Quantcast
Çanakkale Deniz Savaşlarının Bursalı Bir Kahramanı: Müstecib Onbaşı – Belgesel Tarih

Dr. Salih EROL
Dr. Salih  EROL
Çanakkale Deniz Savaşlarının Bursalı Bir Kahramanı: Müstecib Onbaşı
  • 18 Mart 2019 Pazartesi
  • +
  • -
  • Dr. Salih EROL /

Loading

Çanakkale Deniz Savaşlarının başladığı tarih olan 18 Mart 1915’in üzerinden yüz dört sene geçti.

Şu an üzerinde yaşadığımız vatanı Çanakkale kahramanlarına borçluyuz.

Çanakkale kahramanlığı olmasaydı bu halk kendine bir daha güvenip, Kurtuluş Savaşı başlatır mıydı?

Mustafa Kemal’in Milli Mücadele’nin başına geçip, ülkenin kurtarıcısı ve kurucusu olması Çanakkale’deki şöhretinin bir getirisi idi.

Henüz ulusça çok detaylı bilmiyoruz Çanakkale Savaşlarını..

Geçen sene 16 Mart’ta Ankara Beypazarı’ndan bir misafir kafilemiz gelmişti Bursa’ya. Ben onları Müstecib Onbaşı’nın köyüne götürdüm. Hiç biri daha önce duymamıştı bu unutulmuş Çanakkale kahramanını.

Bırakın Ankaradakileri, Bursa’da ve hatta memleketi Yenişehir’de Müstecib Onbaşı’yı tanıyan kaç kişi çıkar?

Oysa deniz savaşlarının en önemli kahramanlarından Seyyit Onbaşı’ya denk bir vatan evladıdır Müstecib Onbaşı.

Sıradan, kendi halinde yaşayan bir Anadolu köylüsünün devasa kahramanlık öyküsüdür Müstecib Onbaşı’nın ki..

Şimdi bu yazımızda onu biraz tanıtalım!

Nüfus kayıt örneğine göre Bulgaristan’ın Tutrakan Kazasında yaşayan Necip Bey ve Kamile Hanım’ın 1 Temmuz 1891 tarihinde bir oğlu doğmuştur. “Ferhatoğulları” lakabı ile bilinen ailesi dileğine kavuşmuş olmanın sevinciyle yeni doğan bu erkek çocuğa “Müstecib” adını vermiştir. (Aslı“Müstecâb” olan ve dilimize Arapçadan geçmiş olan bu kelime “dileği kabul olunmuş” anlamına geliyor).

Ne var ki, on dokuzuncu yüzyılın son çeyreğinde Balkanlar’da ve bilhassa Bulgaristan’da yaşamakta direnen her Müslüman-Türk ailesi gibi Müstecib’in ailesi de büyük sıkıntılar yaşamıştır. Müslüman-Türk’e tahammül etmeyen Bulgar idaresinin baskıları dayanılmayacak noktaya geldiğinde bir çok aile gibi bu aile de Anadolu’ya hicret ederler. En nihayetinde gelip yerleştikleri yer Bulgaristan macırlarının kurmuş oldukları Bursa-Yenişehir- Orhaniye Köyü’dür.

Her ne kadar Tutrakan’da doğsa çocukluğu, gençliği Bursa – Yenişehir – Orhaniye Köyü’nde geçer Müstecib’in. Askerlik çağına gelene kadar köyünün bağlı bulunduğu Yenişehir Kazasının dışına çıkmamıştır Müstecib.

1914 Yılı sonlarında Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşına sürüklendiğinde Müstecib, kendi köyünde ziraatle uğraşan yirmi üç yaşında, yeni evlenmiş bir çiftçi olarak yaşamakta idi. Ancak ilan edilmiş olan cihad ve genel seferberlik binlerce Anadolu genci gibi onu da evinden-köyünden kaldırıp cephelere attı. Sıradan bir nefer olarak orduya alınan Müstecib’in payına Çanakkale düşmüştü.

Tarihin kaydettiği en büyük deniz savaşlarından birisi olan Çanakkale Deniz Muharebeleri 1915 yılının ilkbaharı ile birlikte başladığında Müstecib adlı henüz “isimsiz nefer” Çanakkale’de vatani görevine yeni başlamış ve topçu birliğine verilmişti. 9. Tümenin 9. Alayında bulunan Yüzbaşı Rıza Bey’in kumandasındaki top bataryasında kendisine görev verilmiştir.

Başlattıkları büyük deniz harekâtından büyük hayal kırıklığı yaşayan ve o meşhur soğukkanlılıklarını kaybeden İngilizler, diğer müttefikleri ile birlikte karaya asker çıkarttı ve Nisan 1915’ten itibaren dünyanın en kanlı çatışması olan Çanakkale Savaşını başlattı. Yaklaşık bir yıl, Gelibolu gibi küçücük bir alanda süren bu savaşlar onlar için “destansı bir yenilgi” ; bizim için de “mukaddes bir zafer” ile sonuçlanacaktır

Deniz ve kara muharebelerinden istedikleri neticeyi alamayan İtilaf güçleri, bu kez denizaltılarla boğazı geçmeye çalıştılar. Nitekim İngiliz denizaltıları 1915 yılı içerisinde birkaç kez boğazı geçmiş ve hatta İstanbul yakınlarına kadar gelerek Marmara’daki donanmamıza ve kıyı şehirlerimize hasar vermişlerdi.

Fransız Donanması da İngilizlerden geri kalmamak adına denizaltıları ile boğazı geçmeye karar verdi. Bu kararın ilk uygulaması olarak “Turquoise” adı verilen görkemli bir deniz altı ile Ekim 1915’te boğazın önlerine geldiler. Bu Fransızlar için ilk heyecan verici boğazı geçme deneyimi olacaktı.

30 Ekim 1915’i 31 Ekim’e bağlayan gece sabaha karşı Fransız Denizaltısı Turquoise Boğazı derinden geçmeye başladığında Müstecib, dört top bataryasından çalışır vaziyetteki tek bataryada nöbet tutmakta idi.

O sabah kaba kuşlukta (bu tabir aynen kendisinindir) aldığı emre göre ufku dürbünle tararken denizin üzerinde ördeğe benzer bir cismin hareket ettiğini ve gittikçe büyüyerek yaklaştığını gördü. Soba borusuna da benzeyen bu cismin ucunda denizaltı periskopu bulunduğunu fark etti. Bu pek mühim bir vaziyetti. Durumu derhal asteğmene bildirmek lazımdı. Fakat asteğmenin bulunduğu yer uzaktı. Cevap gelinceye kadar yirmi dakika geçebilirdi. Bu zaman zarfında da denizaltı çoktan kaybolup giderdi. Onbaşı derhal kararını verdi. Kendi kendine hareket edecekti!

Hemen topun namlusunu düşman periskobuna doğru çevirdi. Nişangahı 110 metreye tanzim etti ve tetiği çekti.

Bu isabetli atışlar denizaltının hem esas, hem de yedek periskopunu parça parça etmiş, Turquoise suyun yüzüne çıkarak teslim bayrağını çekmeye mecbur kalmıştı. Denizaltının yirmi sekiz mürettebatı ve komutanı esir alınarak denizaltı sahile çekildi.

İşte bu büyük olay hemen en üst düzeydeki komutan olan Limon Von Sanders’e ve Genelkurmay başkanı Enver Paşa’ya bildirildi. İsimsiz bir nefer olan Müstecib, büyük bir kahramana dönüştü. Dönemin en önemli yayın organı olan Harb Mecmuası ile Servet-i Fünun Dergisi olayı fotoğraflı haber olarak bütün dünyaya ilan ettiler.

Olayın kahramanı olan Müstecib’e Enver ve Sanders Paşaların hazır bulunduğu askeri törende onbaşılık rütbesi ve değerli hediyeler verildi. Bizzat Enver Paşa, bu yiğit Anadolu köylüsünün koluna altın bir saat taktı. Müstecib Onbaşının komutanı olan Yüzbaşı Rıza Bey’e ise rütbesi verildi.

Turquoise” adındaki bu büyük Fransız denizaltısına da “Müstecib Onbaşı” adı verildi. Yaralı denizaltı esir müretebattı ile birlikte derhal İstanbul’a götürülerek Haliç Tersanesi’ne çekildi. Osmanlı ordusunun şanlı bir zaferi olarak sunulan bu denizaltının İstanbul halkının ziyaretine açıldığını arşiv belgelerinden ve dönemin gazete ilanlarından anlıyoruz..

Çanakkale kahramanı Müstecib Onbaşı, bir süre daha Çanakkale Cephesinde görev yaptıktan sonra 1916’dan itibaren cephenin kapanmaya başlaması üzerine diğer cephelere kaydırıldı.

Bütün çabalara, kahramanlıklara rağmen I. Dünya savaşında mağlup olmamız sonucunda Osmanlı ordusu terhis edilince Gazi Müstecib Onbaşı da bir süreliğine köyüne döndü. Ancak son anayurt olan Anadolu’nun işgal edilmesi üzerine o da birçok kişi gibi Kuva-yı milliye saflarına katıldı.

Arpaçay’da Karabekir komutasında Ermenilere karşı; akabinde Maraş dolaylarında Fransızlara karşı çarpışırken acı bir haber ile sarsıldı:  Bursa-Yenişehir’deki köyü Orhaniye 1920 yılı sonlarında Yunan işgaline uğramıştı.

İstiklal Savaşının kazanılması, Yunan işgalcilerinin 1922 Eylül’ünde Bursa’dan ve Batı Anadolu’nun diğer kıyılarından çekilmesi üzerine Müstecib Onbaşı hem bir Çanakkale; hem de bir İstiklal Savaşı gazisi olarak harap vaziyetteki köyüne yerleşti.

Hayata gözlerini yumduğu 10 Mayıs 1959 yılına kadar Orhaniye Köyünde mütevazı bir çiftçi olarak yaşadı. Onu yakından tanımış olan komşu köylüsü Osmaniyeli 1916 doğumlu Hüseyin Kaplan’ın hatıralarında naklettiği kimi olaylar bu türden insanların gerçekten ne kadar mütevazı ve ne kadar gerçek kahraman olduklarını gözler önüne seriyor.

Örneğin, Cumhuriyetin ilk yıllarında Ziraat Bankası’nın kendisine faizsiz ve uzun vadeli kredi teklifini Müstecib Onbaşı: “Ben fakirim, ihtiyacım var ama yeni kurulan devletimizin daha çok ihtiyacı var” diyerek kabul etmemiştir. Bir tanıdığının ifadesine göre hayatının sonuna kadar kimseden dilenmeden, kahramanlık öykülerini ulu orta anlatmadan yaşamıştır.

1934’ten sonra “Kılıçaslan” soyadını alan Müstecib Onbaşı, 1959’da vefat ettiğinde köyüne gömülmüştür. Günümüzde bu köyde bir mezarı ve adı verilmiş bir ilkokulu saymazsak, memleket sathında unutulmaya terk edilmiş gerçek bir kahramandır.

Yazımızı Müstecib Onbaşı’nın henüz hayatta olduğu yıllarda onu anlatan iki alıntıyla noktalayalım.

Bunlardan biri (Hikmet Bandırmalıoğlu’nun yazısı) Müstecib Onbaşı’yı yakinen tanıyan birinin kaleminden çıkmıştır.

—-

Turkuvaz o zamana göre büyükçe bir denizaltıydı. Çanakkale’nin muhtelif yerlerinde top mermileri patlarken Ekim’in 30 ncu günü boğaza girdi. Boğaz sularının altından ağır ağır ilerliyordu. Boğazın en dar noktasına geldi. Burası Kilitbahir idi. Sahiden Çanakkale şehrinin karşısında olan bu yer denizin kilidi idi. Boğaz burada en dar noktayı teşkil ediyordu.

Fakat Turkuvaz buradan da geçerek artık Marmara’ya açılan son boğaz sularına girdi.

Yavaş yavaş periskopunu dışarıya çıkardı. Sahil bataryalarımız yeni bir av gördüklerinden hemen ateşe başladılar.

Fakat düşman denizaltısı periskopunu içeriye çekerek sulara daldı ve yine ilerlemeye başladı. Lakin yediği topların korkusuyla Turkuvaz şaşırmış gitmişti. Şimdi suvarisi ne önündeki haritaya bakabiliyor, zaten baksa da ne de yapacağı hareketi kestiriyordu.

Koca denizaltı Gelibolu yarımadasının sığ mahallerine doğru yol almaya başlamıştı. Denizde bir karaltının ilerlediğini gören sahil bataryalarındaki Mehmetçikler :

  – Av geliyor ha… diyerek seviniyorlardı. Topunun başında nişan vaziyetinde duran Müstecip Onbaşı :

  – Yaklaş! Yaklaş!.. Şimdi sana gösteririz diye sabırsızlıkla denizaltının yaklaşmasını bekliyordu.

Birdenbire denizaltıdakiler gemilerinin çatırdağını duydular ve az sonra denizaltı

  – Zınk ! etti ve durdu. Çünkü karaya oturmuştu.

Biraz hareket edeyim derken; Müstecip Onbaşı öyle nişanlayış nişanladı ki:

  – Ateş!

 Kumandası verilip de mermi topun namlusundan fırladığı zaman doğru denizaltının üstüne gitti ve onu bir daha kendine ne ileri, ne de geri hareket edemeyecek bir surette yaraladı.

  Artık Turkuvaz bir iş yapamayacak hale gelmişti.

Yaşa şanlı Müstecip Onbaşı! Daha ilk merminle ne müthiş bir Türk nişancısı olduğunu ispat ettin.

Müstecip Onbaşı’nın attığı ilk mermi kaptan kulesini delip geçmişti. Artık Fransız neferleri için teslim olmaktan başka yapacak iş kalmamıştı.

Hemen düşmana göz açtırmayan muhriplerimiz denizaltının yanına koştular ve tam 28 Fransız neferi esir alındı. Denizaltı da az sonra oturduğu kayalıklardan kurtarılarak yüzdürüldü.

İki gün sonra bu esir denizaltı İstanbul’a getiriliyordu.

Haliç’e getirilen Turkuvaz’a merasimle Türk bayrağı çekildi. Ve ilk mermiyi     isabet ettiren nişancı neferinin ismiyle “Müstecip Onbaşı” adını aldı.

  Bu denizaltı Fransızların mütareke zamanında İstanbul’a gelmelerine kadar Haliç’te yattı. Fransızlar İstanbul’dan kaçarken sanki mağlubiyetlerinin hatıralarını unutturacakmış gibi Müstecip Onbaşı denizaltısını da alarak Fransa’ya götürdüler.

  Ey büyük Türk çocuğu!..

  Müstecip Onbaşı’nın ne kadar nişancı olduğunu öğrendin. Bunu bütün düşmanlar da bilirler. Bilmeyenler de öğrenmelidirler ki Türk yurduna izinsiz yanaşacak herhangi bir geminin, hatta en küçük bir yelkenlinin nasibi bir mermi yiyerek denizin dibini boylamaktır.

(Yaşayan Türk Kahramanları Dergisi, Sayı: 12, Tarih: 8 Nisan 1955).

—-

“Turquoise” (Turkuaz) Fransız denizaltısını bir tek 7,50 lik topla beş dakika içinde yaralayıp teslime mecbur eden fedakar ve vefakar Müstecip Onbaşı bugün sağdır ve Bursa’ya bağlı Yenişehir kazasının Orhaniye köyünde oturmaktadır. Düşman denizaltısını nasıl batırdığını Onbaşının kendi ağzından dinleyen sayın okuyucularımızdan Bay Hikmet Bandırmalıoğlu, buna göre kaleme aldığı aşağıdaki yazıyı mecmuamıza göndermiştir. Memnuniyetle neşrediyoruz:

Çanakkale’de kanlı kara muharebeleri devam ederken, deniz muharebeleri de İngiliz ve Fransız denizaltılarının devamlı faaliyetiyle Marmara’ya ve hatta İstanbul’a kadar el atmış bulunuyordu. Bu denizaltılar, karşılarına çıkan bütün Türk vapurlarını, yelkenlilerini, motorlarını batırıyorlar; ikmal işlemlerimizi sekteye uğratıyorlar ve takviye kuvvetleri almamıza mani olmaya çalışıyorlardı. Bunların bir kısmında da muvaffak oluyorlardı. Fakat eninde sonunda yine kahraman topçu erlerimizin isabetli atışları karşısında teslim bayrağını çekiyorlar veya savuşup kaçıyorlardı.

Fransızların “Turquoise” isimli denizaltısı da “Akbaş” mıntıkasında dolaşarak nakliye gemilerimizi torpillemeye uğraşıyordu. Bu denizaltıya ve muhtemel arkadaşlarına karşı o civarda 4 topluk bir bataryamız memur edilmişti. Bu batarya 9 uncu Tümenin 9 uncu alayına merbut idi ve Yüzbaşı Rıza Bey’in kumandasında bulunuyordu. Topların her birinin çapı 7,50 idi ve bir tanesi bir asteğmenin emrinde olarak tam Akbaş mevkiinde sahile mevzilendirilmişti. Diğer üç top ise daha gerilerde, arızalı arazi arasında münasip yerlere yerleştirilmişti.

Bu tek top, sahilde mevzi alıp diğer üç topa gözcülük eder vaziyetteydi.

Dört tane kadar numara erleri de hep yaşlı kimseler olmasına rağmen nişancısı olan Müstecip Onbaşı ise delikanlılık çağında cıva gibi bir gençti.

Onbaşı, o sabah kaba kuşlukta (bu tabir aynen kendisinindir) aldığı emre göre ufku dürbünle tararken denizin üzerinde ördeğe benzer bir cismin hareket ettiğini ve gittikçe büyüyerek yaklaştığını gördü. Soba borusuna da benzeyen bu cismin ucunda denizaltı periskopu bulunduğunu fark etti. Bu pek mühim bir vaziyetti. Durumu derhal asteğmene bildirmek lazımdı. Fakat asteğmenin bulunduğu yer uzaktı. Cevap gelinceye kadar 20 dakika geçebilirdi. Bu zaman zarfında da denizaltı çoktan kaybolup giderdi.

Onbaşı derhal kararını verdi. Kendi kendine hareket edecekti! Hemen topun namlusunu düşman periskobuna doğru çevirdi. Nişangahı 110 metreye tanzim etti ve tetiği çekti.

Bu isabetli atışlar denizaltının hem esas, hem de yedek periskopunu parça parça etmiş, Turquoise suyun yüzüne çıkarak teslim bayrağını çekmeye mecbur kalmıştı!..

Denizaltı sahile yanaşırken, Müstecip Onbaşı, ne olur ne olmaz diye herhangi bir düşman hilesine karşı eli topunun tetiğinde bekledi.

Bu arada Liman Von Sanders’e haber gitti. Paşa bizzat Akbaş sahillerine gelerek gemiyi ve 28 mürettabatını esir aldı. Müstecip Onbaşı’ya birkaç altın verdi ve çavuşluğa terfi ettirdi. Yüzbaşı Rıza binbaşılığa, asteğmen Sami teğmenliğe yükseltildi.

Müstecip Onbaşı daha sonra, Maraş’ta Fransızlara karşı, Arpaçay’da Ruslara ve Yenişehir’de de Yunanlılara karşı kahramanca çarpıştı. Mükafattan almış olduğu birkaç altınla da sulh olunca ufak bir ev edindi.

(Hikmet Bandırmalıoğlu,”Turquoise Denizaltısı Nasıl Teslim Alındı?”, Hayat Mecmuası, No:93, Tarih: 18 Temmuz 1958)

Dr. Salih EROL

Eğitimci ve Tarih araştırmacısı – yazar. Lisans öğrenimini Balıkesir Necatibey Eğitim Fakültesi Tarih Öğretmenliğinde tamamladı. Anadolu Üniversitesinde Tarih bölümünde yüksek lisans ve doktora yaptı. 1998’den beri Bursa’da öğretmenlik yapmaktadır. İkisi Türk Tarih Kurumundan olmak üzere 4 kitabı ve çok sayıda makalesi yayınlandı. E-Posta: [email protected]

FACEBOOK - YORUM YAZ

Sosyal Medyada Paylaşın:

BU MAKALELER İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR!

  • YENİ
Romanlarda Sosyal ve Kültürel Yaşam

Romanlarda Sosyal ve Kültürel Yaşam

Emel ÖRGÜN, 2 Kasım 2024
“İki Kasım 1943” Karaçay Sürgünü

“İki Kasım 1943” Karaçay Sürgünü

Prof. Dr. Hilmi ÖZDEN, 2 Kasım 2024
Bir Zamanlar Kültürpark

Bir Zamanlar Kültürpark

Haber Merkezi, 2 Kasım 2024
Söğütlülü Destancı Aşık Ali Şahin

Söğütlülü Destancı Aşık Ali Şahin

Haber Merkezi, 2 Kasım 2024
“Cumhuriyet Türküsü”

“Cumhuriyet Türküsü”

Prof. Dr. Hilmi ÖZDEN, 26 Ekim 2024
Kefir’deki Vatan Yahut Kefir’in Kökeni

Kefir’deki Vatan Yahut Kefir’in Kökeni

Prof. Dr. Hilmi ÖZDEN, 26 Ekim 2024
Söylev’in Okunuşunun 97. Yılı

Söylev’in Okunuşunun 97. Yılı

Nevin BALTA, 16 Ekim 2024