Quantcast
Anadolu Evlerinin Tarihsel Gelişimi – Belgesel Tarih

Özkan KARACA
Özkan  KARACA
Anadolu Evlerinin Tarihsel Gelişimi
  • 08 Temmuz 2018 Pazar
  • +
  • -
  • Özkan KARACA /

Loading

İnsanlık tarihinde evlerin ilk defa ortaya çıkışı Neolitik dönemde (Cilalı Taş devri) olmuştur. Daha önce avcılık, toplayıcılıkla geçinen, mağara ve ağaç kovuğu gibi tabii mekânlarda yaşayan insan, yaklaşık dokuz binyıl önce ulaştığı bu dönemde artık hayatının maddi ihtiyaçlarını üretebilecek bir duruma kavuşarak tarımla uğraşmaya, hayvanları evcilleştirmeye ve kendi oturacağı evi yapmaya başlamıştır.

Dünyanın çeşitli bölgelerinde birbirinden bağımsız biçimde ortaya çıkan Neolitik aşamanın en eski ve kapsamlı olanı Ön Asya’dadır. Bu bölgedeki Neolitik yerleşmeler Basra körfezinden başlayıp Güneybatı İran, Kuzey Irak, Güneydoğu Anadolu, Suriye, Lübnan ve Filistin üzerinden Kızıldeniz’e ulaşan hilal biçimi bir coğrafi alanda görülür.

İlk evlerin görüldüğü bu bölge coğrafi açıdan İslamiyet’in ilk yayılma alanıyla ortaktır. Bu alandaki evler çoğunlukla kerpiç veya taş yapılardır. Ahşap kirişli, düz damlı bu ev teknolojisi yörede günümüze kadar sürmüştür. Çatalhöyük’teki evlerin bugünkü Orta Anadolu evleriyle büyük benzerlikleri vardır.

Diyarbakır’ın kuzeybatısında Ergani yakınlarında bulunan Çayönü yerleşmesinde ise düzenli plana sahip ev tiplerinin çeşitli kültür katlarında tekrar tekrar inşa edildiği görülmektedir. İlk defa burada, yerleşme düzeni acısından ileri bir aşamayı temsil eden meydan düşüncesinin ortaya çıktığı belirlenmektedir.[1]

Avlulu ev ilk karşılaşılan örneklerdendir. M.Ö 111. yılda Mezopotamya’daki Ur şehri evleri bir merkezi avlu çevresinde gelişen çok sayıda odadan oluşmaktaydı. Girişin yanındaki bir merdivenle yukarı kata veya çatıya çıkılıyordu. Zemin katta avluya açılan bir kabul odası ile mutfak ve diğer odalar yer almaktaydı. İki katlı örneklerde yatak odası gibi aileye ait özel mekânlar üst katta bulunuyordu. Yaz aylarında dam bugünkü gibi yatak terası olarak değerlendirilmekteydi. Bu evleri, halen İslam dünyasında çok rastlanan avlulu evlerin ilk örnekleri sayılabilir.

Güneydoğu Anadolu ve Kuzey Suriye’de bulunan tarihi ev tiplerinden biri de“hilani”dir. Aslında hilani Geç Hitit dönemindeki bir saray tipidir. Bugünkü bilgilere göre hilani yapı tipinin özellikleri, ilk defa Amik ovasındaki Açanahöyüğü’nde milattan önce 1400’lere tarihlenen yapılarda belirginleşmiştir. Hilanilerin en parlak dönemi milattan önce 8. yüzyılın ikinci yarısıdır. Bu ev tipindeki en önemli özellik, asıl eksenleri birbirine paralel iki ince uzun dikdörtgen salondan oluşmasıdır. Evin zeminden yükseltilmiş olan girişi öndeki salonun bir, iki veya üç sütunlu geniş cephesindendir; bazı örneklerde girişin iki yanında masif çıkıntılara da rastlanır. Bu ev tipinde simetriye verilen önem yapıya ek yapılmasını sınırlamaktadır. Bu sebeple de hilanilerin büyütülmesi gerektiğinde yenileri inşa edilmekte, böylece hilani grupları oluşmaktadır.

Diğer bir tarihi ev tipi eyvanlı olanlardır. Bu tipe adını veren eyvan mekânı, dar yüzüyle dışa açılan üç tarafı kapalı bir plana sahiptir. Eyvanın uzun ekseni yapının eyvan ağzını içeren yüzeyine diktir. Hilanilerle eyvanlı evlerin bilinen ilk örnekleri birbirlerine oldukça yakın bölgelerde ortaya çıkmıştır. Her iki tip arasında simetrik cephe düzeni, iki masif yan kanat arasındaki orta mekânın dışa açılması gibi benzerlikler vardır. Aralarındaki temel farklılık, dışa açılmanın biçimi ve eksenlerin yapı kitlesiyle olan ilişkisindedir. Hilanide dikdörtgen mekânın uzun ekseni yapı cephesine paraleldir ve dışarı açılma uzun kenarla olur. Eyvanlıda ise uzun eksen cepheye diktir, dolayısıyla dışa açılma dar kenarla olur.[2]

Osmanlı evi gerek kendi içinde gerekse etrafı ile olan ilişkileri çerçevesinde genel bir kullanış şemasına uyar. Ortak özelliklere bağlı olarak geleneksel ev mimarisinin içe dönük bir biçimlenmeyle geliştiği söylenebilir. İslam toplumunda aile hayatının gizliliğine verilen önem, evin yüksek duvarlarla sınırlı bir avlu veya iç bahçeye açılan düzene göre şekillenmesine sebep olmuştur. Kadının yoğun ev içi etkinlikleri giriş katında ve özellikle avlu / bahçede gerçekleşmektedir. Bundan dolayı da bütün geleneksel evlerde zemin katlar ya tamamen sağır ya da çok az açıklıklı olmaktadır. Evin sokakla doğrudan bağlantı kurduğu en önemli açıklık, ailenin iç dünyasını koruyan küçük bir kale kapısı niteliğindeki avlu / bahçe kapısıdır.[3] Yüksek duvarların ardındaki avlu havuzu, kuyusu ve bol yeşiliyle evin günün hemen her saatinde en fazla yaşanan alanını oluşturur.[4]

Traditional Istanbul houses in Kuzguncuk, Istanbul

Zemin kattaki avluya açılan mekânlar depo, ahır, kiler gibi tali işlevlere ayrılmıştır. Evin esas yaşama katı, avludan ahşap bir merdivenle çıkılan ve sokak tarafında çıkmalarıyla dış dünyaya açılan üst katlarıdır. Dışarıyı olabildiğince görebilme amacıyla bu katlar zemin katın sağırlığına karşılık bol pencerelidir. Birçok evin bu katında, “cumba” denilen sokağa bakabilmek için yapılmış üç tarafı kafesli pencerelerle çevrili ve üstü kapalı balkonlar bulunur.

Yerleşmelerde, Osmanlı şehrinin genellikle düzgün olmayan arazi mülkiyetine bağlı olarak yapıların üzerine oturtuldukları parseller dik köşeli değildir. Zemin katların planlarında parsele uyulmuş, üst katlarda ise muntazam mekânlar elde edebilmek için bu katları zemin katların taş duvarları üzerinden taşırtma yoluna gidilmiştir.[5] Böylece çıkmalarla zenginleştirilen üst katlar, genel bir karakter olarak Osmanlı şehirlerindeki sokak dokusuna etkileyici perspektiflerle dikkat çeken görünümler katmıştır.

Genellikle iki, bazen üç katlı olan bu evlerde geleneksel plan tiplerini ortaya koyan üst katların farklı düzenleridir. Anadolu’da çok az bulunmakla birlikte tek katlı örneklere de rastlanmaktadır. Bu durumda karakteristik plan şemasını zemin kat gösterir. Birçok bölgenin evlerinde daha çok kışın kullanılan bir de ara kat bulunmaktadır. Bazı evlerin ise çatısının altında “cihannuma” denilen ve yazın kullanılan, manzarası güzel, camekânlı, balkonlu bir oda yer alır. Üst katların en önemli mekânı sofadır. Sofa, kendi aralarında bağımsız birimler oluşturan odaların buraya açılması sebebiyle her şeyden önce bir dağılım mekânıdır. Ancak bugünkü anlamda bir dağılım mekânından çok farklıdır ve üst kat planının en azından yarısını kaplaması bu durumu açıkça ortaya koymaktadır. İşlev açısından sofa ev içi üretim, ev işleri, oturma, yemek yeme ve bazı yerlerde yazları yatma yeri olarak kullanılır.

Geleneksel Osmanlı evinde sofaya göre bir tipoloji oluşturulmuştur: Dış sofalı ve iç sofalı evler. Anadolu genelinde dış sofalı evler fazladır. Sanıldığına göre birçok yerde iç sofa dış sofanın zaman içindeki evriminden ortaya çıkmıştır ve daha çok bir şehir evi niteliği taşır. Dış sofalı örneklerde sofa evin yüksek duvarlarla sınırlı avlu / bahçesine dönüktür. Bir üst seviyeden tabiata ve en iyi yöne açılır. Dış sofaya eklenen bazı kültürel ve sembolik elemanlarla burada mekân düzeni yönünden çok cazip, hareketli bir oturma ortamı oluşturulur.

Sofayı zenginleştiren elemanların başında eyvan gelir. Eyvan, oda dizileri arasında yer alan üç tarafı kapalı, bir tarafıyla sofaya acılan sakin bir oturma alanıdır ve Sasani İran’ınım önemli bir itibar mekânı olma niteliğini Türk evinde de sürdürür. Eski minyatürlerde sıkça rastlandığı gibi yine krala ait ve şiirsel bir dinlenme yeri olan köşk, sofadan dışarı taşan ve avlu cephesini hareketlendiren ayrı bir oturma köşesidir. Eyvan ve köşkün döşemeleri sofadan bir kademe yüksek olabilir. Ancak bunun dışında da sofanın uçlarında birkaç basamak yükseltilmiş oturma platformları bulunur. Buna “tahtseki” adı verilir ki bilindiği üzere taht da yine krala ait bir semboldür.[6]

İstanbul’un geleneksel konut mimarisinde özel yer tutan ve Boğaziçi’ne imzasını koyan yalılardır. En ünlü örnekleri Boğaz’ın iki kıyısında yer alan bu yapılar, dönemin ekonomik ve politik gücünü elinde tutan başta padişah ailesi olmak üzere vezirler, paşalar, Hristiyan azınlığın oluşturduğu tacirler ve varlıklı esnaf tarafından yaptırılmıştır. 18. yüzyıl bostancıbaşı defterlerinde adları ve sayıları verilen bu yalılardan çoğu bugün mevcut değildir. Günümüze kadar ayakta kalabilmiş en eski yalı, Anadoluhisarı’ndaki 1699 tarihli Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı’nın divanhanesidir.

Yalılar haremlik selamlık bölümleri, ek binaları, kayıkhaneleri ve bol ağaçlı geniş bahçeleriyle görkemli, büyük sahil yapıları olarak Boğaz köylerinin gelişmesinde önemli rol oynamışlardır.

Mimari biçimleniş açısından ev ve konaklarla hemen hemen aynı özellikleri gösteren yalılar genellikle ahşap ve hafiftir. Önlerindeki rıhtıma rağmen esas katlarıyla deniz üzerine çıkmalı olan Boğaz cepheleri, özellikle birinci katlarındaki kafes ve pencerelerle manzaraya açılırlar. Esas katı taşıyan ahşap payandanın yer aldığı zemin katlar 18. yüzyıla kadar sağır tutulmuş, 19. yüzyıldan itibaren bu seviyede de normal pencereler açılmıştır.

Daha çok yazlık olarak kullanılan yalılara ulaşım deniz yoluyla sağlanmaktaydı. Bu yüzden de halen mevcut örneklerin çoğunda görüldüğü gibi altlarında birer kayıkhane bulunuyordu. Bu bölüm genellikle harem kısmının altına gelmekte ve kayıklara biniş dışarıya görünmeden gerçekleştirilmekteydi. Zemin katlar birer taşlık ve havuzlu mekân içermekte, arkasındaki bahçe ve diğer konaklarla bağlantı, aradan geçen bir yol olması halinde üzerinden köprüyle atlayarak sağlanmaktaydı. Yolun bir tünel şeklinde bahçenin altından gittiği örnekler de vardı.[7]

İstanbul’da Boğaz’ın dışında Haliç kıyısında da günümüze örneği gelmeyen yalılar yapılmıştır. Ayrıca içinden Porsuk’un geçtiği Eskişehir ve Yeşilırmak’ın geçtiği Amasya gibi şehirlerin nehir boylarında da yalı dizileri oluşmuştur. İstanbul’un gayri müslim cemaatleri, özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı Devleti’nin Batı’ya açılmasıyla birlikte Avrupa’dan aldıkları kâgir tek yapı, sıra ev ve apartman örneklerini benimseyerek şehir dokusuna katmışlardır. Kat sayıları iki-dört arasında değişen bu evler, dar arsalar üzerinde yükselen ve buna bağlı olarak da az oda içeren bir şehir evi niteliğindedir.

Cephelerinde yer yer dönemin süsleme tarzı özelliklerini yansıtan bu yapıların üst katları sokağa taşan cumbalarla desteklenmiştir. Demir ve taş kullanımı, söz konusu yapıların daha sağlam ve uzun ömürlü olmasını sağlamıştır. Özellikle sıra evler, dönemin üslup özellikleri açısından Batı biçimlerine en çok bağlı olan konutları meydana getirmiştir.

Bir yapı için geliştirilen cephe ve plan düzeninin yan yana ritmik bir biçimde tekrarıyla oluşturulan sıra evler daha çok Hristiyan küçük tüccar, küçük esnaf ve zanaatkârlarla orta küçük bürokratlardan meydana gelen bir kullanıcı kesiminin konutu olmuştur. Diziler benzer veya aynı tasarı ve biçim özelliklerine sahip olsalar da gerek ölçek gerekse şehir mekânı ile bütünleşme acısından çeşitlilik gösterirler.[8]

Bu çeşitlilik de İstanbul’un mimari düzenini zenginleştiren örnekler oluşturmuştur. 19. yüzyılın sonuna doğru ortaya çıkan büyük boyutlu apartmanlar ise yine dönemin Avrupa başşehirlerindeki özellikleri sergilemektedir.

 

 DİPNOTLAR

[1]  Doğan Erginbaş, Diyarbakır Evleri, İstanbul Teknik Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 1954. s.11.

[2]Günkut Akın, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Ev Tiplerinde Anlam, İstanbul Teknik Üniversitesi Doktora Tezi, İstanbul, 1985. s.23.

[3]Sedat Hakkı Eldem, Türk Evi /Osmanlı Dönemi, Cilt:2, Türkiye Anıt Çevre Koruma Vakfı Yay. İstanbul, 1984. s.45.

[4]  Cengiz Eruzun, “Kültürel Süreklilik İçinde Türk Evi”, Mimarlık Dergisi, Sayı:236, İstanbul, 1986. s.69.

[5]  Önder Küçükerman, Anadolu’daki Geleneksel Türk Evinde Mekân Organizasyonu Acısından Odalar, Kültür Bakanlığı yayınları, Ankara, 1995. s.211.

[6] Doğan Kuban, “Türk Ev Geleneği Üzerine Gözlemler”, Mimarlık Dergisi, İstanbul, 1982. s.15.

[7] Sedat Hakkı Eldem, a.g.e. s.53.

[8] Sedat Hakkı Eldem, a.g.e. s.68.

Özkan KARACA

1977 Malatya - Türkiye Yazarlar Birliği, İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği (İLESAM), Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği (ESKADER), Türkiye Gezginler Derneği ve İzollu Vakfı üyesidir. ESERLERİ: Aynalar, İki Kanat Yayınları, İstanbul (2007) Dövüştüler, Götürüldüler, Dönemediler: Esarette Kalanlar, MSN Yayıncılık, İstanbul (2016) Kanlı Şarap, Küflü Ekmek: Sömürgecilik, MSN Yayıncılık, İstanbul (2016) Dinlerde, Mitolojilerde, Savaşlarda: Kurban, MSN Yayıncılık, İstanbul (2017) E-Posta: [email protected]

FACEBOOK - YORUM YAZ

Sosyal Medyada Paylaşın:
Etiketler:
ÖZKAN KARACA
  • YENİ
Bir Mektup.. Bir Tehdit… Bir İsyan…

Bir Mektup.. Bir Tehdit… Bir İsyan…

Haber Merkezi, 13 Mart 2024
Kalfatlı – Kalafatlı ve Kültürel Kimliği

Kalfatlı – Kalafatlı ve Kültürel Kimliği

Dr. Yaşar KALAFAT, 11 Mart 2024
İnegöl’de Bir Yıldız Söndü

İnegöl’de Bir Yıldız Söndü

Haber Merkezi, 11 Mart 2024
Osman, Atman, Tuman ve Vakanüvislik

Osman, Atman, Tuman ve Vakanüvislik

Ekrem Hayri PEKER, 18 Şubat 2024
Muğla Kalafatları ve Halk İnançları

Muğla Kalafatları ve Halk İnançları

Dr. Yaşar KALAFAT, 11 Şubat 2024
100 Yıllık Bir Lezzet: Hacıbaba Köfte

100 Yıllık Bir Lezzet: Hacıbaba Köfte

Ekrem Hayri PEKER, 11 Şubat 2024