Quantcast
Nazım Hikmet’in Bursa Cezaevi’ndeki yoldaşı Adanalı Mehmet Raşit Kemali – Belgesel Tarih

Hacı TONAK
Hacı  TONAK
Nazım Hikmet’in Bursa Cezaevi’ndeki yoldaşı Adanalı Mehmet Raşit Kemali
  • 05 Haziran 2018 Salı
  • +
  • -
  • Hacı TONAK /

Loading

İstiklal ve Çanakkale madalyalarına sahip siyasetçi, yargıç ve ağa Abdülkadir Kemali Bey’in oğlu Raşit Kemali askerlikten terhis olmayı beklerken, Nazım Hikmet’in bir kitabını bulundurduğu ortaya çıkınca tevkif edildi. Askeri mahkemedeki yargılaması sonunda, “Yabancı rejimler lehine propaganda ve isyana muharrik eylemi sabit görüldüğünden” 5 yıl süreyle cezalandırılmasına hükmedilerek hapishaneye gönderildi.  Bursa Cezaevi’nin Müdürü İznik’li Tahsin Bey, okumuş, yazmış, bilgisi, görgüsü yerinde bu genç hükümlüye hapishane kaleminde görev vermeyi uygun buldu. Raşit Kemali, orada çilesini doldurmaktayken 1940 yılının bir kış günü müjdeyi verdiler: Gözün aydın, üstadın geliyor!

Üstad, Nazım Hikmet; hapishane kalemindeki genç hükümlü de Orhan Kemal’den başkası değildi.

**

Nazım Hikmet’in, Bursa hapishanesindeki rahlesinde halis şiirler yazmaktan başka en halisinden “demokrat ipek” ve ipekliler ürettiği önceki sayılarda anlatılmıştı.

Nazım’a, edebiyat dışındaki bu ikinci işinde en çok yardım eden, çoğu zaman da tek başına işi sırtlayan kimdi dersiniz? Adanalı genç hükümlü Raşit Kemali; sonradan ünlenen adıyla Orhan Kemal… Türk edebiyatının, özellikle de öykücülüğünün aşılamayan iki büyük yazarından biri; nüfus cüzdanında yer alan adıyla anarsak  Mehmet Raşit Öğütçü…

Pekiyi de: Ne işi vardı Orhan Kemal’in, yahut Raşit Kemali’nin, yahut Mehmet Raşit Öğütçü’nün Bursa hapishanesinde?

Cinayet mi işlemişti? Hırsızlık, uğursuzluk mu yapmıştı?

Hiçbiri değil!

Kestirmeden geçmek için resmi internet sitesinden aktarıyorum:

“Nisan 1938’de kızı Yıldız doğdu. Aynı günlerde Niğde’de askerlik görevine başladı. Burada, “yabancı rejimler lehine propaganda ve isyana muharrik” suçundan yargılanarak, 27 Ocak 1939’da beş yıla hüküm giydi. Kayseri, Adana ve Bursa cezaevlerinde yattı. 1940 yılı kışında Bursa Cezaevi’nde Nazım Hikmet’le tanıştı. O tanışma anını anılarında şöyle dile getirir, Orhan Kemal:

“Müdürün oda kapısında çevik bir gıcırtı, kapı açıldı. Nefesimi kesmiş, gözlerimi kısmışım… Bir heykel sükunu içinde, azametli bir mermer heykel bekliyorum… Bir an yüzyüze geliyoruz, sonra gözgöze… Mavi mavi gülüyordu. Bu gülüş muhakkak ki bir çocuğu hatırlatıyor… Temiz, taze, sıhhatli ve dost! Bir lahza şaşkın, bekledi. Galiba ne yapması lazım geldiğini ölçtü, yahut tanış bir yüz arandı… Sonra gözüne Necati ilişti herhalde, ona doğru yürümeğe hazırlanırken, Necati ona koştu ve beni tanıttı. El sıkıştık. Ayaklarının topuklarını, hazır oldaki bir er gibi birleştirerek, kendisini teşrifata zorladığı aşikar bir tarzda ciddileşmeye çalışarak:

-Ben Nazım Hikmet! Dedi.”

Bu alıntı ile iki engeli birden aştık: Orhan Kemal’in neden hapishanede olduğunu ve Nazım Hikmetle nasıl tanıştıklarını.

Orhan Kemal’in, Nazım’la karşılaşıp tanışmasından coşku duyduğunu anlarız da, üstad Ara Güler’in Orhan Kemal’le tanışmaktan coşku duymasını niçin anlamayalım?

Fotoğraf sanatının piri Ara Bey, “Avare Yıllar” isimli kitabı okumuş ve çok etkilenmiştir.

Nezih Tavlaş’a şöyle anlatır:

“Bu kitap beni yepyeni bir dünyaya soktu. Yazarı Adana’da oturuyormuş. Bundan önce çıkmış bir kitabı daha vardı: ‘Baba Evi’. Hemen onu da bulup okudum Kendisiyle tanışmam da şöyle; Adana’dan gelmişti. Hüsamettin Bozok, Agop Arad, ressam Fehmi Karakaş, şair Zahrad, Kemal Sülker, Mehmet Kemal, Salih Tozan hep birlikte Güney Park gazinosuna gittik. Orhan Kemal’le ilk ‘merhaba’ işte böyle başladı. Gerçek adı da Mehmet Raşit Öğütçü. Daha sonra İstanbul’a yerleşti Orhan Kemal.”

Ara Bey’in ‘merhaba’ları, Orhan Kemal’in İstanbul’a yerleşmesi sayesinde sürüp gitmiş; gide, gide sağlam bir dostluğa varan köprü oluşturmuştur.

Şöyle devam etmektedir Ara Bey:

“Siyasal olaylarda ta babasının zamanında kalma bir öfkesi vardı. Birlikte yürürken bana bir şeyler anlattı ama şimdi ne olduklarını anımsamıyorum. Babası Halep’e mi kaçmış ne olmuş, bilemiyorum.”

“Halep’e kaçmış baba”nın öyküsü de, doğrusu çok ilginçtir:

Orhan Kemal’in babası Abdülkadir Kemali Bey Adana Ceyhan’da; hani, Adanalıların  “Akşamdan kuru sopayı diksen, sabaha yeşermiş görürsün” dedikleri Çukurova’da çiftlik çubuk sahibidir. Hatırı sayılır variyetin sahibidir anlayacağınız. Nasıl olmasın? Seyhan ve Ceyhan ırmakları Sivas’ın, Malatya’nın, Kahraman Maraş’ın dağlarından, yaylalarından milyonca yıldır alüvyon getirip yığmışlardır Çukurova namlı ovaya. Yağlı kara toprağı öylesine bereketli, öylesine verimlidir ki birkaç dönümüne sahip olanın bu dünyada sırtının yere gelmeyeceğini söyler Adanalılar!

Bu kadar da değil: Abdülkadiri Kemali Bey babadan kalma bu variyetle yetinmemiş, üstüne bir de hukuk eğitimi görmüştür. Birinci Dünya Harbi öncesinde, genç bir idareci olarak bizim Kirmastı’da (Mustafakemalpaşa İlçemiz), kaymakamlık yapmıştır. Osmanlı düzeni süre gideydi, işi valiliğe vardırıp Paşa sanı alması işten değildi. Ne var ki savaş patlayınca, dönemin tüm okumuş yazmışları gibi, subay olarak silah altına alındı. Aynı yıl oğlu Mehmet Raşit doğdu. Mektupla müjdelediler Abdülkadir Bey’e. Çanakkale Savaşı’nda, bir solukluk arada gelip görebildi oğlunu. Birlikte fotoğrafları var:  Zabit giysisi içinde boylu poslu yakışıklı adam Abdülkadiri Bey; kucaktaki oğul Orhan Kemal, yaşamından memnun bilmiş, bilmiş bakmakta objektife.

Osmanlı aydın sınıfının neredeyse bire kadar kırıldığı yer olduğundan, kimi zaman “aydın yıkımı” diye de anılan Çanakkale Savaşı’ndan sağ  çıkar Abdülkadir Bey. Savaştaki yararlıkları nedeniyle madalya ile ödüllendirilir. Ne var ki, yarım milyon canın kırıldığı Çanakkale, bir başına yetmez memleketi kurtarmak için.

Mondros ateşkesini, Sevr anlaşması  izler. Yurt toprakları, bu arada koca Çukurova işgal edilir. Durur mu Abdülkadiri Bey? Her namuslu insan gibi Milli Kurtuluş Savaşı’nın askeridir artık…

Oradan da, Mustafa Kemal imzalı  bir İstiklal Harbi madalyası ile ayrılacaktır.

Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Kastamonu Milletvekili olarak yer alır.  Kozan’da kurulan İstiklal Mahkemesi’nde Reis sıfatıyla görev yapar. İcra Vekilleri Heyeti’nde Adalet Bakanıdır. Aile yaşamını yeniden sağlar, oğlunu daha sık görür.

Kısacası, Abdülkadiri Kemali için her şeyin yoluna girdiği düşünülebilir. Az çok girmiştir de. Ama o çok renkli, çok kutlu Birinci Meclis’te milletvekilleri, bakanlar neyin yoluna girip girmediğine kendi konumlarına bakarak karar vermezler. Uğruna savaştıkları ülküleri kişisel hallerinden de, gözü kapalı inanıp peşinden gittikleri Mustafa Kemal Paşa’nın şahsından da önemlidir. Birinci Meclis’teki tartışmaları aktarmaya gerek yok, herkes bilir. Bu bilinenlerden Abdülkadiri Kemali Bey’in payına düşen muhalifliktir. Şükrü Kaya’nın içişleri bakanlığına getirilmesinden tutun da, birçok konuda Mustafa Kemal Paşa ile karşı karşıya gelir. Böyle olunca da, büyük kurucu tasarıları için uyum arayan Mustafa Kemal Paşa, İkinci Büyük Millet Meclisi’nde görmek istemez onu.

Böylece, muhalifliği tescillenmiş  Gazi, İstiklal Harbi ve Çanakkale Harbi madalyalarına sahip eski Adalet Bakanı ve Birinci Meclis’te İkinci Grup üyesi eski Kastamonu Milletvekili olarak Çukurova’ya, çiftliğinin başına döner.

Çiftlik yetmez, gazete çıkarır. Önce Toksöz gazetesini; Toksöz kapatılınca da Ahali’yi.

Kendince yürüttüğü, sıtmanın, yoksulluğun, sefaletin kol gezdiği bereketli topraklar üzerinde bir Medeniyet Savaşıdır! Safını, çok tutarlı görünmese de apaçık belirlemiştir: Cesur bir halkçılık!

Halkçılığında o kadar pervasızdır ki, Cumhuriyet Halk Fırkası hükümeti onu, bir dönem başkanlığını yaptığı İstiklal Mahkemesi’ne sanık olarak gönderir. Siyasi faaliyetlerin yasaklanmasıyla da, kurma hazırlıklarına giriştiği Müdafaayı Umumiye Fırkası’ndan vazgeçmek zorunda kalır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün ikinci kez çok partili demokrasiye geçişi denediği 1930’da Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kurulmasına izin verilince bir kez daha siyaset için kapısı çalınır. Fakat, Serbest Fırkacılarla Mustafa Kemal Atatürk arasında bir muvazaa olduğu kanısındadır; bu yüzden uzak durur Serbest Cumhuriyet Fırkası’ndan. 29 Eylül 1930’da Adana’da, Ali Vehbi, Bekir Sıtkı, Mustafa Ziya, Çiftçi Hasan gibi arkadaşlarıyla birlikte Ahali Fırkası’nı kurar. Bu parti de kapatılır ve kurucuları takibata uğrar.

Abdülkadir Kemali Bey  tutuklanmamak için 24 Aralık 1930’da Suriye’ye kaçar. Ahali Fırkası’nın öteki kurucuları sürgüne gönderilir.

Orhan Kemal, Adana’daki ortaokulundan ayrılmak zorunda kalır. Kemali ailesi bir süre Beyrut’ta yaşar, sonrasında Halep’e yerleşmeyi kararlaştırır, memlekete yakın olduğu için.

Çocuklar, akılları yamamışsa babalarının sürgünlüğünü unutmaz. Abdülkadiri Bey’in sürgünlüğünde ise akla yatan bir taraf yoktur.

İşte, “Ta babasının zamanından kalma öfke”  böylesi bir öfkedir, Ara Bey’in gözlemi isabetli ise…

Ara Bey’in, Orhan Kemal’in anlattıklarını unutmasına şaşılamaz. Çünkü onun için fotoğraftır önemli olan. Fotoğrafça düşünür, fotoğrafça yaşar.

Şöyle devam eder:

“Fotoğrafça düşününce Orhan Kemal benim için bir film kahramanıydı adeta. Kafasında hep Borsalino bir şapka, beyaz gömlekli, kravatlı, koyu renk elbiseli. 1935-40 modeli sinema rüstlerine benzerdi tıpkı. Kışın gene aynı şapka olurdu başında, ancak bir de palto giyerdi. Hep resmi gibi bir hali vardı. Rejisör olsam, hangi filmde oynatırım diye düşünebilirdim.

“Yürürken onu hangi fonun önünde çekeceğimi düşünüyordum. İlkin Şişhane ile Karaköy arasındaki dar sokaklarda çalışan, romanlarındaki insanlara benzeyen insanların arasına yerleştirmek istedim onu. Sonra yaşadığı Cibali’deki kahveye gittik. Oradaki arkadaşlarıyla resimlerini çektim. Evine gittik. Çalışırken, çocuklarıyla birlikte resimlerini çektim. Borsalino şapkalı, beyaz gömlekli, kravatlı başyıldızımı İstanbul fonunda senaryolamak istiyordum. Çekerken boyuna soruyordum ona:’Bu sokaktan çok geçer misin? Kahvenin en çok hangi köşesinde oturursun? Dolmuşa nereden binersin?’ İşte bütün bunların sonucu çektiğim fotoğraflar oldu. Fotoğrafları çekerken Adana’dan gelen Raşit Öğütçü’yü, Meserret kahvesinde oturmuş romanını yazmaya çalışan Orhan Kemal’i, Kumkapı meyhanesine inen yokuşta sisli bir fonda bir yanında Recep Bilginer, bir yanında Agop Arad ile ortadaki Orhan Kemali ayrı ayrı gördüm.”

Burada iki sözcüğe takıldığımı  belirteyim; biri “rüst”… Ne demek olduğunu bilmiyorum bu sözcüğün.  Sözlüklere bakılırsa “dekor” anlamına gelebilirmiş.  İkincisi, Meserret Kahvesi. Orhan Kemal’in roman ve öykülerini daha çok İkbal kahvesinde yazdığını değişik kaynaklardan okuduğumu hatırlıyorum. Bakıyorum, yanılmamışım. Ara Bey, Orhan Kemal tarihi yazmadığına göre her ayrıntıyı düşünmesi gerekmiyor kuşkusuz. Ama, kahvelerde yazan bir yazarı merak edenler için İkbal kahvesini de hatırlatmakta fayda var…… Nâzım ölçtü, biçti. Ağzında piposu, malta boyunda uzun uzun dolaştı… Fikri uygun bulmuş olacak ki, ertesi ve daha ertesi günler, hapishane müdürü, kâtip ve hapishaneyle ilgili savcı nezdinde temaslara geçti, icap eden müsaadeleri aldı ve işi kopardı. Birkaç gün sonra, dışarıdan da temin edilen bir tezgâhla birlikte üç tezgâh, çalışmaya hazır hale getirildi.

GELELİM KOMÜN MESELESİNE

Orhan Kemal, neden hüküm giymişti?

Yabancı rejimler lehine “propaganda yapmak” ve “isyana muharrik” söz ve davranışlarından.

Muharrik, “devinen, devindiren”  anlamına geliyor; mahkeme hükmündeki anlamı ise “kışkırtmak”  oluyor. Ciddi suç, ağır suç: Hem yabancı rejimlerin propagandasını  yapmak, hem de askeri (Orhan Kemal o tarihte asker olduğuna göre) isyana teşvik etmek!

İdama kadar yolu var!

Fakat herkes bilir ki, bu suçlama muhalifleri yerlerine oturtmaya yarayan bir silahtır. Başkaca bir anlam ve ehemmiyeti yoktur.  Nazım Hikmet bu suçlama ile hüküm giydiğine göre, “Nazım Hikmet’in şiir kitabını okuduğu bulgular ve tanıkların huzurdaki ifadesi ile sabit olan asker Mehmet Raşit Öğütçü” de aynı nedenle suçlanabilir. Suçlanmakla da kalmaz, hakkında aynı hüküm kurulabilir!

Kurulmuştur da bu hüküm: 5 yıl hapis!

Kayseri, Adana, Ankara derken, 1939 yılında yurda dönüp yargıçlığa atanan Abdülkadir Bey ricacı olur meslektaşlarından, Bursa’ya gönderilir Orhan Kemal.

Bursa Kapalı Merkez Cezaevi’nin yahut Bursa Asri Cezaevi’nin Müdürü, o tarihte İznikli Tahsin Akıncı Bey’dir. Tahsin Bey, hapishane yönetmenin sertliğinden çok etkilenmemiş merhamet sahibi müdürlerdendir. Orhan Kemal anlatır:

“Hapishane Müdürümüzün nasıl bir insan olduğunu anlatabilmek için, onun bayramlarda kendini tutamayıp ağladığını söylemek yeter sanırım. Evet, ağlardı. Bu aziz, mübarek günde, herkes çoluk çocuğuyla bayram ederken o, mahpusların mahrumluğunu düşünür… ‘Allah yarabbi, derdi, şu meslekten benim rızkımı kes!…”

Orhan Kemal, Jandarma eşliğinde, yedeğinde tahta bavulu, bileklerinde kelepçe ile Bursa Cezaevi’ne indiğinde, ilk yeri kaçınılmaz olarak Müteferrika denen tecrit koğuşu, odası, hücresidir. Müteferrika’nın adlarının çokluğu resmi söylemin orasını gözden gizlemek isteğinden doğmuştur.

Mahkumlar için değişmez adı  Müteferrika’dır: Hem berbat; hem tahtakurusu, bit, pire, sıçan yuvası; hem de hapishaneye yeni gelene isteniyorsa her kötülüğün yapılabileceği yer anlamına gelir.

Orhan Kemal, kısa bir süre için kaldığı o Müteferrika’dan idareye çağrılıp dosyası  yazıldı: Adı ve şöhreti: Mehmed Raşit, İşi : , Anasının adı: Azime, Babasının adı: Abdülkadir Kemali…

Müdür Tahsin Akıncı, onun eğitimini, bilgisini, görgüsünü dikkate alıp hapishane kalemine gönderdi. Orada defter tutacak ve mahkumlarla ilgili, adliyeye, emniyete, jandarmaya yazılması usulden olan yazıları yazacaktı. Tabii ki, bu yardımcı bir işti. Asıl sorumluluk kadrolu devlet memuru olan Hapishane katibinindi. Fakat, koca hapishanenin işleri bir katiple yürüyemeyeceğinden, iyi halli ve elinden iş gelir üç beş hükümlü yardımcı olarak görevlendirilirdi. Onlara ücret ödenmez, yalnızca iyi, hır gürsüz koğuşlarda kalmaları, bir de ziyaretçileri ile daha iyi koşullarda görüşmeleri sağlanırdı.

Hapishane katibi 1940 yılının bir kış gününde Orhan Kemale;

“-Ooo…” der, “Haydi gözün aydın; üstadın geliyormuş!…”

Ardından,  güzel haberin doğruluğundan kuşku duyan Orhan Kemal’e sevk evrakını gösterir. Evrekta, Nazım hikmet’in siyatiklerindeki rahatsızlık sebebiyle kaplıcalardan yararlanmasının uygun görüldüğü belirtilmektedir.

Rahmetli Ali Aksoy, bundan sonrasını  şöyle anlatmıştır:

“… Ve günlerden bir gün: Bursa’nın kurşuni gök altındaki bir kış sabahında; hapishane avlusundaki yeşil zambaklar kar altında iken, omzundaki yatak dengiyle Nazım Hikmet cezaevi avlusuna girer.”

Nazım Hikmet böyle bir ortamda geldi Bursa Cezaevi’ne ve dosdoğru Hapishane kalemine götürüldü.

Orhan Kemal’in anlattığı  sahne, hapishane avlusuna bakan penceresinden “kar altındaki yeşil zambakların” görülebildiği kalem odasıdır.

Sonrası Orhan Kemal’den:

“… Nazım ölçtü, biçti. Ağzında piposu, malta boyunda uzun uzun dolaştı… Fikri uygun bulmuş olacak ki, ertesi ve daha ertesi günler, hapishane müdürü, katip ve hapishaneyle ilgili savcı nezdinde temaslara geçti, icap eden müsaadeleri aldı ve işi kopardı. Birkaç gün sonra, dışarıdan da temin edilen bir tezgahla birlikte üç tezgâh, çalışmaya hazır hale getirildi.

“Bu tezgâh işinin ne sermayesinde, ne de tasarısında hiçbir ilgim olmadığı halde, Nâzım bana da pay ayırmıştı. Bir pay bana, bir veya iki pay Kemal Tahir’e, bir pay Ertuğrul’a, iki pay Piraye yengeye, bir pay da kendine…

“Dokunan yatak çarşafları, havlular yahut bezler Dokuma Kooperatifi’ne gönderilip teslim ediliyor, biz sadece dokuma ücreti aylıyorduk…”

Bu bir komündü işte.

Uğraşta, kesede, masrafta ortaklık! Kimden ne kadar geldiğine bakmadan, herkese ihtiyacına göre bölüştürmek! Dışarda, hücre çalışması yapıyor diye içeriye atılanlara, ötesinde bir köy olmadığı için sunulmuş en alasından komünist hücre!
Hücrenin çekirdeğinde Nazım Hikmet, Orhan Kemal ve Ertuğrul.
Ertuğrul Kaymakçalıdır. Kaymakça, yani Mudanya’nın Kaymakoba köyü.
Orhan Kemal, 1943 güzünde cezasını tamamladığından salıverilir.

Nazım Hikmet şöyle yazar:

“Raşit çıkıyor. Elbette seviniyorum, hem de çok. Fakat içime ayrılığın hüznü düştü. Ondan bir insan, bir arkadaş, bir meslektaş olarak hiçbir şikayetim olmadı. Ona ne kadar alıştığımı ve ne kadar onu sevdiğimi şimdi daha kuvvetle anlıyorum.”

Orhan Kemal 26 Eylül’de Bursa Cezaevi’nden tahliye edilmezden önce “Nazım Hikmet’e” bir şiir yazar. Ustası şiiri okuyunca ağlar:

“Sen
‘Promete’nin çığlıklarını
kabakıyım gibi tütün piposuna dolduran’ adam,
sen benim mavi gözlü arkadaşım,
kabil değil unutamam seni.
seni yapayalnız bırakıp hapishanede
bir üçüncü mevki kompartımanda pupa yelken
koşacağım memlekete.”

( … )

Orhan Kemal’in Yapıtları

Öykü: Ekmek Kavgası, 1949; Sarhoşlar, 1951; Çamaşırcının kızı, 1952; 72.Koğuş, 1954; Grev, 1954; Arka Sokak, 1956; Kardeş Payı, 1957; Babil Kulesi, 1957; Dünyada Harp Vardı, 1963; Mahalle Kavgası, 1963; İşsiz, 1966; Önce Ekmek, 1968; Küçükler ve Büyükler 1971.

Ayrıca öykülerinden yapılan derlemeler Bilgi Yayınevi’nce dört cilt olarak yayınlandı: I. Yağmur Yüklü  Bulutlar, 1974; II. Kırmızı Küpeler, 1974; III. Oyuncu Kadın, 1975; IV. Serseri Milyoner/İki Damla Gözyaşı, 1976. Arslan Tomson, (ö.s.), 1976; İnci’nin Maceraları, (ölümünden sonra), 1979.

Roman: Baba Evi, 1949; Avare Yıllar, 1950; Murtaza, 1952; Cemile, 1952; Bereketli Topraklar Üzerinde, 1954; Suçlu, 1957; Devlet kuşu, 1958; Vukuat Var, 1958; Gavurun kızı, 1959; Küçücük, 1960; Dünya Evi, 1960; El Kızı, 1960; Hanımın Çiftliği, 1961; Eskici ve Oğulları, 1962 ( Eskici Dükkanı adıyla 1970); Gurbet Kuşları, 1962; Sokakların Çocuğu, 1963; Kanlı Topraklar, 1963; Bir Filiz Vardı, 1965; Müfettişler Müfettişi, 1966; Yalancı Dünya, 1966; Evlerden Biri, 1966; Arkadaş Islıkları, 1968; Sokaklardan Bir Kız, 1968; Üç Kağıtçı, 1969; Kötü Yol, 1969; Kaçak, (ö.s.) 1970; Tersine Dünya, (ö.s.) 1986.

Oyun: İspinozlar, 1965; 72. Koğuş, 1967. Anı: Nazım Hikmet’le Üç buçuk Yıl, 1965. İnceleme: Senaryo Tekniği ve Senaryoculuğumuzla İlgili Notlar, 1963. Röportaj: İstanbul’dan Çizgiler, (ö.s.) 1971.

KAYNAKLAR:
Orhan Kemal: Nazım Hikmet’le Üç Buçuk Yıl
Asım Bezirci, Hikmet Altınkaynak: Orhan Kemal
Ali Aksoy:  Bursa Yazıları
Nezih Tavlaş: Foto Muhabiri Ara Güler
Sennur Sezer: Orhan Kemal Aydınlık İçin Yazıyordu.
Hacı Tonak: Şair Baba’nın Dokumacılığı

FACEBOOK - YORUM YAZ

Sosyal Medyada Paylaşın:
  • YENİ
YOLUN SONU! Çerkez Ethem ve Kardeşleri

YOLUN SONU! Çerkez Ethem ve Kardeşleri

Haber Merkezi, 29 Mart 2024
Bir Mektup.. Bir Tehdit… Bir İsyan…

Bir Mektup.. Bir Tehdit… Bir İsyan…

Haber Merkezi, 13 Mart 2024
Kalfatlı – Kalafatlı ve Kültürel Kimliği

Kalfatlı – Kalafatlı ve Kültürel Kimliği

Dr. Yaşar KALAFAT, 11 Mart 2024
İnegöl’de Bir Yıldız Söndü

İnegöl’de Bir Yıldız Söndü

Haber Merkezi, 11 Mart 2024