara akın düzenlediklerinden söz eder.
4) Zikhler ; Çerkezistan’da en eski kabilelerden birinin adı Dzixya” veya Dzixhiya” olup bu kabilenin bulunduğu bölge eski Latin tarihçileri tarafından Cigetiya” diye anılmıştır. Çerkes halkı da Cikhiya” olarak anılmıştır. Zikhler kendilerinden Cikhi diye söz ederler.Thophanes’in açıklamasına göre Zikhler, Akheyler ile Heniokhların arasında yerleşmişlerdi. Eskiçağın coğrafyacısı Amasyalı Strabonos, bu adı ilk defa M.Ö.26’ da kendi kitabında kullanır. Takriben M.Ö. I.Yüzyılda Zikhler, yukarı Kubandaki yerlerini terk ederek, güneyde Tuapse ile Soçi arasında yerleşmişlerdi. Roma’nın yardımıyla Got-Tetraksiteslere karşı V. Yüzyılda verdikleri savaş neticesinde, topraklarını kuzeybatı yönünde, Gelencik’e kadar genişletmişlerdir. VI. Yüzyılda başka Adıge boylarının katılımıyla güçlü bir yapıya kavuşan Zikhler, bu yüzyılda Hristiyanlığı kabul etmişlerdir. Taman veNikopsis(Ngegepsuko)’de kilise yönetiminin merkezleri vardı. Zikh ismi eski zamanların ve Ortaçağ’ın yazarları tarafından; Zikhi, Zigh, Sikhi, Sakhi, Tsikh, Ciget, Zixi, Cikhi, şekillerine girmiştir. Abhaz topraklarından Taman Yarımadasına kadar oluşturdukları bağımsız bir Kabile Federasyonu”, zamanla Zikhya” Devletine dönüştü. VIII. Yüzyıl sonlarında Zikhya güçlü bir devlet sayılıyordu.” Zikhya Birliği” Adıge(Çerkes) halkının oluşumunda temel bir unsur olarak görülmektedir.
5) Heniokhlar (Hanoklar); Kafkas dağlarının uzantısı olan, bu sarp ve dağlık sahil kesiminde, kuzeyden güneye sırasıyla, Akey(Achaei), Zikhi, ve Heniokh kabilelerinin toprakları yer alır. Romalı tarihçi C.Tacitus, M.S. 20’li yıllara doğru, bu bölgede sadece Heniokhia adlı bir memleketten söz etmektedir. Heniokhlar aynı soydan gelen komşuları Akeyler gibi savaşçı bir toplumdu. Bunlar iyi binici idiler. Demek ki bunlar Kuban veya Terek yöresine gelip sahile yerleşmişlerdi. Latin şairi Ovidius’a göre; Heniokhhia korsan gemileri, gemicilere büyük zararlar vermektedirler ve Doğu Karadenizli korsanlar yalnız kendi bölgelerini değil, Batı Karadeniz’i de tehdit etmektedirler. Demek ki denizaşırı korsanlık yapabilecek düzeyde, köklü bir deniz kültürüne sahip olduklarını göstermektedir. Onların Yunanlılarca Kamarae” olarak isimlendirilen küçük ve hafif tekneleri, ortalama 25-30 kişi alabilecek boyutlarda olup, gerektiğinde oluşturulan filolarla ticari gemilere, ülkelere ve sahil kentlerine saldırılar düzenlerler, bu şekilde denizdeki hakimiyeti ellerinde tutarlar.
6) Sanokhlar (Sanigler); Sanigler(Sadzwalar)’den Flavi Arryan Adrian’ın Roma İmparatorluğuna yazdığı mektupta, bunların Abasklar’ın berisinde bulunduklarından söz eder. Bzıp ile Hamış ırmakları arasındaki topraklarda yerleşik Sanigya Krallığı da Roma İmparatorluğu’na tabi idi. Evliya Çelebiye göre, Sadzwalar sadece Çerkesçe değil, hem de Abaza ağızlarını da biliyorlarmış. Onlar çok cesur ve eşkıya ruhluymuşlar. Bu kabilenin adı XII.yüzyıla kadar yaşamıştır.
7) Abask(Avazg-Abazg)lar; İngur(Egri) nehri ile Pitsunda Kenti arasında yaşıyorlardı. Prokopius Seyahat notlarında , M.S.550’de Doğu Karadeniz sahilinde, Petra kentinin tam karşısına denk gelen sahillerin Apsili bölgesi olduğunu, ardından da Opsit ve Skeparna isimli iki ayrı liderleri olan Abasgiler’in yer aldığını belirtmektedir. Abasgilerin de eski zamanlardan beri Lazilere bağlı idiler. Prokopius, bunlar arasında, Karadeniz’de bir ekonomi haline gelen köle ve çocuk ticaretinin oldukça yaygın olduğundan da söz eder.
Çerkesyada yaşayan çeşitli kabilelerin meydana getirdiği yöresel kültürde M.Ö. 1200’lerden itibaren bölgeyi etkileyen göç dalgaları sonunda etnik bakımdan bazı değişiklikler meydana gelmiş, bu olayları atlı göçebe” kavimlerin devamlı hareketleri takip etmiştir.
Geç Bronz Çağı ve Erken Demir Çağı’ndan itibaren Çerkesya’ya gelmeye başlayan atlı göçebe kabilelerden etnik isimleri belli olanlardan ilki Srubnoy kültürü kabileleri ile bağlantısı olan Kimmerler’dir. Kimmerler’den yukarıda sözedilmiştir. Onları İskitler ve diğerleri takip etmiştir.

ÇERKESYA’DAN GÖÇLER

Diğer taraftan; Dünyada meydana gelen jeolojik hadiseler nedeniyle Anadolu’da bir vakitler nüfus azdı. Buna karşın Kafkasya bölgesinin nüfusu insanların başka yerlere göç etmeye mecbur bırakacak bir yoğunluktaydı. M.Ö. 4000’li yıllardan itibaren Athile=Atıhlar”, Hatoonlar=Hattiler” , Ariy=Wari”, Gaşkalar=Kaskalar”, Hurriler , Azzi-Hayasalar” ve tabiatıyle adını henüz bilemediğimiz diğer kavimler hem birbiriyle yakın akrabalık hem de karşılıklı ilişkiler içerisindeydiler. Avrasya’daki nüfus artışı dolayısıyla meydana gelen kavimler kaynaşmasından etkilenen Kafkasya bölgesindeki yoğun nüfusta bir hareketlenme oluşturdu.
Bunun neticesinde büyük bir nüfus kitlesinin Çerkesya’dan Batı ve Güney istikametinde olmak üzere iki yönde Kafkasya’dan dışarıya doğru bir yayılma hareketi olmuştur. Güney istikametinde gerçekleşen yayılma hareketi Kuzey Mezopotamya’daki son noktayla birlikte Anadolu’ya yerleşen Ön Asya paleografisine yansımıştır.
Kargamış anıtında Athiler=Athılar”, Hatoonlar=Hattiler” ve Ariy=Wari” etnominin adı geçmektedir. Hatti’lerin Eski Asya’da özellikle Babil ve Ninova’da yaşadıklarına dair ilk belgeler M.Ö. 3750 yılına aittir. Güçlü Çerkes kabilelerinin Azak ve Karadeniz kıyılarından, uzun süre kaldıkları Küçük Asya’ya doğru seferler düzenledikleri, farklı Çerkes efsanelerinde anlatılır. Bu hikaye yazılı kanıtlarla da desteklenmektedir.
Eski Mısırlılar (Anauria’da yaşayan) M.Ö. 4000 yılında Hatoonlar=Hattiler ile ilgili bir çok eski yazıt ve kitabe arasında yer alan Akkad Kralı Naramsin(M.Ö 2645-2607) Elam dili ile Sinear çivi yazısını kullandığı bir yazıtta şöyle demektedir:”Bin yıl önce Yukarı Mezopotamya’ya Wor Hatoo ordu komutanı emrinde Hatti=Hatoo halkı gelmiştir.” Hildani’de bulunan o yazıtta belirttiğine göre, Çerkesya’dan gelen Hatoonların lideri Wor Hatoo’nun M.Ö. 3750 yılında Hildani ülkesini işgal ettiğini onaylıyor. Hatoonlar Kafkas dağlarının güneyinden başlayan ve Kuzey Suriye, Bağdat, Basra’ya kadar uzanan geniş bir bölgeye hükmettiler. Hakimiyetlerini Çerkeya’dan Mısır’a kadar genişlettikleri bir dönem de oldu.
XIX. yüzyılda yaşayan, 80 ni aşkın dil bilen, ünlü dil bilimci Trambetti Alfred’in yazdıklarına göre; Etrüsklerden, daha önce Çerkeslerin(Adıgelerin) atalarının Avrupa’da da, Asya’da da yaşadıklarını, ülkelerinin Atlantik’ten başlayarak, Pirene, Kafkas, Pamir, Tibet dağlarını aşarak, Çin’in ortalarına kadar ulaşmışlardır.
Hatoonlar güneyde Suriye’yi aldıktan sonra Gabraniy dedikleri Yahudilerle uzun zaman birlikte yaşadı. O devirde Yahudiler’in yöneticilerinin hepsi Hatoolar’dan idi. Konuştukları dil, Yahudilerin dili idi.
Hatoonlar’ın yaşadığı yüzyıllarda, diğer Çerkes grupları da beylikler halinde Hatoonlara’a bağlı olarak yaşamışlardır. Hatoonlar’ın lideri diğer tüm beylerin de lideri idi. Hatuxem ya pşır, pşım ya pşıju şıtaş.” Derlerdi.
Batı istikametinde Anadolu’ya gelen Hatoonlar’ın hakimiyetleri M.Ö.2500-1700 tarihleridir. Anadolu’da III. Binyılı kapsayan Eski Tunç kültürünü yaratmışlardır. Bu tarihten sonra Hatoonlar’n idaresindeki Hatoo-Hatti kentleri Neseliler (Hititler) tarafından ele geçirilmiştir. Anadolu’da hiyeroglif yazısını yaygınlaştıran Hatoo-Hatti’lerdir. Bu yazı dışında çivi yazısı da kullanıldı. Çerkesler Küçük Asya’nın batı kısımlarında kalan topraklara Nadole” derlerdi. Bugün de Türkiye’ye Anadolu diyorlar.
Kendilerine Kaşkalı=Gaşkalı” denilen yarı göçebe grup ise, aynı dönemde Kafkasya üzerinden Doğu ve Kuzey Anadolu’ya fasılalarla giren savaşçı kabilelerin, Karadeniz bölgesinin bir bölümünü kendi hayat anlayışları ölçüsünde yol tutmuş ve Hatti İmparatorluk döneminin sonuna dek bölgedeki varlıklarını sürdürmüş bir koluydu. Her kabile, bir kabile reisi veya şefi tarafından idare edilmekteydi, Gaşka memleketinde merkezi bir otorite yoktu. Sahil şeridi onlara yetmediği için, devamlı olarak güneye-Hatti topraklarına hücum ederek topraklarını genişletmeye çalışıyorlardı. Bulundukları coğrafi bölgenin sarp ve geçit vermez dağlarla kaplı oluşu sebebiyle, Hatti kültüründen gerektiği şekilde etkilenmemişler, bu yüzden konar-göçerliklerini devam ettirmişlerdir.
Çerkesya’da kalan nüfus ise, hayli gelişmiş çakmak taşı endüstrisine dayalı ekonomik faaliyetlerini sürdürmüştür.
Ruslan Betrozov’a göre; M.Ö 4000.Bin yılın ikinci ve üçüncü çeyreğinde görülen iklim kuraklaşmasının ardından büyük ovalık alanların güçlü bir şekilde bozkırlaşması baş gösterdi. Ormanlardan arınan topraklarda çernozyum, ırmakların kıyılarında ise verimli löslü topraklar oluştu. Batı Çerkesya dağlarından, Karadeniz’in kuzeybatı sahillerinden, Orta ve Doğu Kafkasya’dan gelen nüfus, ovalık Güney Kuban’a yerleşti. Ama bunlar Kuban’ın sağ kıyısında dere ağızlarına yerleşen, az nüfuslu topluluklardı. Batı Çerkesya’nın dağlık bölümünde yaşam daha yoğun biçimde sürüyordu. Bu bölgede ondan fazla Eneolitik yerleşim yeri bulunmuş ve kısmen incelenmiştir.
Neolitik’te doğan tarım ile ilgili inançlar ve kültler Eneolitik Dönem boyunca da varlığını sürdürmüştür. Eneolitik Döneme ait kayalara çizilmiş resimler ve kap resimleri, Neolitik Dönemkilerden farklıdırlar. Resimler, aralarında güneş sembolünün yaygın olduğu şematik bir biçim oluyor.
Çerkesya toplumunun tüm çağlar boyunca, özellikle dağlı Adığlar güneşi Dığa” baş tanrı olarak kabul ettiler ve sadakatle taptılar. Mitoloji uzmanı Kafkas bilimcilerin görüşüne göre Tanrı” kelimesi, yani Çerkes dilindeki Tha”, bazı dilbilimcilere ve tarihçilere göre de Adığe(Çerkes’lerin kendilerine verdiği ad) etnonimi 6000 bin yıl önce buradan gelmektedir. Bu dönemde, Güneş tapınıcıları olarak Çerkesler’in atalarının başları doğuya(güneşin doğduğu yere) gelecek şekilde gömülmüşlerdir. Henüz Geç Neolitik dönemde dağlık Kuban’da, içeriği büyük taş-kromlek ve menhirlerden pluşan megalitlerin kullanıldığı küçük parke taşlı kurganların altında mezarlar ortaya çıkarılmıştır(Üst-Sahra).
Bir kült eşyası olarak, Antropomorf taş heykel ve üzerinde yılan görüntüsü olan kemik küpe Nalçık mezarından çıkmıştır.
Orta Eneolitik dönemde, Kislovodsk, Nalçık, Şhaguaşe(Belaya) ırmağı havzası ve Tuapse şehri yakınlarında bulunan birbirinden ayrı bu eserlerin bizlere gösterdiği gibi, megalitik kült mezar mimarisi geleneği kesilmeden sürmüştür.
Neolitik kültürlerle beslenen Kafkas Eneolotik kültürü, bölgede daha sonra hüküm sürecek olan Erken Bronz Döneminde, Kafkas kültürünün gelişmesinde temel görevi üstlenmiştir. Bu dönem nüfusun antropoik tipolojiye göre, uzun kafalı(Dolikosefal) ve dar yüzlü insanlardan oluşuyordu.
Yukarıda da değinildiği üzere; M.Ö.III. Bin yıl sonlarından itibaren ve özellikle de II. Bin yıl boyunca Kafkas dağlarının kuzeyinde çok önemli süreç başlıyor ve yerli Çerkes nüfusla, Karadeniz, Don, Volga bölgesi ve Kafkasya steplerinin çukur kültürleri ve ardından Katakomb kültürleriyle etnik ve kültürel ilişkiler kuruluyor.
Kadim Kurgan Kültürü veya Çukur Kültürü diye ifade edilen Göçebe Kurgancıların(Proto Türkler) Kafkas Dağları’nın kuzey bölgesine günümüzden en az 5000 yıl önce geldikleri ile ilgili somut kanıtları, başta Maykop Arkeolojik Kültürü olmak üzere, diğer yörelerde bulunan kurganlarda ortaya çıkarılan materyaller teşkil etmektedir. Bugünkü Nalçık şehrinin bulunduğu yerde ortaya çıkarılan kadim nekropolün/mezarlık(Zatişye) M.Ö.IV. binyılda yaşayan kurgan kültürü taşıyıcısı göçebe koyunculara ait olduğu kanıtlanmıştır.
Nalçık dışında Çeçen-İnguş bölgesindeki Mekansı köyünün yakınında, Kabardey bölgesinde Kelermeski, Novolabinski ve Zubouski köyleri ile Üst Ceğuta/Aşağı Cöğetey kentinin yakınında da çok sayıda Kurgan kültürüne ait arkeolojik anıtlara rastlanmış olup, bunların sayısı 35’den fazladır.
Arkeolog A.Semih Güneri bir makalesinde, bu konuda, M.Ö. III. – II. Binli yıllarda Asya’lı ve Hint-Avrupa’lı Enoloit(Kalkolitik) ve Tunç Çağı kültür gruplarının Anadolu’nun doğusu, güneyi ve kuzeyine yönelen göçlerinde kullandıkları yol ve/veya doğrudan hedeflenen noktaların Kafkasya toprakları olduğuna değinilerek, çok farklı(melez) kültürlere mekan olduğu halde Çerkesya’nın, bu hengame içinde sanatsal özünü mümkün olduğunca muhafaza edebildiğine; hatta bu yönüyle çevre kültürleri bile etkilediğine işaret etmektedir.
Kadim kurgan kültürü ya da çukur kültürü taşıyıcıları Kafkasya’ya geldiklerinde, burada bugünkü Çerkesler’in cetleri olan Proto-Çerkesler yarı göçebe halde yaşıyorlardı ve kendilerine has bir kültürleri(Kuban Kültürü) vardı. Zaman içerisinde her iki kültür mensupları birbirleriyle yakınlaştılar, kültürlerini harmanladılar. Kadim kurgancılar özellikle yoğun bir biçimde Merkezi Kuzey Kafkasya’nın dağ etekleri ile kuzeydeki düzlüklerine yerleşmeyi tercih etmişlerdir. Bu sayede, kendi dilleri varlığını sürdürmüştür.
Kafkasya’dan ve Kafkasya’ya bir takım yeni topluluklar girdiği zaman, bu toplulukların yerli Antik Kuban Uygarlığı”’na büyük etkileri olmamıştır. Küçük Asya’nın(Anadolu’nun), kuzeydoğu bölgesinden gelen daha medeni kavimlerle karışmadan dolayı geliştiğini pekiştirmiyor. Bu önemli hadiseler ve büyük göçler, milletlerin yer değiştirmeleri ve dillerin değişmeleri gibidir. Bütün bunlar maddi ve manevi olarak, kendine özgü yerel uygarlığın gelişmesindeki özelliklerinde izini bırakması gerekir. Ama bu olmamıştır.
B.B.Piotrovskiy’e göre, Kafkasya’da farklı kabilelerin birlikte yaşadığı, aralarındaki kültürel ilişkilerden anlaşılmaktadır.
M.Ö.IV. Binin sonlarına doğru Ust-Sahray megalitik nekropolünün dolmenlerinde ilk ve en iyi ifade biçimi bulan Kafkas Dolmenin yapısı kesin biçimde şekillendi. Bu nedenle M.Ö III. Binyılın ikinci yarısının Dolmen” ve Maykop” kültürü olarak ikiye ayrılmasını Kafkasya arkeologları şartlı da olsa benimsemişlerdir.
Bu dönem sonunda, Karadeniz çevresinde ve özellikle Maykop yöresinde maden kültürü(Bakır-Tunç Çağı) gelişmiştir. Bu kültür, M.Ö. 3000-2500 yılları arasında Karadeniz kıyısında oluşmuş ve batıya, Taman yarımadasına ve doğuya, bu günkü Çeçenistan ve İngüş içlerine, güneyde ise Kokhide’ye kadar geniş bir alanı kapsamaktaydı.
Maykop Osad kurganındaki kral mezarları ile Maykop’un doğu yakasındaki Tığakoçipe’deki yoksullara ait mezarlığın küçük kuganında bulunan gömüler, sağ yanına yatırılmış olup, elleri kafasına gelecek şekilde hoker tarzında gömülmüşlerdir. İskeletlerin yönü, Güneş tapınıcıları olarak, güneşin doğduğu yere gelecek şekilde yerleştirilmişlerdir. Üzerlerine ve mezarın tabanına kırmızı aşı boyası serpilmiştir.
M.Ö. 3000.Bin yılda Kafkasya’nın kuzeybatısında -Çerkesya’da önemli ekonomik kalkınma ve kültürel gelişme yaşanmış, maddi tabakalaşma görülmüş, Eskiçağ Ortadoğu uygarlıklarıyla temaslar bu gelişmeleri etkilemiştir. Maykop kültürü bölgesinde kabile birlikleri oluşmuş, fakat güneyle(Hattuşa) ilişkiler kesildiğinden dolayı Maykop nüfusunun edinimleri kaybedilmiştir. Bu kısmen Dolmen kültürü kabilelerinin müdahalesinden kaynaklanıyor olabilir. V.İ Markovin’e göre dolmen kültürü taşıyıcıları” Maykop kabilelerini Gelencik’ten Gagra’ya kadar uzanan Karadeniz kıyısına sıkıştırdılar.
Toplu dolmen mezar yerleri M.Ö. II. Bin yılın başında Kafkasya’nın kuzeybatısında dağlık bölgelerinde ortaya çıkmıştır. Karadeniz kıyısı boyunca Kafkas dağlarının kuzey ve güney eteklerinde bulunurlar. Adığeler(Çerkesler) tarafından Yisp Vune” olarak adlandırılır. Dolmen inşa eden kabileler Maykop kültürü kabileleriyle komşu olarak yaşadılar. Dolmenleri inşa eden halkın etnik kökenleri hala bilinemiyor.

ÇERKESYA’NIN YAŞADIĞI İŞGALLER

Neolitik çağda, Kelt ve Ligürler’lerin yaşadığı Güney Fransa’dan dört ana yoldan yayılmışlardır. Dördüncü göç yolu Kuzey Kafkasya ile Kafkasya Albaniası’ na gerçekleşmiştir. Aytek Namitok adlı araştırmasında bunların Balkan Ligür-Keltlerinin ileri karakolları olması gerektiğinden söz etmektedir.
Namitokanın araştırmasına göre; Ligür ve Keltlerin Çerkesyadaki yayılma alanı ırmak ve yer adlarında daha rahat izlenmektedir:
Çerkesyada Kubanın kolu Sane ve Karadenize dökülen küçük ırmak Zane. Ligürce olan ırmak adı Laba Çerkesyada Kubanın kollaı olan Büyük Laba ve Küçük Laba vardır. Bir diğer su, çay” anlamına gelen Ligür adı Var, Çerkesce karşılığı Warej”bataklık, eski su” demektir. Hypanis’in(=Kuban) bir kolunun Ptolemaios’un eserinde Vardan, Karadenize dökülen Ubıkh ırmağının adı Vardan’dır. Çerkesçe su, ırmak anlamına gelen Psa unsuru, Çerkes veya Çerkeslere akraba bir halk tarafından verilmiş bir addır. Bugünkü Çerkesyada Psa unsuru olan yirmiden fazla çay ve ırmak adı vardır. Eski Çerkesyada da çok sayıda isim vardır. Suyun Apsu” demek olduğu Sümerlerde Çerkes dilinin izlerinin bulunmasından ötürüdür.
Eski Çerkesyadaki Macara kentinin adı Çerkeslere akraba bir halk tarafından verilmiş olup, Ligürce’dir. Keltler ve Ligürler ayrı halklar olarak kabul eden, ama yaşama biçimi bakımından birbirlerine çok yakın olduğunu ekleyen Strabon eski yazarların kimi tanıklarından dolayı Kelt-Ligürlerin etnik yakınlıkları çürütülemez.
…….Kelt ve Ligür kabile rahipleri Druid olarak tanımlanırlar. Druidler Kelt toplumu içindeki yerleri çok önemlidir. Toplumsal birçok olayda rol oynadıkları gibi , dağınık Kelt kabileleri arasında da birleştirici olarak yer alıyorlardı. Söz konusu kavimlerde olduğu gibi, Animist Çerkeslerde de Druidizm inancı mevcuttu. Mabedleri ve ruhban sınıfları yoktu, doğadaki bazı güçlerin olağanüstü etkinliğine inanırlardı. Duidler din işleri ile uğraşır, resmi ve özel kurban töreni yapar, ayinlere ilişkin meseleleri yorumlarlardı.
Druidler gibi Çerkes Thamadeleri adaletin tecellisi için meşe ağacının(kutıj, Kotıj) altında toplanıp savaş ve barış işlerini görüşürlerdi. Aslında Druidizm klanların dini olup hiç kimsenin baskısını kabul etmezdi. Çerkes inancında din, Xabze kavramının içinde yer almaktadır. Eski Çerkeslerde din savaşı yaptıkları görülmemiştir. Druidizm Çerkesyada XVIII. yüzyıla kadar yaşadı. Çerkeslerin ana vatandan sürüldükleri 1864 tarihine kadar tam bir hristiyan ve tam bir Müslüman olmamalarının nedeni Druidizm inancından kaynaklanmaktadır.
M.Ö. yaklaşık III.Bin yıldan başlayarak yeni bir yabancı halkın Sarmatların dalgalar halinde Kafkasya’nın kuzeyinden geçtiğini görüyoruz. Bunların da dilleri İran dilleri grubundandır. Antik yazarlardan Karaiandoslu Skilakos’a göre, Tanais(Don) nehrinden itibaren Asya’nın başladığını ve Pontus bölgesinde ilk sırada Savromatlar(Sarmatlar) yer almaktaydı.
Orta Tunç Çağı boyunca(M.Ö. 2000’de) tarihsel gerileme yaşanmıştır. Antik Çağ’da ekonomik ve sosyal gelişmeler sınıf ilişkilerinin oluşumuna yol açabilirdi ve böylece etnik bütünlük şartları sağlanmış olurdu. Oysa İskit-Sarmat ve Alan saldırıları ve göçleri bu süreci zedelediği gibi, geciktirmiştir.
Eski Çağda Çerkesya’da nüfus genelde dağ etekleri ve düz bölgelerde yerleşik idi. M.Ö. 2.bin yılından itibaren kısmen dağlık bölgelere de kaymıştı. Dağlar kültürel ve ekonomik açıdan başlıca faktördü, burada ekincilik ve hayvancılığı bir arada sürdürmek için elverişli şartlar vardı.
Ayrıca metal üretimi ve işlemeciliği bazında bunlar zanaatlarla da tamamlanabilirdi. Öte yandan Kafkas dağlarında oldukça uygun otlaklara sahip yaylalar bulunmaktadır. Yerli toplumların M.Ö. daha 2.bin yıldan başlayarak otlak hayvancılığı yaptıklarını da vurgulamak gerekir.

M.Ö. VIII.yüzyılda Avrasya bozkırlarından Çerkesya’ya gelen Srubnoy kültürün temsilcisi İskitler, bölgede yaşayan Kimmerleri Küçük Asya’ya doğru sürmüşlerdir.
Herodot’a göre, saldırganlık bakımından Kimmerler’den hiç de aşağı kalmayan İskitler, Çerkesya’dan sahili takip ederek güneye, oradan Anadolu’ya geçmiş ve 28 yıl bu topraklarda hüküm sürmüşlerdir. Anadolu’da Midas kralı Kiaksar(M.Ö. 625-585) İskit komutanlarını yemeğe davet etmiş ve davette hepsini öldürtmüştür. Başsız kalan İskit ordusu Kafkasya’ya gerisin geri dönmüştür.
Kafkasya’nın hemen her bölgesinde İskitler(Sakalar)’in varlığını kanıtlayan pek çok arkeolojik kanıt toplanmıştır. İskitler Kafkas Sıra Set Dağlarının her iki tarafında sadece dağ eteklerinde değil, ayni zamanda dağlık alanlarda da yaşıyorlardı.
M.Ö. VII-VI.yüzyıldan itibaren Çerkesya’da geleneksel arkeolojik formların ve İskit tarzı step formlarının oluştuğu yerel maddi kültürün değişimi gözetleniyor. Bu dönemde yerli Çerkes nüfusun çevreyle olan ekonomik-kültürel ilişkilerine canlılık kazandırmıştır.
Srubnoy kültür taşıyıcıları olan Kimmer ve İskitler’den sonra, Andronov kültür temsilcilerinden Savromatlar aslında Orta Asya’dan geldiler ve İskitler’in işgal ettikleri bölgeyi M.Ö. III.yüzyılda işgal ettiler. M.Ö. VII-IV. yüzyıllarda Don, Güney Ural ve Aral gölü arasında Saka-Massaget kabilelerinin önemli bölümünü bünyesinde bulunduran müthiş bir Sarmat Federasyon biçimlenmişti. M.Ö. IV-III. Yüzyıl eşiğinde Kuzey Karadeniz’e, Kafkasya(Çerkesya)’nın kuzeyine ve Orta Asya’ya etkin göçebe Sarmat akını başladı.
M.Ö. III ve II yüzyıllarda kuzey bozkırı ve Kırım’ı istila eden Sarmatlar, İskitler’in yerini aldılar, fakat politik amaçlı bir teşkilatlanma yapmadılar. M.Ö. II. yüzyıldan itibaren İskit kültürün yerini yeni bir kültür aldı. Fakat arkeologlar bu kültürde İskitleri Sarmat kabilelerinden tam olarak ayırt edemiyorlar.
M.Ö. II. ve I.yüzyıllarda İskitya, Sarmatya olarak adlandırıldı. Tanais ırmağı, Avrupa Sarmatyası ile(Doğu Avrupa), Kafkas kabilelerinin de dahil olduğu Asya Sarmatyası’nın sınırı sayılıyordu.
M.Ö. III.- II. Binyıllarda ve özellikle de I. Binyılda Kuban’a Sarmatlar’ın bir kolu olan Sirak(Siras) boyu girmiş ve zaman içerisinde Çerkes toplumu içerisinde asimilasyona uğramıştır. Nedeni, Kuban bölgesinde yerli dil, Çerkesçe daha gelişmiş düzeydeydi. Kelime haznesi daha zengindi ve gramer yapısı daha sağlamdı.
Arkeolojik malzeme ve antik yazarların verdikleri bilgiler, Sarmatlar’ın en çok geliştikleri dönemlerde bile yerleşik nüfusun(Çerkeslerin) sosyo-ekonomik düzeyine ulaşamadıklarını göstermektedir. Kuban’a yerleşen İran dilli Sarmat kabilelerinden Siraklar ile ticaret yaparken, Meotlar her zaman büyük ortak rolündeydiler. Çünkü ekonomik düzeyleri Siraklar’a göre oldukça yüksekti. Göçebeler daha çok hayvancılık ürünleri satıyorlardı. Meotlar Sarmat silah tiplerini benimsemişlerdi, ama Sarmatlar’ın kalabalık Meot nüfusu için geniş çapta silah üretebildikleri düşünülemezdi.
M.Ö. son yüzyıllar Sarmatlar’ın yalnızca dağ eteklerinde değil, dağlarda da yerleştiği dönem oldu. Antik yazarların ve Gürcü Vakanüvislerin bilgilerine göre, İskit-Sarmatlar merkezi Kafkasya’ya yerleşmişti. İskitya, Sarmatya olarak adlandırıldı. Tanais Irmağı, Avrupa Sarmatyası ile Çerkes kabilelerinin de dahil olduğu Asya Sarmatyası’sının sınırı sayılıyordu.
Alanlar, Güney Rusya’da en son görülen gruptur. Bunlar bölgenin doğu bölümünü işgal etmek zorunda kalmışlardır. M.S.I.yüzyılın sonuna kadar Aşağı Don nehrinden Aşağı İdil’e ve Kafkas dağlarının eteklerine uzanan Azak denizinin bozkır bölgesini kontrol etmişlerdir. M.Ö.49 yılında doğudan batıya doğru Kafkaslar’dan Don nehri kıyılarına baskılarını sürdürmüşlerdir. Bu sırada Kafkaslar’ı zorlayan Alanlar hareketli bir güç olarak ortaya çıkmıştır.
M.S. ilk yüzyılda Sarmat akraba kavimler birliği içinde yer alan Alanlar, Aorslar, Roksalanlar, Yazıglar, Alanorslar, Asiaklar, Siraklar v.s. kavimlerden Alanlar öne çıkarak İran dilli bu kavimleri kendi adları altında birleştirdiler. Alan Kavimler Birliğini” oluşturup, bağımsız bir güç olarak tarih sahnesine çıktılar.
M.Ö. VI. – IV. Yüzyıllar arasında İskitlerin ve Sarmatların konuştuğu dil, Eski İran Dilleri Grubundan idi ve Digor lehçesindeki Asetin diline çok benziyordu. Bu dilin devamı ise Orta Çağlardaki Alan dili idi ve Asetin Dilinin İron Lehçesi de Alan dili kaynaklıdır.
Alanlar, Kafkasya’daki(Çerkesya) ilk dönemlerde etkin bir güç olarak gözükmüşlerdir. M.S.72’de Hazar’ın güneyinde büyük bir sefer düzenlerler. Filavius Jozef’e göre Kral Hinkami’den İskender’in demir kapılarla kapattığı geçit”in anahtarını aldıktan sonra, Medya’yı daha sonra bugünkü Ermenistan bölgesini talan ettiler. İber Gürcü Kralı II. Farasman’la birleşerek Atropaten’i(bugünkü Azerbaycan) istila ettiler. Tarihçi Ammian Martsellin’in ifadesine göre, Alanlar’ın göçebe yaşadıkları ve Alan ordusu çağının en güçlü, en savaşkan, askerlik sanatını en iyi bilen ordularından biri idi.
Miladi I.Yüzyılda Asya’dan gelen göçebe Hunlar, Hazar Denizi ile Yayık ve İdil Nehirleri arasında bir devlet kurdular. 372 yılında Volga(İdil)’yı aşarak Don, Karadeniz ve Kafkasya’da bulunan Alanları bozguna uğrattılar, kıralı öldürdüler. Alanların bir kısmı Kafkas dağlarının iç kısımları ve yamaçlarına doğru yayıldılar, ve yerli Kafkas kavimleri ile daha da yakınlaştılar.

YUNAN TİCARET KOLONİLERİ

İyonyalılar-Milletoslular başta Çerkesya olmak üzere, Karadeniz Kıyılarındaki söz konusu ticaret kolonilerini M.Ö. VII. yüzyıldan itibaren tesis etmeye başlamışlardır. Bu kolonilerin M.Ö. V.yüzyıl sonlarında(M.Ö. 480) hakimi oldukları Kerç boğazı merkez olarak körfezin Avrupa yakasında kurdukları devlete Bosporus Krallığı adını vermişlerdi. Bu devletin merkezi Pantikapea şehridir. Bu şehir VI. yüzyıl ortalarında Kerç’in yerine kurulmuştur. Diğer başlıca şehirler Panagoria (Anapa) civarında, Olbia (Bug) nehri ağzında, Tiras (Dinyeper ağzında) ve Tanais (Don Nehri ağzında), Apollonnia, Mesembrria, Tomoi, İstros koloni merkezleriydi. Kolonistler verimli toprağın ürünlerinden başka, halkın yaratıcı zekasından büyük ölçüde yararlanmışlardır. Kültür alışverişinde bulunmuşlardır. Heredot, bu devrin Çerkesistanın ekonomik, sosyal ve uygarlık alanında son parlak devri olduğunu belirtir.
Yunan Devleti Bosporus’un kurulduğu tarihte Çerkesya topraklarında merkezi Sindika(Şincikal) şehrinde yerli adıyla Sind Devleti kuruldu. Resmi dili ilkel Çerkesçeydi. Sind Kralları adlarına para bastırıyorlardı. Eski Yunan harfleriyle hazırlanan bir alfabeyle yazıyorlardı.
N.Karaerkek, Nart dergisinde yayınlanan bir yazısında, benzer yazıların Dequak ve Adıgey dağlarındaki Pşeh kayalıklarında, Maykop’ta, Koçıpe kepçelerinde, Kurdjip kapakçıklarında, bir nolu Psekup mezarlığından çıkan seramik tencerede, Psıfabe petropgliflerinde ve Krasnador Tarih ve Eyalet Bilimi Müzesinde saklanan altın gem üzerinde bulunduğundan söz etmektedir.
Sindler, Yunan olimpiyatlarına da katılıyorlardı. Ve orada sık sık şampiyonluklar kazanıyorlardı.
Özellikle M.Ö. IV. yüzyılda Sind Devletinin etki alanı kuzeyde İndil (Volga) nehrini aşarak Ural Dağlarına, güneyde Anadolu içlerine kadar yayıldı. Bu devirde el sanatları, zamanına göre, çok gelişti; özellikle çanak-çömlek pişirimi büyük ölçeklere ulaştı. Sosyal sınıflanma doğdu, kabile aristokrasisi, kölelik ve serbest meslek sınıfları belirdiler. Bosporus devletinde olduğu gibi, Sindlerin yaptıkları ticaretin önemli bir kısmını köle alımı olduğu da tarihi bir gerçektir.
Bir Meot efsanesine göre, Sind kralı Gekatey(M.Ö.432-388) bir ihtilal sonunda alaşağı edildi. Bosporus kralı Satir’in yardımıyla tahta yeniden geçti. Bunun bedeli olarak karısı Tirgatawue’yi kurban etmesi gerekiyordu. Fakat kaleye hapsedildi. Kaleden kurtulan kraliçe yeni Meot kralı ile evlendi. Eski kocası Gekatey’in sahip olduğu Sindika’yı ve Satir’in krallığına da zarar verdi. Satir ve Gekatey yapılan barış anlaşmasına sadık kalmamaları üzerine, Tırgatuwue yeniden savaşa başladı ve ülkeyi korkunç bir işgale, yağmacılığa ve katliama maruz bıraktı. M.S. II. yüzyılda yaşayan Polien de bu olaydan söz etmektedir. Bu dönemin iç savaşlarını ünlü Adıge Orıuateleri” Hadeğatle Asker’in 7 ciltlik Nart Destanları” derlemesinde buluyoruz.
Bir asırdan çok egemenlik sürdüren Sind Devleti M.Ö. VI. yüzyılda Çerkesyaya girmeye başlamış olan İskitler ve daha sonraları Sarmatlara karşı daha güçlü olabilmek için Bosporus Krallığına katıldı.
Bosporus Krallığının gerçekleştirdiği ticaretin en önemli maddelerini tahıl teşkil ediyordu. Hububatı özellikle Atinalılar alıyordu. Bosporus kralı I.Levkon döneminde Atinaya 16.700 ton buğday ihraç edilmiştir. Strabonus da Atinaya 87.500 ton tahılın ihraç edildiği günlerden bahseder. Demosterin Leptine karşı söylediği bir nutkundan Bosporus krallığından Atinaya her yıl 400.000 medium tahıl ihraç edildiğini öğreniyoruz. Strabonus, bu ihracatın yılda 2.100.000 medium olduğu zamanlardan da söz etmektedir. Ancak tahıl ihracatındaki canlılık, M.Ö.III.yüzyıl başlarında giderek azalmıştır. Bunun nedeni Mısır buğdayının Karadeniz buğdayıyla rekebete girmesinden kaynaklanmaktadır.
Hunlar Kuzey Kafkasyaya girerek önce Alanya topraklarını fethettikten sonra, Roma İmparatorluğu’nun doğu eyaletlerini yağmaya koyuldular. 363-373 tarihlerinde Bosporus diğer adı ile Pontus Doğu Krallığını ve Azak Denizi sahilleriyle Taman yarımadasındaki tüm Yunan ticaret kolonilerini ortadan kaldırdılar.
Bu şehirlerin ortadan kalkması, Karadeniz’in Kafkasya sahillerindeki diğer kolonilerin de düşmesine sebep oldu. Ticaret merkezlerinin geliri azalmaya, halkın sefaleti artmaya ve ticaret ananesi tamamen unutulmaya başladı. Az zamanda mamur ve zengin bir hale gelen şehirlerin yerinde harabeler kaldı. Hunların ortaya çıkışı ile bütün Kafkasya ticaretinin sönmesine bir başlangıç teşkil ettikleri gibi, ordularıyla bir tufan şeklinde kapladıkları bütün arz üzerinde dehşet uyandırmışlardır.
Çerkes ananelerine göre; Çerkeslerle Hunlar arasındaki ilişkilerine dair hikayeler, bugün mitolojik bir kisve içinde gösterilmektedir. Thamyuko(İlahzade) komutanın emri altında toplanmış Çerkesler Hunlara karşı muharebe etmeye karar vermişler ve ilk karşılaşmalarında yenilmişler. Bugün Petigorsk(Psıhuabe)=Gunitey denilen yere çekilerek mukavemete başlamışlardır. Bu sırada yörede cereyan eden müthiş bir zelzelenin kendileri için bir facia olarak kabul eden Hunlar muharebeye devam etmeyerek bölgeden çekilmişlerdir.

ADIGE ADININ ORTAYA ÇIKIŞI:
Dağlık bölgelere sığınan Sind-Meot kabileleri uzun süre kendi varlıklarını koruyabilmişler, sonraları da toparlanıp Adığe adı altında yeniden tarih sahnesine çıkmışlardır. Tarihsel belgeleriyle, Adıgelerin türediği Sind-Meot kavimleri M.Ö. VI-V. Yüzyıllarda Azak Denizi yarımadası ve Karadeniz kıyılarında yaşıyorlardı. Azak Denizi kıyısında yaşayanlar, kendilerine Azak Denizliler anlamına gelen Mıutvexer adını vermişlerdi. Karadeniz kenarında oturanlara (ki bunlar Sind, Kerket, Toret, Dane, Haniox, Zikh, Abasg, v.s.) da Dexxer veya Adexxer (yani öbür denizliler) adını verdiler. Bu deyimlerden türeyerek bugünkü Adığe adı ortaya çıkmıştır.

ZİKH KABİLE BİRLİĞİ:
Yukarıda sözünü ettiğimiz Zikhler Meot kabile birliği içinde akraba kabilelerden oluşuyordu. Zikhler daha I.yüzyıldan itibaren Karadeniz sahillerinde Gagra’dan Tuapse’ye kadar olan topraklara hakim iken, V.yüzyılda topraklarını kuzeybatı yönünde genişletmişlerdir. VI. yüzyıl sonunda Zikhe yurdu daha da genişleyerek başka Adığe halkları da Zikhlere katılmış ve Zikhler daha güçlü bir yapıya kavuşmuşlardır. Karadeniz kıyısında oluşturdukları Kabileler Federasyonu” zamanla Zikhya devleti haline dönüştü. VII. yüzyılda her yönüyle zirveye ulaşan Zikhler için Bizans tarihçisi Feofen Zikhia büyük bir devlet olarak görünüyor.”demektedir. Erken Ortaçağ döneminde Adıgelerin etnik arazilerinin sınırları şöyledir: Doğuda Karadeniz kıyısından Abhaz aşiretlerin sınırına kadar, Kuzeyde Kuban ırmağı, Doğuda Laba ırmağı X.yüzyıl itibariyle belirli olarak arazisi, ortak dili ve kültürüyle Adıge halkı, genel çizgileriyle artık oluşmuştu.
Eski mezarlarında ve kurganlarında yapılan arkeolojik çalışmalarda bulunan malzemede aşiretlerin karıştıklarını gösteriyor. Zikhlerin asimile ettikleri aşiretlerden biri, kesin olarak Akheyler’dir. Kuşku yok ki eski Zikh, Kerket(Toret) ve Akheyler ve Bizans belgelerine göre, Taman yarımadası ile, Kuban havzasının Varpa(Urup) ırmağına kadar ve (Kasakhia) adı ile anılan yerler Zikh etnik ve siyasi birliğinin temelini oluşturmuşlardır. Abazalar(Aşuwalar-Aşkaruwalar) ve Ubıhlar Zikh Kabileler Federasyonu içinde yer alıyorlardı. Kendi dilleri dışında Zikhlerin kullandığı resmi dil olan Adıge dilini konuşuyorlardı.

KASOGLAR:
VIII.yüzyılda yaşamış tarihçilerin kaydettiğine göre, Zikhler büyük ve güçlü bir devletti, fakat soydaş halkların kesin birliğini sağlayamadı. Batı Kafkasya’da; güneyde Abask ve kuzeyde Kuban nehrinin öte yakasında Kasog(Adıge) olmak üzere iki yeni federasyon (birlik) doğdu. Zayıflayan Zikhya bu iki yeni federasyon içinde eriyerek kayboldu.
Kasoglar, M.Ö. VIII. Yüzyılda Zikhlerin yaşadığı bölgenin kuzeydoğusunda ortaya çıkmışlardır. Eski yazıtlarda Kasog, Kasağ, Kasok veya Kaşağ” olarak da anılmaktadır. X. Ve XI. Yüzyılda Zikh adı nadiren Kasog adı ise daha yaygın kullanılmaya başlandı. Bir Bizans belgesinde Zikh ülkesinin yukarısında bulunan Papaghia’nın üst kesimlerinde de Kasakhie’nin bulunduğunu ve Zikh dilini yani Adıge dilini konuştuklarından söz etmektedir. Aynı dönem Arap yazarlarından El-Mesudi, eserinde Keşek, Keşkiler diye Kasoglar hakkında değerli bilgiler vermiştir. Alanlardan inme Asetinler günümüzde bile Adıgelere(Çerkeslere) Kaşgun demektedirler.
Yukarıda zikredilen isimler zamanımızda da Çerkeslere, özellikle Kabardeylere verilen isim olmuştur. Rus vekayınamesinde(Povest Vremennıh Let) de Kasoglardan söz edilmektedir. X.-XI. Yüzyılda bu ad, Kuzeybatı Kafkasya’da Adıge etnik kitlesinin(Çerkeslerin) tamamını içine almaktaydı.
Çerkesler X. Yüzyılda ekonomik ve politik olarak zirvede idiler. Hazar Hakanlığı ile savaşlar ve kuvvetli Alan birliği yönünden gelen tehlike, Adıge gruplarının bütünleşme sürecini hızlandırmıştır. Ardından, daha XI. Yüzyılın ikinci yarısı ve XII. Yüzyılda ayrı gruplar halinde Kuzey Kafkasya’nın batı kısımlarındaki yamaç bölgelerde girmeye yeltenen Slav, Kıpçak(Kuman/Polovets) topluluklardan gelen tehlike de Çerkeslerin birleşmelerinde etken oldu.
Moğol akınları başladığında(XI.-XII. Yüzyıllarda) Alan Konfederasyonu gibi Adıgeler de etnik ve siyasi bir bütün olarak Kafkasyada sahne almışlardır. R.Betrozov şöyle diyor, XIV. Yüzyıl sonlarında Adıge ülkesi, siyasi açıdan yeterince bir bütün teşkil ediyordu. Demek ki Adıgeler arasında XII.-XIII. Yüzyıl döneminde belirli bütünleşme(Kasog Birliği) sürecini yaşamıştır.

KAVİMLER GÖÇÜ

Orta Asya’da otlak ve su kavgaları, savaşlar çok eski tarihlerden beri Türk boylarının doğudan batıya doğru göçmelerine yol açar. Bu büyük göçler genellikle Hazar Denizi üzerinden Kafkaslara, Karadeniz kuzeyi bölgelerine, Orta Avrupa ve Balkanlara yönelir. Kafkasya’nın da bu hareketlerden esaslı bir suretle müteessir ve muzdarip olduğu şüphesizdir. Kafkasya’nın kuzeyi dünyanın en zengin kara toprağına sahiptir. Özellikle Don’dan Kafkaslara doğru uzanan ve Kuban nehri havzasını teşkil eden yerler çok mümbittir.
Tarih, buraları mütemadiyen Orta Asya’dan gelen kavimlerin bir geçit yeri olarak kaydetmiştir. Kesinlikle bildiğimiz ilk göçü Hunlar yapar. Yukarıda Yunan kolonilerinden söz ederken, Hunlarla ilgili bilgi verilmiştir. Kavimler göçü devam ederken, Kafkasya’da bir istikrar görülmüyor. Çünkü, batıdan gelmiş olan ve gelen sadmeler evvelce teessüs eden statüyü yıkmış, bunun bir neticesi olarak memleketin bünyesinde bir çözülme başlamış ve kabileler de iç kısımlara doğru yer değiştirme hareketleri baş göstermiştir.
Karadeniz kıyılarından (Khekuj) ‘den iç kısımlara doğru vuku bulan nüfus hareketi neticesinde iç kısımlarda bir nüfus yoğunluğuna sebebiyet vermiştir. Dolayısıyla bu durum bir kuvvet kaynağı teşkil etmiştir.

SABİRLER:
Ogurları Kazak bozkırından çıkaran Sabirler, bir süre sonra, 503 yılında Kafkasya kuzeyindeki bozkırlara ulaşırlar. Onlardan önce Onogurlarla birlikte, Macarlar Urallardan Kuzey Kafkaya’ya, Kuban bölgesine gelirler. 515 sıralarında Sabirler Kafkasya-Don-Volga’nın teşkil ettiği üçgende görünürler. Bizans imparatoru Justinianus I. çeşitli armağanlarla Sabirleri kendine bağlar. Bir kısım Sabirleri Azerbaycan bölgesinde Kür nehrinin güneyine yerleştirir(576).

AVARLAR:
Kafkasya’nın siyasi ve etnik vaziyetine göre Avarların teslim tekliflerine muhatap olan Ant prensi Lavristan, Kuban’nın Labe bölgesinde yerleşik Kemirguey kabilesine mensuptu. Prens Lavristan ve milletin bazı şefleri Hanın istek ve emirlerine karşı çıktılar. Avarların elçisini öldürdüler. Lavristan Avar Hanına elçi ile birlikte gönderdiği red cevabında şunları belirtmiştir:
Adıgelerden canlı bir tek kişi, kullanılacak tek bir silah kalıncaya kadar mukavemet ve mücadele edeceğiz.”
Antların Avarlarla anlaşma denemeleri de başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra, Ant elçisi Mezamir Avarlar tarafından öldürülmüştür.
Bu olaydan sonra Avar Hakanı Bayhan taarruza geçmiş, büyük bir ordu ile Ant ülkesine girdi. Baksan nehrine kadar yurtlarını çiğnedi. Geçtiği yol, Hadrikhe Ğogu=Ahiret Yolu namıyla tanınır.
Diğer taraftan, büyük bir tehlike ile karşılaşınca Lavristan, Anapa, Tsemez bölgelerinde bulunan Kabardey Prenslerinden Yınalıkua’yı yardıma çağırmıştır. Yardım kuvvetleri yetişmeden Pres Lavristan Avarlarla Labe bölgesinde mecbur kaldığı muharebe neticesinde Lavristan ağır bir mağlubiyete ve zayiata uğramış, kendisi de ölmüştür. Üstünlük kazanmış Avarlar, yenik düşüp batıya göç eden Kemirgueyleri takip ederken Pşegurelej Boğazı ağzında Kabardey Prensi Yınalıkua ile karşılaşır. Kabardey Prensi geri çekilmiş Kemirkuey kuvvetleri ile birleşerek Avarları mağlup etmeye muvaffak olmuştur. Mağlubiyete uğrayan Avarlar kuzeye çekilmişler ve böylelikle Çerkesya Avarların daha büyük tahribatından kurtulmuştur.
Bu durumdan faydalanan Yınalıkua, Prens Lvritsen’in yerine geçmiş oldu. Fakat Yınalukua’nın vefatı ile kurmuş olduğu devlet dağıldı. Kafkasya’da kalan Avarlar ise Çerkes boyları ile birlikte yaşamaya devam ederler ve buranın eski yerli halkı Lezgi ve Geliler ile karışırlar.

HAZARLAR:
Hazarlar, güçlü ve bağımsız bir kavim, savaşçı ve göçebe bir halktı; belirsiz bir tarihte doğudan(Orta Asya’dan) gelmişler, tehlikeli bir sessizlik içinde büyüyüp gelişmişlerdi. 558’den sonraki yıllarda Sasanilerle savaşa girişmiş olup, Kafkaslara hakim oldukları bildirilen Hazarlar, 586 yılında Bizansta iyice tanındıkları gibi Türk diye de anılıyorlardı.
İlk devirlerde Hazarların Çerkesya ile ilişkileri çok samimi idi. Çünkü Hazarlar Avarlarla ve diğer kavimlerle mücadele halinde bulunuyor, Çerkesler de Avarların kendi bünyelerinde açtığı ağır yarayı tedavi ile meşgul oluyorlardı. Fakat bu ilişki sonuna kadar devam etmemiştir. Hazarlar, Avarları ortadan kaldırdıktan sonra Çerkesyayı hakimiyeti altına almak istemiş ve Azak Denizi doğusundan ilerleyerek buraları istilaya teşebbüs etmişlerdir. Bu yüzden Hazarlarla Çerkesler (Adıgeler)) arasında 957 yılında Kuban nehri kuzeyinde şiddetli muharebeler meydana gelmiştir. Bu savaşlar, Adıgelerin reisleri olan Aligyuka Kanşaka(Prens Alecuko) ve Pşıbezruka tarafından idare edilerek vatan, büyük bir şiddet ve mukavemetle müdafaa edilmiştir.
Bu politik durumdan yararlanan Ruslar Kerç Boğazı dolaylarında Tmutarakan Prensliği”ni kurdular. Prensliğin merkezi Taman yarımadasına yakın Azak kıyısındaki Tmutarakan”(Yunanca: Tamatarkho” veya Matrik”) şehriydi. Tmuttarakan X.yüzyılda Ten(Don) su yolu ile, Kafkas dağlarının güney ve kuzeyinden gelen karayollarını Bizansa bağlayan önemli bir ticaret merkezi oldu.
Kiyef Knezi Svyatoslav I. Igoeviç zamanında(965-973); genellikle Akdeniz ile Çerkesya çevresindeki Hazar hakimiyetini kırmak için, Don nehrinin doğuya doğru meydana getirdiği dirsekteki Sarkel kalesini ve diğer birçok şehirleri 965 yılında zapt edilerek yağma edildi. Yass/Abaza ve Kasogları yendikten sonra, Hazararlarla savaşmak üzere onlarla birlikte alıp götürmüştür.
Svyatoslav’ın ölümünden sonra, kardeşler arasındaki mücadeleyi kazanıp Kiyefe gelp yerleşen Vadimir I. Svyatoslaviç Svyatoy(978-1015), Merika(Tomatarakan) üzerinde hak iddia ederek, oğlu Mstislav’ı Tamutarkan prensi ünvanı ile vali atadı. 1022 yılında Kabardey kralı Yinalin torunu olan Prens İdar Birleşik Adıge Ordusu, anne tarafından dedesi prens Yalcıruko ve güreşci Ridadeyi alarak Tamu Tarkan prensliğine tekrar akın etti. Çerkes lider, kan dökülmesini önlemek için Mstislava, savaşın silahsız teke tek dövüşle yapılmasını teklif etti ve teklifi Rusya prensince kabul gördü. Fakat prens sözünü tutmadı, Ridadenin boğazını kesti. Mstislav bu olaydan sonra Kasogları kendine bağladı ve Tamanı elinde tutmayı sürdürdü. Kasog devine karşı kazandığı zaferin bir işareti olarak Tmutarakanda kurduğu Ana Tanrıça mabedinde ve Chernigov’daki Kurtarıcı Kilisesinde anısına bir abide dikildi.
Çerkesler de şövalyeye yakışır kahramanları Ridadeyi unutmadılar. XI.yüzyılın sonunda ölümünün öcünü aldılar ve Rusları Tamandan attılar. Ridadenin adı halk arasında bugün bile saygıyla anılmaktadır.
XI.-XIII.yüzyıllarda Alan Kavimler Birliği” birbirine düşman bir feodal parçalanmaya uğradı. Bunların hiçbiri bir diğerini dinlememekte, sürekli savaş içerisinde idiler. Yazar Rubnuk’a göre, XIII. Yüzyılın ikinci yarısında Çerkeslerle Alanlar Moğollara karşı birlikte mücadele ediyorlardı.

BULGARLAR(VOLGA BULGARLARI):
Bulgarların Kafkasya bölgesinde yerleşmesi, bu Türk boyunun istikbali üzerinde fevkalade etkili olmuştur. Volga ve Tuna’daki devletleri kurmak için Kafkasya’dan hareket etmişlerdir. Geza Feher, Bulgar Türkleri Tarihi” adlı eserinde, Bulgar Türklerinin VII. Yüzyıl ortalarındaki dağılışından önce, uzun müddet Kafkasya bölgesinde oturduklarına arkeolojik belgelerde tanıklık ettiklerine değinir.
Attila’nın soyundan gelen Kurt Kovrat 605-665 çevresinde asker demokratik bir siyasal birlik kurar. Kurt’un oğullarından Bat-Bayan, Hazarlara tabi olarak, Macarların ve bir kısım Bulgarların başında Kafkasya’da Mingi-Elbruz Dağının doğusunda Baskan ırmağı vadisinin yukarı kısımlarındaki yurtlarında kaldı. Bunlar Kara Bulgar” diye anılır ki bugünkü Balkar-Malkar Türklerinin atası sayılıyor. Bashan vadisinin yukarı kısımlarında yaşayanların bir bölümü Elbruz’un batısındaki Kuban ırmağının kaynak kısımlarına göç etmişlerdir. Bu yöredeki vadilerde yaşayanlar Karaçaylı” adını benimsemişlerdir. Çerkesler bunlara Karaçaga-Kuşha”, Malkarlılara ise” Balkar Kuşha” adını vermişlerdir. Eski Karaçay halk destanlarından Batur Karça ve Kanşavbiy gibi destanlarda, Bashan vadisinde Karaçaylılarla Kabardey Çerkesleri arasındaki savaş ve mücadelelerde Kabardey prensleri Aslanbek, Kaziy ve Kurgok’un adları anılmaktadır. Karaçaylılar XVI. Yüzyıl sonlarında Kabardey Çerkeslerinin baskısı sonunda Baskan’da Elbruz dağının batısındaki Kuban vadisine göç ettikleri anlaşılmaktadır.

PEÇENEKLER VE UZLAR:
Don’dan Kafkaslara doru uzanan ve Kuban nehri havzasını teşkil eden bölge (Deşti-Kıpçak) geopolitik bakımdan büyük bir ehemmiyete haizdi. Peçeneklerin Ruslarla yan yana yaşadıkları 1036’ya kadar, 121 sene içinde, onbiri büyük çapta akınlar oldu. Peçenekler Bizansla savaştan dönen Svyatoslav’ı Aşağı Dinyeper’deki kayalıklarda mağlup ederek öldürdüler. Vladimir zamanında Ruslar Peçeneklerin arazisine nüfuz ettiklerinde Peçeneklerden karşılık buldular. Orta Asya’dan gelen Uzlar(Oğuzlar) Peçeneklere baskılarını artırıyoalardı. Bundan istifade eden Knez Yaroslav 1036’da Peçeneklere ağır bir darbe indirdi. Bu arada Uzların harekatı devam ediyordu.

KIPÇAKLAR:
Kıpçaklar(Kumanlar) anlamı kavmin sarışın olduklarını ifade etmektedir. Kıtayların tazyiki neticesinde, XI. Yüzyıl başlarında Aşağı İdil boyuna giden Kıpçaklar, Peçeneklerden boşalan yerleri işgal ederek Kafkasya’nın kuzeyinden Kuban boyuna kadar inmişlerdir. Moğol istilasına kadar bu bölgeyi(Deşti-Kıpçak) 180-200 yıl kadar ellerinde tutmuşlardır.
Çerkes ananelerine göre;Çerkeslerle Kıpçaklar arasındaki ilişkiler samimi bir tarzda cereyan etmiştir. Örneğin Kıtay Hanın komutasında bir kavmin Çerkesyaya yönelmesi, Çerkesleri mukavemete hazırlamışlardır. Bunun üzerine Kıtay Hanı Çerkeslere şu haberi göndermiştir:
Ben sizinle savaşmaya gelmiyorum. Bilakis sizinle tanışmak ve samimi bir ilişki tesis etmek istiyorum. Ancak siz bir cenkci çıkarınız. Ben de cenkci çıkaracağım. Hangimizin cenkcisi mağlup olursa o tarafı mağlup addedeceğiz. Bu suretle tanışmamız bir cenk ile olacaktır.”
Bu teklifi Çerkesler de kabul ediyor ve Laşkinay adında kadın bir cenkci ortaya çıkıyor. Kitay Hanın cenkcisini mağlup etmiş ve Kıtay Han da bu mağlubiyeti kabul etmişti.Bu olay Kafkasyada büyük sevinç ve iftihar vesilesi oldu. Laşkinay için destanlar tertiplenmiştir. Bu olaya istinaden, bugün Malk nehrinin kuzeyindeki bir dağın adını Laşkinay olarak koymuşlardır.

MOĞOLLAR:
İçtimai olarak Moğol yayılması, Avrasya göçebelerinin batıya göçlerinin son büyük dalgasıydı. Moğollar İskitlerin, Sarmatların ve Hunların izinden gitmişlerdir; Karadeniz bozkırlarındaki öncüleri Peçenekler ve Kumanlardı. Moğolların fethettiği toprakların muazzam oluşunu göz önüne alarak, göçebe yayılmacılığının Moğol aşamasının bütün bu atılımların zirvesini teşkil ettiğini söyleyebiliriz.
Efsanevi bir reisin adı olan Moğol, kendilerini koca bir imparatorluğun banileri yapan büyük rehberleri Cengiz’den sonra bir millet olarak kabul edilmiştir.
Moğolların Kafkasya politikası:
1240 tarihinde yazılan Moğolların Gizli Tarihi”nde, Cinggiz-Hakan, Subeatai-Baaturu(Subotay) kuzeyde bulunan Hagling(Kangaliş), Kipçaut(Kıpçaklar), Bacigit, Orusut(Ruslar), Macarat(Macarlar), Asut(Alanlar), Sasut, Serkesut(Çerkesler), Keşimir, Bolar ve Raral adındaki onbir kabile, devlet ve halka karşı gönderdi.” Denilmektedir.
Persli yazar Khondemir şöyle yazmıştır: Cengiz Hanın ölümünden sonraki birinci Büyük Han Ogtay, Bati’ye As(Abhaz), Rus ve Çerkeslerin yurtlarını ve bunlara komşu toprakları fethetmesini emretti.” Ancak Çerkesler özgürlüklerini korumayı başardı ve Batinin fethine engel oldular. Ayrıca Moğollar Kuban nehrinin ötesine geçemediler ve Çerkesler onlara hiç haraç vermediler.
Diğer taraftan; Cebe ve Subotay komutasındaki Moğollar 1222 yılında Tebrize vardılar. Gürcistanı istila ettiler. Devlet yönetimi çökmüş, bir grup Abhaz da bugünkü Adler, Loor Mitesta ile Mızımta vadisinden Kalhelaran ve Kuhlor geçitlerinden kuzeye, bugünkü Çerkesk ve Kabardey topraklarına doğru yayılmışlardır. 1222-1223’de Kalka ırmağındaki savaşın ardından Azak Denizinin kuzeyine ilerleyen Cebe ve Subotay Kıpçakta Moğol İmparatorluğunu kurdular.
Moğolların Kıpçak istilası, Azak Denizi civarında yaşayan kuzeyli Çerkeslerin (Kosogların) 1237’de Kırıma göçmelerine neden oldu. Kabardeylerin Kırımda kısa süre kalışları coğrafik adlarda değişiklik yaratmıştı: Çerkes-Kermen, Çerkes-Eli, Çerkes-Toban, Çerkes-Deresi, Çerkes-Dağı gibi. Belbek ırmağının adı Kabarda olmuştu.
Kabardeyler, XII.-XIII. yüzyıllarında Kırım Hanlarının baskılarına dayanamayarak Azak Denizinin doğu kıyılarından ayrılarak önceleri Büyük ve küçük Zelencuk havzalarından güneydoğuya doğru Vladikafkasa kadar uzanan Kuma ile Terek nehirlerinin yukarı kollarının suladıkları geniş bölgede otururlar. Daha sonraları Kubanın orta ve aşağı havzalarını bırakarak, Nalçık merkez olmak üzere şimdiki bulundukları bölgeye yerleşmişlerdir. Nalçık bölgesine” Büyük Kabardey”, bunun doğusundaki Mozdok bölgesine de” Küçük Kabardey” denmektedir. Çerkesya, özellikle kıyı kısımları, XIII. yüzyılda bile Hiristiyandı. XV. yüzyılda İslam Dinini kabul eden Kabardey Prensleri, bu dini halka yasaklamışlardır.
Bu sırada Kuzey Kafkasyanın siyasi durumunda bir birlik görülmemekle beraber, Kabardeylerin Kafkasyanın genelini kapsayan bir hegemonya tesis etmeye ve bu hegemonya altında bir birlik vücuda getirmeye çalıştıkları anlaşılmaktadır. Meydana getirdikleri müttefik orduda Çerkesler dışında, Çeçen, Asetin, Dağıstanlı ve Kıpçaklar meydana geliyordu. Moğollar hileye başvurup Kıpçaklarla, Alanların arasını açtılar. Moğollar Alanlara saldırıp, çoklarını öldürdüler. Ardından Kıpçaklara saldırdılar.
Esasen müttefik Kafkas ordusu mağlup olarak Baksan vadisindeki Psıgone civarına çekilmişler. Fakat Moğolların müteakip taarruzları neticesinde Kafkas ordusu tamamen sarsılmış, Pşı Absokua, Pşı Kadrişava, Pşı Kelement gibi komutanlar ölmüş, Pşı Tebsırıko yaralanmış ve ordunun bakiyesi Pşı Glakhisten kumandasında kalmıştı. O da, Kuban ordusundan yardım istedi. Bunun üzerine Pşı Şevlok kumandasındaki bir ordu yetişti ve Pşı Glakhisten kumandasındaki bulunan ordu bakiyesini de emri altına alarak baskın halinde düşman ordusuna taarruz etti. Gafil avlanan Moğollar Kafkasyayı terke mecbur kaldılar.
Dolayısıyla Moğol dönemi Çerkesya açısından, İtalyanlarla yaptıkları ticaret sayesinde Akdenizle bağların güçlenmesi anlamına geldi.

İTALYAN TİCARET KOLONİLERİ:
XII.yüzyıl sonlarına doğru Kafkasya sahillerinde görünmeye başlayan Venedik ve Ceneviz tüccarları bu memleketin ticareti için geniş ufuklar açtılar. O tarihlerde Karadeniz boğazlarının hakimiyeti Bizansın elinde bulunuyordu. Karadeniz ve Azak sahillerinde ticaret yapmak veya koloni tesis etmek için Bizanstan müsaade almak icab ediyordu.
I-CENEVİZ KOLONİLERİ:
Cenevizliler, 1261 Kemalpaşa anlaşması ile Bizans imparatoru Mihail Paleologos’tan aldıkları müsaade dahilinde Kırımda; eski çağda Thedosia Yunan kolonisinin olduğu yerde Kefe, Sivastopolun güneydoğusunda Cembolo(Balaklava), Kuban nehrinin Azak denizine akan güney ağzından ibaret(Protoh denilen) Kara-Kuban üzerindeki şimdiki küçük Korpil Hisarının olduğu yerde Kopa(Koba) ki, Cenevizlilerin Kopa’da balıkçılık ve Çerkeslerden alınan esir ticareti ile uğraşan kolonisi vardı. Ayrıca, eski çağda Pantikapion Yunan kolonisinin olduğu yerde Kerç, Don nehrinin ağzında ve Azak denizi kıyısında bulunan Tanais’in yerinde Tana’da ve konsolosları ve kolonileri vardı.
Cenevizliler Kırım sahillerine yerleştikten sonra da yöredeki limanlarla Trabzon ve İstanbul deniz ulaşımı artmış, Karadenizin kuzeyi ile güneyi arasındaki her türlü ticari ilişkiler de yoğunlaşmıştır. Ayrıca, Karadenizin doğu sahillerini izleyerek Kafkasya bölgesinden İrana ve oradan Asya içlerine uzanan karayolunu da kullanmaya başlamışlardı.

II-VENEDİK KOLONİLERİ:
Venedik Cumhuriyeti de 1263’de Karadenize çıkma hakkını almışlardır. Venedikliler Karadenizde hububat yönünden zengin olan yöreyi seçerek Kırıma gitmeyi yeğlemişlerdi. Burada eskiden beri devam ettikleri ilk liman Suğdak(Soldaia) idi. Cenevizliler gibi Tana’da ticaret müesseseleri açmış ve konsolos bulundurmuşlardı.
Moğol dönemi Çerkesya açısından, İtalyanlarla yaptıkları ticaret sayesinde Akdenizle bağların güçlenmesi anlamına geldi. Donun ağzındaki Tana, Asyalı kervanların son durağıydı aslında. Batıdan gelen tüm gemiler ilkin Tamana giriyor ve böylece mallar Tanaya küçük teknelerle teslim ediliyordu. Yine kervanlar da Tamana, Kopaya ve Batinkhe(Yeisk) gidiyordu.
İtalyanların Çerkeslerle ilişkileri, Anapadan Hazara uzanan, bir kolu da Kafkasya üzerinden Abhazyaya giden Anapa veya Ceneviz yolundan anlaşılabilir. Bu yol boyunca Cenevizliler imalathane ve ambarları için istihkam yapmışlardır. Zikhlerin prensi Verzakht-Çerkesyanın Taman bölgesinin başı-bile, halkıyla birlikte Katolik inancını benimsemişlerdi.1333-1350’de piskoposluğu alan ilk Çerkes asıllı Fransisken(Fersache) John idi.
XII. yüzyıl başından itibaren esir-köle ticareti de önem kazanmıştı. Çerkesya limanlarında kurulmuş olan büyük pazarlardan alınan Kıpçak ve Çerkes esirleri Venedik ve Ceneviz tüccarları tarafından Bizansa, Mısıra hatta İspanyaya götürülüp satılırdı. Osmanlı pazarlarında da her zaman köle ve cariyelere rastlanmıştır. Saraylarda ve konaklarda Çerkes ve Abaza köleler bulunurdu. Hatta saraydan yetişip Sadrazamlığa kadar yükselenler olurdu.
Evliya Çelebi esircileri anlatırken, Çerkesyadan savaş yolu ile elde edilmiş ve hassas davranılmış Çerkes esirlerinden ve bunların Sarayı Hassa”ya alındıklarından söz eder.

ALTINORDU DEVLETİ :
Kafkasya bölgesinden de birçok kanlı izler bırakarak geçen Moğol istilası neticesinde, 1230’de aşağı İdil boyunda merkezi Saray şehrinde kurulan Altınordu Devleti, XIII.-XIV. Yüzyılda siyaset, iktisat ve hatta kültür bakımından doğu Avrupanın en büyük devleti olup, Kafkasya dahil çok muazzam bir sahaya hükmediyordu. Altınordu devleti bir Kabileler Federasyonu” durumundaydı.
862 yılında Rurik I. Tarafından kurulan Kiyef Rusyası,nın Çerkesler ile ilk ilişkileri 913 yılına kadar gider. Ruslar, Altınordu Hanı Mengü-Timur Han(1267-1280)’nın emrindeki kuvvetlerle 1277’de Kafkasya bölgesine saldırısı sonunda, Terek nehrinin kuzeyindeki bölge işgal edildi. Ruslar bu harekattan istifade ederek Kafkasyanın içlerine kadar girmek imkanını bulmuşlar ve bu suretle Kafkasyayı tanımak fırsatını elde etmişlerdir. Bu sefer Ruslarda Kafkasyayı ele geçirmek gayesine esas olacak hatıralar kalmasına sebebiyet vermiştir. Üstün nüfus gücü ve sınırsız olanaklarıyla Rusya, ağır ağır dışa yayılıyordu. Ama, Çerkes halkı, Berğusey” yöresi merkez olmak üzere siyasal birleşmeye gitti.
Çerkesyanın kuzey ve kuzeybatı yörelerinde yerleşmiş boylar arasında feodalizm gelişiyordu; bu nedenle, yeni toprak ve otlaklar ele geçirmek amacıyla XI.yüzyıldan başlayarak bazı Çerkes boyları Alanlar’ın aleyhine doğuya doğru yayılıyorlardı. XIII.-XIV. Yüzyıllarda, Moğol darbesi altında iyice ezilmiş bulunan Alanların toprakları bazı Çerkes boyları tarafından Psıj nehri kaynak yerlerine değin zaptedildi. Bu yeni yerlerde, zamanla, Kabardey Bölgesi ortaya çıktı. XIII.yüzyılda Kırımda Çerkes yerleşmeleri bulunuyordu. XIV.yüzyılda Kabardey bölgesinin batısında Besleney bölgesi oluştu. XIV.-XV. Yüzyıllarda siyasal birlik oluşturmuş Çerkes boyları güçlü bir halk olarak kabul ediliyorlardı.
XIV. yüzyılın başlarında Kıpçak-Moğol Hanlığının doruk döneminde Çerkesler savaş tehdidi altındaydılar. Özbek Han sadece Dağıstanın, Kuzey Kafkasyanın merkezinin değil, Çerkesyanın da istikrarını bozuyordu. Özbek Han 13 yaşına kadar sığınmacı olarak bulunduğundan dolayı Çerkesyayı iyi biliyor ve Çerkesçe konuşuyordu. Daha da önemlisi, başkent Saray’da, maiyetinin entrikalarının tam ortasında yer alan ve bir Çerkes hanı olarak, Özbekin torunu Berdibey tahta çıktıktan sonra bile Hanlığın içişlerinde etkili olan çok sayıda Çerkes vardı. Altınordu Hanlarının çocuklarının terbiyesi ve yetiştirilmesi özellikle Çerkesler tarafından yapılıyordu.
1370 civarında Mamailerin yardım ettiği Kıpçakın çökmesinden sonra Çerkesler ve Yaslar(Abazalar) müttefik olarak hareket ettiler. Çerkesler 1380 yılında Moğolların Ruslara karşı savaşlarında yardım ettiler. Ayrıca Timura karşı mücadelesinde Altınordu Hanı Toktamışa da yardım ettiler. Timur, 1395 yılında Altınordu Hanını yendikten , Toktamış Hanını Rusya içlerine kadar kovaladı, dönüşte Azak ve Kırımı yağmaladı. Kuban bölgesine giren Timur ordusu Tamanı yakıp yıktı. Anapanın dış yerleşim yerlerini tahrip etti ve birçok Çerkes köyünü yerle bir etti. Bir süre direnen yerli halk sonunda dağlara çekilmek zorunda kaldı. Ardından kuzey Kafkasyayı boydan boya talan eden Timur bu toprakları terk etti. Çerkesler Taus ve Kurlat kalelerini geri almak için 1395 yılında çaba harcamak zorunda kaldılar. Bütün bu olaylar Azak Denizi ve Asya arasındaki kervan ticaretine darbe vurdu ve Karadeniz ve Kerç Boğazındaki Çerkes limanları da bundan etkilendi. Eski Çerkes Ağıt(Gıbze)’larında Timurlenkin barbarlığını anlatan pasajlar günümüze dek ulaşmıştır.
XIV.yüzyılın sonlarında(1390) Mingrel Kralı Doaban Wamek Criistavın Kral VI. Bagrat adına Çerkesyaya akın düzenler ve Mingrel kralı bu akında başarılı olur. Çerkesyadaki kiliseleri ve putperest tapınakları yıkar, bu yıkıntılardan mermerleri taşıtarak Kopi’deki piskoposluk kilisesini yaptırır.
Altınordu Devletinin üç Hanlığa bölünmesi ve 1430 civarında Batinin kardeşi, Tuga-Timurun torunu Hacı Giray tarafından kurulan Kırım Hanlığının güçlenmesi Çerkesya açısından yeni bir ortam yarattı. Bir yanda kuzey kaynaklı dış tehlike azaldı ve öte yanda Çerkesyayla İtalyanların arasındaki ticaret hacmi yavaşladı . 1453 yılında Türklerin Constantinople(İstanbul)’u ele geçirmelerinin ve özellikle 1475’de Kaffa’yı işgal etmeleri ile birlikte Kırımda İtalyan(Ceneviz) dönemine son verdiler.
Dolayısıyla Osmanlılar Kırım-Kafkasya köle ticaretini ele geçirmeye başladılar. Ülke ticareti içindeki payı artan köle alım-satımından devlete gelir sağlamak için, XV. Yüzyıl sonlarında Karadeniz yoluyla getirilen köleler için vergi alınmaya başlandı. Örneğin, 1457 yılında Kırım limanlarından getirilerek Bursa’da vergisi ödenen 228 köleden milliyeti belirtilen 150 kişinin tamamı Çerkestir. Bunların çoğunluğu Bursa’da kalmamış, yabancı köle tüccarları aracılığı ile satılmışlardır.
Türk donanması Kaffayı işgal ettiten sonra Azak Denizine girdi ve Çerkesya kıyısındaki Anapa, Kopa ve Bata’yı zaptetti. Fakat Taman yarımadası hala alınamamıştı. 1484’de, yarımadanın önemli stratejik noktaları olan Temruk(Kemirgök) ve Açuk’u ele geçirdiler. Çerkesler, Çerkes kadınlarla diplomatik evlilikler yapan Kırım Hanları üzerinden hanın mahiyetinde etkili makamlar sayesinde iyi ilişkiler kurmalarına rağmen, Hanların Çerkesyaya saldırıları engellenemedi.
Öte yandan, Çerkeslere komşu olan Rusyanın amacı ise, Kırım ve Çerkesya ile tüm Kafkasyaya egemen olduktan sonra elden geldiğince güneye yayılmaktı. Kırım Hanlığı ise, Rus tehlikesine karşı Çerkesya ile dostça ittifaka gireceği yerde kısır bir görüşle Çerkesyaya saldırılarını yoğunlaştırmaya başladı.
Bu durum Çerkeslerin Türk Padişahına yanaşmalarına yol açtı. Savaşlar neticesinde Osmanlı himayesine geçen Kırım hanları Çerkesyaya baskılarını yoğunlaştırdılar. Kırm Hanlığı, Çerkeslerler üzerinde tam bir hakimiyet kuramamış, zaman zamam güçlü hanların teşebbüsleriyle bunlara gözdağı vermekle yetinmiştir. Çerkesler üzerine yapılan seferlerin büyük çapta esir devşirmeye yönelikti. Kırım Hanları vasıtasıyla Çerkeslere komşu olan Osmanlılar ise, zor kullanmak yerine onları Müslümanlaştırıp duygusal olarak Halifeye bağlamak niyetinde idiler.
Bunu öğrenen Çerkesler 1481de İstanbuldaki Fatih Sultan Mehmete(1451-1481) bir heyet gönderip Çerkes süvari birlikleri vermenin karşılığında Osmanlının himayesine girmeleri hususu Padişah tarafından uygun görüldü. Fakat Fatihin ani ölümü üzerine tahta çıkan Sultan II. Bayazid(1481-1512), halefi II.Mehmetin taahhüt etmiş olduğu anlaşmayı hiçe saydı ve Çerkeslerin anlaşmadan doğan hak ve yükümlülüklerini Kırım hanına(Mengli Giray 1478-1514) devretti. Bu durumda Çerkesya resmen ve fiilen Osmanlı tabii Kırım Hanlığına hukuk ile örfe göre bağlı bulunuyor, dolayısıyla Çerekesler Osmanlı Padişahlığını ve İstanbul Halifesini metbu tanıyorlardı.
1498 yılında Kırım Hanı Mengli Girey Han, Prens Atanokodan destek iteği aldı ve ona Çerkesyanın iç meselesi olan rekabette ona askeri yardımda bulundu. Prens Antanoko başta olmak üzere bazı Çekes prenslerinin bağlılık tavrı göstermeleri Mengli Gireyi çok sevindirdi. Han, o sırada müttefik olduğu Çar III. İvana yazdığı mektupta memnuniyetini saklamıyordu. Fakat Han Çerkeslerin itaat etmeyen halk olduğunu kısa sürede anladı.
Kırım Hanlarının askeri baskıları sonucu, ovadaki Çerkes köylerinin arasına Tatar köyleri yerleştirilmiş ise de, dağ köyleri ise bu tür baskı ve egemenliklerden uzak kalmışlardır.
1502 yılında Cenevizli bir gezgin, özellikle Çerkesler konusunda bir kitap yazdı. Giorgio İnteriano adındaki bu gezginin kitabı La Vita et sito de Zichi, Chiamati Circassi, Historia Notable”(Çerkeslerin Örf, Adetleri ve Tarihleri) adını taşır. Bu eserinde yazar, yabancılar tarafından Çerkeslere Zikhi dendiğini, fakat onların kendilerine Adıge(Güneş soylu) dediklerini belirtir.
Kırım Hanlarının zaman zaman tecavüzkar saldırışlarından bıkan Çerkesler, Kırım ve Osmanlı İmparatorluğuna düşmanlık besleyen Astrahan Hanlığı ile daha yakın ilişkiler kurmaya sevk etti. Bu ilişki Hacı Tarhanın(Astrahanın) 1552’de Ruslar tarafından zaptına kadar sürmüştür. Bu olaydan sonra,Çerkesler büyük bir hataya düşerek, Moskovanın bir tehdit olamayacak kadar uzak olduğundan hareketle Rusların müttefikleri olduğunu düşündüler.

İKİNCİ BÖLÜM : XVI. YÜZYILDAN XXI. YÜZYILA KADAR:
XVI-XVII. yüzyıllarda Çerkesyadaki sosyo- ekonomik değişimler:

Çerkeslerde sosyal yapı ve yönetim:
İlk çağların sınıfsız toplum yapısı Çerkesyada ortaçağ başlarına kadar süregeldi. Üretim payı önemsenmeyecek kadar az sayıda köle vardıysa da, bunlar yalnızca savaş esirleriydi. Çerkesyada doğrudan halk demokrasisi kurallara uygun olarak yürütülürdü. Toplum yönetimi ve sosyal düzenin sağlanması Xase” adı verilen ve yaşlılardan oluşan ” Halk Meclisleri”yle olurdu. Halk meclisinin kararları, Anayasa olarak niteleyebileceğimiz geleneksel kurallara uygun olurdu. Bu meclisin kararlarına kesinlikle uyulurdu.
Esasen Çerkesler hiçbir vakit soylu ve sınıflar doğuracak şekilde bir idare tesis ve şahıslara fazla nüfuz ve yetki vermeyen Thamade denilen tecrübeli ve fazilet ile yükselmiş yaşlıların rehberliği ile işlerini umumi toplantılar da açık müzakere ve oy birliğine dayanan geleneksel bir yönetimle yürütürler. İşte böyle demokratik bir yönetimin bulunduğu Çerkesya’da sınıf ve paye kaynağı olarak uydurma unvan ve nişanlara alınamazsınız.
Vadileri ıssız, dağları sayısız olan Çerkesya’da kimse başkasına itaat etmeye mecbur olamaz. Pek sıkışırsa nihayet O, çatışmadan beraberindekilerle birlikte bir başka vadiye göçer.
Ayrıca Nıxase” adı verilen Analar Meclisi de yurt, dünya ve kadın sorunlarında söz sahibi idi. Konuk Evleri”, uzak köylerden gelen kişilerin de bir araya geldiği, yurt haberlerinin ve yaşam sorunlarının konuşulup tartışıldığı birer hayat okulu durumundaydı.
Bu toplumsal yapı Orta Çağ başlarında, dünyadaki gelişmelere paralel olarak, yer yer sarsıntıya uğradı. Çerkesler arasında toplum sınıflara bölünmeye başladı. Böylece X. Yüzyıldan başlamak üzere çok eski eşitlikçi Çerkes toplumsal yapısı ve demokrasisi, erken feodalizminin doğmaya başlaması ile zayıflamaya ve bozulmaya başladı.
Sınıfsız toplum yapısının Çerkeslerde XV.-XVI. Yüzyıllara değin uzun sürmesinin nedeni, Çerkeslerin(Kasogların) sürekli saldırılara hedef olmaları, derin vadilere sıkışarak üretim araçlarını geliştirememiş olmalarıdır. Özellikle II.-X. Yüzyıllarda Çerkesyanın doğusundaki toprakları işgal eden Alanlar, Çerkeslerden daha güçlüydüler. Alanlar en başta hayvancılık ve tarımla uğraşıyorlardı. Baksan nehri dolaylarında çıkardıkları bakırı işledikleri gibi, demirden alet ve edevat yapımında da ileri gitmişlerdi. X.-XIII. Yüzyıllarda Alan Kavimleri Birliği” birbirine düşman bir feodal yapılanma içindeydi.
Moğolların XIII. Yüzyılın ilk yarısında Çerkesya topraklarına yaptıkları saldırılarda Çerkesler ve Alanlar ağır bir darbe yemişti. Ardından 1230 yılında kurulan Altınordu Devletinin 1277 yılındaki saldırıları sonunda, Terek nehri kuzeyine düşen toprakları zaptetti. Çerkesler Berğusey” yöresi merkez olmak üzere siyasal birleşmeye gitti.
Çerkesyanın kuzey ve kuzeybatı kesimlerinde yerleşmiş kabileler arasında feodalizm gelişiyordu; bu nedenle, yeni toprak ve otlaklar ele geçirmek amacıyla XI. Yüzyıldan itibaren bazı Çerkes kabileleri Alanlar” aleyhine doğuya doğru yayılıyorlardı.
1238 yılının sonbaharında Moğol-Tatarların yeni hedefi Çerkesya değil, Alanya idi. 1238-1239 yılları boyunca Alan ülkesi korkunç bir yıkıma uğradı ve halk vahim bir istilaya maruz kaldı. 1278 yılında artık Alan Devleti fiilen yoktu. Önemli şehir ve kaleler düştü.
XIII.-XIV. Yüzyıllarda, Moğol idaresi altında iyice ezilmiş bulunan Alanların toprakları bazı Çerkes kavimleri tarafından Psıj nehri kaynak yerlerine değin zaptedildi. Çerkesya kuzey ve doğu yönünde aralıksız olarak büyümekteydi. Çerkeslerin doğu yönünde hareketlerini hızlandıran faktörlerden biri Alanyanın boşalmasıydı. Çerkesler, Altınordu Devletine sundukları askeri hizmet karşılığında ülkelerinin bağımsızlığını korumaktaydılar. Alanlardan boşalmış çevredeki arazilere yerleşme hakkı kazanıyorlardı.
XVII. – XVIII. yüzyıllarda, Kimi ovalık bölgelerde(Kabardey, Besleney, Bjeduğ, Mamhığ, Yecerkoy, Mehoş ve Hatukuaylar arasında) toprağın kişilerin elinde toplanmasıyla, toplumda sınıflar oluşmaya başladı. Feodalitenin güçlenmesi Çerkes emekçi halkı üzerinde yoğun bir baskı oluşturdu.
Feodal sistem beraberinde Adıge Xabzenin yozlaşmasını getirdi. Artık Adıge Xabze, tüm halkın ihtiyaçlarına cevap vermiyor, egemen sınıfların sömürüsü için bir hale geliyordu. Adıge Xabze yerini, feodalite hukukuna, yani Workh Xabze”ye bırakmıştı.
Workh Xabze, feodallerin çıkarlarına uygun olarak oluşmuştu. Yeni oluşan feodal sınıf, halkı istediği gibi sömürüyor, köleleştiriyor ve feodallerin yaptığı bu eylemleri Workh Xabze meşrulaştırıyordu. Dağlık Batı Çerkesya bölgesinde ise eski eşitlikçi, demokratik Çerkes toplum yapısı büyük ölçüde kendini korudu.
Buna rağmen Çerkesyada ekonomik alanda ilk çağa oranla gelişmeler görüldü. Arap yazarı Mesudi’nin yazdığına göre; Çerkeslerin dokudukları tala” keten kumaşlardan yapılan bir elbisenin satış fiatı on Arap dinarı gibi yüksek bir değer satıldığıdır. Bu da gösteriyor ki kumaş dokuyuculuğunun ev içi ekonomiden çıkıp Pazar için üretim düzeyine eriştiğini göstermektedir.
Bu devre ait eski Çerkes mezarlarında yapılan arkeolojik kazılarda; desenli ve çeşitli biçimlerde kap kaçaklar, İran’dan gelme demir gemler, eski İslav, Alan, Bizans, Gürcü, Ermeni ve Arap eşyalarına rastlanmaktadır. Mesudi ayrıca Çerkeslerin Bizansa altın işlemeli değişik kumaşlar götürmekte olduklarını” da yazmaktadır.
Çerkesler değerli Bizans ve İran taşlarından başka Azak’tan tuz, Dağıstan ve İrandan giyecekler, miğferler ve silahlar, Bizans ve Rusyadan değerli eşya, Bizans, Gürcistan ve Rusyadan Hırıstiyanlık eşyalar(madeni haçlar, azize heykelcikleri vb.) alıyorlardı. Bu son bilgi Çerkesler arasında Hırıstiyanlığın yayıldığını da ortaya koymaktadır.

Çerkeslerde sosyal sınıflar:
Çerkes toplumunda beliren sınıflar; 1- Feodaller(Pşı”), 2-Vasallar(Workh”; bunlar feodallerin şovalyeleri durumundaydılar), 3- Özgürler(Feqolv”; tarım ve sanatla uğraşan, eski eşitliğin boyunduruğa girmemiş özgür kalıntıları, vergi vermezlerdi.), 4- Serfler(Pşılvı”; feodallerin iş ve angaryalarında çalışırlar, ya da vergi öderlerdi. Toprakla birlikte ailece el değiştirirlerdi. Kendi mülkleri de bulunurdu. Feodale karşı yükümlülüklerini ödeyip özgürlüklerini satın alanlara Pşılvı Cheşefıj” denirdi.), 5-Köleler(vuneut”; hiçbir hakka sahip bulunmayan klasik köleler.)
Feodal ilişkiler sonraki yüzyıllarda artan sayıda Feqolvı”(Özgürü”) boyunduruk altına almak (yani Pşılvı, Serf haline getirmek) süretiyle Çerkesyanın ovalık kuzey bölgelerinde güç kazandı.
Kabardey, Besleney, Hatikuay, Bjeduğ , Mamhığ, Yecerkoy ve Mehoş’ların yerleştikleri bölgelerde bireyci ve sömürücü feodal mülkiyet ile ortak köy(toplum) mülkiyeti yan yana bulunuyordu. Bu kesimler giderek feodalizm lehine gelişmelere uğradı. Fedallerin yerleştikleri söz konusu bölgelerin dolayında Özgür fekotl”lılar da büyük çapta feodal boyunduruğa alındılar.
Çerkesyanın dağlık batı ve güney bölgelerinde ise, örneğin Şapsığ, Hakuç, Abadzah ve Natuhay’lar arasında eski eşitlikçi, demokratik Çerkes Toplum yapısı büyük ölçüde kendini korudu.
XV. yüzyılın ikinci yarısında Çerkesyayı ziyaret eden İtalyan gezgin Giorgio İnteriano,yaptığı gözlemler sonucunda kaleme aldığı notlarında şu ifadeleri kullanıyordu:” Çerkesler kendilerini her yönden kuşatan Tatarlar ile devamlı olarak savaş halinde. Boğaziçi’nden Kaffa kolonilerinin bulunduğu ve Antik Cenevizliler tarafından kurulmuş olan Hersones Antik Şehrine kadar gidiyorlar.”

Çerkeslerde Akıncılık Sistemi:
Tarihi kaynaklar, akıncılık(Çerkescesi Zek’ue) faaliyetinin Çerkeslerin erken dönemlerinde ortaya çıktığına tanıklık ediyor. XV.yüzyılın ikinci yarısında Çerkesyayı ziyaret eden İtalyan gezgin Giorgio İnteriano, yaptığı gözlemler sonucunda kaleme aldığı notlarında şu ifadeleri kullanıyordu:
Çerkeslerin akıncılığı(Zek’ue) daha etkili ve kolay organize ediyorlar. Bitki örtüsünün ortaya çıkması ise Akıncılık sistemi içerisindeki tek seferlik baskınların işareti manasına gelmektedir.” Yerel bölge civarında düzenlenen akınlar Çerkesler için oldukça sıradan bir faaliyet olduğunu” da sözlerine ekliyordu.
XVII. yüzyılın sonunda bölgeye gelen Alman doğa bilimci Engelbert Kaempfer, yaptığı gözlemler sonucunda, XVII. yüzyıl itibariyle Çerkesler arasında oldukça yaygın olan akıncılığın küçük birlikler(20-30 kişi ve bazen daha fazla) halinde gerçekleştirildiğini, bu akınlar sadece komşu devletlere değil, aynı zamanda Çerkeslerin bizzat kendi toprakları üzerinde de düzenlendiğini. Ayrıca Türklere, Perslere ve diğer milletlere serf ya da köle olarak satabilecekleri herkesi kaçırdıklarını.” tespit etmiştir.
Çerkeslerde eski zamanlardan beri Kapalı kölelik” denen sistem vardı. Bir kabile başka bir kabile ile çarpışmış ve galip gelen karşı kabileden birçok insanı esir almışlar. Yıllar geçse bile onların çocukları hala köledir. Köle damgası üzerlerinden kalkmıyor. Yani kalıtsal bir köle sınıfı oluşuyor. Bunlar,normal zamanlarda tarlayı sürer, ekip – biçer ve diğer işleri yapıyorlar. Ama bey arzu ettiği zaman bunların çocuğunu hatta ailesini satabiliyor. Hakan Erdem bu sistem batıda ki kölelik sistemi gibi ‘Kapalı Kölelik’ denir ve bu sistem köleyi üretir.” ,” Dünyada ki kölelik sistemleri arasında Açık kölelik” bir uçta ise Kapalı kölelik” sistemi diğer uçtadır. O kadar farklı sistemler bunlar.”diyor.
Çerkeslerin artık bir sistem haline gelmiş olan akıncılık faaliyetleri, bağımlı ve bağlı bulundukları Kırım Hanı’na vermek zorunda oldukları haraçları, ele geçirdikleri esirler ödüyor olmaları ile açıklanabilir. Söz konusu haraçlar oldukça yüksekti. Fransız gezgin Hanry de la Motrais, kaleme aldığı notlarında bu konuyla ilgili olarak şunları söylüyor:” Çerkesler, Kırım Hanı’na 6.000 esir(erkek+ kız) ve aynı sayıdaki attan oluşan haraçlarını tek seferde ödedi.” __Köle ve cariye dipnota eklenecek.
Çerkesler küçük birlikler halinde, savaşlarda benzeri görülmemiş bir saldırganlıkla hareket ederken, aynı zamanda kendilerinden kat kat üstün sayıdaki düşman birliklerine de karşı durabiliyorlardı. Çerkeslerin savaş kurnazlığını yerinde gözlemlemiş olan Hanry de La Motrais,” Dağlı Çerkesler ile yaptığı bir savaşta Kırım Hanının 40.000 askerini kaybettiğini, diğer bir savaşta ise 100.000 kişilik ordusunun dağıldığından” sözediyor.
İşte Kırım Hanlığı, askeri ve demokratik Çerkes toplumunun güçlü enerjisinin öyle ya da böyle erken ya da geç; bir şekilde önünden çekilmek zorunda kadı.
XVIII. yüzyıla doğru öyle bir seviyeye ulaştı ki, dağları yurt edinmiş olan Çerkeslerin neredeyse tüm sosyal ve siyasal hayatını belirler oldu. Bölgedeki toplum bilinci, ihtiyaç olarak nitelendirdiği akıncılığı ve bu faaliyetten elde edilen ganimetleri meşru sayıyordu. Ünlü gezgin I. Gerber, çocukluktan itibaren akıncı olmaları için yetiştirilen Çerkes gençlerinin nasıl eğitildiklerini ve eğitim sistemini detaylı bir şekilde eserinde yazmış. XVIII. yüzyıl yazarlarından İtalyan Xaver Glavani ise çalışmalarında akıncıların adalet bilincine yer vermiştir.
XVIII. yüzyıl ve XIX. Yüzyılın başı, çok geniş bir bölgede hissedilen Çerkes baskınlarının en yoğun olduğu dönem olarak kayıtlara geçmiştir.

Kafkasyanın uluslar arası dili Çerkesce:
Kabardeylerin de dahil olduğu Çerkes kavmi, batı ve doğu olarak XV.-XVI. Yüzyıllarda iki büyük gruba ayrılmışlardı. Maddi ve manevi kültürleri aşağı yukarı aynı olan bu iki grup kendilerine Adıge yani Çerkes derler.
XV.-XVIII. yüzyıllarda Kabardey diyalekti uzun süre Kafkasyanın Uluslar arası(ortak) dili Lingua Franca” olarak kullanıldı. Kabardey Çerkes Prenslerinin adet ve töreleri ve onların aristokratik davranış kurallar konusu, halkların hakim sınıflarında özenilmeye ve örnek alınmaya başlandı. Çerkes giysileri, müziği, dansları, şarkıları bütün Kafkasyaya yayıldı öbür Çerkes lehçelerinden uzaklaşmaya başladı.
Kabardeyler hayvancılıkta çok ileri idiler. Büyük sürüler halinde sığır, koyun, keçi ve at beslerdi. XVI. Yüzyılda Kabardey toprakları Terek havzasından Kafkas dağlarına kadar uzanıyordu.
Büyük Kabardey kendi içinde; Atajukovlar, Misostlar, Kaytukinler ve Bekmurzinler adlı feodal soyların hakimiyet bölgelerine ayrılmıştı. Küçük Kabardeydeki feodaller soyları ise; Tausultanovlar ve Mudarovlar idi.
XVI. XVIII. yüzyıllarda feodalizm bazı kabilelerde güçlendi. Örneğin: Kabardey bölgesinde Alceko’ya bağlı 1000 soylu aile(Workh) ve 2000 çiftçi ailesi vardı. 40 köye söz geçiren Yibak’ın 700 Workh ve 1000 atlı çiftçisi vardı. 4 ya da 7 köye egemen olan Workhlar da az değildi.
Sınıfsal bölünmeye uğramış Çerkesyanın bundan sonraki tarihinde dış düşmandan başka, içte de sömürücü sınıflara karşı özgürlük ve eşitlik” savaşları başlamıştır. XVI. yüzyıl sonu ile XVII. yüzyıl başlarında Kabardey bölgesinde feodaller arası mücadele yoğunlaştı.
XVI. yüzyılda Kabardey prenslerinden Aydemir Han, güç itibariyle küçüktü, fakat kahramandı. Bu demokratik devrim mücadelesi halka dayanıyordu. Bunun için bir halk kahramanı sayılır, fakat başarılı olamadı.
Yine ünlü bir devrimci de, 1684 yılında Janchotoko köyünde doğan ünlü Çerkes düşünürü, sosyoloğu ve filozofu Kazanoko Jebağı,1750 yılında Kosgo(Kenje) köyünde vefat etti. Naşı XIX. yüzyılda Nalçıka getirilerek müzenin bahçesine gömülür.
Kazanoko, Pşı Kaytuko Aslanbeç(ölm.1746)’n danışmanıydı. Ardından, geleneksel halk mahkemesi Xeyıcve” yargıcı(xeyacve) oldu. O sıralar Pşıler, egemenliklerine dayanan bir devlet(krallık) kurmak istiyorlardı. Egemenler, bu nedenle, halk üzerinde nüfuzlu ve bilge bir kişi olan Kazanoko Jebağıyı İslami ”Şeri mahkemesine baş yargıç olarak seçtiler. Geleneksel ve Şeri mahkemelerin başına geçen Kazanokonun gücü arttı. Ama Kazanoko, çok daha insancıl olan ve yoksul halk kitlelerince tutulan Heyışe”(Halk Mahkemesi) mahkemesine üstünlük tanıdı.
Rusyaya karşı iyi ilişilerin sürdürülmesi bakımından titizlik gösteren, ama bağımsızlığı da çiğnetmeyen Kazanoko, yasalaşmış Çerkes gelenek(Xabze) lerinin bazılarını kaldırdı, bazılarını değiştirdi ve yerlerine yenilerini koydu; yenibir toplum ve devlet için gerekli ilkeleri belirledi. Kan davalarının, insan dahil Kırıma verilen vergilerin ve kölelerin ezilmesinin önünü almaya çalıştı.

Çerkeslerde dini inanç ve kaynakları:
İnsanlık tarihi boyunca yeryüzünde hiçbir topluluğun dinsiz yaşamadığını, aksine insanın gerek fert, gerekse toplum olarak kutsal kabul ettiği değerlere inanma ve ibadet etme ihtiyacı içinde olduğu, dinler tarihi uzmanlarınca yapılan araştırmalar ortaya koymaktadır.
Bu itibarla nasıl ki dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan insanların inanç ve ibadetleri varsa Çerkeslerin de ilahi dinlerle tanışmadan önce bir takım eski dini inanç ve ibadetleri bulunmaktaydı. Çerkeslerin inanç, ibadet ve ahlaki davranışları ve bunlarla ilgili müeyyideleri de içeren örf ve adetleri(Xabze) incelendiğinde görülecektir ki, ismi konulmamış da olsa yaşadıkları bir din vardı.Kuşkusuz bu dini anlayışların beslendiği bir takım kaynaklar mevcuttur.
Eski Çerkes dininin kaynaklarını şöyle sıralayabiliriz: 1-Fıtrat İnancı(Tevhid), 2-Diğer Milletlerle Etkileşim, 3-Coğrafi Etkiler ve 4-Mitoloji.
Eski Çerkes dinindeki inançları şöyle sıralayabiliriz: 1-Yüce Tanrı İnancı(Tha), 2-Aracı Tanrı İnancı(Şıble), 3-Mümessil Tanrılar İnancı.
Çerkesler ilahi dinlerle tanışmadan önce bir takım eski dini inanç ve ibadetleri bulunmaktaydı. Din kendi içinde bir tekamülle tevhid inancı çizgiside İslam Dini ile noktalanmıştır. Eski Çerkes İnançlarına göre bir büyük Tanrı vardır. Bu büyük ilahın adı Tha’dır.
Sonradan Çerkesler de diğer pagan toplumlarda olduğu gibi tevhid inancından uzaklaşarak yeni tanrılar edinip çoktanrılı bir dine inanır olmuşlardır. Şıble’yi tanrı edinerek şirke düştüler. Çerkesler, Şıble’yi Tha’ya ortak koştular. Zamanla Şıble’nin yanında, yeryüzündeki işleri yürüten tanrıları da aracılar kabul ederek politeist bir inanca döndüler: Akhin, Blevus(Yeleus), Hadeguaş, Hakutaş, Marissa, Mezıtha, Pakue, Pseguaştha, Psıthaguaşe, Seuseres, Thağaleg, Tepş, Tzergıtttha, Vefatha, Vezermes, Yemıtha, Zekatha.
Eski Çerkesler bazı nesnelerle Tha arasında bir irtibat olduğunu düşünerek onlara aşırı sevgi ve saygı besler, kutsallık atfederlerdi. Örneğin eski Çerkesler meşe, dişbudak ve armut ağaçlarını kutsal kabul etmişlerdir.
Kelt toplumunda olduğu gibi, tabiat inancına(Druidizm) yönelmişler ve bu inanç içinde uzun süre yaşamışlardır. Çerkesler kutsal meşe ağacı altında, hem dua ve ayinler yapılan bir mabed, hem bir halk meclisi aynı zaöanda da davaların görüldüğü bir mahkemedir. Çerkesler kutsal meşe ağacına Kotıj” derlerdi. Çerkeslerin meşe ağacına saygı duyuyorlarsa bu onların ağacı kutsadıklarını gösterir, ağaca tapındıklarını değil. Tapınmayla, kutsama aynı şey değildir.
Hatti toplumunda tanrılar için yapılan kurban, yakarı törenlerinin uygulayıcısına Hattiyakue” denirdi. Bunlar Hatti kavminin rahipleri idiler. Tıpkı Kelt toplumunda olduğu gibi kutsal addedilen yerlerde, açık havada ritüelleri gerçekleştirirlerdi. Toplum içindeki yerleri çok önemliydi.
Eskiden beri doğa güçlerine tapan ve politeist olan Çerkeslerin bir kısmı Bizans ve Cenevizlilerle ilişkiler sonucu Hırıstiyan olmuşlardı. Bizans İmparatoru Jüstinyen zamanında(527-565), Karadeniz kıyısında Pitzunda da inşa edilen ilk büyük Ortodoks kilisesindeki papazlarla Çerkesler arasında telkin, ikna ve irşad yoluyla Hırıstiyanlığın yayılması için çalışmışlardı.
İtalyan misyoner Giovanni Luca, 1629 tarihli gezi kayıtlarında Çerkesyanın gayet sakin ve özgür ülke olduğunu, orada serbest şekilde misyonerlkik yaptığını, Katolik dinini yaydığını ve çocukları vaftiz ettiğini belirtmiştir.
Çerkesyaya Musevilik(Yahudilik) VIII. Yüzyılda Bizanstan çıkarılan Yahudilerin ve aralarında bulunan Musevi din alimi İshak Sangari’nin telkinleriyle girmiştir.
XIV. Yüzyılda(1333 yılı) Katolik Hırıstiyan mezhebi, ancak Ubıhlar arasında yer bulabilmiştir. Ubıhlar arasında bu mezhebin yayılması için çaba gösteren kabile lideri Ferzoht, Papa Jean II’den 1333 yılında bir teşekkür mektubu bile almıştır.
İtalyan misyoner Giovanni Luca, 1629 tarihli gezi kayıtlarında Çerkesyanın gayet sakin ve özgür ülke olduğunu, orada serbest şekilde misyonerlik yaptığını, Katolik dinini yaydığını ve çocukları vaftiz ettiğini belirtmiştir. 1634 yılında Çerkesyayı ziyaret eden Dominik tarikatı rahibi Emiddio d’’Ascoli, ülkenin bağımsız statüye sahip olduğunu yazıyordu.

Çerkeslerin İslamlaşması:
Tarihçi Ahmed Cevdet Pşaya göre, Şeyh Ebu İshak ve Şeyh Muhammed Kindi isimli şahıslar 815(H.200) yılında Çerkesler arasında Kbardey ve Besleneylere İslamı tebliğ etmişlerdir. Kabardey ve Besleneyler arasında Hacı ve Hoca lakaplı İshak isminde bir çok kabile büyüğünün bulunması bu rivayeti destekler mahiyettedir. Arapların XI.yüzyılın sonlarına doğru Kafkas dağlarının güneyinden çekilince, kuzeyinde Çerkesyada bir duraklama meydana gelmiştir.
XIII. yüzyıl başlarında kurulan Altınordu Devletinin yıkılmasından sonra ortaya çıkan Astrahan, Kazan ve Kırm hanlıkları Müslümanlığı kabul etmişlerdi. Kırım Hanlığı ortaya çıkmasından itibaren Kırımlılar ile Çerkesler arasındaki ilişkiler XVIII. yüzyılın sonlarına kadar sürmüştür. Çerkeslerin XIII. Yüzyılda Orta Kafkasya geldikten sonra Kırım Tatarlarının etkisiyle XIII. Yüzyılda Kabardeyler arasında İslamiyetin yayılmış olduğu, bölgede XIII. Ve XIV. yüzyıllarda inşa edilmiş cami kalıntılarından anlaşılmaktadır. XIV. Yüzyılda Çerkes köyleri arasına Tatar köylerinin yerleltirilmesi ve Tatar Prenslerinin Çerkes aileleri içerisnde eğitilmeleri bu iki halkın kaynaşmasını ve İslamiyetin kabul edilmesini hızlandırmış olmalıdır.
1453 yılında İstanbulun II. Mehmed tarafından fethedilmesi sonucunda Çerkesyanın Bizansla ilişkilerinin kesilmesi Hristiyanlığın zayıflamasını ve dolayısıyla İslamın bu bölgede güç kazanmasının yolunu açmıştır. Osmanlılar Devleti Kefeyi aldıktan sonra oraya Müslüman bir vali atadı. Fetihten sonra Kefedeki en büyük kilise camiye çevrilerek Osmanlı Paişahı adına hutbe okutulmuştur.
1479 yılında Çerkeslerin Jane kabilesinden Cezeri Kasım Paşa tarafından Anapa, Taman ve Kuban fethedilerek Çerkesler Tamana bağlanmıştır. Taman ve Tarkhan(Temrük) da camiler inşa edilerek bölgenin İslamlaşması sağlanmıştır. Bu dönemde bazı Çerkes Pşılerini İslam Dinini kabul etmeleriyle, büyük ve soylu aileler arasında İslamiyet yaygınlaşmıştır.
XVI. yüzyılda Osmanlıların bölgede egemenliklerini pekiştirmeleriyle birlikte Çerkeslerin önemli bir bölümü Müslümanlığa geçmiştir. Bu yüzyılda yazılan Coğrafya-yı Kebir Tercümesi ve Cihannüma”ya göre’Çerkeslerin bir kısmı Müslüman, bir kısmı ise kafirdir. Çerkes kabilelerinden Bjeduğ, Hatukay, Bolakay, Besleney ve Kabardeyler Müslüman; Natuhaç, Abadzeh ve Şapsığların henüz Müslüman olmadıkları, kendi eski dinlerini sürdürdükleri anlaşılmaktadır.
XVII. yüzyılda bölgeyi dolaşan Evliya Çelebinin tesbitine göre Çerkes köylerinde camiler bulunduğunu, bunların Müslümanlığı henüz tam manasıyla kavrayamadıklarını ve eski inançlarından kalma bazı adetlerini devam ettirdiklerini de alaycı bir üslupla nakleder.Aynı yüzyılda Rusların baskısı sonucu Çerkesyaya göçeden Nogayların Çerkeslerle temasları bu bölgede İslamın güçlenmesindeki önemli etkenlerden biri olması ihtimal dahilindedir. Bu faaliyetler sebebiyle Abazaların XVII. yüzyılda Müslümanlığa geçmişlerdir.

XVI.-XVII. yüzyıllarda, Çerkesyadaki siyasal gelişmeler:
Osmanlılar İstanbulun fethinden sonra(1453), Kerç boğazını kontrol altına alınca, Kerç Yarımadası, Taman Yarımadası ve Kırım kıyısının bir kısmını kapsayan idari bir düzen olan Kefe Sancağını oluşturdu. İlk sancak beyi de II. Beyazıtın oğlu Şehzade Mehmet oldu.1501-1502 yıllarında Çerkes topraklarına iki sefer yaptı. Bu seferlere, Kefe garnizonunda hizmet eden 200 dolayında Çerkes de yer almıştır.
1505-1512 yıllarında, Trabzo Beylerbeyi Yavuz Sultan Selimin oğlu Süleyman(Kanuni), Kefe Sancakbeyi idi. Fransız tarihçi W.E.D. Allen, Kanuni Süleyman için ‘tipik Çerkes profili’ çizmiştir. Anneannesi Çerkes ve annesi yarı Çerkes olan Kanuni de Çerkes bir kızla (Mahidevran) evlenmişti. Venedik kaynağında Onun adı ‘uno dona circassa’ diye geçmektedir.
Kırım Hanı Mehmet Girey(1515-1523) zamanında orduda iki grup paralı Çerkes askeri bulunuyordu: Bronevski Çerkesleri ve Pyatigorsk Çerkesleri. Bunlardan Pyatigorsklu prensler ve özgür köylüler Hanın talebi üzerine savaşa katılmak zorundaydılar. Bu han zamanında Kırımda önemli bir Çerkes nüfusu bulunuyordu. Fakat Çerkeslerle Kırım hanlığı arasındaki ilişkiler, barışçı ve dostane değildi.
1518 yılında Kırım Hanı Mehmet Gireyin oğlu Bahadır Girey, her yıl olduğu gibi, Çerkesya topraklarına yaptığı cezalandırma seferinde yenilgiye uğramıştı. Tatarların üçte ikisi yaşamını yitirmiş, sadece üçte biri Kırıma dönebilmişti.
XVI. yüzyılda, Osmanlı Devletine bağlı olan Kırım Hanlığı o dönemde güçlüydü. Kırım Hanı Sahib Giray 1539 ve 1546 yılları arasında gerçekleştirdiği seferlerle Kabardey, Jane ve diğerleri üzerinde kesin bir hakimiyyet kurdu.
Sahib Girayın 1539 Jane Çerkesleri üzerine gerçekleştirdiği seferde affedilmek ricasıyle huzuruna gelen Jane Beyi Kansavuka ne kadar askere sahip olduğunu sordu. Kansavuk, 15.000 askeri olduğunu söyleyince, han hiddetli bir şekilde şu cevabı verdi:
Çünkü bu kadar askerin var, sa’detlü hünkar sana ulufe edüb, altın başlu sancak verdi. Muntazammın oldun ki Taman Adasına düşman gemliye, veziyan etmiye. Bir kişinün bir koyunu giderse yerine bir öküz vereyim deyu ‘ahd etmişdin. Pes sen bir günlük yolda durasın, bir iki Çerkes hırsızı gelüb adayı urub, müselmanlara zulm ede, sen ana mukayyed olmayasun. Ya san nenin gibi hünkarın togrususın? Evvel senün hakkından geliyim, sonra anı bulam” dedi.
Kırım hanının ifadelerinden, Osmanlı Devletinin Jane Çerkeslerinin beyi Kansavuk ile anlaştığı, ona altın başlı sancak verdiği, bunun karşısında Çerkesyadan gelecek saldırılara karşı Tamanın korunmasını talep ettiği, Jane beyinin Osmanlı Sultanına sağlam ahitte bulunduğu anlaşılıyor. Kırım hanının Kansavuka çok sert davranması ve kamçılatmasının bir sebebi de gerekli güce sahip olduğu halde ahdine sadık kalmamasıdır.
Kansavukun 10.000 kırbaç cezasına dayanamayacağını düşünen yakınları, Kefe Sancak beyine 20, Kırım hanına 100 esir vermeleri karşılığında affedilmesini talep ettiler. Antlaşmanın yerine getirilmemesi üzerine, 1542 yılında Kefe beyinin talebi üzerine, Çerkesler üzerine ikinci sefere çıkan Sahib Giray Han, Kuban nehrini geçtikten sonra Hıtıbıt dağında konakladı. Kansavukun elçileri bu kez kendisine 500, Osmanlı Padişahına 1000 esir vermek süretiyle barış teklifinde bulundular. Bu teklifi kabul etmeyen Kırım hanı, elçilerin zincire vurularak kamçılanmasını, ikisinin burnunun ve kulağının kesilmesini emretti. Jane Çerkeslerinin büyük çapta kıyıma uğradı ve kalanlar esir edildi.
1545 yılında üçüncü seferini Kabardeyler üzerine yapan Kırım hanının yanında Bjeduğ Çerkesleri yer alıyordu. Seferin nedeni Kabardey Çerkeslerinin Azakı tehdit etmeleri idi. Ayrıca Prens Elbozdu yönetime karşı ayaklanmıştı. Yenilince Kırım Hanı Sahib Gireye müracaat ederek yardım istedi. Kırım Tatarları yaklaşık 60-70 bin dolayındaki orduyla Kabardey ülkesine yürüdü. Sefer için, Çerkeslerin toplu halde hasad kaldırdıkları orak zamanı seçilmişti. Bu seferden 10.000 civarında esirle geri dönülmüştür.
Sahib Gireyin Çerkesya üzerine yaptığı askeri seferin sonuncusu 1551de düzenlendi. Bunun nedeni Hatukuay prensleri Aleguko ve Antanuko’un Azaktaki Osmanlı tebaalarına saldırmış olmasıydı. Hatukuaylar Bjeduğ dağlarında savunmaya girmişlerdi. Çatışmada Prens Antanuko yaşamını yitirmişti. Osmanlının desteği ile Kırımlılar Jane, Hatukuay, Bjeduğ, Besleney ve Kabardey topraklarında büyük yıkım ve tahribat yaptılar.
Kırım Hanı Sahib Giray Han tarafından Çerkesler üzerine düzenlenen seferlerin nedeni cezalandırmanın ötesinde, Kırım hanlığının en önemli geçim kaynaklarından birisinin esir ticareti olduğu ve esir kaynaklarından en önemlisinin Çerkeslerin teşkil etmesidir.
Kırım Hanlığı, XVI. yüzyılda gücünün doruğuna ulaşmış, bazı Çerkes boylarını Kırıma bağladıkları gibi, Çerkesleri her yıl belli sayıda insan verilmesi ve maddi olarak ağır vergiler ödemek zorunda bıraktılar. Ayrıca, Kırım Hanlarının çocuklarını Çerkesya’da yetiştirmişlerdir. Bu gelenek özellikle XVII. yüzyılda popülerdi.
Rusya ile Çerkesler arasındaki ilişki ancak III. İvan(1462-1505) zamanında yeniden kurulmuştur. Bunun zamanında Çerkesyanın Moskovanın sarayında bir diplomasi temsilcisi vardı. Bu kişi Anfoka Adasey adında Kabardey nasılzadelerinden (Anork) biridir. Oğlu Aliksey Adasey, IV. İvan zamanında en usta Rus diplomatlarından biri olmuştu.
Altınordu Devleti sönerken, güneyde teşekkül etmiş olan Osmanlı Devleti 1453’de İstanbulu zaptetmekle büyük bir kudret göstermiş, kuvvetli bir vaziyet kazanmış ve bu hadise dünyayı sarsmıştır. Şüphesiz bu hadiseden Rusya da müzdarip olmuştur.
IV. İvan 1547de Rus tarihinde ilk defa Çar” ünvanı ile taç giyerek tahta geçti. Devri, Korkunç” adıyla anılmıştır. Emperyalist yayılma dönemine giren Rusya 1552de Kazan Hanlığına son verdi. 1556da Çerkeslerle birlikte Kırıma karşı harekat başlattı.
Bu yüzyılda Terek(Terç) nehrinin sol kıyısında Kuma nehrine kadar Büyük Kabardey”, sağ kıyısında, Terek nehrinden Sunja nehrine kadar Jılaksteney” (Küçük Kabardey) adlı siyasal üniteler doğdu. Bu bölgelerin güneyindeki dağlık alanlarda Karaçay-Balkar” ve Oset” halkları barınıyorlardı.
Bu suretle, XVI. yüzyılın ortalarından itibaren Çerkesya bölgesi, kuzeyde Ruslarla, kuzeybatıda Kırım Hanlığı ile temasa geçmiş oldu. Bu durum, Çerkesya dolayısıyla tüm Kafkasyanın mukadderatı için en mühim ve hayati bir dönüm noktası teşkil ediyordu. Yılın ikinci yarısından itibaren Terek nehrinin sol yakasında Rus öncü kuvvetleri olan Don Kazakları tarafından kaleler kurulmasına başlandı.
Bu yüzyılın ikinci yarısında Terek nehrinin kuzeyindeki ova ve dağ etekleri saldırgan ve göçebe Kırım Tatarlarının, Azak ve Psıj nehri arası da göçebe Noğayların işgalindeydi. Bu nedenle Çerkesler, dağlardan pek uzaklaşmazlar ve tehlike anında dağlardaki müstahkem kalelerine sığınırlardı.
1552de Kazan Türk Hanlığı düşerken, Besleney Kabilesinden Hıristiyan Egemen Çerkes Prensleri Prens Maşuk Kanuko başkanlığındaki, Prens Ivan Ezbuzluk ve Prens Tanaşuktan oluşan heyet, Kasım 1552de ziyaret ettikleri korkunç Ivandan kendileri için arabuluculuk yapmasını, kendilerini ve topraklarını serfolarak almasını ve kendilerini Kırım Hanlığından azad etmesini rica ettiler. Delegasyon Ağustos 1553de gereği araştırmak” üzere emirler veren Moskova büyük elçisi Andrei Schepotev ile beraber geri dönmüştür.
Bir yıl sonra, Besleney Prensleri, elçi ile birlikte Jane Prensi Sibok, kardeşi Atsimgug, Siboktan oğlu Kundady ve Prens Dudaruk Elbuzluk ve diğer Jane Prenslerini de Moskovaya göndermiştir. Görevler Osmanlı kenti Azak ve Kırıma karşı” destek aramaktı. Fakat Çar Osmanlıya karşı destek vermeyi reddetti. Kırımlı birine sorulacak olursa, Çar kendilerine karşı bir ittifaka gönüllü olarak giriyordu.
1551 yılında Kırım Hanlığına getirilen Devlet Girey Han, 1553 yılında Çerkesyaya sefer düzenledi. Bol ganimet ve esirle geri döndü. Çerkesler 1556da Kırıma arkadan saldırdılar. Devlet Giray Han’ın savaşa girmesi üzerine, Ruslar Kırıma yöneldi ve Hanı geri çekilmeye zorladı. Rus saldırılarından destek ve cesaret alan Bjeduğ ve Jane Çerkesleri ittifak halinde 1556’da Tamandaki Kırım kuvvetlerine saldırıp, Taman Yarımadasındaki Temrük ve Taman Osmanlı kalelerini yıktılar.
1556 yılında İdilin aşağı kısmındaki Hacı Tarhan(Astrahan; Ejderhan) Rusların eline geçti. Aynı yılda Besleney ve Jane Prenslerinin Moskovadaki başarısını gören Kabardey Prensleri de onlara uymaya karar verdi. Birkaç Çerkes Beyi (Prens Tazdruy ve Prens Sibok) ile birlikte Moskovaya gittiler. Pyatigorsk Çerkesleri(Bjeduğ ve Jane Çerkesleri) 1556 yılındafethettikleri Temrük ve Taman kalelerini ellerinde tutamadılar ve 1557 yılında geri çekildiler.
1557 yılında Çara hizmet etmeye Prens Maşuk ve Prens Sibok Moskovaya gittiler. Her ikisi de vaftiz edilip, adları İvan ve Vasili olarak değiştirildi.
Temmuz 1557de başkanlığını Prens Kangliç(Kliç) Kanukonun yaptığı bir Kabardey heyeti Moskovaya bir ziyaret gerçekleştirdi. Samir Hotkoya göre, Moskovaya gelen Kabardey sefiri Temrük ve Tazryut Prensleri adına geldiğini ve Jane ve Besleney prensleri ile aynı şartlarda tebaa olarak kabul edilmelerini Çar’dan talep ettiler. Ruslar bu fırsatı değerlendirdiler ve 1557de Kırım Hanlığına karşı Kabardey-Rusya ittifakı kuruldu.
Ekim 1558 ayında Temrükün iki oğlu Bulgeruk ve Sultanuk , Dağıstan Şamkhalına karşı askeri destek için Moskovaya geldiler. Sultanuk vaftiz olup Mihail adını alıp, Çar sarayında kaldı.
Bir yıl sonra, Eylül 1559 Don taraflarından Moskovaya gelen Prens Dmitri Vişnevitski ve Batı Çerkesya prenslerinden bir grubun temsilcisi Prens İçeruk Çardan, Çerkeslerin hepsini sayıp sahip çıkması, Çerkesyaya voyvoda komutasında asker göndermesini ve hepsinin vaftiz edilmesi. talebinde bulundular.
Şubat 1560 tarihinde talepleri üzerine Çar, Prens Dmitri Vişnevitskiyi yanında Maşuk ve Sibok kardeşleri, ayrıca heyetle birlikte Hristiyan papazlarını Çerkesyaya gönderdi.
1561de Kokunç İvanın Pyatigorsk Çerkeslerinden Kabardey Prensi Temrük Kemirkogo (Temrük) İdaroviç Aydarov’un küçük kızı Prenses Goşeney(Kuçeney)(Maria) ile evlenmesi Rusya-Kabardey ilişkilerini pekiştirmiş oldu. Ruslarla iyi ilişkiler sayesinde ve güçlü tarım ve hayvancılık faaliyetleri ile bölgenin en önemli politik gücü haline geldiler. Diğer halklar üzerindeki etkisini ve konumunu güçlendirdi. 1560-1561 yıllarında Ruslarla müttefik olarak Kırıma birkaç saldırı düzenlediler.
Öte yandan Korkunç İvan ile Kabardey Prensi Temrükün akrabalığı Kabardeyin birer bölgesini yöneten Prens Pşeapşoko Kaytuk ile diğer prenslerden Tausulatanlar ve Glakhistaneyleri çok rahatsız etmişti. Bunun üzerine Çar Temrükü korumak amacıyla Kabardey bölgesine Grigori Pleşeyev komutasında İstreletsler(avcı birlikleri) ve Kazaklardan oluşan 1.000 kişilik bir birlik sevketti.
1562 yılında Çar IV. İvan, Polonya savaşı nedeniyle, Kırımla ilgili politikasını gözden geçirdi ve dolayısıyla Çerkesyaya olan yaklaşımını değiştirdi. Rusya barış için Kırımla diplomatik ilişki kurdu. Bu koşullarda Çerkesya ile Rusya arasındaki ilişkiler de kesilmiş oldu.
1562 yılında Çerkes prensleri Rus Devletiyle ilişkileri keserken, Osmanlı Devleti Kefede Beylerbeyliğini kurdu. Kefe Beylerbeyi Kasım Paşa Jane Çerkeslerindendi. Don ve Volga nehirlerinin bir kanalla bağlanması ile ilgili projeyi ilk defa, 1563 yılında Kanuni Sultan Süleymana sunmuştu.
1565 yılında Temrükün yardım talebi üzerine Çar Kaytuklara karşı koymak için, Volga nehri yoluyla gönderilen askeri birlikleri Prens Pşeapşoko Kaytukun yönetimindeki köyleri yakılıp yıktılar. Bu harekat sırasında Çerkeslerden çok sayıda insan öldürüldü, ötekilerini yaraladılar.
1566 yılında Temrükün talebi üzerine Terek nehrinin sağ kolu olan Sunja nehri ağzında bir kale inşa edildi. Rusların daimi olarak Kabardey topraklarında mevzi kazanması Prens Temrükün ülkedeki durumunu çok güçlendirdi. Ancak bu durum Kırım ile olan ilişkileri gerginleştirdi.
1567 yılında Kırım Tatarları Kabardey ülkesine birkaç kez acımasızca taarruzda bulundular.
1567de Rusya Çerkeslerle karşılıklı yardım esasına dayanan bir dostluk-işbirliği antlaşması akd edilmişti . Kabardey Prensi Kırım tecavüzlerinden kendisini korumak için Ruslara yanaşmak zorunda kalmıştı. Aslında Rusyaya katılmadı, sadece politik saldırmazlık antlaşması imzaladılar.
Nitekim antlaşma gereğince; Çar, diğer Çerkes beylerinden Prens Siboka ve Kanukoya karşı durabilmesi için Kabardey Prensi Temruk(Kemirkogo) ün emrine 1568de bin silahlı Streltsy(okçu) asker yollamıştı. Ancak Çerkes Prensleri Kmirkogonun üstünlüğünü onaylamayı reddettiler. Çerkes Prenslerinin husumeti savaşa yol açtı. Zafer Kemirkogonun oldu. Çar aynı zamanda Kabardey sarayı nezdindeki diplomasi temsilcilerine, …Çerkeslerin birleştikleri takdirde Moskova aleyhine dönebilirler. Bu sebepten Kabardey Prensleri arasında ayrılık yaratılmak, aralarını bozmak lazımdır.” Talimatını vermiştir. Çarların Çerkesya Prensleri ile olan ilişkilerinde bu ihanet bir kural halini almıştır.
Rusya Tarihi uzmanı Prof.Akdes Nimet Kurata göre; 1567de, güya Temruk Beyin ricası üzerine, Tereke akan Sunja çayı üzerinde Tarku’da Ruslar bir kale yapmışlar ve buraya Rus Kazakları ile birlikte bir miktar asker yerleştirmişlerdi. Rusların bu kale vasıtasıyla yalnız Kabardey Çerkeslerini değil, Şamhalı ve batıdaki diğer toplulukları da tabiiyetleri altına koyacakları gibi, Karadeniz sahilinden Derbente(Demirkapıya) giden yolu da kontrol edebileceklerdi.
1570 yılında Aldi Girey tarafından Kabardeye yapılan saldırıda yaralanan Prens Temrük hayatını kaybetti. Oğlu Bulgeruk de esir düşmüştü.
Moskovada kalan ve vaftiz olup Mihail adını alan prens Sultanuk, 1571 yılında Kırım Hanı Devlet Gireyin zaferle sonuçlanan Moskova seferi sırasında Kırım kuvvetlerine gizlice destek verdiği, Moskovanın yıkılıp yıkıldığı, hiyanet edenler arasında Temrükün oğlu Sultanuk da idam edilmişti.
1571 yılından sonra Kabardey ile Rusya arasındaki ilişkiler kesilmişt. Aynı yıl içinde Devlet Girey Han ve Osmanlıların baskısı sonucu Sunja nehri ağzındaki kale kaldırıldı.
1577de Kırım buyruğundaki Noğay Mirzası(Beyi) Urakov Kazi, Kabardey bölgesine saldırdı, fakat yapılan savaşta öldürüldü.
1578-1591 Osmanlı-İran savaşında, Çerkesler sadece asker vermekle kalmamış, Osmanlı ordusuna önemli altyapı, yiyecek, malzeme ve nakliye desteği sağlamışlardı. Bu ordunun başında Çerkes Özdemiroğlu Osman Paşa bulunuyordu.
Rusya-Kabardey ilişkileri, 1570 yılında vefat eden Temrükün kardeşi Prens Kambulat ve diğer Kabardey prenslerinden oluşan bir heyetin Ocak 1578de Moskovaya varışının sonucu olarak Çar Teodor İvanoviç ile birlikte gelişti. Heyet Çara Kırımlılara, Türklere ve Şevkallara iltihak etmiyecekleri” teminatını verdi. Çar da Kambulata, mühürlü bağış tezkeresi verdi. Buna göre Prens Kambulata bütün Çerkesya üzerinde Büyük Prens hakkı verilmiş olup, bu hak prensin sahibi olduğu mülkler için geçerliydi. Bu yetki Kabardey genelinde destek görmüyordu. Bu sülale Rusyanın askeri kuvvetleri ile zorla ülkeye hakim olmak istiyordu.
Öte yandan, Gürcü heyeti Moskovayı ziyaret ederek Osmanlılara karşı Rusyadan yardım istedi. Çar görevlendirdiği bir memurla,”Kralın Çara sadakat yemini etmesine, Moskova tabiyetinin bir nişanesi olmak üzere her yıl Moskova Sarayına elli parça acem kumaşı, altın ve gümüşle işlenmiş on halı gönderilmesine” karar verilmiş. J.F.Beddley eserinde şu hususu belirtir; Çar Teodor İvanoviç, 1593 yılında sanki geleceği görürcesine, kendisine, İberya toprağının, Gürcü krallarının, Kabardeylerin, (diğer) Çerkeslerin ve dağlı Prensliklerin efendisi” ünvanını vermiştir.
XVI. yüzyılın sonu ile XVII. Yüzyılın birinci yarısında İdar oğulları içinde Jelegot ve Kambulatın çocukları zamanında Rusya ile olan ilişkiler, Prens Temrük zamanındaki gibiydi. Kabardey ülkesinin bir kısmında Pşeapşoko Katuko sülalesinden olan prens ve beyler, Kambulat ailesinden olanların Moskovadan aldıkları ünvanları tanımıyorlardı.
Çar, heyet aracılığıyla Çerkes halkına özel bir mesaj yolladı ve onlara topraklarını himayesine aldığı” teminatını verdi. Ayrıca heyetin talebi üzerine Terek ağzında bir yerleşim birimi inşa edildi. Yeni kente Terka(Tarku) adı verildi. Bu takas merkezindeki Rus ticaretinin himayesi bahanesiyle Tarku mevkiini askerlerle takviyeye başladı. Tehlikenin önlenebilmesi amacıyla, tehdit altındaki Dağıstan ve Kabardey kuvvetleri, Rusların ilk taarruz üssü olan Tarkuya bir baskın taarruzu düzenleyerek Rus kuvvetlerinin tamamı imha edildi(1595).
Çerkesler ve Moskova arasındaki ilişkiler Çar Boris Godunov(1598-1605) zamanında devam etti. Fakat 1601de Terek komutanları Çara,”Kabardey Prensi Solokh ve tüm Kabardey Çerkesleri Hükümdar Theeye hizmet etmeyeceklerini veya kabul etmeyeceklerini” yazdılar. Ancak bu 1603 yılında Moskovaya bir heyet göndermelerini engellemedi, çünkü o sıralar Çerkesya içindeki durum son derece gergindi. Feodal prenslerin, özellikle de prensler Solokh ve Aytek ile Prens Alkh arasındaki husumet yine çirkin bir hal almıştı.
Kırım Hanları Çerkesya’daki Rus etkisini etkisiz kılmak için sıraları geldikçe Moskova’daki sıkıntı dönem”den yararlanmışlardır. Kırım Hanı Gazi Giray 1603 yılında, Çerkesleri Osmanlı Devletinin yörüngesine sokmak istedi, fakat başarılı olamadı. Bu dönemden sonra Moskovanın Çerkesya ilgisi azaldı. Büyük Petere kadar iki ülke arasında tek bir huzursuzluk baş göstermedi.
Eğer Noğaylar ve Kırımlılar, Kalmuklar ve Kazaklar ile uyuşmazlıkları saymazsak, Çerkesya nispeten sakin geçmiştir.
1604 yılında Kuban(Pşız) yöresi Çerkeslerine saldıran Rus ordusu Şetkale(şimdiki adıyla”Stravropol”)de durduruldu.
Ruslar, 1613 yılında Terek üstündeki kalelerini takviye ederek Kafkasya işlerinde önemli bir siyasal merkez haline getirdiler.
1614 yılında Kırım kuvvetleri başlarında Yaman Girey olmak üzere Temirgoya yaptıkları ani acımasız baskınlarla yedi köyü yakıp yıktılar.
1615 yılında Çar Mikhail Federoviç, Pşı Seceleyi Büyük Kabardey Bölgesi Prensi” olarak tanıdı.
1622 yılında Mehmet Girey, 5.000 askerle Çerkesyaya girdi. Bazı müstahkem yerleri aldı. Fakat ülke içine girince bozguna uğradı. Büyük kayıplar vererek Kırıma geri dönmek zorunda kaldı.
1628 yılında Kabardey bölgesinde gümüş ve bakır madenleri bulundu; Rusya’dan teknik heyetler getirilmesine rağmen umulan fayda sağlanamadı. Ama Rusya ile ticari ilişkiler gelişmeye başladı.
1629 yılında Çerkesyanın gayet sakin ve özgür olduğunu gezi notlarında değinen İtalyan misyoner Giovanni Luca bu ülkede serbestçe misyonerlik yaptığını, Katolik dinini yaydığını ve çoçukları vaftiz ettiğini belirtmektedir.
1641 yılında Büyük Kbardey ülkesini birlikte yöneten Pşeapşoko Aleguko Şogenuk(ov) ve Khatakşoko Kzı(yev) ayaklanan Kelmamet Kudenet oğlunun birliklerini tam bozguna uğrattılar.
1644 yılında Kalmuklar ve Kazakların birleşmiş kuvvetleri Kabardey bölgesini yağmaladılar. 1645 yılında kimi Kabardey Pşıları, Noğay ve Avar Beyleriyle birlikte yeni Rus Çarı Alexey Mihailoviç(1645-1676)e bağlılık yemininde bulundular. Bunun sonrasında Rusyanın Kırım seferlerine söz konusu pşıların yönetimindeki Kabardeyler de katıldılar.
Rusyanın Çerkesya bölgesine karşı yürüttüğü saldırı siyaseti,, Çar Petro Aleksieviç döneminde(1682-1725) tekrar gündeme gelerek kuvvet kazanmıştır. 1689 yılında Çarlık tahtına oturan Petronun gayesi Rusyayı kuzeyde Baltık Denizine güneyde de Karadenize çıkartmak suretiyle İmparatorluk haline gelmekti.Yukarıda da değinildiği üzere, bu işin tahakkuku için Doğu İlimleri Akademisi”ni kurdu. Fakat O, ekteki vasiyetnamesinde değindiği hususları gerçekleştirmeye vakit bulamadan 1724 yılında öldü.
Çar I. Petro, 1695 yılında üçyüzbin kişilik kuvvetle Azak kalesinin muhasarasında uğradığı hezimetten ders aldı. 1696 yılında Don nehri üzerinden donanmayla yeniden yüzbin kişilik bir ordu ile muhasara ettiği Azak kalesini aldı. Bu suretle Ruslar, Çerkesya bölgesini kuzeyden kavramış oluyorlardı. Rusya ile Çerkesya arasındaki sınır 1696 yılında Azakın biraz güneyindeki Kuban yönünde atla on saatte katedilebilecek bir mesafedeki hat boyunca sınırlandırılmıştı.
XVII. yüzyılın ikinci yarısında Kabardey prenslikleriyle Moskova arasındaki ilişkiler esasen ortadan kalkmıştı ve Kabardey ülkesinde olup bitenleri Moskova, sadece Kırımdaki sefirlerinin raporlarından öğreniyordu.
Bu arada Osmanlılar mukaddes ittifak” dolayısıyla, Zerta mağlubiyetinden sonra, 1699 yılında imzalamak mecburiyetinde kaldığı Karlofça Antlaşması”ından sonra, Rusya ile 1700 yılında otuz yıllık bir barış imzalandı.
XVI.-XVII. Yüzyıllarda Moskovaya giden Çerkes elçileri, Çerkesya-Rusya askeri ve siyasi ittifakının kurulmasını sağladı. Bu husus Çerkes ve Rus tarihi için önemli siyasi olaylardır. Çünkü Batı Çerkesya prenslikleri ile Kabardey Çerkesleri ile ilişki kurulması, Moskovaya, Kırım ve Türkiye karşısında önemli jeopolitik üstünlükler sağlamıştır.

XVIII. yüzyılda Çerkesya’daki sosyo- ekonomik gelişmeler:
XVIII. yüzyılda Çerkes feodallerinden; Kabardey, Besleney, Hatikuay, Bjeduğ, Mamhığ, Yecerkoy ve Mehoş boyları Rusyaya; Çerkesyanın dağlık ve güney bölgelerindeki sınıfsız Çerkes boyları, örneğin Şapsığ, Hakuç, Abadzah ve Natuhay lar ise bağımsızdılar.
Bu yüzyılda feodaller arasındaki mücadeleler dışında, bir de, bu ezilen halk sınıflarının sınıf savaşları eksik olmazdı. Örneğin, 1767 de Kabardey bölgesinde 10.000 kadar Fekolv, Pşılvı ve Vuneut egemenlerine başkaldırmış ve özgür yaşayabilmek için Terek ve Balk nehirleri kavşak alanlarında yerleşmişti. Çerkes toplumunda görülen bu mevzii sınıfsal bölünme, çok sayıda sınıfsal ayaklanmanın kaynağı idi.
Adığe insanlık anlayışı bilincine erişmiş önderler, demokratik birleşmeler için mücadele ediyorlardı. Çerkesyadaki her türlü demokratik devrim hareketlerinin kaynağı ve ocağı Abadzah kabilesi idi ve bu hareket Kabardey bölgesine de sıçramıştı. Kabardey Pşıleri kardeş kanı dökülmesine ve iç savaşa son vermek için 1753 yılında aralarında antlaşma yaptılar. 1760 yılında ise, Germencik köyü çiftçileri Pşı Dolet Ceri’ye karşı ayaklandılar.
1762 yılında Küçük Kabardey bölgesi Prensi Kuncoko Konocoko Petersburgda törenle Hrıstiyan dinine girdi. 1762-1769 yıllarında, Rusyada rehin olarak bulunan Çerkes Prensleri Rustlaştırılıyor. Rusya bölgedeki Çerkeslere ve Kumuklara, vergi ödemeksizin topraklarını işletme ve toprak sahibi olmalarına müsaade etti.
XVIII. yüzyıl sınıf savaşlarının en ünlülerinden biri, 1767 yılında 10.000 kadar Kabardey köylüsünün, Çerkes Spartakus’u sayılabilecek Mamsırıko Damaleyin yönetimindeki ayaklanma idi. Pşılar ve imamların işbirliği ile isyancılar safında bölünme yaratarak, Damaleyi yakaladılar ve öldürdüler. Böylece Fekolv, Pşılvı ve Vuneut’ların özgürlük savaşı kanla bastırıldı.
Daha sonraları da Damaley ayaklanması kadar büyük olmasa da Bjeduğ ve Kabardey çiftçi ve köylüleri zaman zaman isyan ettiler Bu isyanları bastırmak için bazı Pşılar Rusyadan yardım aldılar. Köylülerini de Kuma nehri kıyılarına yerleştirdiler.
1781 yılında Kabardey bölgesindeki Oset(Asetin) Digor köylüleri yönetime karşı ayaklandılar.
XVIII. yüzyılın ikinci yarısında, Kuban nehri ovalarında yaşayan Çerkeslerin hür çiftçi ve köleleri, yeni yeni güçlenmeye başlayan Pşı ve Vorklere karşı(Prens ve Soylular) yürüttükleri mücadeleler sonucu, 1790-1810 yılları arasında feodal sınıfı tasfiye ettiler. Pşılar ve Vorklar Kırım ve Rusyaya sığındılar.
XVIII. yüzyılın sonunda(1783) Rusyanın Kırımı işgal etmesinden sonra da Kafkasya yoluyla köle ticareti, kıyıdaki Osmanlı kaleleri, köle tüccarları ve bazı yerel beylerin de işbirliğiyle sürdü.
1790 yılında Abadzah bölgesinde Pşılar ve Vorklar yetkilerini aştıkları için ayaklanmalar bir iç savaş görünümündedir. Gerçekte ise bu ayaklanmaları sosyal devrim niteliğinde ciddi bir toplum hareketi ve feodal düzenin çözülmeye başladığının ilk somut işareti saymak mümkündür. Böylece ilk halk ihtilalini yapan halk olarak tarihe geçmişlerdir.
1791 yılında, Abadzah özgür çiftçileri ve köleleri Pşı ve Vorklere karşı yeniden ayaklandılar. Bu ayaklanmada kimse Pşı ve Vorklere yardım etmez, ele geçirilen prensler öldürülür. Kaçabilenler diğer Çerkes boylarına ve Ruslara sığınırlar.
Vorklerin elindeki bütün ayrıcalıklara son verilir. Bundan böyle Vorkler; Abadzah bölgesinde yağmacılık yapamayacaklar, başka yerlerden yağmaladıkları malları Abadzah topraklarından geçiremeyecekler. Bu topraklara sokmayacaklar, onlar da halkın diğer kesimi gibi çalışacaklar. Bu kurallara uymayan Vorkler ya Abadzah topraklarını terk edecekler, ya da Pşılar gibi kılıçtan geçirileceklerdi.” Vorkler bütün bu şartları kabul ederler.
Rus araştırmacı Ladyzenski bu olayı şöyle aktarmaktadır: Abadzah ihtilali Fransız ihtilali ile aynı zamana rastlamaktadır. Birçok Fransız soylusu Rusyaya sığınırken, Çerkes soylularının bir bölümü de aynı yolu seçmiş ve Rusyaya sığınmışlardır.”
Heidelberg Üniversitesi, Güney Asya Enstitüsü Politika Kürsüsü Profesörü E. M. Sarkisyan da bu olayı şöyle anlatmaktadır: Fransız ihtilali, eğitim görmüş, entelektüellerce hazırlanarak yürütülmüştür. Üniversiteleri, kitapları, gazeteleri olmayan bu halk(Çerkesler) acaba bu düşünceye nasıl gelmiş ve bu ihtilali gerçekleştirilebilmiştir.
1793 yılında Ruslar kendi Mahkeme usulleri ve Ceza kanunlarını Kabardey bölgesine getirilmiştir. Bu değişiklikleri kabul etmeyen Kabardeylerin bir bölümü 1794 yılında ayaklandı.
1796 yılında, Abadzahler ihtilal düşüncesini Şapsığ ve Bjeduğ Çerkeslerine taşırlar. Şapsığ ve Bjeduğ Soyluları bu konuda Rusyadan yardım isterler. Bu yardıma rağmen yenilen Soylular bölgeden ayrılırlar, böylece devrim bu bölgelerde de gerçekleşir.
XVIII. yüzyıl sonu itibariyle üst sınıfın imtiyazları azalmıştı. Fakat sosyal çatışmalar hala sürüyordu. Üst sınıf ve halk kitleleri anlaşmaya varmak istiyordu. Her iki taraf düzenlenecek kongreye çağrıldı. Soylular kongrede denge oluşturmak için, halk arasında bir çatlak yaratmaya çalışıyorlardı. Soylular kendi içlerinde birlik değildiler, liderleri yoktu. Fakat karşı tarafın telepleri artıyordu. Soylular çaresiz içinde silahlı direnmeye başvurmaya karar verdiler. İçlerinde hareketliliğin başlamış olduğu Şapsığlar ve Natuhaylar yardım istemek amacıyla Bjeduğlara gittiler.
1796 yılında Bezeyiko nehrinde kanlı bir savaş oldu. Soyluların başarısıyla sonuçlanan kavganın sonucunu Bjeduğlar belirlediler. Fakat bu başarı soyluların kaderini değiştirmedi: eski konumlarını yitirmişlerdi. Çerkes halkı tam eşitlik istedi. Bu devrim soyluların bir kısmını Çerkesyanın başka bölgelerine veya Osmanlı İmparatorluğuna göçmesi ile sonuçlandı. Çoğunluk, akıl, cesaret ve belagata tanınan imtiyazlar dışında hiçbir imtiyaza sahip olmaksızın Çerkesyada kaldı. Siyasi ve askeri sorunlar periyodik olarak toplanan Halk Kongresinde ele alındı.
Tarihçi F.A. Şçerbina, XVIII. yüzyılda Çerkeslerin kesinlikle bir tarım toplumu olarak adlandırılamayacağını, en temel olan ihtiyaç maddelerini bulmakta dahi güçlük çektiklerinden söz eder. N.F. Dubrovin’e göre, tarım konusunda Çerkesler çok ilkel durumdaydı ve en büyük zenginlikleri, sahip oldukları at ve koyun sürüleriydi.
M.N. Pokrovskiy, ovalarda ve dağlarda yaşayan Çerkeslerin ekonomik faaliyetlerini net bir şekilde birbirinden ayırmış ve XVIII. yüzyıl sonu itibariyle Çerkes ekonomisinde bir takım olumlu gelişmelerin yaşanmaya başladığını ve tarım alanında ilk başarılı sonuçların alındığını ifade ediyor: Çerkes köyleri olan aulların yakınlarında bulunan meyve bahçelerindeki tarımsal kültürün yoğunluğu hakkında ciddiipuçları vermektedir.” Dağlarda yaşayan halka gelince… M.N. Pokrovskiy, bu insanların genel olarak hayvancılık ile iştigal halinde olduğunu söylüyor: Dağlık bölgeleri yurt edinmiş olan her millet gibi, bu halkın(Çerkeslerin) da en büyük zenginlik kaynağı hayvancılıktı.”
M.A. Meretukov’un verdiği bilgiye göre, Şapsığlar arasında 40, 50, 60 ve hatta bazen 100’den fazla üyesi olan büyük ailelere rastlamak mümkündü. Bu tip sosyal yapılanmalarda akrabalık 4. Kuşağa kadar uzanmaktaydı. Bu tip büyük ailelerin meydana gelmesi ve bu aileler içerisindeki istikrarlı akrabalık düzeni ise devamlı olarak kolektif bir işbirliğini gerektiren hayvancılık faaliyetinin bir sonucuydu.
Meretukovun yaptığı araştırmaya göre, 34 kişilik Tlif Safçağ ailesi 400 koyun, 60 keçi, 30 inek, 6 boğa; 24 kişilik Nepseu Mşeost ailesi ise 300 koyun, 50 keçi, 20 at, 5 boğa ve 4 inekten oluşan bir sürüye sahipti.

XVIII. yüzyılda Çerkesyadaki siyasal gelişmeler:
1696 yılında Ruslar Azak kalesini almışlardı. Azak, Don nehrinin Karadenize döküldüğü yerdedir. Karadenizin en kuzey doğusunu kapatması bakımından stratejik önemi büyüktür. Ruslar bu kaleyi almakla ilk defa olarak Karadenizin bir ucuna erişmiş oldular. Azak denizinin kuzeydoğu kıyılarında Taygan(Tagonrog) da bir deniz üssü kurmakla Karadenize inmek fikrini açıkça ortaya koymuş oldu.
Bu suretle, Kafkasya bölgesini kuzeyden kavramış oluyorlardı. Rusya ile Çerkesya arasındaki sınır 1696 yılında Azakın biraz güneyindeki Kuban yönünde atla on saatte katedilebilecek bir mesafedeki hat boyunca sınırlandırılmıştı.
Rusya İmparatorluğu daha XVIII. yüzyılda Kafkaslara ve daha güneye doğru alabildiğine yayılma ve genişleme çabası içindeydi. Kabardey bölgesi Rusyanın Kafkasyadaki ilerlemesi karşısında ilk engeldi. Bu yüzden Çerkesler arasında” Kurtuluş Savaşı” nı ilk Kabardeyler başlatmış oldu.
XVIII. yüzyılın başlarından başlamak üzere Rusların Çerkesya ve diğer bölgeler üzerine akınları daha düzenli ve daha sistemli olmaya başladı. Ekte sunulan vasiyetnamede açıkça belirtildiği üzere; sıcak denizlere, Hindistan’a kestirmeden ulaşmak isteyen Çarlık Rusyası Çerkesya ve tüm Kafkasyanın fethini temel politikalardan biri olarak benimsemişti.
Uzun yıllar İsveçle süren savaşların 1701yılında Niştat Barışı ile sonuçlanması I. Petronun çoktan beri tasarladığı Çerkesya ve dolayısıyla tüm Kafkasyayı istila etme planını gerçekleştirme yolunu açtı.
Dr.Baturay Özbekin ifadesine göre, Rus-İsveç savaşını fırsat bilen Kırım Hanı Kaplan Gireyin Osmanlı sultanının da onayını alarak 100 bin kişilik bir ordu ile Kabardeye saldırdı(1705). Ancak bu savaşta Kabardeyler Tatarları bozguna uğrattılar. Çerkesler Bachsan ormanlarına çekilirler. Bütün geçitleri taştan duvarlarla örerek savunmaya çekilirler. Tatarlar konakladıkları yerden çevreyi talan etmeye başlarlar. Sonunda yorulup Çerkeslere elçiler gönderirler. Onlara eski antlaşmayı kabul ettiklerini, antlaşmanın hala yürürlükte olduğunu bildirirler.
Antlaşmaya göre, Kabardeyler Tatarlara erkek ve kız çocuklarından oluşan köleler vermek zorundadırlar. Erkeklerin 10, kızların ise 20 gün içerisinde verilmesi zorunludur. Kabardeyler on gün sonra erkek çocuklardan oluşan ilk köle grubunu Tatarlara gönderirler. Onlarla birlikte çokça yiyecek ve içecek de gönderirler. Tatar ordusunun tamamı sarhoş olur. Yüksek bir tepede kurulan Tatar Hanı Kaplan Gireyin çadırına Çerkesler yukarılardan kayalar yuvarlarlar. Diğer Kabardey savaşçıları da gizlice Tatar çadırlarına sokulup sarhoş Tatar askerlerini ay ışığından da yararlanarak tek tek kılıçtan geçirirler. Çok az Tatar canını kurtarabildi.
Çar I. Petro, güneye ilerleme arifesinde, 1707 yılında Kabardeyde devlet reisi olan Pşı Kaytokua Arslanbeç ile ademi tecavüz esasına dayanan bir antlaşma imzalamak suretiyle Çerkesya ve dolayısıyla Kafkasya bölgesinden gelecek her hangi bir tecavüz ve mukavemeti önlemiş oluyordu.
Üç yıl sonra 1708 yılında, Tatar Hanı Çerkeslerden kendisine itaat etmelerini isteyerek yeniden Çerkesyaya saldırır. Tatar Hanı her yıl haraç verilmesini ister. Çerkesler bu isteği reddedince Tatar Hanı büyük bir ordu ile yeniden Çerkesyaya gelir.
Çerkesler barış istemek zorunda kalırlar ve 30 seçkin savaşçıyı Hana armağan olarak verirler. Han bu armağanlara çok sevinir. Bu Çerkes savaşçıları uygun bir gecede Tatar subaylarını bir bir öldürürler, ertesi gün Çerkesler ani bir baskınla Tatar ordusunu bozguna uğratırlar.
1708 yılında Çar I. Petroya isyan eden Kazak Atamanı Bulavinin Çerkeslere sığınır. Çar geri istediği Kazak Beyini Çerkesler geri vermezler
1711 de Voyvoda Apraxin , Azakın güneyinde Kuban yönünde oluşturulan sınırı ihlal etmiş ve Kuban Çerkeslerine karşı mücadeleye girişmişti.
Rusların, 1699da imzalanan Karlofça Antlaşmasını ihlal ederek Osmanlı topraklarına tecavüz etmeleri üzerine Rusyaya harp ilan edildi. 1711de I. Petronun Prut’ta mağlup edilmesi üzerine imzalanan Prut Antlaşmasına göre;
1-Azak kalesi bütün top ve muhimmatı ile Osmanlı Devletine teslim edilecektir.
2-Rusların Dinyeper nehri ile Tagonrogdaki tüm kaleleri yıkacaktır.
3-Kırım Hanına ve Sultanın himayesindeki Zaporoj Kazaklarına müdahale edilmeyecektir.
Osmanlı denetimindeki Kırım, Çerkesyaya üç kez (1707, 1720, 1729) saldırdı. Fakat o sıralar Büyük Kabardey bölgesinin baş yargıcı ve yöneticisi ünlü filozof Kazanoko Jebağı(1684-1750), ülkesinin çağdaşlaşması için Rusya ile dost kalınmasına önem veriyordu. Jebağı sayesinde, devrimci kalkınma girişimleri ile güçlenmiş olan ülke tüm bu saldırıları püskürttü.
1714 yılında Aleksandr Bekoviç, I. Petroya verdiği bilgide, Rusyaya eğimli bulunan Kabardeylerin, istenildiğinde Rus Çarlığına kolayca tabi kılınabilirler, demekteydi. 1716 yılında Osmanlı Devleti ile Avusturya ve Venedik koalisyonu arasında başlayan savaştan yararlanan I.Petro, Çerkesya topraklarındaki ekonomik incelemelerini hızlandırttı.
1720 yılında Terek nehrinin aşağı mezrasında Rus köy ve kasabaları kurdu.
1721de toplanan Sen Sinod Meclisi, 1712de Ekaterina ile evlenen I. Petroya, Büyük Rusya İmparatoru-Vatanın Babası ve Büyük” ünvanlarını verdi.
1722de Derbenti ele geçirdi. Çar birliklerinin başında şehre girdi. Derbenti ele geçirmekle bütün Dağıstan bölgesine hakim olduğunu zanneden I.Petro, çok memnun olmuştu. Çünkü güneye doğru yayılma politikasının yolu buradan geçiyordu. Fakat geri hatlarının Dağıstanlılar tarafından hırpalanması üzerine yaptığı savaşta zayiata uğraması üzerine, Derbenti bırakarak geldiği yoldan geriye Tereke çekildi. Oradan Astarhana yelken açarak Moskovaya döndü.
Aynı yıllarda Osmanlı Devleti ve Rusya Balkanlarda sürekli savaşıyorlardı. Ruslar bu durumda faydalanarak, Özü(Ocakov) kalesini aptedip Kırıma girdiler. Azak kalesi Ruslar tarafından alındı(1736). 1739 yılında Belgrad’da imzalanan barış gereğince;
1-Büyük Kabardey ve Küçük Kabardey(Jılaksteney) Rusya ve Osmanlı Devleti arasında serbest bölge olacak.
2-Azak kalesi yıkılacak, o bölge de serbest kalacak.
3-Ruslar Azak ve Karadenizde ticaret ve savaş gemileri bulundurmayacaklar.
4-Rus tüccarlar, yalnız Osmanlı gemileri ile ticaret yapabilecekler.
Prof.Akdes Nimet Kurata göre Belgrad barışı ile Rusya, Karadenize çıkmak için, ilk esaslı şartları ve imkanları bu suretle elde etmiş oldu.
Osmanlı Devleti ile Rusya arasında imzalanan bu antlaşmayla Büyük Kabardey ve Cılahsteney bölgelerinin bağımsızlığını açıkladılar. Ancak bu bağımsızlık özgür statü bir tarafa, arazi bütünlüğü bir hayaldi. Harita üzerinde kesin sınırlar bile belirlenmemişti.
Ne var ki Kabardey ülkesinin bağımsızlığı kağıt üstünde kaldı. Rusya, kuzeyden Çerkesyaya girmeye başladı. Kazak ve Rus köylüleri göçürülüp Çerkesyanın kuzeydeki verimli topraklarına yerleştirmeye başladı. Rusya ve Kabardey feodalleri arasındaki iyi ilişkiler sona erdi. Rusya pek başarılı olmasa da Kabardeyin içişlerine müdahale etmeye çalıştı ve ardından doğrudan baskı yöntemlerine başvurdu.
Rus tarihçi N. Grabovsky şöyle yazar: Rusya Çerkesya’daki ağırlığını güçlendirme hedefine kilitlendiğinde, farklı hareket edemezdi. Rusların, Kafkasyanın en güçlü ve zengin halkına sahip Kabardeyle ilgili politikası Belgrad Antlaşmasının imhası üzerine odaklanmalıydı”.
Rus hükümdarları, İmparator” ve İmparatoriçe” ünvanını, Çariçe Elizaveta(1741-1761) döneminde Osmanlı hükümdarı I. Mahmud ile yapılan 7 Eylül 1741 tarihli antlaşmadan sonra kullanmaya başladılar.
XVIII. yüzyılın ikinci yarısı Çerkesya tarihinde kırılma noktası ve gelecek trajedilerin habercisidir. Bizzat bu dönemde Rusya İmparatorluğunun engellenemeyen yayılmacılığı başlamış, Osmanlı Devletinin artık onun karşısında duramayacağı kesinleşmiş, bölgede jeopolotik dengeler alt üst olmuş ve Kafkasya Rusya gibi dev bir güç karşısında yalnız kalmıştır.
Kazanoko Jabağı zamanında(1684-1750), batıda Çegem, Malka, Bakhsan ve Çerek nehirlerinin Terek nehrine karıştığı bölge Büyük Kabardey”, Büyük Prens Kazıyın soyundan gelenlerin yönetimi altındaydı. Terek bölgesindeki yöre ise Küçük Kabardey”diye anılır. Burada yaşayanlar, Büyük Kabardey ulusunun” Jılaksteney” boyundandı.
Büyük Kabardeyde Kral soyundan gelen bütün prensler, iktidar hırsı ile yanıyordu. Birbirlerine karşı güven duymuyor; yönetimde söz sahibi olmak için sonu gelmeyen bir mücadele içinde yaşıyorlardı. Birbiri ile mücadele eden prensler kendilerine bağlı olan insanları da peşlerinden sürüklüyor, onları da kavgaya zorluyorlardı. Her kanlı çatışmanın sonunda gözyaşı dökenler Fekoller, Pşılı ve Vuneutlar oluyordu.
1761 yılı Haziran ayında Üst-Laba yöresinde Temirgoylar yanında Bjeduğlar, Besleneyler ve Makhoşlar kuvvetleri ile Kırım Harekat ordusu arasında ciddi meydan savaşı yapıldı ve Çerkesler kesin zafer kazandılar. Temirgoylar kapıkulu birliğinden üç komutan, beş bey ve birçok Kırım Tatar soyluları dahil olmak üzere çok sayıda esir alındı.
Han Kırım Girey 1763 yılında Temirgoylara karşı 30.000 kişilik bir ordu gönderecekti. Kasım 1763 de hala ordu gönderileceği söylentileri dolaşmaktaydı, ancak böyle bir sefer gerçekleşmedi.
Kazanoko Jebağının ölümünden(1750) sonra feodaller yeniden kendi aralarında mücadeleye başladılar. Bu feodaller arası mücadeleden güçsüz düşen Pşı Kanşoko Kurğoko, taraftarlarıyla(49 aile ile) birlikte Rus himayesine girip Mezdegu(Mozdok) ormanlığına yerleşti. 1762 de Petersburgda törenle hırıstiyanlığı kabul etti. Kabardeylerin 1759da inşa ettikleri Mozdok kenti büyük önem kazandı. Doğrudan tehdit altında kaldı ve dört yıl içinde Ruslar onu bir kaleye dönüştürüp, 1763de askeri bir hatla Kızlar’a bağladılar.
Ramazan Trahoya göre, 1763yılı, 1864 baharında sona eren yüzyıllık Rus-Çerkes savaşının başlangıcı olabilir.
Aynı yıl içerisinde bu bölgede bir Ortodoks kilisesi yükselmeye başlamıştı. Burası, daha sonra Osetlere(Asetinlere) karşı yürütülecek olan misyonerlik hareketlerinin merkezi olmuştur. Terek kıyısındaki bu köy, Rus işgalinin köşe taşlarından biri olarak kabul edilmektedir.
Kaberdeylerin güney komşusu Asetin halkı, yüzyıllardır dağlarda büyük bir toprak yetersizliği içinde yaşıyorlardı. Düzlükte boşaltılan topraklar Kabardey feodallerinin işgali altında idi. Digorya düzlüğü Pşı Kaytukinov ve Bekmurzinov soylularınca. Diğer 3 boğaz düzlükleri de, feodal Tausultanov ve Mudarov soylularınca işgal edilmişti. Asetinler, bu Kabardey feodal soylularına haraç veriyorlardı. Asetin feodal beyleri de bu beylerin koruma ve desteğinde geliştiler.
1739-1774 yılları arasındaki dönemde, Ruslar İnguş ve Oset topraklarını Kabardeyden kopardı. Çar hükümeti Kabardey prensleri ile mülk sahiplerinin statülerini aşağılamaya çalışıyordu. Rusya antlaşmaların hilafına, bu yıllarda Kabardey arazisinde sömürgeci gibi davranmaya başladı
IX. yüzyıl başlarında Kabardey feodal beyleri veba salgını nedeniyle Vladikavkaz düzlüğünü büyük ölçüde terk ettiler. Bu bölge tamamen Rus ordusunun emrinde kaldı. Rus yönetimi Asetinlerin ovaya yerleşme yönündeki ezeli arzularını kullanarak ve kendi uzun vadeli stratejik kolonizasyon hedeflerini gözeterek onların ovaya inmelerine yardımcı oldu. Ovaya yerleşim; 1. Etap (1763-1816) yılları arasında, 2. Etap 1822 yılında, 3. Etap ise 1839 yılına kadar sürdü. Buralarda kalan son Çerkes nüfus da buralardan çıkarılarak, 1822de General Yermolov gerekli gördüğü Gürcü Askeri Yolu boyunca Asetin köylerin kurulmasına yardım etti.
1764 yılında Kabardeyler, Mozdok kalesinin yıkılması talebiyle içlerinde Katoko Kaisako ve Kudemetin yer aldığı bir heyeti Petersburga gönderdiler. Talep kuşkusuz reddedildi.
Rus yerleşmelerinin ve yeni kalelerin artması sonucunda Mezdegu ormanlığının açıklarındaki topraklar Kabardey feodallerinin elinden çıktı. Bir de burası kaçan kölelerin sığınak yeri olmaya başlayınca Kabardeylerin artık dayanacak güçleri kalmayarak, sabırları taştı. Buna kızan feodal Çerkes Prenslerinden onbeşi 1763 yılında Kırımdan yana oldular. Kalan onüç prens de diplomasileri gereği kolonizasyonun durdurulması ve yeni Rus kalelerinin yıkılması için St. Petersburga Baksana mensup Jankhot Sidako ve Kaştavaya mensup Kurgoko Kançok(Andrey İvanov) ayrıca Tatarların içlerinde olduğu bir başka elçi heyetlerini gönderdiler; red cevabı alan elçiler geri döndüler.
1764 yılında Kabardeyde Büyük bir Xase toplandı. Toplantıda Rusyaya karşı savaş kararı alındı.
Bunun üzerine; ertesi yıl 1765 yılında Kabardey bölgesi Çerkesleri, Rusya yönetimindeki Kızlar kalesini kuşattılar. Ve Rusya ile mücadeleye giriştiler. Şehri alamayınca da çevredeki bölgeleri vurarak yağmaladılar.
1767 yılında Büyük Kabardey ve Küçük Kabardey(Jılaksteney) feodalleri birleşerek, Psıj(Kuban) Tatarlarını da yanlarına alarak Çarlık Rusyasına karşı savaş ilan ettiler.
1739 Belgrad antlaşmasının hilafına, Küçük Kabardeyi ilhak ile Büyük Kabardeyi de tazyike başlamıştı. Osmanlı Devleti, bir taraftan bu ilhakın önüne geçmek, bir yandan da Azak kalesini geri almayı tasarlarken, Rusya Lehistanı işgal ettirdi. Bu durumu tanımayan Osmanlı Devleti 1768de Rusyaya savaş ilan etti.
Çerkesler, çoğunlukla, (1768-1774) Osmanlı-Rus savaşında, Osmanlılarla müttefik olarak, Ruslarla savaştılar. Doğuda Çerkesler Mezdagu kalesine hücum ettiler, fakat alamadılar. Kırıma tabi oldukları varsayılan Kuban nehrinin kuzeyindeki Çerkes ve Nogaylar, Suvarov tarafından toptan kılıçtan geçirildi. Soykırımdan kurtulabilenler, Kuban nehrinin sol sahiline iltica ettiler. Batı da ise Taman yarımadasını işgal edip Çerkes ticaret şehri Tsemez(Novorosissk)i aldılar. Fakat Bığurkal(Anapa) önünde püskürtüldüler.
1769 yılında Çariçe II. Katerina(1762-1796), Terek kıyısına 517 Volga Kazağı ve 100 Don Kazak ailesini yerleştirdi. Savunma yönünden sağlamlaştırılmış Mozdok şehri civarında Mozdok Kazakları Alayı denilen Kazaklar için Mekenskaya, Naurskaya, İserskaya, Galgayefskaya, Kalinofskaya ve Stanitsa köylerini kurdurdu, aynı zamanda Kafkas hattı kumandanı General Von de Medeme memleketin fetih ve işgalini kolaylaştırmak için her çareye baş vurarak milletin arasına nifak soktu, bunların arasında kargaşalıklar çıkarılmasını emretti.
Rusların özellikle Mozdok bölgesine yerleşmeleri, Orta Kafkasya için ciddi bir tehlike ile karşılaşmış bulunuyordu. Bu durumda Kabardey Çerkeslerinin, Kafkasyanın diğer kısımlarına yardım etmeleri imkanı zayıflamış, doğu ve batı Kafkasyanın belkemiğini teşkil eden bu bölge şiddetli bir baskı ve tehdit altına girmiş oluyordu. Rusya aynı yıl içinde Gmelin ile Gildenstein adlı iki bilim adamını Kafkasyaya keşif amacı ile gönderdi.
Kabardey Çerkesleri ile ilk büyük savaş 1769 Haziran ayında Nartsane bölgesinde oldu. İki tarafta üstünlük sağlayamadı. Prens Bamet Misost büyük cesaret gösterdi. Vur kaç baskınları ile Rus ordusuna zayiat verdiler. Misost ölene kadar Rus orduları rahat yüzü görmedi.
Yüz yıldan beri Rusların başına bela kesilen Kırımı yutmak istiyordu. Kırımın iç durumu buna müsaitti. Kırımdaki asiller birbirlerini yiyorlardı. Rus vaatlerine göre, güya Kırım işgal edilince Osmanlılar kovulacak ve Kırıma istiklal verilecekti. Kırımlılar bağımsız bir devlet olmaları halinde daha bahtiyar yaşayacaklarını umuyorlardı. Aslında tam bir gaflet içinde bulunuyorlardı. Ruslar, hiçbir direnişle karşılaşmadan 13 Temmuz 1771de Kırıma girdiler. Bu savaş Osmanlı Devletinin hayatında bir dönüm noktası teşkil etmiştir. Savaş sonunda(1768-1774), 21 Temmuz 1774 tarihinde 28 maddeden oluşan Küçük Kaynarca antlaşmasını imzalamak mecburiyetinde kalmıştır.
Bu antlaşma sayesinde Rusya Karadeniz kıyılarına iner inmez, bu denizde Osmanlı İmparatorluğuna ve Çerkesyaya karşı yeni hücum esaslarını ortaya koyacak bir duruma sahip oldu. Aynı antlaşma ile Osmanlı Devleti, Kuban Çerkeslerini ve özellikle Büyük ve Küçük Kabardeyi de kendi hallerine bıraktı. Kuban nehri iki büyük devlet arasında sınır kabul edildi.
Sözleşmeyi yapan Osmanlı Delegasyonu, kuzeydoğu bölgelerinden hiç söz etmemişti. Bu nedenle, unutulan Kabardey, Çeçenya ve Dağıstan sanki Rusyaya bırakılmış gibi bir anlayış meydana gelmişti. Rus askeri birlikleri batıda Kuban, doğuda Terek boyuna inerek, kaleler inşa etmişler, Bu bölgenin tamamını askeri kordon altına almışlardı.
1772 yılında Kırımdaki Karasu pazarda Çariçe II. (Ye) Katerina adına Başkumandanı Prens V.M. Dolgorukov barış antlaşması imzaladı ve Rusyanın kuklası Sahip Gireyi eski Hanın yerine tahta oturttu, Nogaylar, Çerkesler, Taman halkı ve Nekrasov Kazakları Hanın tebaları olarak kabul edilirken her iki Kabardey de Rusya idaresine kalıyordu.
1773 yılında Osmanlı devleti, 1769-1770 arasında Kırımı yöneten sabık Han III. Devlet Gireyi Kırım Hanı ilan etmişti ve Delet Girey Rusya-Osmanlı savaşı bittikten sonra Çerkesler ve Nogayların destekleriyle 1775 yılında tahtını geri alabilmişti. Fakat Rusya 1777 yılında Suvorov, Sahip Gireyin kardeşi Şahin Gireyi Han tahtına oturttu. Savaşta bozguna uğrayan Devlet Girey gemiyle İstanbula kaçtı.
Bu arada; Osetler, 27 Ekim 1774 tarihinde, 1749 yılında toplanan Nıxas” adı verilen Halk Meclisinde alınan kararına istinaden Osetyanın Rusya İmparatorluğuna katılması ile ilgili antlaşma imzalanmıştır.
1774 yılında Kırım Osmanlı müttefiki olmaktan çıktı ve Rusyaya itaat etmek zorunda kaldı. Bu antlaşma gereğince Kabardeyin de kaderi belirlenmiş oldu. Azak ve Kuzey Karadenizdeki Osmanlı varlığı sona eriyordu. Bu, gelecekteki sonuçları ve Rusyaya sağladığı askeri, stratejik ve jeopolitik üstünlükler açısından tarihi değiştiren bir kazanımdı.
Osmanlı Devletinin Kafkasyanın kuzeyinde bir şekilde etkili olabileceği tek bölge Batı Çerkesya idi. 1781-1782 yıllarında Osmanlılar Sucukkalede yerini sağlama alarak, müstahkem, donanımlı ve yeterince sağlam Anapa kalesini kurdular. Sultan, Kubanın sağ kıyısındaki topraklardan da nihai olarak vazgeçti.
Kolonyalist yayılmalarını genişleten Ruslar, 1776da Ten nehri kıyısındaki Rostov’dan Mezdaguya uzanan müstahkem sınır çizgisi sayesinde on kale kurdular ve bu kaleler ile çevresinde kurdukları köylere, Kazakları ve Rus mujikleri(köylülerini) yerleştirdiler.
Çariçe II. Katerina, Kabardeylere kendi kültür ve geleneklerine göre idare edilmelerini içeren özerklik verir. Prens Kessay, Ruslarla barış içerisinde olmanın halka daha çok yarar sağlayacağını diğer Pşılere karşı savunur. Diğer Pşıler de bu öneriyi kabul ederek Ruslarla barışırlar. Kabardey Çerkeslerinin tüm komşu Kafkas halklarından vergi ve haraç aldıkları bir dönem(1776). Diğer halklar Kabardeylere, mallarının ve çocuklarının 1/20’sini vermek zorunda idiler.
1776de General Potyemkin İmparator Naibi(Namestnik) olarak Kafkasyaya gönderilmiştir. Potyemkin karargahını Kuma nehri kıyısındaki Yekatarinograt’da kurdu. General burada Kafkasyanın istilası için gerekli siyasi ve askeri faaliyette bulunmaktaydı. Bu sırada bölgedeki askeri birlikler iki kısma ayrılmış bulunuyordu;
1-Terek cephesi; Aleksandrovskaya, Moryefskaya, Pavlovskaya, Yekatarinograt, Mozdok, Giyergiyevskaya(Gumkale), Andriyefskaya şehirlerini kapsıyordu. Bu cepheden Kafkas ordusu komutanı General Yakobi sorumlu idi. Mozdoktan Rostofa kadar uzanan kuzey-batı hattında toplam on yerleşim merkezi kuruldu. Bunlar Kazak stanitsaları ve askeri kolonilerle desteklendi.
2-Kuban cephesi; Bu cephe, Labe’nin Kuban’a kavuştuğu yerden başlayarak, aynı ırmağın Kerç boğazının karşı kıyısında denize döküldüğü yere kadar olan hattır. Bu hat Aleksandretski, Martineski, Kobin ve Novotroysk şehirlerinden oluşuyordu. Kuban ordusu komutanlığına atanan ünlü General Suvarof bu cepheden sorumlu tutuldu. Dinyeper havzasından sürgün edilen Leçi Kazakları Kuban bölgesine iskanları sağlanarak cephenin takviyesine çalışıldı.
Böylece, Terekle Karadeniz arasında yaşayan kabilelere karşı yürütülecek olan uzun ve kanlı savaşların alt yapıları hazırlanmış oldu.
1777’de Malkada, Kırımda ve Podkumakta Ruslar tarafından kaleler inşa edildi. Bu kalelere Volga Kazakları yerleştirildi. 1777 güzünde Kabardeyler ve Trans-Kuban Çerkesleri bu kalelerin tahkimine direnmeye başladıla. Kafkas dağlarının kuzeyindeki diğer Kafkas halklarıyla gizliğ antlaşmalara girdiler ve yakın bir askeri birliktelik oluşturdular. 1779 yılı baharında birlikte eylemlere başladılar.
Trans-Kuban Çerkesleri Stavropolu kuşattılar; Kabardeyler Kuma’daki Alexei Redoubt ve Pavlov kalesine saldırdılar; Çeçenler Kalinosky ve diğer stanitsalarda dövüşürken, Kabardeyler Çerkes birleşik güçleri tüm hat üzerindeki kaleleri tehdit ediyorlardı. Dağıstan hariç, Kafkas dağlarının kuzeyindeki tüm bölge savaş içindeydi.
1777-1779 yıllarında gerçekleşen bu ayaklanmalar General Fabrizian tarafından bastırılır. Özellikle Eylül 1779 ayında, Kabardeylerin aristokrasilerinin çiçeğini oluşturan üçyüzden fazla genç prens ve asilzadeyi kaybettikleri savaş çok kanlı geçmişti. Ramazan Traho, Çerkesler bu Kabardey kabusu”nun hala yasını tuttuklarını belirtir.
Hasan Dumene göre; 1779 Eylül ayında cereyan eden bu savaşta Ruslar, Çerkesleri yenerek ikibinden fazla at, beşbin kadar silah, beşbinden fazla koyun yağmaladılar ve kendilerine onbin altın ödenmesini istediler. Aralık ayında da Yarbay Savelyevin birlikleri Küçük Kabardeye saldırarak bu yöreyi de yağmaladılar.
Kazandığı bu zaferi gerekçe gösteren General Yarkobi; Kabardeylere devlet sınırlarının artık Balk ırmağından geçtiğini” belirtti. Böylece Kabardey bölgesinin üçte birini ele geçirdi. Hasan Dumen, Kabardey Çerkesleri açısından, Kafkas(Çerkes)-Rus savaşları başlangıç tarihini 1779 yılı olarak kabul etmek gerektiğinden söz eder.
Rus Çarlığının çıkarttığı bir kanunla Çerkes Pşı’lerinin Rusyaya karşı yapacakları her türlü askeri harekata katılmama hakkının halka tanıtılmıştır. Pşı Janchot Patarchan’a Kabardey’lerin en büyük valisi ünvanı verilerek, idari ve hukuki açıdan en yüksek mülki amir olarak atanmıştır.
1780 yılında Kabardey Pşı’sı(Prensi) Kessayın ölümü üzerine yerine Pşı Misost seçildi. Aynı yıl içinde Osmanlıların doğu sınırlarında endişe duymaya başlamalaı üzerine, konu ile ilgili olarak Bab-ı Ali’de görüşmeler yapıldı. Çerkeslerin Osmanlı yönetimine bağlanması planlandı. Çerkesyada her türlü askeri harekattan kaçınılmasına ilişkin karar alındı.
Pşı M.G. San ile Muhammed G. Janın Anapada bir Osmanlı ordusu kurulmasına müsaade edilmesi kararı verilmiştir. Aynı yıl, Kabardey Pşılerinin Gürcistana ya da Osmanlı ülkesine göç etme istekleri Çariçe II. Katherina tarafından reddedilmiştir.
1778 yılı yazında Osmanlı Donanması Çerkesyanın Soğucak limanına demir attı. Asıl amaç, Çerkesler konusunda bir şeyler öğrenmek, kimsenin fethedemediği, hiçbir yabancının giremediği bu masal ülkesi hakkında bilgi toplamaktı. Serdar-ı Ekrem ünvanını taşıyan Osmanlı komutanı Canikli Hacı Ali Paşa karaya çıkıp ordugah kurdu.
Bunu duyan Çerkeslerin Şapsığ kabilesinden Narco Mehmet, Hojon, Harpako ve Hapako adlı beylerle kalabalık bir atlı grubu Osmanlılar (Türkleri) görmeye ve hoş geldin demeye geldiler. Geceleyin askerler uykuda iken bir kısım çadırları, silahları ve ağırlıkları meyanında; Kaptanı Derya Gazi Hasan Paşanın maiyetinden birçok subay ve hizmetlinin de yok olduğunu gören Osmanlı Ordusu Soğucakta daha fazla durmadı ordugahını toplayıp derhal Karadenize açıldı.
Osmanlı Devleti bu olaydan bir ik yıl sonra yine Çerkeslerle ilişki kurmak için yollar aradı.1781 yılında, ileriyi görebilen güngörmüş, devlet adamı Canikli Hacı Abdi Paşa , Kafkasyaya o zaman Kocaeli Mutasarrıfı olan Gürcü Ferruh Ali Paşa’nın görevlendirilmesinin münasip olacağı hususundaki bilgi ve görüşlerini Meclisi Vükelaya arz etti.
Hükümet, Ferruh Ali Paşaya, padişahın fermanı ve Rumeli Beylerbeyi payesi ile Soğucak kalesi muhafızlığına tayin edildiği kendisine tebliğ edildi. Esas görevinin çok daha önemli olduğu ve gayenin Çerkesleri Osmanlı uyruğuna sokmak ve Kafkasyayı gerçek manada Osmanlı ülkesine katmak bulunduğu etraflıca açıklandı.
Tüm hazırlıklarını tamamlayan Paşa, 1782 yılı Ağustos ayında Osmanlı idaresinin ilk resmi Kafkas Valisi olarak Soğucağa ulaştı. Soğucak kalesi dışında Gelincik ve Anapayı onararak yavaş yavaş Çerkeslere yakınlaşmış, onlarla çok sıcak ilişkiler kurmuştur. Çerkeslerle akrabalık kurdu. Şapsığ Beyi Hacı Hasanın kızı ile evlendi. Muhreşem bir düğün tertiplendi. Şapsığlar dışındaki diğer Çerkes kabilelerini Osmanlı akrabası ve tebası yapmak için, emrindeki ümera ve zabitana da Çerkeslerden evlenmeyi tavsiye ediyor. Paşa, bu takdirde düğün masraflarını bizzat kendi hazinesinden göreceğini vaad ediyordu. Ancak kimlerin Çerkeslere damat olduğuna dair bir bilgi yok. Çerkeslerin talepleri doğrultusunda İstanbuldan din adamları getirterek, tercümanlarla birlikte köylere gönderdi. Katibi Haşim Efendinin yazdığına göre, Ömrü vefa etseydi tüm Çerkesleri Osmanlıya bağlar ve Rusya karşısında daha etkili bir durum yaratırdı. Çerkesler onu saygı ve sevgiyle anarlar.”
1782 yılında 40.000 nüfuslu bir Noğay Tatar aşiretinin talebi üzerine; Noğayların 10.000ni Hacılar kalesine, 10.000ni Labe nehrinin kenarına, 10.000nini Hatıkuayda, geriye kalanını da Anapa kalesi üstünde petrol çıkan dere kenarına yerleştirdi. Kedilerinden yağmacılık yapmayacaklarına dair kendilerinden senet ve taahhütnameler aldı.
Paşa, bu tarihte Kuzey Çerkeslerinin bazı beyleri ile bir antlaşma imzalayarak , her hangi bir savaş anında Osmanlı Devletinin yanında yer almaları hususunu karar altına almıştır.
Yılmaz Öztuna’nın yazdığına göre, Ruslar Kırımı 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile Osmanlı İmparatorluğundan ayırmakla yetinmemişti. Önce nifak ile Kırımlıları Osmanlı ve Rus taraftarları olmak üzere ikiye ayırarak birbirine düşürerek zayıflattı. 1777de Ruslar tarafından yetiştirilen Şahin Girey zamanında Kırımda ortaya çıkarılan anarşi yüzünden himaye talebi ile Rusyaya iltica etmesi sağlandı. Daha sonra da tahtından feragat ettirildi.
Rus Başkomutanı Kont Paul Potyemkin 9 Eylül 1783 de Kırıma girdi. İsteyenlerin Osmanlı Devletine göç edebilecekleri resmen beyan edilmesine rağmen, Ruslar ortalığa gözdağı vermek için katliama giriştiler. Bu ilk tedhiş hareketinde tahminen 30.000’den fazla kelle uçuruldu.
Yeni bir savaş gailesini göze alamayan Osmanlılar 8 Ocak 1784 de Kırım Senedi” denilen üç maddelik bir andlaşma ile Kırım ile birlikte Taman yarımadasının ilhakını içleri yanarak kabul etmek mecburiyetinde kaldılar. İmzalanan bu andlaşmanın bir maddesi ile, Kuban nehri Osmanlı ve Rus Devletleri için sınır kabul edilmiştir.
Tamanda yaşayan Hatkolar/Hetuklar, Rusyanın Kırımı ilhak etmesinden sonra, Kubanın sol tarafına geçtiler. Bunların çoğu 1791 yılında cereyan eden Anapa savaşları sırasında telef olmuşlardır. Kurtulabilenler Abadzakh kabilesine sığınmışlardır.
Janeler, genellikle Kuban nehrinin sağ tarafında yaşıyorlardı. Fakat onlar Bjeduğlar le birlikte ‘Kara- Kuban’ ve ‘Kızıl-Kuban’ taraflarına atılmışlardı. Bunlardan Kızıl Ormanın Janeleri XVIII. yüzyılda Ruslar tarafından barbarca yok edilmişlerdir. 1778 yılında Rus birliklerinin yaklaşması üzerine, Kubanın sol tarafına geçmişler, 1864 yılına kadar da Adagum nehri ve Anapaya yakın Pşet ve Kokay ırmakları civarında yaşamışlardır.
Potyemkinin generallerinden Suvarov, Pşız(Kuban) nehri kuzeyindeki Çerkes, Noğay ve Kalmuk kabilelerinin birleşp direnişe geçmelerini önledi. Ve bunlardan ele geçirebildiklerini kılıçtan geçirdi. Bu yerler halkı, ya Psıj güneyine ya da (İdil-Volga) yöresine sığındı. Araştırmacı Nihat Berzeg’e göre; Kırımın Rusyaya katılması, Çerkesya’nın dolayısıyla tüm Kafkasyanın 1864’teki sonun başlangıcı olmuştur.
1783 yılında İran, Gürcistanın kendisine boyun eğmesinde ısrar etmesi üzerine, çaresizlik içinde kalan Kral II. Erekle(İraklı) 24 Temmuz 1783 de, Giorgiyevskte imzalanan antlaşmayla Rusya Gürcistanı düşmanlarına karşı koruyacaktı. Sözde, Gürcistanın bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü de güvence altına alınıyordu. Bu antlaşmadan sonra Rusya, himayeyi temsil ve sağlamak üzere; Kafkas Orduları Baş Kumandanı Korgeneral Paul Potyemkin, iki Rus nişancı taburu ve dört topla birlikte, ayni yıl Terek kıyısında inşa edilen Vladikafkas üzerinden Mozdoka, oradan da dağları aşan patikayı izleyerek 3 Kasım 1783 de zafer içinde Tiflise girdi. II. Katerinanın himaye ile ilgili duyurunun 25 Ocak 1784 de Tifliste ilan edilmesinin ardından Rus ordusu geri çağrıldı.
Öte yandan, Ruslar Çerkeslerin tehdit ile boyun eğmeyeceklerini ve siyasi entrikalarla da parçalayamayacaklarını anladılar ve bunun üzerine silaha müracaat ettiler. Bunun üzerine,, 1783 ilkbaharında büyük kuvvetlerle taarruza başladılar. Bu taarruz, siklet merkeziyle Orta Kafkasyaya tevcih edilmiş idi. Bundan maksat; Tiflis istikametini açmak ve Kafkasyayı ikiye ayırmaktı. Bu maksatla;
1- General Slotilof komutasındaki kuvvetler Çeçen mıntıkasının batı kısımlarına karşı taarruza geçmişlerdi.
2- General Potyemkin de emrindeki kuvvetlerle Kabardey Çerkeslerini baskı altında tutuyordu.
Yerlerine bağlanmış olan Kabardey Çerkesleri ve Kuban bölgesi halkı mukavemet ve karşı taarruzlarla uğraşıyorlardı. Ruslar, bütün gayretlerine rağmen hedeflerine varamamışlar ve durdurulmuşlardı. Fakat Terek nehrinin güneyine geçmişler ve vadide hakimiyete esas olacak üstün bir durum almışlardı.
İşte 1783/1784 tarihlerde ortaya çıkan Uşurman İmam Şeyh Mansur(1759-1794), vaaz ve nasihatları ile Çeçen ve diğer Kafkas halklarını yaklaşmakta olan Hrıstiyan Rus belasına karşı uyarıyor, onların iman ve özgürlük tutkularına yeni bir dinamizm katıyordu. Aytek Kuduk’un da belirttiği gibi, İmam Şeyh Mansur, Kafkas halklarının ulusal önderidir. Kafkas halkları arasında Müridizm” fikrini ilk yayan odur.
Kafkasya Muridizmini yalnızca dinsel bir akım olarak görmek doğru olmaz. Muridizm dinin gücünden yararlanılarak bir siyasal düzen kurma çabasıdır. Kafkas dağlarının kuzeyinde uzun süre yokluğu hissedilen düzensizliği giderme girişimidir.
Muridizm hareketi hem sosyolojik tutarlılık bakımından, hem de o günün Kafkas Halkları gerçeği bakımından en tutarlı, en mantıki ve en ilmi olan siyasi bir yol idi. Hatta bu gün dahi bu mantık, din ile milliyeti birlikte mütalaa etmek, münakaşa götürmez gerçekliktedir.
Ahmet Hazer Hızalın belirttiği üzere; muridler hareketi bir halk hareketi” dir. Aristokrat beylere, prenslere ve halkı ezen her çeşit despotik rejimlere karşıydı. İmam Şamil öyle bir İslami devleti amaçlıyordu ki, asr-ı saadet denilen Peygamber çağının demokratik prensiplerini ve adaleti taşısın. Ancak savaş acımasızdı, o şartlarda bazı sert tedbirlere de başvurmak zorundaydı. Şamilin sistemi İslam dünyasında, hanedana dayalı rejimlerde endişe uyandırmıştır.
Sömürgeci hakim çevrelerde ise kendi bölgelerinde emsal teşkil eder korkusu ile desteklenmemiş, hatta gizlice Ruslara siyaseten yardım edilmiştir.
1783-1785 yıllarında , Kafkas Dağlarının kuzeyinde yaşayan Çerkesler ve diğer Kafkas Halklarına gelen mektup üzerine, İmam Mansur yönetiminde bağımsızlık savaşını yoğunlaştırdılar. Rus işgaline başkaldıran İmam Şeyh Mansur ile birlikte, yeni bir uyanış ve bilinçlenme dönemi başladı. Rus ilerlemesi durduruldu.Yurtsever güçler 15.000 kişilik bir kuvvetle Kızlar-Mezdagu hattına hücum ettiler ve işgal altındaki yurt topraklarını kurtarıp, emperyalistleri Maniç hattına değin püskürttüler.
1784-1785 yılları arasında Kabardeye sessizlik hakim oldu ve bütün dikkatler iç meselelere yöneltildi. İki partili mücadelenin acı sonuçları iyi bilindiğinden dolayı otorite merkezileştirildi. Bamat Mishost ülkenin lideri olarak seçildi ve toprak kullanımı ve yönetimine, vergilere, vb. ilişkin çeşitli kanunlar çıkarıldı.
30 Ekim 1785 tarihinde 15.000 kişilik Rus kuvvetleri General Tekelli komutasında Mezdagu yönünde saldırıya geçtiler. İmam Mansurun emrindeki Avar, Çeçen, Kabardey Çerkes birlikleri, Küçük Kabardey’deki Terek nehri üzerinde bulunan Tatartüp’te Rus kuvvetleri ile karşılaştı. Kafkaslıların yiğitçe direnmesine rağmen saldırganlar Mezdagu yöresine tekrar yerleştiler; fakat daha fazla ileri gidip Çeçenyaya girememişlerdi.
Diğer taraftan, Başkomutan Kont Paul Potyemkin, Çeçen bölgesinde Sunja vadisine indikten sonra, 1785de İmam Mansurun karargahı olan Eldayı alıp, ateşe verdi. Fakat, kurtulmayı başaran İmam Mansur, toparlandıktan sonra, 1786 de Kabardeylerin yardımı ile Rus kuvvetleri Sunja geçitlerinde etkisiz hale getirildi.
Ruslar Kabardey’in Batı Çerkesyaya yolunu kesmek amacıyla Kubanda yeni kaleler inşa etmeye başladılar. 1786da bir Çerkes Genel Valiliği oluşturuldu. Kuban bozkırlarının Noğayları Suvorov tarafından yok edildi. Kabardeyin Rusyanın bir parçası olduğu bahanesiyle, Batı Çerkesyayla olan ticari ilişkilerin kesilmesini istemeye başladılar. Bu talep Çerkesleri kızdırdı .
1786 baharında, Kabardey bölgesinde yapılan ve Aygeriykua Adil Geri ve Hatokhşoko tarafından idare edilen taarruz neticesinde Aleksdrovskaya ve Novosirtava mevkileri zaptedilmişti. Kuban bölgesinde yapılan taarruz neticesinde de Ruslar Meya nehri gerisine atılmış; Bolaruvskaya mevkii işgal; daha dört Stanitsa tahrip edilmiş ve Rus komuta Grigof ile birlikte 200 esir alınmıştı. Ruslar Kuban hattından geriye atılmış, savaşlar aralıklarla sonbahara kadar devam etmiştir.
Kafkasyada bu olaylar gelişirken,1783 yılında Rus İmparatorluğuna ilhak olunan Kırım Hanlığının kurtarılması amacıyla, 1787 yılında Osmanlı Devleti, Sadrazam Koca Yusuf Paşanın telkinleri ile Rusyaya savaş ilan etti. Türklerle savaşmadan önce, Çerkesler ve onların liderlerini ezmek isteyen General Potyemkin, tüm Kazakları seferber etmek suretiyle oluşturduğu büyük kuvvetle Kuban bölgesinden taarruza geçti.
Bu taarruzda hedef, Anapa ve Tsemeze inmek, bu suretle Karadeniz kıyılarına hakim olmak ve buradaki Osmanlı elemanlarını uzaklaştırmaktı. Ruslar bu maksatla hazırlamış oldukları üç taarruz kolu Labe ve Urup dan yürüyüşe geçerler. Osmanlılar 1787de Anapaya 10.000 asker yığar. Ruslar Kubanı geçerek yürüyüşü başlatırlar. Çerkeslerle Jilehoyda savaşa tutuşurlar. Yiğitçe bir meydan savaşı veren Çerkesler son savunma için Bığırkal(Anapa) yöresine çekildiler. Aynı tarihte, Besleney Çerkesleri, müdafaa için, Anapadan istediği top ve asker yardımı ise Osmanlı Valisince gönderilemedi.
Kesin müdafaalarını Anapa-Tsemez bölgelerinde yapmaya başlarlar. Ruslar bu durumda çok güvendikleri General Tekelliyi Kubandan taarruza geçen Rus kuvvetlerini yönetmek üzere görevlendirdiler. İmam Mansurun 8.000 kişilik, Asım tarihine göre 15.000 kişilik Çerkes birliği ilerleyen Rus Tümenini Obun Mevkiinde karşıladı.
Korkunç geçen bu savaşta 3.000 Rus askeri pek çok da Çerkes askeri şehit oldu. Anapaya doğru kaçan Ruslar bitip tükenmişlerdi. Bu yenilgi üzerine, Tekelli görevden alınarak, yerine General Bibikof atanmıştır.
1788 yılında Ruslar, Kutaisli Mehmet Beyin 25.000 kuruş ve başka hediyelerini Kabardey Pşılarına göderdi. Kabardey Çerkeslerinin Kubanın güneyindeki diğer Çerkeslere karşı savaşmaları için baskı uyguladı.
Ruslar, 1789 Bibikof komutasına verilen 12.000 kişilik kuvvetlerle 24 Mart 1789 tarihinde Bığırkal (Anapa) önüne vardılar. Fakat bu kuvvetler daha fena bir akibete uğradılar. Kısmen esir oldular, kısmen imha edildiler, kalanlar da isyan ederek perişan bir şekilde geriye çekildiler.
Bu arada Çerkes beyleri Sadaretten bir vali ve komutan talep etmişlerdi. Sadrazam Koca Yusuf Paşa , Serasker Canikli Hacı Ali Paşanın oğlu Battal Hüseyin Paşaya, 10.000 kişilik bir kuvvet ile Anapaya gitme emri verilir.
Anapaya gireceğine yakın Bibikofun askerleri tarafından saldırıya uğramıştır. Kale içinden İpeklizade Köse Mustafa Paşanın, kale dışında İmam Mansurun askerleri tarafından korumaya alınıp, ancak Anapaya girebilmiştir. 24 Mart 1789 günü ise Bibikofun kuvvetleri Anapa önüne vardığında tamamen perişan olup, geri çekildi.
Battal Hüseyin Paşa, Kubana gitmek ve Ruslarla savaşmak istemiyordu. Nihayet 9 Ağustos 1789 günü, 31 parça top, mühimmat ve birçok askerle birlikte ister istemez Anapa kalesinden Kubana doğru yola çıktı. Oniki saatlik yolu altmışüç saatte katedip, Kubanın karşı kıyısına geçti. Padişahın emri yerine geldi.” diyerek otağı kurdu. Görevi unutarak, Ruslara sığındı. Ramazan Trahonun araştırmasına göre, yukarı Pşız yöresindeki işgalci Ruslarla savaşmış, fakat 28 Eylülde Ruslara yenilerek esir düşmüştü.
Dr.Baturay Özbek ise, 13 Ekim 1789da General Herrman tarafından yenilgiye uğratılır ve tutsak düşer. Aslında Paşanın ihaneti yenilgiye neden oldu. Osmanlı ve Çerkes süvarileri Paşaya lanetler yağdırıp 15 Eylül 1789 günü Kuban nehrinde tekrar beri yana geçip, 2 Ekim 1789 günü Anapa kalesine dağınık bir şekilde ulaştı.
1791 yılında, Osmanlılar stratejik açıdan temel bir arazi olan Kırımı geri almak için yaptığı plan çerçevesinde, yeniden bir savaş başlatsa da başarılı olamadı.
1791 yılında İmam Mansur, Anapadaki paşa aracılığıyla Osmanlılara Ruslara karşı bir ittifak teklifinde bulundu. Çerkesler, Çeçenler ve Dağıstanlılardan oluşan birlikleriyle Anapaya gitti. Çar Naipliği uhdesinde kalmak üzere, Korgeneral Bibikovun yerine Kafkas ordusu komutanlığını üstlenen Kont Gudoviç, elli top destekli onbeş tabur piyade, iki Kazak alayı, üçbin avcı, ellidört bölük süvari askeri ile Anapa üzerine yürüdü. Kuşatma tamamlanınca 20 Haziran 1791de kale muhafızından teslim olmalarını istedi.
Köse Mustafa Paşa ve İmam Mansur direndi. Ruslar açılan gediklerden içeri girdi. Ondört gün boyunca sokak savaşları oldu. Anapa Rusların eline geçti. 5 Temmuz 1791 de yaralanan Mansur tutsak edildi. Köse Mustafa Paşa teslim alındı. Çerkesler, Bığırkal(Anapa) kalesinin düşeceğini anlayınca bütün surları havaya uçururlar.
İmam Şeyh Mansur, Kafkas kabilelerini bileştirmeyi başaramasa da, Batılıların Muridizm dediği ve Rus İmparatorluğunun karşısına dikilerek, uzun yıllar ilerlemesine engel olacak Sufilik hareketinin temellerini atmıştır. Muridizm Dağlılar(Çerkesler)’deki hurriyet aşkının dini inanç ve ruhla kaynaşmasıyla ortaya çıkan yeni bir dünya görüşü ve hayat felsefesi idi.
İmam Mansurun XVIII. yüzyılın ikinci yarısında başlatmış olduğu gazavat rüzgarı, daha sonraları XIX. Yüzyılın ortalarında İmam Şeyh Şamil ile en yüksek noktasına erişti. İmam Şamilin esas gayesi, tıpkı İmam Mansur gibi Kafkasyayı Rus istilasından kurtararak bağımsız bir Kafkasya Devleti” kurmaktı. Bunu gerçekleştirmek için yapılacak en önemli görev, daha sonra göreceğimiz gibi, Kafkas Birliği”’ni sağlamaktı.
Osmanlı Devleti ile Rusya arasında 1787den beri devam eden savaşa nihayet vermek için; önce 11 Ağustos 1791 de Galaçta mütareke imzalandı. Daha sonra 9 Ocak 1792 tarihinde Osmanlı-Rusya arasında imzalana Yaş antlaşmasına göre; Kuban sahili, Kırım, Taman Ruslara bırakıldı. Anapa ve Sucukkale(Novorosisk) Osmanlıda kaldı. İki devlet kendi sınırlarına çekildi, aralarında anlaşmazlık bitti. Rusya bu antlaşmayla Batı Çerkesyanın Osmanlılara bağlı olduğunu kabul ediyordu. Bu bağlılık 1829 tarihine kadar sürdü. Fakat bu bağımlılık nominal nitelikteydi.
30 Haziran 1792’ de Çar, 300 Zaporoj Kazak ailesini, Kuban nehrinden başlayıp Üstlabin Kalesi dahil Kerç nehrinin aşağılarından Azak Denizi kıyılarına kadar olan topraklarda kurulan 12 Kazak stanitsasına yerleştirdi. Aynı yıl, Azak Denizinin doğu kıyılarına Kazaklar yerleştirildi. Her göçmen Kazak ailesine 30 desyatin veriliyordu.
Bu yeni Kazak yerleşmelerinde yoğun dini hava göze batardı. Daha evler yapılmadan, bir kilise yapımına başlanır, kilise tamamlana kadar bir ağaca asılı pirinç çanın boş araziye dağılan sesi Müslüman devletlerin baskısı altında yaşayan Hiristiyan halkların koruyucusu” Rus Çarının propakandasını yapmaya başlardı.
Rusun bitmez tükenmez istekleri Kazakları bıktırmıştı. Kazaklardan, birlikler için yiyecek, atlara yem bulmaları; haberci, casus ve tercüman olmaları, yolları, köprüleri onarmaları, boş araziyi ekip biçmeleri, hükümet postasının yolunu korumaları isteniyordu.
Zaparoj Kazakları, Kuban havzasında son derece çalışkan, dürüst, ufak hırsızlıklar yapmaktan uzak, aynı zamanda savaşçı, yetkin bir biçimde donanmış Çerkeslerle kaşılaşınca şaşırıp kaldılar.
Bu arada, Mustafa Paşa Anapa civarındaki Çerkeslerle tekrar ilişkiye girer. Çerkes kabilelerinden Natuhace, Şapsığ ve Abedzech beylerini toplayarak ağırlar. Onlardan Osmanlı Devletine sadık kalacaklarına dair söz alır.
Rusya, 1795 yılında Kuban nehriyle Labe nehrinin kesiştiği yere bin Kazak yerleştirildi. Altı stanitsa kuruldu.
1796 yılında Kalmuk şefi Dundukumba, Kazak ve Kalmuklardan topladığı 50.000 kişilik bir kuvvetle Psıj ve Terek nehirleri yönünden Çerkesyaya saldırdı. Çerkesler bu korkunç ve müthiş kuvvet karşısında mümkün olan mukavemeti gösterdikten sonra, vatanlarının ova kısmını tahliye ederek dağlara çekilmeye mecbur oldular ve buralarda mukavemet ettiler. Dundukumba, işgal ettiği yerlerde canlı bırakmaksızın bir yıl süresince yağma ve katliamını sürdürdü. Çerkeslerin gerilla baskınlarına dayanamayan Dundukumba işgal ettiği yerleri tahliye ederek çekildi. Bu arada Ruslar da toparlanmak ve Çerkesyanın kuzey ovalarına yoğunca yerleşmek imkanını buldular.
1796da II. Katerina öldü. Kont Gudoviç Kafkasya Naipliğine atanırken, Kafkas Korpus komutanlığına da General V. A. Zubov tayin edildi. 1798de Kafkas hattına Grenen Kazakları yerleştirildi. 1798de ölen Gürcü Kralı II. Iraklının yerine XII. Giorgi kral olarak taç giymişti.
XIX. yüzyılda iyice belirginleşen Rus politikasının hedefi, tüm Kafkasyayı boyunduruk altına almaktı. Güney Kafkasya(Kafkas ötesi), İran saldırıları sonucu zayıflamış, Osmanlı İmparatorluğu da yorulmuştu. 1792 Yaş antlaşması gereğince Ruslar, Gürcistandan ayrılmışlardı. Bunu fırsat bile İran Derbente değin doğu Kafkasyayı işgal etti ve Gürcistana yöneldi. Ruslar Gürcistan dışında ki tüm Kafkas ötesini boşalttı. Böylece açıklığa kavuşan Rus planın hedefi, daha zayıf olan Kafkas ötesine yerleşip, oradan Kafkas Dağlarının kuzeyindeki toprakları kıskaca almaktı.

XIX. yüzyılda Çerkesya’daki sosyo- kültürel ve ekonomik gelişmeler:
Çerkesler XIX. yüzyıl başlarında Kafkasyada oldukça geniş topraklara sahiptiler. Çerkesya toprakları Kuban nehri ağzından başlayarak yukarıya doğru, daha sonra Kuma, Malka, Terek boyunca doğuda Sunja ile Terek nehirlerinin karıştığı yerde oluşan köşeye; oradan batıya doğru bir genişleyip bir daralarak Kuban nehri akışı boyunca Karadeniz kıyısına kadar uzanıyordu. Bu topraklarda aristokrat yönetim şeklinin geçerli olduğu Kabardey Çerkesleri dışında, Besleneyler, Temirgueyler, Mehoşlar, Mamkheğhler, Bjeduğlar, Natuhaylar, Yecererıkhuaylar, Janeler, Ademeyler diye adlandırılan kabileler yaşıyordu. Bu toplumlarda sınıf ve zümre farkları açık görülüyordu.
Batı Çerkesya(Kuban ötesi bölgesi) topraklarında, demokratik diyebileceğimiz ve halk yönetiminin geçerli olduğu Abadzahler, Şapsığlar ve Natuhuayların bir bölümü yaşıyordu. Bu Çerkes kabilelerinde, XVIII. yüzyıl sonlarından itibaren hiyerarşik sınıf imtiyazları ve sosyal değişmeler sonucu ortadan kalkmıştı. Bu toplumlarda imtiyaz sahibi olan feodellere bir nevi ayan tabakası katılmıştı. Bunlar zenginleşen Tfekoller idi ve Prensler gibi toprak, köle ve serflere sahiptiler.
Rusların Çerkesyanın Kabardey ve Osetya bölgesine yerleşmelerinin hemen öncesinde, bölgede önemli iç sosyal olaylar yaşanmıştı. Psıj yöresinde bir halk ayaklanması sonunda feodal sınıf tasfiye edildi. Pşı ve Vorkler Ruslara sığındılar. Çerkesler kendi aralarında Çıle Therıo Xase”(Ulusal And Meclisi) adlı bir halk meclisi kurarak ortak yönetim oluşturdular.
İslam dini Çerkesler arasında aynı zaman içinde yayılmamıştır. Çerkesler arasında Müslüman olan ilk kabile Kabardeylerdi ama XVIII. yüzyılda onların bile hepsi Müslüman değildi. Kabardey Pşılarının hemen hepsi İslam dinine geçmesine karşın, Kabardey halkının büyük çoğunluğu hristiyandı. Uşurma İmam Mansur vaazlarıyla Çerkesleri İslam dinine dödürmek için çaba gösterdi
1793 yılında Rus Mahkeme usulleri ve Ceza Kanunları Kabardeye getirildi.1802 yılında, Kabardey bölgesinde sivil idare, ordunun elinden alınarak Din İşleri’ne bağlandı..1807 yılında da, kabardey bölgesinde Dini Mahkemeler yeniden kuruldu.
Müslüman ulema sınıfı daha oluşmamıştı. Din adamları, sayı ve sosyal etki açısından önemli bir tabaka oluşturamadıkları gibi, toplumsal güce sahip değillerdi. Çerkeslerin çoğu şeriat kurallarından ve ibadetlerden uzaktılar. Kabileci örf ve adetleri ile Druidizm inancını sürdürüyorlardı. Hatta bazı Hrıstiyanlık unsurlarını da muhafaza ediyorlardı.
1834 yılında önce kuzey ve batı Abadzahleri bir araya gelerek, bundan böyle kendi eyaletlerinde yağmacılık yapmıyacaklarına” Kurultay kararı alıp and içerler. Daha sonra bu and’a güney Abadzahleri de katılırlar.
1840yılının ikinci yarısı ve 1841 yılının kışı Dağlı Çerkeslerin ekonomik durumunun ciddi şekilde kötüleştiği bir dönemdi. Rusya ile tam teşekküllü savaş kararı ve bu denenle tarımla uğraşmayı bırakmaları nüfusun yoksullaşmasını getirdi. İngiliz ve Osmanlı gemilerinin Çerkesyaya seferlerindeki azalma da ticaretin düşüşüne neden oldu. Kıyı hattı komutanı Tuğamiral L.M. Serebryakov’un raporunda:” 1840 yılındaki kuraklık ve kıt ürün, Dağlı Çerkeslerin yoksulluğunu arttırmış, açlık tüm korkunç sonuçlarıyla Çerkeslerin bölgelerine yaklaşmaktaydı.”
1841 yılı Ocak ayında düzenlediği raporunda ise ; Dağlı Çerkesler arasındaki yiyecek azlığının doruğa çıkacağını, çok fakirlerin çocuklarını zenginlere daha önce hiç görülmemiş şekilde ucuza sattıklarını ve ücret olarak daha çok yiyecek aldıklarını”belirtiyordu……….MB.65
Kabardey feodal toplumu ve Kuban ötesi Çerkesleri arasında, özellikle de aristokrat kesimde İslam dini hızla yerleşerek XVIII. yüzyıl sonlarında artık tamamlanmışsa da, demokratik gruplarda islamın yayılması süreç olarak geç kalmış ve Rus-Çerkes savaşının sonuna kadar devam etmiştir. İslam dini ancak XIX. yüzyılın ilk yarısında hakim din olabilmiştir. Özellikle de 1840-1850 yıllarında İmam Şamilin,” Müridizm” i yayan vaizleri islamın yayılmasında önemli rol oynamışlardır.

XIX. yüzyılda Çerkesya’daki siyasal gelişmeler:
Çerkeslerin XIX. Yüzyılda Rus işgaline karşı verdikleri özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi; 1800-1829 tarihleri arasında Çerkesyanın Kabardey bölgesi topraklarında, 1830-1864 tarihleri arasındaki mücadele ise Kuban nehri boyu Çerkesleri arasında sürdürülmüştür. Bu dönemde(Edirne Antlaşmasından sonra) Rusya açık şekilde işgalci ve sömürgeci bir politika izlemiştir.
İranın Feth Alihan idaresinde tekrar güçlenmesi üzerine, 18 Ocak 1801 de Çar Pavel Petroviç, bir menifesto ile Gürcistanı Rusyaya ilhak ettiğini, Kral da 12 Eylül 1801de, Çarın menifestosu ile Rusyanın himayesini kabul ettiğini açıkladı. Suikaste uğrayan Petroviçin yerine Aleksandr Çarlık tahtına oturdu(11 Mart 1801-1825). Tümgeneral Knorring, 12 Eylül 1801de ikinci defa Gürcistan askeri valiliğine atandı. Tümgeneral Glazenop Kuzey Kafkasya Hattı Komutanlığına(1802-1806) getirildi.
Gürcüler, bir müddet sonra Rus himayesi altına girmenin ağır bir hata olduğunu anlamışlar ve Rusyaya karşı ayaklanıp isyan etmişlerdir. Fakat bir sonuç elde edilemedi. Gürcistanda Rus hakimiyetinin kurulması ile bu memleket Rusların Çerkesyaya yapacakları hareket için bir üs halini almıştır. Bu durum tüm Kafkasya ve Kafkas dağlarının güney kısımlarının felaketini çabuklaştırmıştır.
Abhazlar da zorunlu olarak Ruslarla ilişkiye girdiler. Ruslar, Prens Kalış Beyin yardım talebi üzerine 1810da Sohuma asker çıkardı. Prens Sefer Beyin talebi üzerine de Çar I. Alexander Abhazyanın Rusyaya bağlandığına dair bir deklarasyon imzalayıp yayınladı.
1813 yılında, Güney Rusya Valisi General Bucholz ve Dük Richelieu, Çar Alexandere bir öneride bulunurlar. Buna göre tüm Çerkesya denizden abluka edilecek ve Çerkeslerin Osmanlılarla ticareti önlenecek, bu yollarla Ruslarla ticari ilişkiye geçmeleri sağlanacak ve savaş yapılmadan Çar yönetimine bağlanmış olacaklardı. Bu Ruslar için çok önemliydi. Bunun için Karadenizi denetimlerine almalıydılar.
Bu amaçlarla, Ruslar 1830 yılında Abhazların Gagra kentini ele geçirdiler. 1831 yılında ise, Karadeniz kıyısında Gelincik, 1838 yılında Soçi nehrinin ağzında Novagin, Tuapse nehri ağzında Velyamen, Şapsuğ nehri ağzında da Tengin, Çemez suyu ağzında eski Soğucak kalesinin yerine Novorosisk kalelerini vücude getirdiler. 1838 yılının Mayıs ayında Kuban nehri ağzından Mingrelistan sınırına kadar olan Karadeniz kıyılarının bu kaleleri (Karadeniz Sahil Hattı) adıyla kurulan özel bir yönetime bağlandı.
Rusya tarafından, ülkeye kesin bir darbe vurmanın zamanı geldiği düşünülüyordu. Kafkasyadaki ordunun başkomutanı Prens Tsitsianov Çerkeslere ve diğer Kafkaslılara yönelik sert bir bildiri kaleme aldı; bu da isyana yol açtı. 1803-1807 yılları, Ruslar açısından mücadelede en zorlu yıllar oldu; Rusların emirlerinde yeterli asker yoktu, çünkü İranla olan savaşla ve Gürcistanda süregelen kargaşalarla uğraşıyorlardı. Rusyanın bu hesap yanlışlığı, Rus nüfuzu altında olan ya da olmayan tüm boylar arasında isyanla sonuçlandı.
Çerkes ve Çeçenlerden oluşan askeri kuvvetler Maniç-Don hattını tuttular ve bu hatta hakim oldular. Karadeniz sahilindeki diğer Çerkes kabileleri de Anapayı geri aldılar. 1804 yılında Çerkesya Prensi Ruslan Bek Misostun kuvvetleri Ruslara karşı ayaklandı. Ruslar önceleri müdafaaya geçtiler. Don Kazaklarından Karadeniz Ordusu” adı altında teşkilat kurdular. 1807 yılına kadar Maniç-Don hattında tutundular. Çerkesleri baskı altında tutarak, Çeçenlere yardımda bulunmalarını engellediler.
General Glasenapp 1804-1805 yıllarında Çerkesyada yürüttüğü baskınlarla seksen Kabardey köyünü yakmıştı. Bu, insanları daha da kızdırmış ve sonunda 1806 yılında Osetyada ayaklanma başlamıştı.
Açumıj Hilmi’in A.A.Maksidov’dan naklettiğine göre; Ekteki () Nolu resimde üç renkli(sarı,beyaz,yeşil) yeşil zemin üstündeki iki ok ve beş köşeli üç yıldızın yer aldığı bayrak, Doğu Çerkesyada Kabardey bölgesine General Glazenap tarafından yapılan askeri seferde, Rusya İmparatorluğu askeri birliklerince Baksan nehri yakınlarında yapılan savaşta ele geçirilmiştir.
İsyan eden Kabardey Çerkesleri daha önce olmadığı kadar savaşıyordu. Ödün vermek istemeyen Ruslar, ayaklanmaları bastırmak için kan dökerek halkı susturmak yolunu tercih ettiler. Örneğin 1804 yılındaki savaşta Kabardeyler iki prensle birlikte 442 şehit verirken, Rus birlikleri yüz asker kaybettiler. 1810 yılında ise, yaklaşık ikiyüz köy yıkılmış; 9.085 ev yakılmış ve 111 cami imha edilmiş; 1.030 sığır telef edilmiş ve 51.555 koyun alıkonmuş ayrıca 615 at götürülmüş; 6.310 Pud (1 pud=16,3 kg.) bakır, 5.895 Pud bal, 1.420 kağnı darı, 280 tüfek, 53 zırh gömleği, 85 mızra ve 145 kılıç yağmalanmıştı. Kabardey köylülerin bütün mücevherlerine ve ayrıca 2900 gümüş Rublelerine de el konmuştu.
1807-1808 yıllarında Astrahanda veba salgını baş gösterdi. Hastalık, kısa sürede Terek boyuna inmiş, Kabardey bölgesine sıçramıştı. Veba, herhangi bir işgalci kuvvetin yapamayacağı kadar fazla sayıda can alarak Küçük Kabardeyi silip süpürdü. Kabardeyler vebaya özel bir sözcük uydurmuştu. Yemine” Çerkeslerin ‘lanet’ okuma küfürlerinden biri olmuştu. Yemineye tutulasın” en yaygın beddua haline gelmişti.
Veba vadi içlerinden ilerleyerek, Çeçen ve Osetya bölgelerine doğru yayılmıştı. Tehlikeyi uzakta tutmak için; Besleneyi, Kemguy ve doğu Şapsığ bölgeleri, hudutlarını her türlü giriş-çıkışa kapattılar. Hiçbir yabancıya, güven duymaz oldular. İki yıldan fazla bir süre, dünyaya kapalı bir hayat sürdüler. Yemine Vuz” adı ile Çerkesçede yer eden bu salgın hastalık, çok sayıda insanın ölümüne ve Kafkasyanın öteki bölgelerine göç etmelerine neden oldu.
Araştırmacı Jale Kuşhan, Asetinlerin salgın hastalıktan korunmak için, hastalığa yakalananlar yakınlarına bulaştırmamak maksadıyla gerekli ihtiyaçlarını da alarak 2.860 metre yüksekliğindeki Kız Dağında bulunan ve XIV. yüzyılda inşa edilmiş olan Zeppes” denilen kulelerde ölene dek yaşadıklarından söz etmektedir.
Toparlanan Ruslar, bu müsait durumdan istifade ederek yenide tecavüze geçtiler; General Bolgohof komutasındaki kuvvetler, Kabardeydeki işlerini bitirince, Çeçenleri Terek nehrinin güneyine attılar. Oradan da Osetya bölgesine saldırdı. Ruslar diğer taraftan Tsatbugonov kuvvetleri ile Ruslar Kafkas ötesinde tam bir hakimiyyet tesis etmiş oldular.
1811 yılında bir Kabardey heyeti Çariçe II. Katerinanın 1771 fermanıyla Kabardey halkına sunduğu hak ve imtiyazlara razı olduklarını belirtmek üzere Petersburga gitti.
1812 yılının Ocak ayında heyete bir ferman tebliğ edildi: buna göre, hükümetin özel tasarrufu”nun bir işareti olarak eski imtiyazlar tanınıyor, tüm diğer Kafkaslıların yanı sıra Kabardeylere, Rusya Muhafız alaylarına benzer şekilde, kendi aristokratlarından özel bir muhafız alayı kurma hakkı veriliyordu. Bu, aydınlanma” yoluyla Çerkesyada sonuca ulaşmak anlamına geliyordu.
XVIII. yüzyılın sonlarında, Sucuk-Kale ve Anapayı almak arzusuyla Kuban ötesine ölümcül seferler düzelediler. Kubanı geçen General Bibikovun seferi felaketle sonuçlandı. General Bibikov ve Tugay komutanı Knorringin başvurdukları tek yöntem, bir köye saldırmak, yakmak, taş taş üstünde bırakmamak, toplanmış tahılları imha etmek, masum insanları öldürmek veya köle olarak Rusyaya göndermek üzere esir almaktı, Rusyaya gönderilenler zorla Hıristiyanlaştırılıyordu. Hıristiyanlığı kabul etmek istemeyenler fiziksel işkenceye maruz bırkılıyordu ve bu da Rus toprak sahiplerine ve karılarına yönelik cinayetlere yol açıyordu.
1818 yılında General Ermolovun gelişiyle birlikte baskı arttı. Selefleri gibi, seferlerinde aynı yöntemi uyguladı. Ahmaklığı, gaddarlığı ve esneklikten yoksunluğu Kafkasyadaki Rus karşıtı tavrın güçlenmesine yol açtı. General Ermolov, bölgesindeki Rus uyruklu olmayan herkesi yok etmeyi bir kural haline getirdi ve Kafkasyada Moskof şeytanı” olarak anılır oldu.
XIX. yüzyılda koloni kurma ve nüfus yerleştirme uygulamaları Çerkesyanın Kabardey bölgesinde başlatıldı. Kısa sürede burada birçok stanitsalar ve müstahkem mevkiler oluşturuldu. Merkezi de Nalçık idi. Malka, Bakhsan, Şecem, Nalçik, Urvan, Çerek, Uruh akarsuları boyunca sıralanan müstahkem hatt, Kabardeyleri, hububat ekimi için elverişli ovalardan ve kış mevsiminde kullandıkları meralardan koparmış oluyordu. İşgal uygulamaları Kabardeyler arasında gerek feodallerin, gerekse köylü kitlelerinin protesto ve öfkesine yol açıyor, tepki yoğunlaşıyordu.
1819 yılında Çerkesyanın kuzeyindeki 50.000 kişilik Çar ordusu Kazaklardan oluşuyordu. Çok geçmeden Yermolov emrinde 75.000 kişiye çıkarıldı. 1822 yılı baharında, Çerkeslerin General Şheğuane”(Delik kafalı general) dedikleri General Alexis Petroviç Yermolovun komutasındaki kuvvetler Batı Çerkesyada durduruldu.
1822 yılında General Manca Vlassov Çerkeslere ani baskın düzenler. Ganimet dışında Çerkes liderlerden Kalabatikonu kızını da tutsak eder. Çerkes liderlerden Prens Mansur Generalle yaptığı görüşme sonunda; Çerkes savaş esirlerini geri verir, ölü ve yaralılar için tazminat öder, gaspettiği malları da iade eder.
Yermolovun Kabardey bölgesine başlattığı harekat ve acımasız cezalandırma akınları 1825 yılına dek sürdü. Yermolov, General Velyaminov ve Lazarot komutasındaki kuvvetlerle, tüm Kabardey bölgesini yakıp yıkarak dağıttı ve tamamen virane bir hale getirdi.
Açumıj Hilminin A.S. Griboyedov’dan naklettiğine göre; Ekteki () Nolu resimdeRusya İmparatorluğunca son Kabardey Valisi(1809-1822) olarak tanınan Kuşuk Janhot(1758-1830) ve Rus hakimiyetini tanımayan oğlu Kuşuk Cambulat’Cambot’(?- 1825) ve ona bağlı birliklerle Batı Çerkesya ve Doğu Çerkesyada Rusya İmparatorluğu hakimiyetine karşı savaşanların Kabardey bölgesini temsil eden bayrak üzerinde iki ok ile(Baksan, Kaşkatov ve Küçük Kabardey Bölgesini) temsil etmek üzere altın iplikle işlenmiş beş köşeli üç sarı yıldız yer alır. Bu bayrak a.p.Yermalov tarafından ganimet olarak Rus ordusunca ele geçirilmiştir.
XIX. yüzyılın ilk çeyreğinde Karadenizn Çerkesya sahiline 1818, 1823 ve 1824 yıllarında üç seyahat gerçekleştiren Fransız Şövalye Taitbout De Marignyin Çerkesya Seyahatnamesi” adlı eserinde yazarın çizdiği Çerkesya sahillerini gösteren haritada Çerkes bayrağı yer almakta olup, üzerinde sekiz yıldız ve üç ok yerleştirilmiştir. Demek ki XIX. Yüzyıl başında Batı Çerkeslerinin kullandığı bayrak bu idi.
General A.P. Yermalov, General Velyaminov ve Lazarot komutasındaki Rus ordusununİşgal harekatı, Kabardey halkının soykırımına dönüştü. Prensler yanında, yüzlerce insan şehid edildi. Çerkeslerin bir kısmı dağlara, ekseriyeti de Kuban(Psıj) ötesine taşınarak diğer Çerkeslerle birlikte direnmeye başladılar. Çerkesler Prenslerinin yönetiminde bugünkü Karaçay-Çerkesk” sınırları içinde yer alan bölgelere yerleşmişlerdir. Hacretler” olarak adlandırılan bu Kabardeyler bölgede 67 köy kurmuşlardır. Kabardeylerin nüfusu savaş ve hastalık yüzünden korkunç boyutlara kadar azalmış, nüfusun sadece beştebiri kalmıştı.
Böylece Kabardey bölgesi, nüfusunun çok büyük çoğunluğunu kaybettiği gibi, işgal altına geçmiş oldu. Ruslar, ayrıca Kafkas dağlarının kuzey bölgesinin belkemiğini kırarak doğu ile batıdaki direnişleri bölmüş oldular. Kabardey bölgesinin elden çıkışı mücadelenin bütünlüğünü yok etmişti. Böylece Rus emperyalizmi, amacının ilk bölümünü gerçekleştirmiş oldu.
1823 yılında, Çarlık yönetimince Terek yöresinin istilası tamamlanır. Bu bölgenin bir bölümü Nalçık, diğer bölümü Vladikafkas(Ordjonikidze) idare merkezlerine bağlanır. Böylece Kabardey Çerkesleri ikiye bölünerek iki ayrı yerden yönetilmeye başlanır. Bunun üzerine, 1824 yılında Çerkes kabile başkanlarının çoğu Osmanlı Sultanına siyasi yönden bağlılıklarını bildirirler.
1825 yılında, Anapa muhafızı Hacı Hasan Paşanın, İstanbuldan 130 kürk ve tüfek dışında, Çerkes halkının derhal silahlandırılması” isteği Sultan tarafından reddedilir. Aynı yılda, Kabardeyden geçecek olan yeni askeri yolun yapılmasını istemeyen Çerkesler de ayaklanır.
Batıdan doğuya bütün Kabardey ülkesi boyunca yeni kale ve istihkamlar ile Rus birlikleri, Kabardeylerle diğer Çerkeslerin irtibatını kesmişlerdi. Böylece Kabardey toprakları Rusya sömürgeci rejime bağlandı ve özgürlük mücadelesinin merkezi Kuban ötesine geçti.
Kuban ötesindeki Çerkeslere ait topraklarda koloni kurma ve işgaller XIX. yüzyıl’ın 20’lı yıllarında başlamıştı. 1825 yılında, İvan Aeksandroviç Velyaminovun önerdiği plana göre, Çar ordusunun düzenlediği askeri seferler sonucu birçok dağ köyü yıkıma uğratılmış ve buralarda çok sayıda istihkam ve askeri tesisler kurulmuştur. Velyaminov, Çerkesler arasında kızıl veya altın sarısı anlamına gelen Plijer” sözcüğü ile General Plijer diye ün salmıştı.
Kabardey Prens ve Soylularının bir kısmı Rusya yönetiminden yana olup, ona hizmet ediyorlardı ve Çerkeslerin özgürlük mücadelesine ihanet içindeydiler. Rusya yönetimi, kendisine sadık olan Prens ve köylüleri ödüllendiriyor, mülk ve servet sahibi yapıyor, görev ve haklar veriyordu.
1825 yılı içinde ölen Çar I. Aleksandrın yerine I. Nikola geçmişti. 1826da Osmanlılarla imzalanan Akkerman antlaşması sayesinde Rus gemilerine bütün Osmanlı limanlarında serbestçe ticaret yapmak hakkını elde etti. Rus donanması, 1827 yılında Navarinde Osmanlı-Mısır müşterek donanmasını gafil avlayıp imha etti.
1827 yılında Kabardey Pşıleri Çar I. Nikolaya dilekçe ile başvurarak aşağıda açıklanan isteklerini bildirirler:
1-Osetlerin(Asetinlerin) yeniden kendi yönetimlerine verilmesi.
2-Çar IV. İvan ile daha önce yapılan antlaşma çerçevesinde, Rus aristokratlarına tanınan hakların kendilerine de tanınması.
Çar, yerli feodallere Rus asılzadelerinin sahip oldukları hakları, köylülerin sert tepki göstermelerinden ve ayaklanmalarından çekindiği için, Kabardey Prenslerinin bu isteklerini reddeder. Aynı yıl içinde General Mençikovun kuvvetleri isyan eden 1700 Çerkes savaşçısını Psıj(Kuban) bataklıklarında boğdurur.
Rus Generali Emanuel, 20 Ekim 1828 yılında Karaçaya hususi bir sefer düzenledi. Savaş sonunda Karaçay fethedildi. 21 Ekimde Karaçay temsilcileri Rusyaya itaat antlaşmasını imzalamak zorunda kalmışlardır. Böylece Karaçay ve Malkarın Rusyaya ilhak süreci tamamlanmıştır.
Ruslar, 1827 yılında Navarinde Osmanlı-Mısır donanmasını gafil avlayıp imha ettikten sonra, 1828 yılında Osmanlı Devletine harp ilan etti. Osmanlılar, Kafkasya ve Balkan cephelerinde sürdürülen savaşlarda mağlup oldular.
1829 yılında Osmanlılar Batı Kafkasyanın kendilerine ait olduğunu iddia ediyorlardı. Bu tarihte General Menşikof Anapa kalesini kuşatmıştır. Scaffi ise Çerkeslerin barışçı yollarla kendiliklerinden Rusların tarafına geçeceklerini, bu nedenle her türlü zorlamanın hatalı olacağını savunur. Menşikof ise 5.000 Çerkesin Osmanlılar ile birlikte çalıştığını iddia ederek kale kuşatmasını sürdürür. Ve kaleyi zapeder. Anapa kalesi 12 Haziran 1828 tarihinde kesin olarak Rusların eline geçtikten sonra, 1829 yılında Osmanlı ve Rus devletleri arasında imzalanan Edirne Antlaşması ile Kuban- Bzıb nehri(Pitsunda) arasındaki Çerkesyanın Karadeniz kıyılarının denetimi Ruslara bırakıldı.
1763-1830 yılları arasında Çerkesya dört defa Rusya-Osmanlı savaşlarının kanlı harekat ve muharebelerine sahne olmuştu. Bu süre içinde Çerkesler Taman Yarımadasının tamamen dışına atıldılar. Doğu Çerkesya yani Kabardey topraklarının bağımsızlığı sona erdi ve ülke nüfusu 300.000’den 30.000’e düştü. Bu süre içinde Çar orduları Çerkesyanın sivil halkına karşı acımasız ceza operasyonları ve kıyım seferleri düzenlemiştir.
A. Canbek Havjoko’ya göre; 1827 yılında Ruslar tarafından kuşatma altına alınan Anapa Kalesinde Osmanlı bayrağı yanında Çerkeslerin 12 yıldızlı yeşil bayrağının da dalgalandığından söz eder. Aslında Batı Kafkasyada 1807 yılında Kalabatuko Şupagua tarafından başlatılan teşkilat esas tutularak,1822 yılında tüm Çerkes kabilelerinin katıldığı Xauo-Xas” adındaki Ulusal Birlik Meclisi” kuruldu. Bu meclis, Çerkes topraklarında şeriat hükümlerinin uygulanması kararı alındı. Fakat uzun ömürlü olmadı, dağıldı. 1827 yılında Çerkesler arasında birlik olmadığından, bu tarihte Anapada 12 yıldızlı ve yeşil bayrağın dalgalanmadığı anlaşılmaktadır.
Scaffi daha sonra 3.000 Çerkesi imha ettiği, 1.700 Çerkesi ise Psıja sürerek boğdurttuğu suçlamaları ile General Menşikof aleyhine mahkemeye başvurur. Ancak mahkeme Scaffiyi tutuklar. Scaffi yaşamını zor kurtarır. İngiltere ise Anapanın Ruslarca zaptedildiğini protesto ederek ticaret gemisini gönderir.
Rusya ve Batı Çerkesya arasındaki savaş, 14 Eylül 1829 tarihinde Sultan II. Mahmud ile Çar I. Nikola tarafından imzalanan EdirneAantlaşmasının ardından resmi bir nitelik kazandı. Bağımsız bir ülke olan Çerkesya Osmanlı Devleti ile Rusya arasında elden ele geçiyordu. Osmanlı Devleti, Çerkesya üstündeki yüce hakimiyeti” ni bir kalemde Rusyaya terk ediyordu. Hem de bölgede mülkiyet hakkı ya da tarihsel, ahlaki veya fiilen herhangi bir hakkı olmamasına rağmen…
Antlaşmanın 4. Maddesi, Karadenizin Kuban ağzından St. Nicholos limanına kadar bütün sahil şeridi daima Rus İmparatorluğunun idaresi altında kalır” diye yazmaktadır. 1834 Petersburg Sözleşmesi antlaşmanın bu maddesini onaylamış ve tanımlamıştır. Buna istinaden Ruslar, Anapa’dan Batuma kadar Kafkas sahillerinin kendilerine devredilmesini temin etmişlerdi.
İngilizler, Osmanlıların yaptığı bu antlaşmaları kabul etmiyorlar ve Çerkesleri bağımsız bir ulus olarak tanıyorlardı.
Ruslar bu hükmü tatbik mevkiine koymak için, 1829 yılından itibaren kuvvet ve gayretlerinin siklet merkezini Kuban bölgesine toplamışlar ve aynı zamanda Kubanın orta kısmına tesadüf eden Bjeduğ, Kerekeney, Atokur, Demuguvey, Mehoş eyaletleri ile bir saldırmazlık paktı akdetmek için sarfettikleri teşebbüslerden bir sonuç alınamıyordu. Çünkü Çerkesler ve diğer Kafkaslılar bir” Misakı Milli teahhüdü etrafında toplanmışlar ve bütün kuvvetlerini Karadeniz sahillerinde ve Kuban nehri zaviyesinde toplamışlardı.
1822 yılında kurulan Ulusal Birlik uzun ömürlü olmadı ve dağıldı. Bundan sonraki girişim Jile Tharua Xase(Büyük Özgürlük Meclisi)nin kurulduğu 1830 yılının başında yapıldı. Bu tarihte Çerkesya yönetim açısından 12 Eyalete(bölgeye) ayrılmıştı. 12 Eyaletin 300 kişiye ulaşan temsilcileri ile teşekkül eden Büyük Özgür Meclisinin kararı ile meydana getirilen ve zemini koyu yeşil renkte olan ve 12 Eyaleti temsil eden Çerkes Milli bayrağının üzerinde 12 sarı yıldız ve üç ok bulunmaktadır. Çerkes kabileleri, bu tarihten itibaren Ruslara karşı başarılı olabilmenin bu Milli Çerkes Bayrağının etrafında, Ulusal Çerkes Birliğinin kesinlikle kurulmasının gerektiğine inanmaya başlarlar.
Çerkes halkı, ne pahasına olursa olsun Çerkesyanın bağımsızlığını korumaya kararlıydı. Ne var ki karşı taraf olarak Rusya Çarlık rejiminin hedefi ise sadece sıradaki bir ülkeyi işgal etmek değil, Kuzeybatı Kafkasyanın etnik haritasını tamamen değiştirmek, Çerkeslerin çoğunu ezeli topraklarından sürmek ve bu arazilere Rus kolonicileri iskan etmekti. Dolayısıyla bu savaş, Çerkesler için ölüm kalım meselesi haline geliyordu ve Rusya daha ilk başta Çerkesyanın adını Zakubanskiy Kray(Kuban ötesi Bölgesi) olarak değiştirdi.
Çarlık rejiminin bu savaşta kullandığı yöntem, Çerkesleri abluka altına almak ve yaşam kaynaklarını yok etmekti. Bu yöntemde; öncelikle tüccarların Çerkeslerle ticaretini engellemek süretiyle onlar için elzem olan tuz, silah ve gerekli malzemenin teminine mani olmaktı. Bunun için ticaret gemilerinin Çerkesya kıyılarına yanaşabilecekleri noktalarda küçük kale ve müstahkem mevkiler tesis etmektir.
Ardından Kuban’dan hareketle Çerkesya topraklarına her yıl yapılacak ani akınlarla Çerkeslerin hububat stoklarını yok etmek, ekin ve tarlalarını çiğneyerek onları otların yetersiz olduğu yüksek dağlara doğru sürmek ve kendilerinden koparılan arazilere Rus-Kazak yerleşimlerini kurmak süretiyle Çerkesleri perişan bir hale getirmektir.
1830 yılında Çerkesyada önemli gelişmeler yaşanır: Sefer Bey Çerkesyada İngiliz silah yardımını bekler, fakat bu yardım hiçbir zaman gerçekleşmez. Ruslar Paris Kongresi sayesinde, Karadenizde iki gemi bulundurma yetkisini,Çerkesya kıyılarını yeterince kontrol edememe” gerekçesi ile on gemiye çıkartır. Osmanlılar Çerkesyaya 15 top, 300 fıçı barut, 4 topçu subayı yardımında bulunur. Gönderilen toplar eski, hantal, yedek parçasız, barut fıçıları ise yarım gönderilmiştir.
Theophil Lapinski bu yardımdan tipik Türk yardımı” tabirini kullanarak söz eder. Wagnere göre bu yıllarda Çerkesler savaş için belirledikleri liderler; Chuj Beg, Cumbulat, Mensur, A. Jibge, Şamuz ve Hasan Beydir.
Çar Nikola, Edirne antlaşmasından hemen sonra Çerkesyaya savaş ilan eder, General Paskeviçi Çerkesyayı fethetmek üzere gönderir. Üstün askeri güç ve savaş malzemesine rağmen başarı sağlayamaz. Paskeviçte görevinden alınır.
Çerkes Halk Kurtuluş Ordusu mücadelesini 1830 larda iyice yoğunlaştırdı. Kuban bölgesi komutanlığına atanan General Zasse(Zas), Labe, Kuban ve Varpta beş yeni kale kurmak için yola çıkar. Fakat Çerkesler derhal toparladıkları kuvvetlerle Rus askeri mevzilerine saldırarak başarı elde ederler.
1830 yılının yaz aylarında, General Emmanuel tarafından Kubanda inşa edilen Georgievskoye, Afonskoye ve Aleksievskoye kalelerine yapılan saldırılarda, Şapsığlar, Natuhaylar ve Abzehlerin yardım çağrılarına olumlu yanıt veren Vubıhlar, beraberce bu kalelere saldırdılar.
1831 ile 1836 yılları arasında Rus Genel Komutanlığı Karadeniz kıyısında önemli bir harekat yapmıyarak sadece Çerkesya sahilindeki Anapa ve Gelencik’i savunmakla yetindi.
1831 yılının yazında küçük bir Çerkes çiftliği olan Kutlitze” Çar askerlerince işgal edilerek yakılır. 1832 yılında Sucuk-Kale Rusla tarafından topa tutularak yıkılır. Aynı yılın Ağustos ayında Tzimisse suyu kenarında 50 evlik bir Çerkes köyü yakılır. Bu köy Çerkeslerin ticaret kapısı idi. Tuz ve barut karşılığında yerli mallarını ve esirlerini burada takas ediyorlardı.
1833 yılında General Bergmann komutasındaki 5.000 asker, 15 yelkenli ile gelerek Sucuk-Kaleyi ele geçirir. Bu harekette 16 Osmanlı gemisi yakılmış ve 7 depo da havaya uçurulmuştur. Rus askerlerinin kış erzakı için, Aynı yılın 23 Haziranda Sucuk-Kaleye 7-8 Km uzaklıktaki Atzesbohoya saldıran Rus askerleri başarısız bir saldırıda bulunurlar, fakat Çerkeslerin direnmeleri sonunda geri çekilirler. Ayni şekilde 26 Haziranda Mezippeye de saldırıda bulunurlar, fakat başarılı olamazlar.
1834 yılında Rusların yeni kurdukları Abın müstahkem mevkiine 14.000 askerin koruyuculuğunda kumanya götürülürken, Çerkes Aslanı ünvanını alan Şapsığ kahramanı Hacı Guzbek komutasındaki 1.700 kişiden oluşan Çerkes Birliği, ormanda pusu kurar. Şapsığlar tüfek ateşi ile saldırıya geçilmesini isterler. Mensur(?) ise kama ve kılıçlarla saldırı yapılmasını ister. Önerisi büyük çoğunlukla kabul edilir. Bu öneriyi kabul etmeyen 150 Şapsığ savaşçı, başlarında Chuj Beg olmak üzere cepheden çekilir. Geriye kan Çerkesler kama ve kılıçlarla saldırıya geçerler. Konvoydaki 7 cephane arabası ele geçirilir. 14.000 kişilik Rus ordusu feci yenilgiye uğratıldı. Bunun üzerine Ruslar, şimdiye kadar kazanmış oldukları yerlerde iktifa ederek, başladıkları harekatı durdurmuşlardır.
1834 yılında Çerkesya Kurtuluş Ordusunun Abadzakh ve Ubıh kuvvetleri Abhazyanın Ako(Sohumkale) dışındaki yerlerini kurtardılar. Aynı yıl içinde,Çerkesya Aslanı diye ünlenen Şapsığ kahramanı Hacı Guzbek komutasındaki 1.700 Çerkes süvarisi tarafından Abın bölgesinde 14.000 kişilik bir Rus ordusunu feci bir yenilgiye uğratıldı.
1834-1836 yıllarınd Rus birlikleri Gelencik müstahkem Hattının temelini attılar. Abinsk ve Nikolayevsk kaleleri, Kuban ile kıyı arasında yeterince sağlam irtibat sağlıyordu. Fakat Natukhay yöresini ele geçirmek ve Çerkesyanın kalanından koparmak için ordunun gücü yetmiyordu. Ardı arkası kesilmeyen Rus saldırıları karşısında çaresiz kalan Çerkesler, birlik ve beraberlik sağlamak için 1830 yılından itibaren Çerkes meclislerinin yıllık olarak düzenlenmesini kararlaştılar.
1834 yılında Çar yönetiminin Çerkesyayı zaptetme planına göre; Kuban kıyısındaki Olginski ile Jelentz’ik’i karadan bağlamak ve yolu Abhazyaya uzatmak amaçlanıyordu. Bu amaçla Baron Von Rossen komutasındaki kuvvetlerden özel bir birlik oluşturup, bu birliğin başına General Villiaminoff getirilir. Bu birliğin görevi, Jelentz’ik’e yerleşerek Çerkesyanın dış dünya ile ilişkisini kesmek idi.
General Rus birliğini Nisan ayında tehlikeli Şhadotops üzerinden Jelentz’ik’e ulaştırır. Çerkesler zorunlu olarak dağlara çekilirler. Ruslar tarafından, ileride gerektiğinde en kısa ve hızlı bir şekilde asker sevkiyatı yapılabileceği gibi, Osmanlıların Çerkeslerle olan ilişkileri de kontrol altına alınabilecekti.
İngiltere’nin Çerkesler ve Kafkasya’ya ilgi duyması, 1830 lu yıllarda başlamıştır. O sırada, İstanbulda elçi olarak bulunan Lord Ponsonby(John Ponsonby-1832-1837) ve enerjik yapılı katibi Davit Urkhart(1831-1837), İngiliz Devlet Adamlarının dikkatini Çerkesler ve Kafkasya üzerine çekmişlerdir.
A. – H. Kasumov’un Çerkes Soykırımı” adlı eserinde, bir ajan olan Davit Urkhart, İngiltere Hariciye Bakanı Lord Palmerston(Henry John Temple-1830-1855) tarafından tüccar kimliği ile ve diğer ajanları keşif amacıyla 1833 yılı Ağustos ayında Çerkesyaya gönderildiği belirtilmektedir.
Diğer tüm belgelere göre, Davit Urkhart’ın talebi ve Lord Ponsonbyin yazılı onayı ile1834 yılı Haziran ayında Kaptan Yüzbaşı Lyon idaresindeki bir yelkenliyle yola çıktı. Tsemez(Novorossiysk) sahilinde karaya çıktı. Hiç tahmin etmediği şekilde, büyük bir ilgiyle karşılandı. Geleneklerin şekillendirdiği Çerkes terbiye ve disiplinini, halkın misafirperverliğini yerinde görüp tanıdı.
Çerkes liderler, Urkhartın sıradan biri olmadığını anlamışlardı. Ona gerekli olan bilgileri sunmak için, Tuaps civarında Aguy vadisinde Çerkes liderleri tarafından büyük bir toplantı düzenlendi. İçinde bulundukları durumu izah ettiler Rusyanın hiçbir hakkı olmadığı halde, binlerce yıllık vatanlarını işgal etmeye kalktığını, bunu önlemek için sayısız şehit verdiklerini anlattılar. Urkhart toplantıda özetle şunları söyledi:
Rusya ile mücadelenizde, her şeyden önce kendi gücünüze güveniniz. Ancak, gördüm ki, birlik içinde değilsiniz. Başarı için birleşmelisiniz. Hepiniz, tek merkezden emir ve kumanda almalısınız!”
D.Urkhart, 1834 Temmuz/Ağustos’da Natuchac Eyaletini Pşad’a kadar ev ev dolaşarak, halkı Ruslarla ilişi kurmamaları için uyardı. Yaptığı toplantılarda herkese And içmesini önerir. Andın metni:
Yemin eden ben, vatanıma sadık kalacağım, düşmanım olan Ruslarla alış-veriş ve daha başka ilişkiler kurmayacağım. Ruslarla ilişkiler kuranların isimlerini derhal bildireceğim. Onların cezalandırılmalarına yardım edeceğim. Kendi kabile ve halkım içinde, bundan böyle yağmacılık yapmayacağım. Yapanları açıklayacağım, onların cezalandırılmaları için bilfiil çalışacağım. Daha önce yapmış olduğum bu tür yanlış hareketleri açıkça söyleyeceğim ve bundan sonra yapmayacağıma söz veriyorum…”
1834/ 11 Eylül’de, İstnbuldaki İngiliz Büyükelçisi Lord Ponsonbynin, kendisini ziyaret eden Çerkes temsilcilerinden, bir bağımsızlık komitesinin hazırlanarak dünyaya ilan edilmesini talep eder. Hazırlanan komite ve bildirisi The Portofolio dergisinde yayınlanır.
D. Urkhart İstanbula döndüğünde, gözlemlerini bir rapor halinde, Elçiye sundu. Rusya gibi büyük bir devlete karşı, başarıyla bağımsızlık savaşı veren Çerkeslerin desteklenmesini istedi.
Urkhart, azmi ve fikirleri bilenmiş olarak İngiltereye döndü. The Portflolio isminde İngilizce-Fransızca bir dergi çıkarmaya başladı. Hariciye Bakanı Lord Palmerstonu hedef alan, yazılar yazdı. Hariciye Bakanını, İngilterenin gerçek çıkarlarını bilmeyen zayıf milletleri ezen ve Rusya ile işbirliği içinde olan biri olarak suçladı. Bu arada, İngilterenin birçok yerinde, Kuzey Kafkasyalılara Yardım” dernekleri kurdu. Kuzey Kafkasyalılar(Çerkesler) için faydalı olacak her yolu deniyordu.
İngilterenin Çerkesyadaki plan ve faaliyetlerinin merkezi İstanbuldaki Büyükelçilikti. Çerkes göçmenlerle sıkı temas halinde olan Büyükelçilik, buradaki Rusya Büyükelçiliğinin dikkatini çekmemek için önlemler alıyordu. Ponsonbynin resmen Çerkeslerle irtibat kurduğunu” kamufle etmek için Davut Urkhart Londra’daki Çerkeslerle temas kurabilecek, güvenilir ve istekli James Hudsonu özel olarak Eylül 1835 tarihindeİstanbula gönderdi.
1835 yılında Ruslar Abın ve Atakumda iki Rus müstahkem mevkilerini kurdu. 1834 yılında ilk defa kullanılan askeri yürüyüş yolunun iki arabanın geçebileceği genişlikte yeniden düzenlendi.
Aynı yıl içinde D.Urkkuhart tarafından The Portofolio dergisinde aşağıdaki haber yayınlanır: Çerkesler, bir Rus Kolordusunu ve onar adet topu imha ettiler.” Gerçekten Jelentz’ik’ten Anapaya yürümekte olan Rus Kolordusu müfreze çarpışmaları ile hırpalanır, bitkin düşer. Sonunda dinlenmiş olarak bekleyen Çerkes süvari birliklerinin ani baskını ile Rus Kolordusu yok edilir.
1835 yılı içerisinde Rus ordusunun Çerkesya cephesinde bekleyen güçleri 594.000 kişiden oluşmaktadır. Bu sayıya Çeçenistan ve Dağıstan bölgeleinde hazır bekletilen Rus askerleri dahil değildir. Rottenkamp Çerkesya cephesinden övgüyle şöyle sözetmektedir: 1831 yılından bu yana Büyük Çarlık İmparatorluğunun bütün askeri ve malzeme üstünlüğüne rağmen, pek çok zayiat vermesine rağmen Çerkesler savaşın akışını büyük bir kahramanlıkla durdurmuşlardır.”
Urkhartın İstanbuldaki evi adeta Çerkes Prensleri ve Polonya göçmenlerinin toplantı yeri” oldu. Londra ile ilişki ve görüşmeler James Hudson aracılığı ile gerçekleştiriliyordu. Urkhart Çerkeslerin ihtiyaç duydukları şeyleri, tespit etmişti. Bunlardan birincisi silah, ikincisi tuz idi. Çerkesler Kırm işgal edildiğinden beri, Azak sahillerinde üretilen tuzdan mahrum kalmışlardı. Rusya, Çerkesleri zor durumda bırakmak için, Tuz Olayına” silah kadar ehemmiyet veriyordu. Urkhart, bir ithalat ve ihracat firmasına sahip olan tüccar James Bell’i Çerkeslerle ticari münasebet kurduğu takdirde, karlı çıkacağı hususunda onu ikna etti.
James Bell, Hariciye Bakanlığından gerekli izni aldıktan sonra, Vixen Gemisini kiraladı. Silah ticaretinin tehlikeli olacağını düşünerek, kargo olarak tuzu seçti. Kendisinin katılmadığı bu seyahatte Karadenize açılan gemi 21 Aralık 1836’da Tsemez Limanına ulaştı. Soğucak Kalesi açıklarında demir attı. Yük boşaltılmadan, bir Rus gemisi gelerek Vixene elkoydu. Olay İngilterede duyulunca, yer yerinden oynadı. Vixen olayı, İngilere ile Rusya arasında, diplomatik bir konu olmuştu.
James Bell ise, Urkhartın telkinleri ve Vixen Olayı ile iyice bilenmişti. Çerkesyayı görmeye karar verdi, 1837 baharı yola çıktı. Kaptan Watsaz ve Khader yönetiminde olan Arundel Gemisi, Karadeniz sahilinde demir attı. Başta J.Bell olmak üzere, İstanbuldan gemiye binen bazı Türk ve Çerkes yolcuları karaya çıktılar. J.Belle büyük ilgi gösterdiler.
j.Bell, kışı Çerkesyada geçirdi. Anapadan Sohuma kadar sahil kesimini gezdi. Hacımuko Muhammed, Bastıko Pşimef, Havduko Mansur, Şuruhuko Tuğuj, Hacı Guzbek ve benzeri birçok halk liderleriyle tanıştı.
6 Mayıs 1837 tarihinde Adagum’da liderlerden Şamuzun evinde Bell ve Longworthun da katıldığı kongre yapılır. Şamuz yaptığı konuşmada Türklerin kendilerini kandırdığını söyler. İngilizlerin ise gerçekten kendilerini desteklemek isteyip istemediklerini, bunda ne derece samimi olduklarını bilmek ister. Barutlarının azaldığını belirtir.
Söz konusu toplantıda Sefer Bein mektupları okunur. Metuplarda,”Ruslarla antlaşma yapılmasını, talancılıktan vazgeçilmesini.” İsteyen Sefer Bey, yine mektubunda, İngilizlerin de yapılacak olan barışa yardımcı olmalarını ister. Toplantıya katıanlardan üç kişi seçilerek Rus karargahına gönderilir. Elçiler çok iyi karşılanırlar. Ancak General Villiaminoff, 29 Mayısta barış teklifine olumsuz cevap verir ve antlaşmayı imzalamaz.
J. Bell İngiltereye dönünce Çerkesyayı ve Çerkesleri İngiliz aydınlarına tanıtmak için hatıralarını bir kitap şeklinde yayınladı. Gerek D.Urkhartın makaleleri gerekse, J.Bellin kitabı İngilterede büyük yankı yapmıştı. İngiliz aydınlarının dikkati Çerkesya konusuna çekilmişti.
Davit Urkuhart, İngileredeki çalışmalarını sürdürürken, James Bell, Longworth ve Hudson İstanbuldaki Çerkes delegasyonu ile temas kurdular. Gaye Sultanın desteğini telep etmekti. Özellikle Hudson, Çerkes delegasyonunda yer alan Zanıko Sefer ile Büyük elçi Posonby arasında haberci görevi gördü.
İngiltere Rusyanın Çerkesyaya yönelik politikası ile ilgilenmesinin en önemli nedeni: Çerkesya ve Karadenize hakim olan devlet Hindistana kadar uzanan bu deniz yolunu kontrol altına alacaktır. Bu durum ise İngilizlerin ticari emniyetini sarsacak bir statü yaratacaktır. Rusların Karadenize doğru gelişmeleri ise bu neticeyi doğuracak bir genişlemedir. Özellikle 1829’dan sonra İngilizlerin bu temel amacla hareket ederek aşağıda sıralanan Çerkesya politikalarını uygulamışlardır:
A- Rusyaya karşı, Rusyanın önünde Çerkesya gibi tampon devlet oluşturulacaktır.
B- Çerkesyada savaş heyecanı geliştirilecek, ulusal direnme hareketleri teşvik edilecektir.
C- Çerkesyadaki savaş mümkün olduğu kadar malzeme ile desteklenecektir. Nitekim daha sonraları kendileri dahi müttefik kuvvetleri adı altında Kırıma askeri sefer tertip etmişler, bu sefere fiilen katılmışlardır. 1853-1856 yıllarında yapılan Kırım seferi bu temel amacın korunmasına yönelik bir içeriğe de sahipti.
1856 Paris Konferansında, çıkar kavgaları nedeniyle, ne İngilizler ne de Fransızlar Çerkesyayı desteklemediler. Kafkasyada bağımsız bir Çerkes toplumunun oluşmasına yardımcı olmadılar. Diğer bir ifade ile Çerkesyanın Rusyaya bırakılmasına göz yumuldu.
Emperyalist devletler tek başına bırakılmalarına rağmen savaşa devam etmeleri için çeşitli yöntemlerle Çerkesler tahrik edilmişlerdir. Çerkesler bu tahriklere ve yardım vaatlerine özellikle İngilizlerin vaatlerine inanarak kapılmış, savaş azmini bunlarla önemli derecede beslemiştir.
25 Mayıs 1856 yılında İngiltere Lordlar Kamarasında, Paris Antlaşması tasdik için görüşülürken. Muhalif muhafazakarların lderi Stanley Derbry, şiddetle hükümete çattı: Paris Antlaşmasının Çerkes meselesine hiç temas etmediğini görüyor, bunu esefle karşılıyorum.” Demiştir.
Lord Malmesbury tarafından söylenmiş şu sözler açık ve seçik durumu açıklamaktadır: Lordlarım açık söylemek lazım, biz Çerkesleri kendi başlarına, büyük felaketler içerisinde bırakarak kaçtık. Halbuki biz onlardan yardım istedik ve müsaadenizle söyleyebilirim ki, onları istediğimiz gibi, en büyük fedakarlık ölçüleri ile kullandık.”
1836 yılı yazında Sucuk-Kale’ye saldıran General Villiaminoff başaramaz. Doba’dan Kubana Adagum vadisinden dönmek ister. Ancak 24 gün bu vadide savaşmak zorunda kalır. Komutasındaki 20.000 kişilik ordusu(15.000 piyade, 5.000 süvari) Çerkeslerce bozguna uğratılır. Esir düşen komutan Çerkeslere şöyle söyler:
Savaş bitti, çünkü İngilizler savaşa katılmaya karar verip Çar’a mektup yazdılar. Bu nedenle Çarımız savaşılmamasını emretti.” Şeklinde düzmece bir mektubun var olduğunu iddia eder. Çerkesler ondan mektubu göstermesini ve yemin etmesini isterler. General bütün Çerkes liderleri önünde yemin eder. Bu yeminden sonra General ve diğer esir askerler serbest bırakılır.
Aslında böyle bir mektup bulunmamaktadır. Nitekim General Villiaminoff ettiği yemini de unutarak yeniden savaşa devam eder.
1837 yılında Çerkeslere şu bildiriyi ulaştırır: Çarlık Rusyası Fransayı zaptetti, İngiltere hiçbir zaman Çerkeslerin yardımına gelemez. Çünkü ekmeğini Rusyadan temin etmektedir… Tek cümle ile tamamlamak gerekirse Dünyada iki kuvvet vardır, gökte tanrı, yerde Çar… Rusya o kadar büyük ve kuvvetli ki, gökyüzü çökmeye kalksa, Rusya elindeki süngülerle onu taşır, çökmesini önler.” Çerkesler bu bildirinin içeriğine gülerler ve yılgınlık göstermeden savaşı sürdürürler.
1837 yılının Haziran ayında 30 gemiden oluşan Rus donanması, Varda ve Khissa’dan çıkartma yapar. Kıyıda bulunan 55 kişilik Çerkes grubu kılıç ve kamalarla göğüs göğse çarpışırlar. Gemilerden kıyıya top atışları yapılır. Bu atışlardan kırka yakın Çerkesle birlikte Rus askeri de ölür. Ardler Thamadesi Bayslam ve 12 kardeşi de ölenler arasındadır. Rusların çıkartma yapması muhtemel olan diğer yerleri korumak için kıyı boyunca 10.000 Çerkes savaşçısı hazır bekletilir.
Diğer taraftan, Abadzekh eyaletinde yapılan Halk Kurultayında, diğer Çerkes eyaletlerdeki savaşlarda kardeş Çerkes boylarına yardıma koşulması, onlarla birlikte savaşa girilmesi, güç birliğinin sağlanması için karar alınır ve and içilir.
1837 yılının 10 Haziranında Bjeduğ Prensi Açaigag’ko Pşıkuy 5-6 bin kadar asker toplar. Bu kuvvetlerle Şeps ve Psis arasında kalan topraklara Rus müstahkem mevkii kurdurtmaz. Psis’den Büyük Labe’ye kadar olan yerlerde Hatıkuay, C’emiguey ve Machoşlar otururlardı. Bu topluluklar, Ruslarla zorunluluk sonucu saldırmazlık antlaşması imzalamışlardı. Böylece tarafsız kalmaya çalışmışlardı. Bu antlaşmanın imzalanması akılcı bir politikanın sonucudur. Zira korumasız ve açık bir arazide oturan bu Çerkes boylarının üstün askeri güçlere karşı koyabilmeleri düşünülemezdi.
1837 yılının 26 Haziranında Ruslar Tuapse’ye yaptıkları çıkartmayı Çerkesler püskürtürler. Ruslar kıyıdaki toplarını bırakarak kaçarlar. Bu esnada Rus gemilerinden atılan toplarla pek çok Çerkes yaşamını yitirir. Ancak ele geçirilen toplarla Çerkesler de geriye ateş açarlar, 200’e yakın Rus askerini öldürürler.
1837 yılının 8 Temmuzunda Pşat’da Ruslarla çarpışan Yindarikonun torunu dahil birçok Çerkes savaşçısı yaralanır.
1837 yılının 20 Temmuzunda Hacı Chuj Beg’in 60 yaşında olmasına rağmen 250 Çerkes savaşçı ile Kuban nehrini geçerek Rus kalelerine baskınlar düzenler. Bu baskınlardan Rus askerleri ve köylüleri kaçarlar. Çerkesler kaçan köylülerin bıraktığı 200’e yakın tırpanı ele geçirirler. Hacı Chuj Beg aynı gün J. Bell ile buluşur.
1837 yılının Ağustosunda Pşat yakınlarında bulunan General Villiaminoff: Bu yıl içerisinde Jipge’ye saldırmayacaklarını, Çopsine’ye varınca geri çekilme emri aldığını” Zaniko’ya bildirir. Hacı Chuj Begin Şapsığ savaşçıları ile birlikte, ani bir manevra ile Çopsindeki Rus ordusuna saldırır. Birçok Rus askeri öldürülür. Silah depoları ele geçirilir. Çok sayıda Rus subayı esir alınır.
3 Eylül 1837 tarihinde Adagum yakınlarında toplanan Çerkes Kurultayı, Şapsığ bölgesine iki İngilizin cephanelerle geldiği haberi üzerine dağılır.
Aynı tarihte Yekaterinador kentinin karşısında bir köyde oturan Bjeduğ Prensi Pşıkuy J. Bell ile yaptığı görüşme sırasında, Ruslarla antlaşma yolunu seçmelerine neden olarak şu gerçekleri söyler: Bjeduğ bölgesi küçüktür ve halkı sıkışık oturmaktadır. Öte yandan çevremiz dümdüz arazidir. Saldırıya açıktır. Bu nedenle Ruslarla antlaşma yoluna gittim. Halkımı ve vatanımı bu yolla yok olmaktan kurtardığıma inanıyorum.”
19 Eylül 1837 tarihinde 110 delegenin iştirakiyle düzenlenen Çerkes kongresinde, J. Bell düzenli askeri birliklerin kurulmasını önerir. Liderlerden Şamuz bu öneriye şöyle karşılık verir:” İngiltereden hala yardımın gelmediğini, öncelikle 2-3 bin kadar asker ile bir gemi cephane gönderilmesi halinde de İngiliz yardımının yapılacağına, İngilizlere ve özellikle de J. Belle böyle inandırabileceklerini ve kendilerinin de en kısa zamanda 15.000 savaşçı toplayabileceklerini söyler.”
General Villiaminoff, Ağustos ayında Çopşine giren Rus ordusunu Çar’ın emri üzerine 20 Eylül 1837 tarihinde Jelentz’ik’e götürmek üzere yola çıkar. Çopşin-Jelentz’ik yolunu beş günde alırlar. General Villiaminoff yanına 1.000 askerle Kuban üzerinden gelerek Çarla buluşmak ister. Çar ordusunun Kubana doğru hareket ettiğini öğrenen çevredeki Çerkesler saldırırlar, ancak başarılı olamadılar. Bir ölü vererek yerlerine geri dönerler.
Diğer taraftan, Generalin emrinde 12.000 asker vardı. Geriye kalan Rus askerlerine Çerkesler yaptıkları akınlarla 1.000 Rus askerini öldürürler, 1.000-1.200 kadarını da yaralarlar. Sonunda Pşat’da 250, Çopşin’de ise 500 Rus askeri kalır. Her iki kaledeki top sayısı ise 14’erden 24 tanedir.
20 Eylül 1837 tarihinde Ruslar Şapsığ eyaletinde, Kuban nehri kıyısında, Abun’da bir Pazar yeri kurarak, bu yerin yönetiminin başına da Çerkeslerden kaçan bir Çerkes soylusunu getirirler. Şapsığlar Abunda tesis edilen serbest ticaret yapma hakkını İngiliz baskıları sonucu 5/8 Ekim 1837 tarihinde Ruslardan geri alırlar.
Yöredeki diğer Çerkesler bu gelişmeleri uzaktan ilgiyle izlerler. Bu tarihlerde Rus bölgesinden 18 inek yağmalayan bir grub Abadzakh, Şapsığ bölgesinden geçerken, Ruslarla olan iyi ilişkilerini bozmak istemeyen Şapsığlarca durdurulur ve getirdikleri malları Ruslara geri vermeleri istenir.
Kafkas-Rus savaşlarının uzamasından endişe eden Rus Çarı I. Nikolay Pavloviç, Kafkasyaya hareket etti. Büyük Petrodan sonra bu, Kafkasyaya gelen ilk Çardı ve bu kez Hazar tarafından değil, Çerkeslerle savaşın en kızgın döneminin yaşandığı Karadenizin kuzeydoğu kıyısından geliyordu. Çar 20 Eylül 1837’de Sivastopolden Polyarnaya Zvezda”(Kutup Yıldızı) gemisiyle Gelincik koyuna geldi. Kıyıda karşılama töreni hazırlanmıştı. Çar veliahtla birlikte filikayla iskeleye yanaştı. Komutanlık evinde Kafkasya Hattı birlikleri komutanı General A. A.Villiaminofu ve diğer bazı kişileri kabul etti. 22 Eylülde birliklerle vedalaştı. 23 Eylül’de Anapaya ulaştı. 25 Eylülde Redoutkale’ye döndü. Daha sonra Kutais, Ahıska, Ahılkelek, Gümrü, Serdarabad, Eçmaidzin, Erivan güzergahı üzerinden 8 Ekim 1837 günü Tiflis’e ulaştı. Tifliste çok görkemli törenlerle karşılandı.
Çar, Kafkas cephesi genel kumandanı Mareşal Baron Rozen ile cephe kumandanı General Villiaminoffu azlederek meşhur General Vorontsofu genel kumandanlığa tayin etti. Bu sırada generalleri İmam Şamili Tiflise giderek Çarla görüşmeye davet ettiler ise de Şamil, Dağıstanda Rus kuvvetleri bulundukça Çarla veya başkumandanla görüşemeyeceğini bildirdi.
Çar, kendisini hiçe sayan Şamilin bu kati cevabı karşısında Rusyanın bütün imkanlarını ve en şöhretli generalleriyle müthiş bir intikam ve yok etme planı ile General Golovin başkumandanlığında Kafkasyaya üç ordu gönderdi. Bunlardan:
– Birinci ordu Çerkesistanı istila ederek Karadenize inecek,
– İkinci ordu Yukarı Samur kabilelerini kontrolünde tutacak,
– En mühimi olan üçüncü ordu ise, en seçkin kurmay subay ve askerleriyle Şamilin üzerine yürüyecekti.
Hukuki işgal, fiili işgal ile tamamlanmalıydı. Rusya, Kafkasyadaki askeri yığınağını hızla arttırmaya başladı. 1837-1838 yıllarına gelindiğinde Kafkasyadaki düzenli birliklerin sayısı 160.000’e yükselmişti. 200.000 kişilik Kazaklar bu ordunun dışındaydı.
Ekim 1837 ayı içinde, Bjeduğ, Ç’emuguey ve Hatukuay kabilelerin liderleri(Thamadeler) Yekaterinador kentinde Çarın huzuruna davet edilirler. Çerkeslerin Çara bağlılıklarını özellikle kendilerinin söylemesini isterler. Çerkesler bu öneriyi reddederler, yalnızca saldırmazlık ve barış antlaşması imzaladıklarını, bağımsızlıklarını kısıtlayan bir antlaşma imzalamadıklarını söylerler.
Bu duruma kızan Rus generali ve Rus görevlileri Çerkeslerin kaleden dışarıya çıkmalarını yasaklarlar. Bu Çerkeslerin içinden üç kişi kurnazca bir yöntemle kaleden kaçarlar ve Çerkes halkını ayaklandırırlar. Ayaklanmayı kamufle etmek içinde Abadzakh bölgesine saldıracaklarmış gibi bir tavır alırlar. Bu durumdan şüphelenen Ruslar, kaledeki diğer Çerkesleri serbest bırakırlar.
Çar, çocuklarının ve kendi hayatının tehlikeye girdiğini sezerek Çerkesleri huzuruna kabul etmez. Ünü Moskova ve Petersburga kadar yayılan Çerkes at oyunları, at yarışları ve savaş oyunlarını görmeyi çok arzu eden Çarın bu isteği Çerkeslerce yerine getirilmemiş olur.
Kasım 1837 ayında, Bjeduğlar Abadzakh bölgesine akın düzenleyerek 2.000 koyunu ganimet olarak alıp götürürler.
Aralık 1837 ayında, Natuchuac’ların Ruslarla ticaret yapılması için kabileler arası antlaşma ve yemini kabul etmezler. Natuchuac’lar İngilizleri ortamı karıştırmakla suçlarlar ve antlaşmaya ve yemine katılmak istemezler. Ancak, diğer Çerkes bölgelerinin protestoları sonucu bu karara katılmak zorunda kalırlar ve And içerler.
Bilindiği üzere; Ruslar, Çerkeslerin Karadeniz ile ilişkilerini kesmek ve de dışarıdan gelebilecek yardımları engelleyebilmek amacıyla, 1830 yılında Abazaların Gagra kentini ele geçirdiler. 1831 yılında ise, Karadeniz kıyısında Gelincik kalesini yaptılar. 1837 yılında Karadeniz sahilini izleyerek yola çıkan Rus kuvvetleri Kontramiral Artyukov’un filosu çıkarma birlikleriyle 13 Nisan 1838 tarihinde Soçi nehrinin denize döküldüğü yere çıkartma yaptılar. Filodaki gemilerin çok güçlü topçu ateşiyle desteklenen Rus birlikleri kıyıda mevzilenmeyi başardı ve burada Navaginskoye kalesini inşa ettiler. Bu sırada boğazda saklanan Ubıhlar ile şiddetli bir çatışmaya giriştiler. 17 Nisan 1838 günü Rus kampına gelen ünlü Hacı Degumuk Berzegin yeğeni Giranduk Berzeg, savaşta ölenlerin naşını almak için izin aldı.
Bir başka Rus ordusu da General Rayevski komutasında Tuapse nehri ağzında Velyamen kalesini ve Şapsuğo nehri ağzında da Tengin kalesini yaptılar. Burada da Abadzekh Çerkesleri ile şiddetli savaş yaşandı. Çerkeslerin ölülerini toplamak için izin alarak gelen iki yaşlıya(Thamade) General Rayevski onlara tatlı bir dille Rus İmparatoruna itaat etmekle elde edecekleri kazançları anlattı. Her kalenin yanında Pazar kurulacağı sözünü verdi; cesaret ve yiğitliklerine büyük saygı duyduğunu belirtti. Bütün bu iyilik dolu tekliflere Çerkesler sadece böyle önemli bir meselede karar vermeye yetkili olmadıkları cevabını verdiler.
1838 Ocak ayında, Tu nehri ağzına gelen bir Osmanlı gemisi Çerkeslerce yağmalanır. Gemide 150 Sterling yani 1.000 Gülden değerinde çeşitli emtia bulunuyordu. Dğer taraftan; Anapanın 5 Mil güneyindeki Sukvaya gelen ve Sefer Beyin de içinde bulunduğu gemi Ruslar tarafından açılan ateş sonucunda batmış, gemiden kıyıya çıkarılan mallar imha edilir.
Geri dönmek üzere olan 100 kişilik Rus birliğinin yolu Çerkeslerce kesilir. 25 Çerkes savaşçısı Ruslara saldırır. Bir subay esir alınır, bir araba ele geçirilir. İki Çerkes ölür, iki Türk yaralanır. Bir kadın çocuğu ile birlikte Ruslarca kaçırılır. Bir iki Rus askeri de ölü olarak bulunur.
Daha sonra Çerkeslere sığınan bir Polonyalı subayın anlattığına göre, Ruslar bu olayda 25 ölü ve bir o kadar da yaralı bırakmışlardır.
1839 yılında Saşe ve Subaşi sahilerine çıkarma yapan Rus birliklerinin başında Tüm General Rayevski dışında, Amiral Lazarev bu birliklere 2 Mayıs 1839 muttali oldu. Ubıh Çerkesleri tarafından karşılandılar. General Olşevski Çerkeslerin iki nehir arasındaki tepelerden aşağı inmelerine mani oldu. Şiddetli çarpışmalara General Kaşutin kuvvetleri de Çerkesleri sıkıştırdı. Zaman zaman Çerkesler ölü ve yaralılarını, sağlanan ateşkes sırasında, geri çekiyorlardı. Çerkeslerin başında ünlü Berslan Berzeg ve asılzade Tulpar vardı. Ubıh Çerkeslerinin özellikle Şaheyi bu hırsla şiddetli savunmaya iten neden, deniz kıyısındaki bu koruluk Tağapk, eski zamanlardan beri kutsal sayıyorlardı. Tüm toplantılarını ve dualarını bu korulukta yapmakta idiler. Şahe, eskiden beri Çerkeslerin en başta gelen ticaret merkeziydi. Ruslar burada Golovinskoye adı verilen istihkamın dışında, 5 Temmuz tarihinde Psezuape nehri ağzında Lazarevskoye, Anapa ve Novorossiysk arasında Rayevsikoye, Çemez suyu ağzında ise eski Soğucak kalesinin yerine sonraları Novorossisk adını alacak olan güçlü birer kale vücuda getirdiler.
Bu süretle; Kuban nehri ağzından Mingrelistan sınırına kadar olan Karadeniz kıyılarının bu kaleleri, Karadeniz Sahil Hattı” adıyla kurulan özel bir yönetime bağlanmış oldu. Komutanı olarak da General Rayevski tayin edildi. Karadeniz Kıyı Hattıyla 1840 yılında da Kuban Müstahkem Hattının inşaatı ile Çerkesyanın çembere alınması stratejisi tamamlanmış oluyordu.
Ardından Batı Çerkesya topraklarına yoğun sayıda Kazak askerlerinin ve ailelerinin göçü ve iskanı başladı. Rus filosunun kıyılarda yoğun olarak devriye gemileri dolaştırması ve kalelerden yapılan akınlar, Çerkeslerin sert tepki göstermesine ve direnişine neden oluyordu………
1839 yılı Mayıs ayında Vaye bölgesinde büyük bir Rus donanması görüldü. Bütün Çerkes kuvvetleri bu bölgede toplandı. Fakat donanma Vayenin güneyindeki Subş civarına intikal etti. Vayedeki Çerkes kuvvetleri, bu defa Subş üzerine yürüdü. Ruslar bu mevkide karaya kuvvet çıkarmağa muvaffak oldular. Yetişen Çerkes kuvvetleri düşman donanmasının ateşi altında, karaya çıkmış olan düşman kuvvetleri üzerine atıldılar. Çetin bir savaş oldu. Fakat bütün fedekarlıklara rağmen düşman Subş mevkiine 1.200 kişilik bir kuvvet çıkarmağa muvaffak olmuştu. Ancak bu kuvvet sahilden içeriye doğru hiçbir genişleme gösterememiş, ancak sahilde tutunabilmişti.
Ruslar, Anapa bölgesinde takriben 40.000 kişilik büyük bir kuvvet toplamışlardı. Bu kuvvetle Ruslar, hem Taman yarımadasında hakimiyyetlerini takviye ve idame ediyorlar, hem de sahil boyunu ve Kubanın güney kısmını baskı altında bulunduruyorlardı.
Çerkesler, kuvvetin güneye yönlendirilerek, Taman bölgesini Saşi mevkiini ve dolayısıiyle Tsemez ile birleştirmekte kullanılması ihtimali üzerine, 9 Kasım 1839 tarihinde bir gece baskını şeklinde Saşi kalesine hücum ettiler. Klenin içerisine girilmesine rağmen bir müddet sonra kaleyi tahliye etmek mecburiyetinde kaldılar.
Çerkesler, aynı yıl içerisinde, stratejik önemi büyük Jamatya kalesine hücum ettiler. Jamatya, Kubanın güneyinde ve nehrin çıkış noktasında müstahkem bir mevkidir. Bu mvki, Rusların kuzeyden Kubanın güneyine geçebilmesi için bir köprübaşı vazifesini görmetedir. Ayrıca, Anapa ile Tsemez arasında da bağlantıya hizmet ediyordu.
Tsemez mevkii(Novorosiski) ise mükemmel bir limana sahip olup, Abın müstahkem mevkiine yakındı. Gerek Tsemezden Abına, gerekse Abından Tsemeze doğru yapılacak karşılıklı hareketlerle, Rusların Kuban havzasının denize yakın kısımlarında , Taman yarımadasında emin ve kati bir hakimiyyet tesisi mümkün olacaktı.
Bundan dolayı Çerkesler Tsemez, Abın, Jamatya mevkilerini önemli görüyordu. Çerkes kuvvetleri önce Tsemeze taarruza karar verdiler. Daha sonra Rusların bunu öğrenmesi üzerine taarruzu Jamatyaya yönelttiler. Bu taarruz esnasında Çerkesler Anapadan Jamatya üzerine yürüyen bir Rus kuvvetine rastladılar. Bunun üzerine taarruz bu kuvvetlere yöneltildi. Ancak iki ateş arasında kalan Çerkesler telef oluyorlardı. Bunun üzerine kalan kuvvetler geri çekildi.
Askeri tarihçi Rus Albayı Semen Esadze,” Karadeniz Kıyı Hattı bitmiş ve bütün ana noktalarda istihkamlar inşa edilmiş olmasına rağmen, birlik yetersizliği nedeniyle bunları çok zayıf garnizonlarla tutmak gerekiyordu.” Diyor.
Ubıh Çerkesleri, 1839-1840 sonbahar ve kışında baş gösteren korkunç kıtlık sonucu kendilerini açlıktan ölüme terk etmek yerine, elde silahla ölmeyi tercih ederler. Yeni kurulan istihkamların eksikliklerini ve içlerindeki garnizonların zayıf olduğunu da öğrenen Çerkesler, birleşerek yiyecek ve cephane stoklarını ele geçirmek için Rus garnizonlarına saldırmaya karar verdiler.
Bunun üzerine, akıllılığı ve sınırsız cesareti ile nam salmış ünlü Ubıh lideri Hacı Degumuko Berzeg’le canlanan Çerkesler güçlerini birleştirdiler ve müthiş bir kahramanlık örneği gösterdiler. Rusların 50 yılda yarattığı bu çevirme kaleleri Çerkeslerin 1840 yılındaki şiddetli saldırılarına bir yıl bile dayanamadı. Aynı yıl içerisinde birer birer Çerkeslerin eline geçti. Çar ordusu aynı yılın ikinci yarısında toparlandı ve Kırım’da hazırlık yaptıktan sonra yeniden taarruza geçerek, Çerkesya kıyısındaki kaleleri geri aldı. Kaleler çevresinde sert ve kanlı savaş yıllarca sürdü ve kaleler Kırım Savaşına(1853-1856) kadar el değiştirdi.
1840 yılı devamlı ve ağır mücadele ve savaşlarla geçmiştir. Bu savaşlar Çerkeslerin muvaffakiyetleri ve bunun için gösterilen büyük fedakarlık ve kahramanlıklarla taçlanmıştır. Bunun için 1840 yılını Çerkesya için şerefli bir yıl olarak anmak ve yaşatmak gerekmektedir. Doğu Çerkesya dışında Batı Çerkesya bölgesindeki Ubıh, Abzah, Şapsığ ve Natukhay Çerkes kabileleri ölümcül kurtuluş savaşları veriyorlardı.
Çerkesler, Ruslar tarafından Abin mevkiinden başlayarak Soçi’ye kadar devam eden sahil kesiminde meydana getirdiği; Abun, Anapa, Şhapsin, Vaye, Tsemez, Şasi, Tuapse, Mazga, Nkolayevski, Doma gibi kalelere gerekli hazırlıkları yaparak taarruz geçmişlerdi.
1840 yılı başlarında, Çarlık Rusyasının Karadenizdeki savaş gemilerinin ve kuvvetlerinin genel durumu şöyle idi:
367 adet çeşitli büyüklükte savaş gemisi, bu gemilerde 7.500 top bulunmakta idi. Ayrıca 48 adet 5 veya 10 topla donanmış olan yolcu gemisi. 39 firkateyn ki bunlarda da 44 ile 60 arasında değişen toplar bulunmakta idi. 10 ile 38 arasında değişen sayıda topu bulunan 34 adet iki direkli yelkenli gemi, 35 gölet ve lugar, 15 buharlı harp gemisi ve 121 top-çeker(gambot) bulunmaktaydı. Savaş gemilerinde bulunan Rus asker sayısı ise 100.000’i geçmekte idi.
En önce 15 Ocak 1840’da Abun kalesi, Şubat ayı içinde ani bir baskınla Lazarevski ele geçirilir. Teslim olan 10 Rus askeri dışında kaledeki askerlerin tamamı kılıçtan geçirilir. Üç hafta sonra, Villiamonof kalesi ele geçirilir.500 kişilik muhafız kuvvetini ve 50 topu ihtiva eden Vaye kalesi 16 Mart1840 tarihinde kısmen teslim alınır. Toplar, askerler ve mühimmat ele geçirilir. Kaledeki evler ateşe verilir.
Anapa yakınlarındaki Nikolayevski kalesi 4 Nisan 1840 tarihinde fethedildikten sonra Abins’in de ele geçirilmesi istenir. Ancak başarı sağlanamaz. Çerkesler ele geçirdikleri kalelerin stratejik önemini anlamadan, bu durumun avantajlarını kullanmadan dağlara çekilirler. Vaye’den daha iyi korunanTuapse kalesi 8,5 saatlik bir kuşatmadan sonra 4 Nisan 1840 tarihinde ele geçiridikten sonra yakılır.Ruslar daha sonra Haziran ayında Tuapse kalesini yeniden kurarlar.
Bir hafta sonra Şhapsin kalesi zaptedilmiştir. Şhapsinin zaptı daha kanlı olmuştur. Bu kaleye karşı Havuduko Mansur’un komutası altında, aralarında Hacı Guzbek ve Şuruh Yikovue Duğuj gibi kahramanlar bulunan 7.000 kişilik bir kuvvet toplamıştı. Bu kuvvet tüfeklerini bırakarak yalnız kama ve kılıç ile, geceleyin kaleyi sarmışlar ve şafakla beraber hücum ile kaleye girmişlerdir. Kalede 2.500 Rus askeri bulunmaktaydı. Çok kanlı bir savaş oldu. Cephanelik havaya uçurulur. Neticede kale ele geçirildi ve 2.000 esir alındı. Kaçmak isteyen 500 Rus askeri ise dış çemberlerde takılıp kalırlar.40’a yakın sahra topu Çerkeslerin eline geçer. Bu savaşta Çerkesler 350 şehit vermişlerdir.
15 Nisan 1840 tarihinde 300 Çar askeri tarafından korunan Şapsığ eyaletindeki Abun kalesine saldırı düzenlenir. Ardından Ardler, Marya, Nikolayevski bir bir Çerkeslerin eline geçer. Bu saldırıda Çerkes kuvvetlerine Polonyalı Potoski, Sabanski, Czatorski adlı subaylar yardım ederler. Çerkes kuvvetlerine Şamuz, Mensur ve Tuza komuta etmekte idi. Çerkes ordusu büyük moralle Kuban nehrinin kuzeyine geçer. Büyük Rus birliklerini bozguna uğratır. General Glasiort büyük bir şaşkınlığa uğrar ve paniğe kapılır. Rusların bırakıp kaçtıkları topları alıp dönerler.
Mayıs 1840 ayında Çerkeslerin arka arkaya gösterdikleri bu başarılardan Çar telaşlanır ve Besarabyadaki askerlerini gemilerle Çerkesya sınırlarına taşır. Sebastopolda olağanüstü harp meclisini toplar. Bu toplantıya General Vorontzoff, Menşikoff, Rayevski ve Lazaroff katılırlar.
Şasi Aralık ayının ilk haftasında ve diğerleri de Anapa ve Tsemez hariç müteakip günlerde ele geçmiştir.
1841 yılında Çerkesyada hiçbir askeri harekete girişilmemiştir. Ancak Çerkesyada baş gösteren veba hastalığı çok sayıda Çerkesin yaşamını yitirmesine neden olmuştur.
1841 yılı Nisan ayında 15.000 kişilik Çerkes kuvvetleri 7 büyük çaplı topla Tenginskoye kalesini altı gün kuşatma altında tuttular. Çar ordusu acilen takviye birlikleri gönderdiğinden kuşatma kaldırıldı. Aynı yıl Kasım ayında Çerkesler Soçi yöresinde Ruslara ağır zayiat verdirdiler. Burada yaklaşık 600 Rus askeri yaşamını yitirdi. 3.000 kadarı da yaralandı. L.M.Serebryakov, raporunda Çerkeslerin de kayıp verdiklerini, ama Rus birliklerinin kayıplarının daha çok olduğunu bildiriyordu:”Çerkesler her zaman atışmayı dağınık ve değişik mevzilerden yapıyorlardı ve tam kıyıda ilerleyen kalabalık kollarımızı imha etmek için avantaja sahiplerdi.”
1841 yılının Temmuz ayında yaklaşık 6.000 Ubıh ve Şapsığ Golovinskoye ve Lazarevskoye istihkamlarına başarılı bir saldırıda bulundular.
Öyle ki 1841-1846 yılları arasında Rusya ve Batı Çerkesya Çerkes kabileler birliği arasında 88 yıl savaş oldu. Bu yıllarda Abhaz halkının bir kısmı Ubıhların yanında Rusyaya karşı savaştılar. Ancak kendi çıkarlarını Gürcistandaki Rus generallerine bağlamış olan Abhaz özden ve beyleri savaşı desteklemediler. Abhaz beylerinden Prens Aubla Ahmet ve Zurab Kamış Rusyaya bağlılık yemini etmişlerdi.
Bu arada yazıları ile Çerkesleri savunan ilerici Rus yazarları arasından K. Marks şöyle yazıyordu: Kahraman Çerkesler, Rusları yeniden hezimetlere uğrattılar. Ey dünya, ey insanlık; özgür yaşamak isteyen insanların nelere muktedir olduklarını onlardan öğreniniz!”
1842 yılında Abun kalesine saldıran Çerkesler, alınan kaledeki Rus askerlerin tamamı kılıçtan geçirildi. Aynı yıl içinde çok kurnazca bir planla Çopsın kalesine saldıran Çerkesler, iki topçu taburu, özel eğitim görmüş küçük bir Kazak birliği ve 30 topla savunulan kaleyi ele geçirirler.
1842 yılı içinde Vana kabilesinden (Negepsicho da yaşayan) Y. Tousiok komutasında 10.000 savaşçı Kubat’tan (Çepsun yanılarında bir ırmak) hareket ederler. Komutanlar arasında Zaza Ali ve Zazi Mehmet’te bulunuyordu. Sapte kalesinden Tzako’nun da katılmasıyla oluşan Çerkes kuvvetlerinin saldırısında kale ele geçirilir. Bu baskın haberi daha önce casuslar kanalı ile Ruslara duyurulduğundan Çerkesler 1.500 kayıp verirler.
Ruslar Çerkesya kıyılarındaki kontrollerini sıklaştırırlar. Çerkesya kıyılarına yanaşan dört ticaret gemisi Ruslarca batırılır. Bu ablukaya rağmen 150 yabancı gemi Çerkesya’ya gelip gider.
Diğer taraftan; 1842 tarihlerinde Dağıtan bölgesinde gücü doruk noktasına çıkan İmam Şamil başar için, haberalma kaynaklarının önemini iyi kavramıştı. Güvenilir adamlarını Kafkasyanın her tarafına göndermişti. Casusları, Rus tarafındaki her hareketi anında kendisine ulaştırıyorlardı.
Bu arada, Çerkesyada sürdürülen direnişi yakından izliyordu. Şayet güçbirliği yapıldığı taktirde daha başarılı bir sonuç alınacağına inanıyordu. Batıda Çerkes kabileleri arasında ciddi bir ittifakın olmadığını tesbit etmişti. Hem onları tek komuta altında birleşmesini sağlamak hem de ilişkileri geliştirmek için planlar yaptı.”Naibler Konseyi”ne düşüncelerini kabul ettirdi.
O’na göre, batıyla tek cephe oluşturulabilmesi için; ayni inancı, ayni idari sistemi paylaşmak gerekiyordu. Çevresinde bunu sağlayabilecek seçkin insanlar vardı. Düşüncelerini gerçekleştirmek üzere; 1842 yılında Naib Hacı Muhammed Mollayı, Kubanötesine Çerkesistana gönderdi. Çalışma odağı olarak önceleri Şapsığ ve Natkhuayları seçmişti. Daha sonra temas kurduğu diğer Çerkeslerle arasında şeriat ve müridizmi yaymak için çalışma odağı olarak Abzah bölgesini seçmişti.
M.M. İdrisov, Baron Stalaya atfen; bu yıllarda üzerindeki Rus baskısı artan Çerkes kabileleri, sonunda isyan ederler. İmam Şamilin ilk Naibi Hacı Muhammed Mollanın gelmesiyle birlikte de, bölgede Rus aleyhtarı önemli bir hareketlenme başlar.
Bu hareketlenme Çar idaresini rahatsız eder. Çar Generali, naibin başarısından endişeye kapılarak, yoğun bir faaliyete girişir ve kısa zamanda birçok Çerkes kabilesini kendi tarafına çekmeyi başarır. Fakat Çar idaresi tarafına geçen grupların bir kısmı üzerinde halen Hacı Muhammed Mollanın da büyük tesiri vardı.
Hacı Muhammed Mollaya karşı çıkan bazı Çerkes Pşıleri ona inanmak istemiyorlardı. Dini söylemlerinden başka, siyasi idaresine de şüpheylr bakıyorlardı. Hacı Muhammmedin İslam ve şeriat mesajları, geleneklerini daha önde tutan Çerkeslerde gereken tesiri uyandırmıyordu. Naibin asilzade imtiyazlarına karşı tavır alması ise soylu ailelerin tepkisine neden oluyordu. Asilzadeler bu nedenle Hacı Muhammed Mollaya karşı hep tavırlı oldular.
Çerkesyadaki birliği sağlamak için büyük çaba gösteren Hacı Muhammed, burada şeriat ve muridizm düzeni kurmak için yoğun şekilde çalıştı. Camiler yaptırdı. Din eğitimi yapan okullar açtı. Özellikle askeri organizasyonları için de önemli girişimde bulundu.
Çar ordularına karşı savaşacak olan daimi ve düzenli Çerkes ordusunun çekirdeğini oluşturacak olan Mürtazek Birlikleri” kurmak için Hacı Muhammed yörede birçok defa toplantılar üzenledi. Askerlik hizmeti yapacak süvari anlamına gelen Mürtazek Birlikleri”, halktan alınacak vergilerle veya ayrı katkılarla ayakta duracaktı. Kafkasya Özel Kolordusu Komutanı Vorontsov, bu konuda şöyle yazıyordu; Çerkes kavimleri arasında Mürtazek Birlikleri kurulması, bizim için gerçekten de olumsuz sonuçlar doğuracaktır.”
Naib Hacı Muhammed Molla bu sıralarda yakalandığı bir hastalık neticesinde kısa zmanda vefat etmiştir. M.M İdrisov,”Çerkezistan” adlı yazısında şöyle der; Naib Hacı Muhammed Mollanın ölümü ile ilgili olarak pek çok söylenti çıkarılmıştır. Bu rivayetler biraz da Naib’e muhalefet edenlerin başarısı gibi etrafa yayılınca, bunu İmam Şamilin kurmaylarından birinin bertaraf edilmesi olarak değerlndiren Çar idaresi, 500 Çervontze tahsis ederek, kendisine yakın Abzah beylerinden Muhammed Kangina başta olmak üzere Kuban yöresindeki yandaşlarına dağıtmıştır.”
Baturay Özbek’e araştırmasına göre, Çerkes örf ve geleneklerini hiçe sayarak şeriat kurallarını tatbike kalkışınca Abzahleri kızdırır. Bu nedenle zehirlenerek öldürülür.
Naib’in Çerkes’yada fazla bir varlık gösterememesinin iki önemli sebebi vardı.
Birincisi; Abzehler, dış ülkelerle teması az olan bir bölgede yaşıyorlardı. Ruslarla, henüz ciddi bir çatışmaya girmemişlerdi. Düşünce ufukları dardı.
İkincisi; XIV. Yüzyılda Buharada yaşayan Buharesteli Muhammed Bahavuddinin görüşleri, ayni yüzyıl sonlarına doğru, Dağıstan ve Anadolu yaylalarına ulaşmıştı. Nakşibendi” lakabıyla tanınan bu kakmacı, tarikat ilim yolunun, Peygamber Muhammedin çizdiği yol olduğunu ve bu yolun da kutsallığa erişmenin en temiz, en doğru yol olduğunu savunuyordu.
Özellikle Kafkasya’nın doğusunda Nakşibendi Tarikatı” şeklinde teşkilatlanmış bulunan mistik İslam, Kafkaslıların Rus emperyalist hakimiyeti altına girdiği bu dönemde, onların milli kimliklerini ve özgürlük duygularını besleyen güçlü bir toplumsal faktör haline dönüşmüştür. İmam; merkezi hükümetin olmadığı Dağıstan Bölgesinde, dini önderliğin yanısıra, komutan ve devlet başkanlığı sıfatlarını benliğinde toplamıştı. Vatanın ve İslami haatın tehlikede olması nedeniyle sertleşmiş, savaşçı bir niteliği benimsemişti. Tarikat ehlinin, Rus hakimiyetine karşı gösterilen direnişlerde, bu direnişi hem organize etmek, hem de fiilen sürdürmek itibariyle önemli rolleri bulunduğunu, uzman bilim adamlarının araştırmaları ortaya koymuştur.
Birbirlerini izleyerek İmamlık makamına gelen; Gazi Muhammed Molla, Hamzat Chanka ve Şamil’e, diğer halk liderleri üzerinde ayrıcalık kazandıran, tarikatın bu özellikleri idi.
Oysa, batıdaki(Çerkesyadaki) din adamları; saygı görmelerine rğmen, yönetimde liderlerin gerisinde yer alıyorlardı. Son sözü din adamları değil, liderler(Pşıler) söylüyorlardı. Ayrıca bölgede bir dinler mozayiği varlığını sürdürüyordu. Bazı bölgelerde, eski çok tanrılı dinin izleri kaybolmamıştı. Şapsığ ve Ubıh kabileleri arasında Hırıstiyanlığı benimsemiş bazı küçük topluluklar, İslamiyeti kabul etmemek için hala direniyorlardı.
Ayrıca, Çerkesler Druidizm inancı gereği kutsaıkları meşe ağacına da saygı duyuyorlardı. Anavatandan topluca sürgüne tabi tutuldukları 1864 tarihine kadar tam bir Hrıstiyan ve tam bir Müslüman olamamalarının nedeni Druidizm inancından kaynaklanmaktadır.
Bu mevcut şartlar altında, İmam Şamil’in hedeflediği muridizm sisteminin, Çerkesyada kök salması çok zordu.
1843 yılında Kabardey Prensi Muhammed Mirza Anzorov Çeçenistan Naibi Şuayb’e iki kişi göndererek Kabardeylerin Ruslara karşı isyana hazır olduklarını haber vermişti. Az sonra kendisi de Naibi ziyaret etmiş ve Kabardeye bir manga gönderilmesini istemişti. O, Kabardeyde ‘ Rusyaya karşı çıkmak isteyen 16 kişiyi öldürün’, bütün Kabardey ülkesi isyan etsin.” Demişti.
Çar hükümeti, Çerkesyada tutunabilmek için Kabardey bölgesinin mutlaka kontrolde olmasına ve askeri-siyasi açıdan muhafaza edilmesine çok önem veriyordu. 1841 yılı Kasım ayında Jandarma genel müdürü Kont Benkendorfa gönderdiği raporda Albay Yuryev şöyle yazıyordu:
Halen Kabardey bölgesi kendi gücüyle bize karşı koyacak durumda olmasa bile, onlar Çerkes kavimleri arasında büyük otorite sayılırlar ve itibar sahibidirler. Kabardeyler eskiden beri bölgenin önde gelen kavimlerinden olup Prens ve eşrafı bütün Çerkesyada saygı ve itimat sahibidirler. Bu yüzden Kabardey bölgesinde sükünet ve asayişin korunması oldukça önemlidir. Herhangi bir idari hata, Kabardey topraklarında isyana yol açabileceği gibi Gürcistan yolunu tehlikeye düşürür.”
1843 yılının Mayıs ayında Çerkesler yeniden savaşa başlarlar. Ancak, bu ay içerisinde uğradıkları mağlubiyetler nedeniyle savaşmayı ertelerler. Bu sıralarda, Kubanın kuzeyinde 117.000, Kafkas ötesinde ise 75-80.000 Çar askeri savaşa hazır beklemekte idi.
1843 yılının yazında İmam Şeyh Şamilin Naibi Ahverdi Mohaman Kabardey bölgesindeki Cherzurdsen köyüne akın düzenler. Ancak başarılı olamaz ve köylülerce öldürülür.
Hacı Muhammed Molla vefat edince İmam Şeyh Şamil, 3 Ekim1844 tarihinde görevlendirdiği Aldılı Saparçioğlu Yusup Hacının Çerkeslerce istenmemesi üzerine, yerine Saparçioğlunun birlikte getirip Şamile tanıştırdığı Kabardey Süleyman Efendiyi aynı yıl Naib olarak gönderdi. Süleyman Efendi, Salih bir Müslüman, alim ve fakih bir zattı. Abzah bölgesine ulaşan Süleyman Efendi İmam Şamilden getirdiği mesajı okudu.
İmam Şamil Çerkesleri, Özgürlük Savaşı için diğer Dağlı Çerkeslerle birlik olmaya çağırıyordu. Süleyman Efendinin bir görevi de Çerkeslerden bir askeri birlik oluşturmak ve Şamile yardım için Doğu Kafkasyaya göndermekti.Yeni Naib muridler birliği ve şeriata dayalı bir mahkeme kurdu. Ayrıca, yönetim mercii olarak da bu mahkemeler yetkiliydi. Ardından Mürtazek Birliklerini oluşturdu.
Naib Süleyman Efendi kutsal savaş propagandası yapıyor ve Ruslarla teması yasaklıyordu. Üstelik İslam dinini kabul etmeyen ve direnenler takip ediliyordu. Ortam epeyce gergindi. Şapsığlar ise Süleyman Efendiye sert tepki gösterdiler ve Naibin murid gücüne silahla karşılık verdiler. Yeni Naib bu direnişi görünce, Şapsığlara yönelik niyetlerinden vazgeçti. Çerkeslerden oluşturulan üstün yetenekli bölükler Şamile ulaşamadılar. 1840’lı yıllardaki askeri ve stratejik durum böyle bir birliğe izin vermiyordu.
1844 yılında Rus Tümgenerali Sabudzki’nin kayınvalidesi Çerkeslerce kaçırılır ve 12 aylık bir tutsaklıktan sonra serbest bırakılır. Vatanına dönen kadın çerkeslerin kendisine çok iyi davrandıklarını her yerde anlatır. Çerkeslerin uygarlıktan uzak, barbar olarak dünyaya tanıtmaya çalışan Çar ve hükümeti bu kadının açıklamaları karşısında çok zor durumda kalırlar.
1844 yılında İstanbuldaki Rus büyükelçisinin Kont Budberge yazdığı gizli mektupta şöyle demektedir: Sultan ve büyük vezir(Sadrazam) Çerkesya ile insan ticaretinin yasaklanmasından memnun değillerdir. Türkler, Kafkasyadan kadın esir satın alamadıklarını, hatta Sultanın haremine cariye bulmakta zorluk çektiklerini, bu nedenle öfkelendiklerini belirtmektedirler. İnsan ticaretine yeniden müsaade edilmesinin politik yönden faydalı olacağı” tavsiye edilmektedir.
1845 yılında Rus sosyalisti Petrasevski’nin Çerkeslerin Çarlara karşı yürüttükleri savaşı yazıları ile destekler. Bu yazar Çerkeslerin bağımsızlık savaşını sürdürmelerini, Rus halkının da Çerkesleri desteklemesini, Çerkesler gibi onlaın da Çarlara karşı ayaklanmalarını ister.
Naib Süleyman Efendi 1845 yılında oldukça ‘esrarengiz’ durum ve şartta Çerkesyayı terk etti. Mark Bliyev’e göre, 1845 yılında İmam Şamil, Süleyman Efendiye yazdığı mektupta onu ‘acil bir şekilde’ Çerkesleri ‘silahladırmaya ve bu konuyu ağırdan almamaya’ çağırmakta ve Süleyman Efendiye ihtiyacı olduğunu belirtmekteydi. İmam Şamilin Naibi Süleyman Efendiyi Çerkesyadan Kabardey ve diğer Çerkeslere geniş çaplı sefer planlarıyla ilgili olarak çağırmış olması mümkündür.
Naib Süleyman Efendi döndükten sonra, Şamil 1845 yılı Eylül ayında Çerkes aşiretlerine” gönderdiği mektubunda Çerkeslere, Naibini Çerkesyaya gönderdikten hemen sonra ortaya çıkan onları ziyaret etme isteğinden bahsediyor. İmam Şamil mektubunda 1845 yılı yazında meşgul olduğuna atıfta bulunarak ‘çok sayıda günahlı’ ile yeniden girişilen çarpışmanın ‘başarıyla sonuçlandığını’ hatırlatıyor. Bunun yanında Şamil Çerkeslere, Naibim Süleyman Efendi sizlerden memnun olduğunu anlattı. Korkmayın, hüzünlenmeyin, zenginlere kanmayın diyor ve ekliyor: Yakın bir süre sonra size Naibimi tekrar yollayacağım ve işlerimizi etraflıca konuşmak için görüşme fırsatı bulacağımızı umuyorum.” Şamil bunları yazarken kurnazlık etmiyor, gerçekten de Kuzeybatı Kafkasya’ya sefere hazırlanıyordu.
Aynı tarihlerde İmam Şamilin huzuruna Kabardey Çerkesleri ile Malkarlıları temsilen Hacı Bekir Molla başkanlığında bir heyet geldi. Bu heyet İmam Şamili ülkelerine davet etti. Bir ay sonra aynı yerden ikinci bir heyet daha geldi. Ellerindeki mektupta iki müftünün, iki şeyhin, iki de Kabardey Pşısının imzası bulunmaktaydı. Bu zevat, İmamet Devletine bağlı olduğu teminatı verdiler.
1846 yılı kışında, M.S. Vorontsov’un İmparatora gönderdiği raporda ifade ettiğine göre, Dağlı Çerkesler açlık yaşamaya başladılar. Komutanlık yiyecek yardımında zor anlar yaşayan Çerkeslerin bu durumunda istifade edip, ‘itaat etmelerini’ sağlamaya karar vermişti.
General N.S. Zavodovskiy ise Abzah büyükleri ile görüşme gerekleştirerek 7 maddelik bir antlaşma imzaladı. Antlaşma; yalnızca Abzahlerin ve Rusyanın dış ilişkileri konusundaydı. Gaye Şamilin gönderdiği iki Naibi gibi huzuru bozan kimselerin Çerkesyaya girmesini önlemekti. Abzahler bundan böyle Kafkas Hattı’na akın düzelemeyecekler ve saldırı düzenlenmesi durumunda tüm halk olarak suçluyu gelenekler uyarınca cezalandırılacaklar. Çalınan mallar makamlara iade edecekler. Taraflar kaçakları karşılıklı iade edecekler ve Abzahlere Rusyanın tüm bölgelerinde seyahat edebilmeleri için, seyahat yapma hakkı tanıyan bilet verilecek. Ruslar da Abzahlerle sıcak ticari ilişkiler için, takas evleri inşa edilecek. Fakat ekonomik koşullar nedeniyle, her iki taraf antlaşma hükümlerine riayet etmemiştir.
1846 yılı Kasım ayında 1847 yılının baharına kadar Abzah ülkesinde ‘Ruslarla savaş mı barış mı’ konusunun tartışıldığı ‘Halk Kongreleri’ düzenleniyordu.
İmam Şamil, Çerkesyadan gelen heyetin ülkelerine yaptıkları davet ve Naib Süleyman Efendinin bu konudaki görüşleri deNaibler toplantısında konu enine boyuna tartışıldı. 1846 yılı Nisan ayında Kabardey bölgesine bir seferin düzenlenmesi kararı verildi.
Rusların tahminine göre, Şamilin bu sefere iştirak eden kuvvetleri 14.000 süvari ve sekiz toptan ibaretti. Buradan Kızlar kalesi üzerine yürüyeceklermiş gibi hareket eden Şamil, bu manevrası ile Terek boyundaki Rus kumandanı ve bütün kuvvetleriyle Kızlar kalesine doğru koşmaya mecbur etti. Gayet seri bir yürüyüşle Vladikafkas müstahkem mevkii önünden geçerek Kabardey bölgesine girdi.
Antlaşmaya göre müridler Kabardeylerin de yardımıyla Terek ve onun kollarının kenarındaki bütün Rus kalelerini ellerine geçireceklerdi. Fakat ünlü Tümgeneral Freigtagın Şamilin hemen yakınlarında bulunmaları, Kabardeylerin bu konuda karar vermesini engelledi. Tereddüt içinde kaldılar. İki tarafın da, birbirlerine söyledikleri şunlardı:” Sen görevini yap, ben de görevimi yapayım.” Doğal olarak da hiçbir taraf, kendi üstüne düşeni yapmadı. İmam Şamil, bundan başka Kabardeyin savaşa ve savunmaya kabiliyetli olmadığını gördü, dönmeye karar verdi.
Dönüş yolunun Ruslar tarafından kesilmesine meydan vermeden geldiği yoldan büyük bir maharetle zayiatsız geri dönmeğe muvaffak oldu. Fakat bu arada dönüş yolunu kesmeye çalışan Albay Levkoviçin 1.600 Rus askeri kısa zamanda imha edildi. Rus generalleri bu çekilme esnasında Şamili karşılamaya cesaret edemediler. İmamın bu ustaca gerçekleştirdiği ricat harekatına Tümgeneral Freitag bile alkışlamak zorunda kaldı. Bu 15 günlük(12 Nisan-27 Nisan 1846) Kabardey seferi, Kuban Çerkeslerini İmamet Devleti saflarına katamamıştı; ama Şamilin savaş stratejisi hasımları olan generallere de parmak ısırtmıştı.
Kabardey bölgesine yaptığı hareket, gerçi askeri netice vermemişti. Fakat, aralarında Anzavurkovue Mehmed, Kurdeyt Yilkovue Mehmed Geri ve Asetinlerden Dudarukovue Vojij gibi şahsiyetler bulunan bir çok zadegan ve rüesanın İmam Şamile iltihak etmesi, bu bölgenin hükmen Şamil idaresiyle birleşmesi demekti. Çünkü bu kişiler kabilelerini bihakkın temsil edecek nüfuzu haiz birer şahsiyet idiler.
Çerkeslere gönderilen iki Naib fazla bir varlık gösteremedikleri gibi, batıda iki naibin arkasından çeşitli dedikodular yapıldı. Bütün bunlara rağmen; İmam Şamil yılmadı. Çerkesleri kazanmak istiyordu. Batıda, henüz iyi organize edilmemiş üstün bir savaş gücü olduğunu biliyordu. Bu defa, 1846 yılında Muhammed Emin aşağıda kendisine tevdi edilen büyük selahiyet ve görevlerle, Naib olarak Batı Kafkasya(Çerkesya) Bölgesine gönderildi.
1- Yüksek, orta ve aşağı tabakalara bölünmüş halk sınıfları İslami esaslara göre teşkilatlandırılarak aralarında demokrasi esaslarına dayanan sağlam bir birlik kurmak.
2- Örf ve adetlere dayanan eski icraat yerine ilmi esaslara dayanan idari ve adli müesseseleri meydana getirmek.
3- Toplu bir kalkınmayı hedef tutan sanayi müesseseleri vücude getirmek.
4- Batı Kafkasyayı(Çerkesyayı) idari bölgelere ayırarak tek bir merkezden idare etmek ve bu sayede toplanıp teşkilatlandırılan askeri kuvvetlerle düşmana karşı durmak.
Naib Muhammed Emin’in ders alacağı iki önemli olay vardı. Bunlar, Hacı Muhammed Molla ve Süleyman Efendinin sonuç vermeyen hatalı girişimleriydi. Başarısızlığa neden olan şeyler neydi? Önce, bunların bilinmesi gerekiyordu. Adıge(Çerkes) dilini bilmemesi de sabırlı olması için ayrı bir sebepti.
Muhammed Emin tebdili kıyafetle, hatta dilenci kıyafetine bürünerek bu zorlu yolculuk neticesinde önce Kabardey bölgesinde bir ay kaldı. Kabardey ile Besleney arasındaki mesafeyi iki ayda geçebilmişti. Daha sonra Abadzeh toraklarına geçti. Bu dönemde düğünlere, cenazelere katılmış, Besleneylere Arapça Kuran okumuştu. Bu arada Abadzeh bölgesine gelmeden önce; Abaza, Tatar, Karaçay v.s. köylerine girip çıkmıştı.
T. Lapinski, Naibin başlangıçta toplum içinde gözükmediğini ve yalnız yaşadığını belirtir. Fakat görünen bu pasif tutum Eminin boş durduğu anlamına gelmiyordu. Abadzehlerin toplumsal özelliklerini, direniş imkanlarını ve bölgedeki genel durumu dikkatle izlemiş ve inceletmişti.
İki yıla yakın bir süre(1846-1848), hiçbir girişimde bulunmadı. Adıge(Çerkes) dilini öğrenmeye çalıştı. Dostlar edindi. Görevli gibi değil, sıradan bir gezginci adam kimliğini sergiledi. Daha çok durum tahlili yaptı. Önceleri halkın yaşayışını, Gazavata ve Şeriata-İslama bakış açılarını değerlendirmek için köy köy gezerek incelemelerde bulundu. O dönemde Çerkeslerin hepsi İslamı kabullenmiş değildi.
Muhammed Emin, ünlü Abadzeh lideri Hacı Tlamın misafiri oldu.
Sömürücü sınıfları tasfiye etmiş batı Çerkeslerinin halk kurtuluş savaşı tüm dünya antiemperyalistleri ve ilericileri arasında hayranlık uyandırmıştı.

Çerkesler milli birliği sağlamak amacıyla, daha 1807 yılında Kalebatuko Şupagua tarafından başlatılan teşkilat esas tutularak, ülke oniki eyalete ayrıldı. 12 eyaletin 300 kişiye ulaşan temsilcileri ise teşekkül eden bu meclisin kararı ile meydana getirilen ve zemini koyu yeşil renkte olan ve oniki eyaleti temsil eden federasyon bayrağının(Bugünkü Adıgeydeki Adıgeleri /Çerkesleri temsil eden bayraktır.) üzerinde oniki sarı yıldız ve üç ok bulunmaktadır. Çerkes halk kurtuluş savaşında, bu bayrak yurtseverlerce dalgalandırılmağa başlandı.
O dönemde oluşturulan 12 eyalet şunlardı: Şabsığ-Nathoç, Abadzah, Kemirguvey, Barakey, Bjeduğ, Kabardey-Besleney, Hatukuay, Mehoş, Başilbey, Teberdi, Abhazya ve Ubıh. Bunlardan Mahoş, Abadzah, Bjeduğ eyaletleri Kubana göçetmiş olanlarla, Kabardey ve Abhazya bölgeleri esasen Rusların işgali altındadılar. Mecliste Abhazyanın mümessili Rüstem Pe, Kabardeyler ise, Kabardeyden gelen Beslenyiko Aslan idi.
Bu meclise Jile Tharua Xase”(Milli Misak Meclisi) adı verildi. Meclisin seçilmiş bir başkanı ve merkezi de yoktu. Gerekli olduğu yerde toplanırdı.

1837 yılında Adagum toplanan Jile Tharua Xase”(Milli Misak Meclisi) kongrede, aşağıdaki siyasi ve ahlaki unsurları ihtiva eden Milli Misak(Milli Ahitname) esaslarını tesbit ettikten sonra Ruslarla harbe devam” kararı verildi:
1-Hazar Denizi ile Karadeniz arasındaki bölge bir vatan ve bu vatanın üzerinde yaşayanları da birleşik bir millettir.
2-Ruslar, Kafkasyanın milli ve ebedi düşmanıdır.
3-Kafkas vatandaşı Ruslarla, hususi ve ticari hiçbir vesile ile münasebet ve temasta bulunmayacaktır.
4-Her Kafkas vatandaşı bütün malı ve canıyla sonuna kadar mücadeleye devam edecektir.
5-Bu misaka uymayan ve ihanet eden, idama kadar varan cezalarla tecziye edilecektir.
6-Herkes hırsızlık ve her türlü fena davranıştan sakınacak, bu gibi fena davranışları gören her vatandaş, bunları haber verip cezalandırılmasına yardım edecektir.
7-Elinde olmayan sebeplerle bir suç işleyen, bu suçunu itiraf edecektir.

Kogreden sonra, Misakı Milli Meclisi Ruslara bir heyet göndererek, Milli Misak esaslarına göre, Anapa ile Hazar Denizi arasındaki Kafkas vatanının tahliyesini istemişlerdi.
Ruslar buna karşılık, Çerkeslerin Anapa ile Hazar Denizi arasında hakimiyet iddia edemiyeceğini, Osmanlılarla yapılan antlaşma hükümlerine riayet edilmesi lazım geldiğini,”semada Allahın, yerde Rus Çarının hakim olduğunu”, bu kabul edilmediği taktirde memleketin istila ve halkının imha edileceği tarzında bir cevap verdiler.
Buna karşılık Çerkesler, Çerkesyanın bağımsız olduğunu ve hiçbir zaman da Osmanlı boyunduruğunda bulunmadığını ilanla, Rus önerisini reddettiler. 1837 yılındaki Rus ordusunun saldırısı da yine Hacı Guzbek kuvvetlerince bozguna uğratıldı.
1838 yılında, Çerkes Milli Misak Meclisi tüm dünyaya mücadelenin amacını anlatan bir bildiri yayımladı:

Mahmut Bİ

1945 yılında Amman'da doğdu. Kuzey Kafkasya’dan Büyük Çerkes Sürgünü’nde (1864) önce Balkanlar’a, ardından Ürdün’e yerleşen Abzah (Hatko) boyuna mensup (Haluğ-Natko) ailesindedir. İlköğrenimini 1952 yılında Türkiye’ye göç ettikten sonra tamamlayarak, 1970 yılında Ankara Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi Tarih bölümünden mezun oldu. Birleşik Kafkasya Konseyi’nin kuruluş çalışmalarına katılan Mahmut Bi; 1994 yılında emekli olduktan sonra Bursa’ya yerleşmiş ve 11 Mayıs 1996 tarihinde Bursa’da kurulan Birleşik Kafkasya Derneği’nin kurucu başkanlığını yapmıştır. Tarihçi Mahmut Bi’nin uzun bir zamandan beri üzerinde çalıştığı “Kafkas Tarihi” adlı eserinin Birinci cildi 2007 yılında Selenge Yayınevi tarafından yayınlanmıştır. Mahmut Bi, 29-9-2017 tarihinde aramızdan ayrılmıştır.

FACEBOOK - YORUM YAZ

Sosyal Medyada Paylaşın:
  • YENİ
Bir Mektup.. Bir Tehdit… Bir İsyan…

Bir Mektup.. Bir Tehdit… Bir İsyan…

Haber Merkezi, 13 Mart 2024
Kalfatlı – Kalafatlı ve Kültürel Kimliği

Kalfatlı – Kalafatlı ve Kültürel Kimliği

Dr. Yaşar KALAFAT, 11 Mart 2024
İnegöl’de Bir Yıldız Söndü

İnegöl’de Bir Yıldız Söndü

Haber Merkezi, 11 Mart 2024
Osman, Atman, Tuman ve Vakanüvislik

Osman, Atman, Tuman ve Vakanüvislik

Ekrem Hayri PEKER, 18 Şubat 2024
Muğla Kalafatları ve Halk İnançları

Muğla Kalafatları ve Halk İnançları

Dr. Yaşar KALAFAT, 11 Şubat 2024
100 Yıllık Bir Lezzet: Hacıbaba Köfte

100 Yıllık Bir Lezzet: Hacıbaba Köfte

Ekrem Hayri PEKER, 11 Şubat 2024