Quantcast
Anadolu ve Türkler – Belgesel Tarih

Tahsin ŞİMŞEK
Tahsin  ŞİMŞEK
Anadolu ve Türkler
  • 26 Şubat 2023 Pazar
  • +
  • -
  • Tahsin ŞİMŞEK /

Loading

Sabahattin Eyuboğlu, Mavi ve Kara’nın ilk yazısı “Bizim Anadolu”da “Bu memleket bizim olduğu için bizim, fethettiğimiz için değil. Aramızda dışarıdan gelme çoğunluk olsa bile – ki değil elbette – kaynaşmış halleşmiş hepsi. Fetheden de biziz, artık, fethedilen de. Eriten de biziz. Eriyen de biziz. (…) Sayısız devletler, uygarlıklar bizim sırtımızda yükselmiş, bizim sırtımızda çökmüş. Yetmiş iki dil konuşmuşuz, Türkçede karar kılmazdan önce. (…) Ya o ya bu değil, hem o, hem buyuz biz. (Eyuboğlu S. – sayfa 5-6)” der.

Gerçek ödünçlenmez kuşkusuz. Eyuboğlu’nun bu, “Fetheden de biziz, artık, fethedilen de” tümcesinin özdeşini, Ekrem Akurgal’da görüyoruz: “Her kim ki Anadolu’yu fethetmeye çalıştı, kendi fethedildi

Evet, kimiz biz, kimlerdeniz? Nedir şu Anadolu kimliği? Önyargılarım yok. Yol göstericilerim var. Her zamanki gibi bu yazıya da başlamadan başvuru kaynaklarımı sağ tarafıma koydum.

Anadolu Köprüsü (Övgün Ahmet Ercan), Anadolu Kültür Tarihi (Ekrem Akurgal), Anadolu’nun Sesi (Halikarnas Balıkçısı), Denemeler (Mantaigne), Dünyada Türk İmgesi (Özlem Kumrular), Etrüskler (Turksalar) Türk İdiler (Adile Ayda), Kritovulos Tarihi (Kritovulos), Mavi ve Kara (Sabahattin Eyuboğlu), Troyalılar Türk mü? (Haluk Şahin), Türk Kimliği (Bozkurt Güvenç), Türkiye’nin Etnik Yapısı (Ali Haydar Önder), Türklerin Tarihi-I (Doğan Avcıoğlu) ve Soner Yalçın’dan bir gazete küpürü.

Yazımı onlarla yoğurdum, alıntılarımı, onlardan yaptım. Zaman zaman rüzgârla söz ve şiir kovalayarak.

Cumhurbaşkanlığı forsunda birer yıldızla simgelenen o 16 devlet içinde yalnızca Göktürk Kağanlığı’nda “Türk” adıyla karşılaşıyoruz. Bu forsta yer almayan başka Türk devletleri de var. Onlarda da Türk adı yok. Niye Türk adına bu kadar uzak kaldığımızı sorgulamak, benim değil, tarihçilerin işi.

Batı’dan Bakınca

Türk ve Türkiye adları, bizden çok Batı kaynaklarında yer alıyor. Bir de Çin, Fars, Arap kaynaklarında. “Türkçe konuşan Anadolu halkına Türkiye (Turchia) adı, Haçlı seferleri sırasında, Batılılarca verilmişti. Barbarossa (Haçlı) Seferi’nin, 1090 yılına ait Ansbert Günlüğü’nde, ‘Turchia’ ya da ‘Türkhia’ adına yer verilmiştir. (Güvenç B. – sayfa 23)” F. Barbarossa, o dönemin Alman kralıdır. Çinlilerin Uygurlar için kullandığı “T’u-kü-e”yle iyice de örtüşmekte.

Evet, biz ülkemizin adını, Doğu’dan değil, Batı’dan aldık. Selçukluya ve Osmanlıya göre bu topraklar Diyar-ı Rum’dur, Latin’e, İtalyan’a, Fransız’a göre Türkiye. Evet, gün geliyor, Venedik ve Cenevizlilerin “Türkiya”sı yerine, Fransızların “Turquie”sinini yani Türkiye’yi yeğliyoruz.

Bu savı destekleyen başka bir sözcük Fransızca “turkuaz”dır. Turkuaz, “Türk sahili” anlamında, Akdeniz için kullanılan bir sözcük. Yani salt “mavinin yeşille buluşanı” değil. Sözcüklerin geçmişine yolculuk, tarihe tutulan ışıktır. Örneğin, ak, Türkçede “güney”; kara, “kuzey” anlamını taşır. Akdeniz, güney denizidir, Karadeniz de kuzey denizi. Akyel, karayel sözcükleri de rüzgârın yönüne ilişkin adlardır.

Troyalılar Türk müydü?

Troya Savaşı öncesi, Troya, diliyle, gelenekleri ve kültürüyle tam bir Anadolu kentidir. Denizci Kavimler de henüz Anadolu’ya ayak basmış değildir. Önce bunu bilmemiz gerekir.

Troyalıların Türk olduğu savı, Türklerden önce Batılılara aittir. Özellikle İtalyanlara. Vergilius’tan Fatih’li günler değin.

Türkler, Troya düştükten sonra, Asya içlerine, Kafkas ötesine çekilen Troya’nın soylu savaşçılarından “Turkus”un torunlarıdır diyenler de onlar. İlk hükümdarları Turkus-Türk olduğu için, halkına da Türk denmektedir artık. Bu sava göre Türkler, Uzakdoğulu sarı ırk ile beyaz Avrupalılar arasında yer alan, beyaz Kafkas halklarının iç Asya’ya doğru uzanan bir koludur. O Türk’ün oğullarından biri de Karaman adını taşımaktadır. O halde Karamanlılara bir merhaba diyelim

Bu sav(lar)a ait kaynaklar, İstanbul’un fethinden yaklaşık dokuz yüz yıl öncesine, 6. yüzyılda yaşayan tarihçi Fredegaire’a kadar iniyor. Bu savı, Fransız tarihçiler Jean Poucet, V. de Beauvais (1190-1264), Sebastein Mamerot ile Venedikli tarihçi Andrea Dandolo’da da görüyoruz.

İşte iki örnek. Önce Beauvais’in söyledikleri: “Troya’nın tahrip edilmesinden sonra Troya askerleri ikiye ayrıldılar. Bir grup Troya Kıralı Priamos’un oğlu Hektor’dan torunu Francon’u takip etti; ötekilerse Priamos’un oğlu Troilus’tan torunu Turkus’un peşinden gittiler. İşte bugün, adları Franklar ve Türkler olan iki halk var. (Şahin H. – sayfa 13)” Mamerot da İstanbul’un fethinden altı yedi yıl sonra şunları söylüyor: “İşte bu yüzden günümüzde oralarda egemen olan Türk kadın ve erkekleri çok yiğit ve çok güçlü Hektor’un soyundan gelmektedir

İspanyol gezgin Pedro Tafur ile Anconalı gezgin Cyriac İstanbul’un fethinden önce bu topraklardadır. İkisi de aynı kanıdadır; Türklerin Troyalı olmaları nedeniyle Troya’nın öcünü alacakları notunu önceden düşmüşlerdir. Fetih sırasında kentte bulunan Kardinal İsidore de Fatih için “Troyalıların prensi” notunu düşer.

Batılı tarihçilerin, bu savlarını dayandırdıkları kaynaklardan biri Vergilius’in ünlü yapıtı Aineias’tır (Ayneyas). Bu yapıtta adı geçen cengaver “Teucri”dir. Anımsayalım, Ayneyas da Hektor’un amcası Ankhises’in oğludur. Romalı öteki yazarlardan Pomponius Mela ve Plinus’un yapıtlarında “Turcae” ve “Tyrcae” sözcükleriyle karşılaşırız. Evet, “Türk” anlamına gelen “Turci” ve “Turchi” sözcüklerini Batı dünyasında ilk kullananlar, Latinler ve ardılları İtalyanlardır. Sonra da İspanyollar ve Fransızlar…

Fatih’in okuduğu klasik Yunanca ile yazılmış İlyada, Topkapı Sarayı’ndadır.

Fatih’in Papa II. Pius’a yazdığı mektupta şu tümceler yer alıyor: “İtalyanların bana düşman olmalarına şaşırıyorum, biz de İtalyanlar gibi Truvalıların soyundanız. Yunanlılardan Hektor’un öcünü almak benim kadar onlara da düşer; onlarsa bana karşı Yunanlıları tutuyorlar. (Montaigne – sayfa 210)” Fatih, 1461’de Troya’yı ziyaret ettiğinde de şöyle diyor: “…Şehri kuşatan Helen, Makedon, Tesalyalı ve Peloponezliydi. Onların soyundan gelenleri bunca yıldan sonra, o dönemde ve daha sonraki yıllarda biz Asyalılara küstahça davrandıkları için cezalandırdım. (Kritovulos – sayfa 539)”

Fatih’in Troya’ya ilgisi, gel geç bir heves değildir. İstanbul’un fethinden üç yıl sonra 1456’da Troya’daydı Fatih.

Mustafa Kemal de Troya’ya ilgi duyar. İlyada’yı okumuştur. Çanakkale Savaşı sırasında bu coğrafyadadır. Çanakkale Savaşı’ndan önce de… 1913’de elinde kroki ve haritayla Troya’yı adım adım gezip notlar almıştır. Sabahattin Eyuboğlu, bir anıt jürisiyle Dumlupınar’a gider. Onlara rehberlik yapan emekli bir albayın anlattıkları arasında, Mustafa Kemal’in savaş meydanında söylediği şu sözler de vardır: “Dumlupınar’da, Yunanlılardan Troyalıların öcünü aldık. (Eyuboğlu S. – sayfa 284)” Bu sözlere, birileri gibi, uydurma deyip geçmek, sanırım, Mustafa Kemal’i hiç tanımamak, geçmişini hiç bilmemektir…

Cilalı İmaj çağı bile gerilerde kaldı. Güncelin transparan tutsağıyız. Hepimiz ağzı açık Google budalasıyız. Truva filmi olmasaydı, Troya’ya dönüp bakanımız yoktu. Fatih’le Mustafa Kemal’in Troya’ya ilgisini hatırlayanımız da.

Sakalar, Pelasglar, Etrüskler de mi Türk’tü?

Hani şu Kuzey Anadolu’nun Sakaları, Orta Ege’nin Turları Güney Ege’nin Pelasgları…

Sakalar (İskitler) Karadeniz’in kuzeyinden inip Med İmparatorluğuna son veren ve bir halk. Edebiyat kitaplarında “Şu Destanı” ile “Alp Er Tunga öldi mü / Issız ajun kaldı mu / Ödlek öçin aldı mu / Emdi yürek yırtılur” sagusuyla adını duyduğumuz halk. Bir süre Kuzey Anadolu’ya egemen olmuşlardır. Herodot Tarih’inde, Kaşgarlı Mahmut Divan-ı Lügat-it Türk’ünde onlardan söz eder.

Yunanlara göre, nice halk gibi, Pelasglar da barbardır. Herodot da öyle aktarıyor. Pelasglar, Sakaların bir koludur; O Pulgasakalar, Makedonya üzerinden önce Yunanistan’a inmişler, orada huzur bulamayınca Anadolu’ya geçmişlerdir. Onlar da Sakalar gibi Anadolu’nun Ön-Türklerindendir.

Etrüskler, Kazanlı Sadri Maksudi Arsal’ın kızı Adile Ayda’ya göre Tursakalardır. Turlar ve Sakalar… Etrüsklerin bir parçası olan o Turlar da Anadolu’nun Ön-Türklerindendir.

Ancak şu da bir gerçek, 1071’den öncesini Anadolu’ya yakıştıramayanlar, köklerinde Oğuzlardan, şimdilerde Osmanlı’dan başkasını görmeyenler ya da tarih algılarında, yalnızca Batı’nın onayını arayanlar; Saka, Pulgasaka, Tur (Etrüsk) gibi Ön-Türkleri, hiç kuşkusuz yok sayıyorlar. Sanırım, Denizli’nin Bozkurt’unda 2022’de ortaya çıkan, Orhun Yazıtları’ndan da tanıdığımız o runik yazıları da hiç umursamayacaklardır.

Batı’nın onay damgası, sanat tarihçilerimiz ve arkeologlarımız için, birkaçı dışında, ön koşul, evrenselliğin olmazsa olmazı sanki. Ne denli farkındadırlar bilmem, bu onay damgalı bilgelikleriyle(!) Yunan “megalo idea”sına (büyük ülkü) hizmet ettiklerinin!.. ÖnTürklerle ilgili bu olgusal durum, benim şiirimi şöyle esenlemiştir: “Luvi / Hitit / Frig / Hiçbiri Anadolu’nun / Tüp bebekleri değildi / Gel de bunu bir de / Zamandan bütünlemeli / Klonlanmış şu bizim / Sanatsever Dolly’lere / Anlat

Batı’nın Anadolu’ya ve Doğu’ya bakışı, epeyce katıdır! Önyargının o Kudüs Duvarı! Özellikle Hz. Ömer’in Kudüs’ü, Fatih’in İstanbul’u fethinden beri… Oysa 2007 DNA verileri, hiç öyle demiyor; yadsımalara kapıyı tümüyle kapatıyor.

Evet, tarihin üstü örtülerek, Ön-Türkler yadsınarak daha arı Türk, daha sıkı Müslüman olunmuyor. Türk Tarih Kurumu ile Türk Dil Kurumu’nun kapılarına kilit vurularak da… Unutmayalım ki, tarihi arkeoloji yazar. Atatürk, işte bunun bilincindeydi; o, bir tarih arkeoloğuydu

Etrüskler, Troya Savaşı sonrası Anadolu’nın Lidya coğrafyasından İtalya’ya göçen Turlar ile Alpleri aşıp İtalya’ya inen Sakaların buluşup kaynaşmasıyla oluşmuş bir halktır. Etrüskler, İtalya’dan Fransa’ya Anadolu uygarlığını taşıyan halktır. Tarımı, ticareti, sanatı, maden işçiliğini, şarabı, eğlenceyi… Heykeli İtalya’ya götüren de Etrüsklerdir. Leonardo da Vinci ve Michelangelo, Etrüsklere ne kadar teşekkür etseler azdır!

Özellikle Toskana bölgesi, Floransa dolayları. Anadolu aydınlığı ile Saka disiplininin buluşup kaynaştığı yeni bir kültür özeğidir. Erken Roma Etrüsk’tür; imparatorluk dönemi, o Etrüsk’ün Latinleşmişidir. Evet, o Etrüsk birikimidir, kurumları ve disipliniyle, önce Roma İmparatorluğunu, sonra da Rönesans’ı yaratan.

Roma’nın kartalıyla dişi kurdu, Etrüsk’ün kartalı ve dişi kurdudur. İkisinin de asaları kartal başlıdır. Süngü ile kılıç da ortak simgeleri. Bunların hiçbiri Anadolu’ya yabancı değil. Bu benzerlikler, Ayasofya minberine kılıçla çıkanların süngüsünü düşürür mü bilmem!

Etrüsk’ün kutsal rengi kırmızıdır. Anadolu’nun da. Bilen bilir, bayrağımızdaki “kırmızı” Türk mitolojisinde Tanrı’nın rengidir; “Ay” Umay’ın simgesi dir, “ak” da rengi..“Allah, al başlı gelinler etsin!” ile “Ayı görgüm amentü billah, çok şükür elhamdülillah!” Anadolu’nun geleneksel dualarıdır. Evet, Side’deki o Ay-Yıldız, Anadolu’nun en eski Ay-Yıldız’ıdır. Tarihi hep kanla açıklamanın hiç de gereği yok.

Ortaasya şamanının, İskitlerin, Etrüsklerin başlıkları aynı özellikleri taşımaktadır. Helenler gibi etek değil, İskitler gibi pantolon ve çizme giymektedirler. Ortaasya şamanı da, Anadolu ereni de Etrüsk rahibi de eğri bir değnek taşır. Etrüskler de tanrılarına at kurban ederler. Siena’da yediğim o at eti, kuşkusuz o günlerden kalan bir alışkanlık olmalı. Etrüsk mezar taşlarında ana adı vardır; oysa Helen’de ölenin şöyle dursun yaşayan kadının bile esamisi okunmaz. Ölüm sonrası verilen ziyafet de bir Anadolu geleneğidir. Benim coğrafyamda, mezarlık çıkışı hâlâ helvalı ekmek verilir, ölü evine yemek taşınır, ilk yemek topluca yenir

Kültürel buluşmanın izleri, önce dilde aranır. Elbette önce inanç sözcüklerinde, eylem ve adıllarda… Yani dilin yüklemiyle öznesinde. Örneğin, Osmanlıcaya her türlü sözcük girmiştir de eylemler, ek eylemler, adıllar ve iyelik ekleri hep Türkçe kalmıştır. Latince, Etrüskçeyi ne denli ezse bozsa, silip süpürmeye çalışsa da bu tür sözcükler varlığını korumuştur. Türkçeyi esenleyen sözcüklerdir onlar. Aşağıdaki paragraflardaki italik yazdığım şu Etrüskçe sözcük ve eklere biraz yoğunlaşalım, yeter.

“Augur (uğur)”la başlayalım söze, “uğur nereye” bir bakalım. İlk uğrakları, “Tanca (Tengiz)” Liman’ı, “Tiren (Turan)” Deniz’i…

Etrüsk krallarına “tarhan (toprağın efendisi)” denir. “Tar” sözcüğü, Türkçenin “tarım, tarla” sözcüklerinin köküdür. Tarhan, Türkçemin bir sözcüğüdür, halamın da soyadıydı. Tarkan da dününe dönüp “Unutmamalı” demiyor mu?.

“Tinia (Tanrı)” sözcüğü de buluşmamızın en tartışmasız kanıtlardan biri. Sözcük, Türkçede şu aşamalardan geçe geçe bu güne ulaşıyor: tingeri (ting-eri, ruh eri), tengri, tanrı. Baştanrıça “Ani (ana)” da Anadolu’nun “ana”sıdır. “Apa (ata)”, sen bu işe ne dersin? “Tin” nefes almaksa, “dinlenme”nin kökündeki “din”i de görmemiz gerekmez mi? Tanrı, yoran değil, dinlendiren, nefes aldırandır.

Etrüsklerin dişi kurdu “Arsena”dır, Oğuzların “Asena”; Latinlere “Rasena” olarak geçmiştir. Romulus’u emziren, Roma yolunu gösteren işte o Etrüsk kurdudur.

“Th” bizim “t”mizin başka bir telaffuzudur. “Thap” şu “tapma”nın, tapınak”ın köküdür; “thüz” de “düz”ümüz. Dümdüz söylersem, üzerinden kaç “avil (yıl) geçerse geçsin, ”Etrüsk’ün tapınımını Anadolu’dan soyutlamak hiç de olası değil. Dahası başındaki “toga” da aynı toga; çizmesindeki “gön” aynı gön…

Etrüskçenin “anank (anın-onun)” adılı, bakın bizi kime götürüyor? “Kadrin bilmeyenler alır eline / Anın için eğri biter menevşe” diyen Karacaoğlan’a. “Mini (beni)” şaşırtmadı. “Oklan (oğlan)” sen bu işe ne dersin, “Kız oğlan kız” dersem, o oğlanın “evlat” anlamına geldiğini anlar mısın?

Bizim çoğul ekimiz “-lar” Etrüsklerde “-ar”dır; Altay Türklerinde de… Peki, o “l”ye ne mi olmuş, onu da zamanın kargaları kapmış. Evet, bu konuya “sak” durmayalım. “Sak durmak” çocukluğumun deyimidir; anam derdi. Anam, sofradan kalkmadığımda, bir de “Harının mı var?” derdi; o harın, Etrüsk’ün “harun”unudur. Demek ki karnımıza giren de aynı! Hiçbir şeyden, hele yeni bilgiden sakınmayalım kendimizi. “Kap” dolacaksa vaktinde dolsun. Sonradan “hek (ek)” gerekmesin.

Biliyorum konuyu fazla dallandırıp budaklandırdım. Sözün sonunu getiriyorum (kletram). Gizli özneyle koyalım bu bölüme noktayı: “Veni, vidi, vici…” Unutmayalım, bu tümcenin de söylendiği yer de Anadolu’dur.

Dünyada Türk İmgesi

Batı’nın, Anadolu’ya Türkiye, halkına Türk diyen bakışı, İstanbul’un fethinden sonra, özellikle Osmanlı’nın Avrupa içlerine ilerleyişiyle, birden değişiyor. Bu ilerleyiş, Atina’nın Osmanlı toprağı olması, Bizans’ın daha önce “Haçlı”dan çektiklerini de unutturuyor. Katolik-Ortodoks, Katolik-Protestan çekişmesi yerini, çarçabuk bir Türk düşmanlığına bırakıyor. “Tanrı Türkler aracılığıyla bizim günahlarımızı cezalandırır.” diyen, “Türklere Karşı Dua Etme Uyarısı” başlıklı bir metin kaleme alan, o ünlü reformist Luther’dir. Ona göre, “Türk ordusu, şeytanın ordusudur.” Din adamının dilinde Tanrı yoksa elbette Şeytan olacaktır! Artık Türklere tekrar “barbar” kimliği giydirilmiştir. Artık her yerde ve konumda, “Yoksa sen Türk müsün?” denip dışlananlardanızdır artık. O Fransız deyimi bunun somutlamasıdır: “téte de Turc (kafasının dikine Turc)”

13.yüzyıl Alman şairi Tannhauser, hem de İstanbul’un fethinden iki yüz yıl önce şöyle der: “Sert esiyor rüzgâr / Türkiye yönünden (Güvenç B. – sayfa 298)” T. V Villach’ın bir tablosunun adı, oldukça nefret içerikli ve ilginçtir: “Tanrı Bizi Vebadan, Çekirgeden ve Türklerden Korusun” Shakespeare de farklı düşünmektedir; Desdomono’yu öldüren Otello, bu eylemini yargılarken yaptığını “Türklerin kaba gücü”ne benzetir. Moliere’in gözünde Osmanlı, çağının kifayetsiz muhterisi bir “Kibarlık Budalası”dır. Hani şu oyunun Mamamuşi’si. Evet, Cervantes’ten Byron’a, Lermontov’dan Turgenyev’e, Batı’nın edebiyatı da sineması da hep benzer gözle bakar Türk’e.

“Kara Corci, Kazıklı Voyvoda, Topkapı, Arabistanlı Lawrence, Gece Yarısı Ekspresi, Ararat, Baş Koparan Tosbağa Türkler …” o kötü Türk imgesini belleklere kazıyan yüzlerce filmden ilk anımsanması gerekenler kuşkusuz. Şu tümceye dikkat edin: “Allah’ın laneti İsa’ya dokunmasın diye ölümcül düşmanımız olan Türk’e karşı savaşacağıma yemin ederim. (Kumrular Ö. – sayfa 274)” Bu tümce, “Türkler ve Hıristiyanlar Arasında)” adlı bir komediden, hem de dünyanın öte ucundaki Şili’den.

Evet, “Dünyada Türk İmgesi” budur. O imgelerin bu kitaptaki dökümünü yaparsak, önümüze konan resim biraz daha netleşecektir: “aciz, aç gözlü, çıkarcı, hayvan, hilekâr-hilebaz, iki yüzlü, imansız, iyilik düşmanı, kâfir, kalleş, kan emici, kibirli, koca şeytan, külhanbeyi, övüngen, rüşvetçi, şehvet düşkünü, tamahkâr, vahşi, zalim, zinacı, zorba…”

17.Yüzyılda başlayan uluslaşma süreci, Batı’nın yüzünü iyice Helen’e döndürür. Tarih ve sanat tarihi ona göre yazılıyor. Anadolu, artık işgal edilmiş Helen toprağıdır. Bütün Anadolu uygarlıkları, Helen’in görkemli geçmişine aittir(!). Troya bile, Troya Savaşı da bir Helen iç savaşıdır(!). O Viyana fırıncılarının keşfi “ayçöreği” Hıristiyan Avrupa’nın, İslam Osmanlı’yı kıtır kıtır yemesini simgeler. Sözlüklerinde Türk: “Alçak ve pis alışkanlıkları olan, çalarak ve başkalarına kötü davranarak yaşayan bir halk.” olarak tanımlanır.

Batı böyle görüyor da yıllarca kılıcını salladıklarımız ne diyor? Evet, Arap olmadığımız için, Müslüman’ın has-öz evladı da değiliz. Hatta Yecüc ile Mecüc’üyüz. Onlara göre “Türk’ün geçtiği yerde ot bitmez.” Sanki çölde yaşayanlar onlar değil de biziz! İbrani ve Arap tarihçilere göre Türk, “ellerine düşene acılar veren belalılar”dır.

Osmanlı’nın “Etrâk-i Bi-idrak”ları

Batı literatürüne 11. yy’da giren Türkiye adını ne Selçuklular benimsedi ne de Osmanlılar. Anadolu, Farslar, Araplar ve onlar için hep “Diyar-ı Rum”du, hep öyle kaldı. Mevlana Celaleddin bir “Rumi”ydi, Türkçeye hiç dönüp bakmadı.

Peki, Batılı bize Türk derken, bu ülkenin sultanı paşası, tarihçisi, yazarı şairi, hocası uleması ne diyor? Onun dökümünü de Soner Yalçın’ın “Rum mu Dediniz (Sözcü Gazetesi 23 Mayıs 2019)” başlıklı yazısından özetleyerek yapalım: Türk; Yavuz Sultan Selim’e göre “eşek”, Vahdettin’e göre “dini, soyu sopu yurdu belirsiz cahil”, Kuyucu Murat’a göre “başı vurulması gereken”; Koçi Bey’e göre “mezhepsiz ecnebi”, Naima’ya göre “azgın, çirkin, kabayı, cahil”; Nef-i’ye göre “Allah’ın irfan pınarını yasakladığı”, Taşlıcalı Yahya’ya göre “soyu kuruyasıca”; Hoca Saadettin’e göre “leş, hilebaz, aşağılık”, Mustafa Sabri’ye göre “tiksinti duyulan”dır… Evet, biz, ne Ermeni gibi “Millet-i Sadıka” ne de Arap gibi “Kavm-i Necip” idik.

Falih Rıfkı Atay (1894-1971) “Batış Yılları” adlı eserinde, kendi kuşağını, Osmanlı’nın son çocukları olarak tanımlar. “Kendime ilk defa ne zaman ‘Türk’ dediğimi pek hatırlamıyorum.” der. Çünkü cumhuriyet öncesi kuşağın kimliğine, “İslam ümmeti – Osmanlı” kaydı düşülmüştür. Çünkü Türk, o dönemde de o “kaba, köylü, etrâk-i bi-idrak” tır. Yani idrakten, anlayıştan yoksundur!… Hem de Selçukludan beri.

Dışardan bakan daima daha iyi görür, Bernard Lewis’in saptaması doğrudur; Türkler, Osmanlı boyunduruğundan kurtulan son millettir.

Anadolu’nun Sesi

Osmanlı, Gazali’ye biat edip başına Ebussuud’ları bela etmeseydi, dönüp “Anadolu’nun Sesi”ne kulak verseydi, ne Karamanlı’ya düşman olurdu ne de matbaaya… Ne 85 yaşındaki Piri Reis’in boynunu vurdurdu, ne de 90 yaşındaki Mimar Sinan’ın evinin suyunu kestirirdi. Bu topraklarda “İtibar etme hele hendeseye / Düşme ol daire-i vesveseye” gibi herzelere hiç rastlanmazdı. Anadolu, tarihinin hiçbir döneminde, vesvesenin coğrafyası olmamıştır.

O halde durup önce “Anadolu’nun Sesi”ni dinlemek; kalıtına, birikimine sahip çıkmak gerekir.

Doğan Avcıoğlu’nun sorusu çok açık: “Anayurt Orta Asya ise Anadolu Ne? (Avcıoğlu D. – Sayfa 35)” Cumhuriyet ilk ulusal devletimizse “Turan”, bir megalo idea değil mi?

Kimiz, kimlerdeniz? Hangi coğrafyaya aitiz? Hepimiz, Ortaasya’dan çıkıp gelenlerden miyiz?

Peki, ne zamana değin sürdü bu ikilem? Cumhuriyet’e, Mustafa Kemal’e kadar! Geleceğin güvencesi olarak “Türk” adı altında uluslaşıncaya kadar. Peki, nasıl olacaktır bu? Batı’ya yetişmeyi hedeflerken kendimiz olup kendimiz kalarak… İtalya’nın, Fransa’nın, Rusya’nın yaptığı gibi… Güneşin yönünü (Anatolia) yadsımadan, onu Anadolu yaparak…

Türk kimliği ile ilgili en doğru tanımı, sanırım, Fransız Türkolog Jean Paul Roux yapmaktadır: “Türklerle ilgili yapılabilecek tek tanımlama ölçütü Türk dilidir. Türk, Türk dilini konuşandır, başka tanımlar geçersiz, yetersizdir.” Dilin gitmediği, kendi dilinin konuşulmadığı coğrafya senin değildir. Tarihçi Braudel’in dediği gibi “Kimlik = Dil’dir.” Evet, Anatolia’da değiliz Anadolu’dayız, Antinocia, İkonia, Symirna’da yaşamıyoruz; Antakya, Konya, İzmir’de yaşıyoruz. Aphrodisias, Miletos, Ephesos, Truva’yı değil; Afrodisyas, Milet, Efes, Troya’yı geziyoruz…

Çin’de Çinlileşen, İran’da Acemleşen, Mısır ve Suriye’de Araplaşan, Avrupa’da Bulgarlaşan, Macarlaşan, hatta 13. Kabileye dönüşen Türk insanının Anadolu’da kimliğini koruyabilmesi tam bir Anadolu tansığıdır. Binlerce yılın Anadolu mayasıdır. Bütün İslam dünyasının, Selçuklunun ve Osmanlının aşağılamasına karşın! Yunus’un, “Her dem değişiriz / Bizden kim usanası” dizeleri, Anadolu tarihinin ve insanının özetidir. Anadolu’nun bir töresi vardır. Töre, birikimlerin bilgisidir. Sürekliliğini yitirmeden birlikte değişme… Mevlana’nın laiklikle de örtüşen “İki yüz dinle uyuşabilen ney gibiyiz” deyişi, bu açıdan anlamlıdır. Anadolu’nun Sesi’dir bu; gel de Mekke’de ya da Vatikan’da söyle böyle bir sözü!

Nuh’un torunu, Yafes’in oğlu “Türk”ü, İskit kralının oğlu “Theucra”yı ve o İran kenti “Tuchia”yı da bir yere kaydedip bir kez daha dönüp bakalım Anadolu’da ne var diye.

Bir Akad tabletinin kopyası olan ve Hattuşa’da bulunan o tablette adı geçen 17 Anadolu kralından biri olan o “Türki kralı İlşu”yu da unutmayalım. Fırat kıyısındaki Tell Hariri’de (Mari) bulunan Sümer tabletlerinin 13’ünde sözü edilen “Turukku”ları da… Burada şu notu da düşelim, Sümerce de Türkçe gibi bitişken bir dildir.

Hadi, biraz da sorulara sorular ekleyerek Anadolu’yu anlamaya çalışalım.

İdil (Volga) boylarından inip Mardin’in doğusundaki İdil’de bir kış geçiren o Hazarların hepsi geri dönmüş müdür?

Bizans ordusunda paralı askerlik yapan, Malazgirt Savaşı’nda saf değiştirip Alpaslan’ın yanında yer alan o Peçenek, Kıpçak, Kuman, Alan, Uz Türkleri şimdi nerelerdedirler? Onları, Ankara’nın Peçenek köylülerine mi sormamız gerekir? Şunu bilelim ki Anadolu’ya en son gelen Türkler Oğuzlardır.

Yüzyıllarca Bizans’a kız verip Bizans’tan kız alan, Bizans’ın bağlaşığı (müttefik) o Hazarlardan bu coğrafyada kimseler kalmamış mıdır?

Herodot’un sözünü ettiği, Medlerin o baş belası İskitler’e ne olmuştur? O İskitler bugünün Tatarlarıdır. Onları da Zonguldak’tan Ahlat’a, bu coğrafyanın Saka köylülerine mi sormalıyız?

Herodot’tan söz açmışken sorularınıza devam edelim, bu coğrafyadan gidip İskitlerle evlenen Amazon kökenli Sauromatlar bir yana, onlardan bu coğrafyada kalan kimsecikler yok mudur? Acaraylar kimlerdir?

Hükümdarları Tomris’ten tanıdığımız, Arax Irmağı (Seyhun) ötesinde yaşayan o Massagetler’den bu coğrafyaya kimse gelmemiş midir?

Gelelim en can alıcı soruya. Bu coğrafyanın kadim halkları Luvilere, Hititlere, Friglere, Karyalılara, Likyalılara, Lidyalılara, İyonlara ne olmuştur? …

Türklerle Troyalılar arasında kan, gen bağı kurmakta zorlananlar, en azından şu gerçeğin farkında olmalılar. Bugünün Anadolu insanında, yalnızca Troya insanından değil; Luvi, Hitit, Frig, Likya, Karya, Lidya, İyon insanından da bir şeyler var.

Prof. Dr. Afif Erzen’e göre Ön-Türkler, MÖ 13.000’den beri Anadolu’dadır. Peki, ne diyor Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal: “Hititler kuşkusuz Türk değildi; ama biz Türkler, biraz Hititli, biraz Frikyalı, biraz Lidyalı, Kapadokyalıyız. (Güvenç B. sayfa 77)” Yoksa M.Ö. 500’lere tarihlenen, Türkçesi “Ilımlı” olan Limni adasındaki proto-Türkçe yazıtı anlamlandırmak olanaklı değildir. Yazıttaki abece Etrüsk abecesinin bir benzeridir. Etrüsk abecesi de İskit abecesinin…

Anadolu’ya gelen “ilk” Türklerin tarihi bu kadar eski midir?

Evet, Anadolu, bir buluşma yeridir; ayrılma, ayrışma yeri değil. Anadolu, Göbeklitepe’den Çayönü’ne, Çatalhöyük’ten Troya’ya bir taş yığını değil, dört dörtlük bir adam harmanıdır.

Anadolu’ya Helen gözüyle bakarsanız, Troya Savaşı’nın mantıken bir Yunan iç savaşı olması gerekir. Öte yakadaki Yunanlarla bu yakadaki Yunanların savaşı. O zaman sormak gerekmez mi, o dillere pelesenk olan bu yakanın “barbar”ları kimlerdir? Troya Savaşı, kuşkusuz öte yakanın Akaları-Yunanları ile bu yakanın Luvi kökenli, Anadolu halklarının bağlaşığı Troyalılar arasında yaşanmıştır.

“Troya atı” o günlerden beri yaşayan bir deyimdir; içimizdeki virüs. Tarihimize Helen gözüyle bakanlar, içimizdeki Troya atları olmalı. Tarihimizin, arkeolojimizin virüsüdür onlar. Anadolu’ya hep Atina’dan bakmak zorunda değiliz.

Anadolu’ya, ışığın doğduğu yerden, doğru yerden bakalım; kuşkusuz her şeyi o zaman daha aydınlık göreceğiz. Hem tarihi hem kendimizi! Önümüzde az örnek yok; Halikarnas Balıkçısı, Ekrem Akurgal, Azra Erhat, Kenan Erim, Cengiz Bektaş, Tekin Sönmez, Şadan Gökovalı, Özgen Acar, Haluk Şahin, Manfred Korfmann, Fahri Işık, Yaşar Atan, Oktay Ekinci, Ümit Işın, A. Semih Tulay…

Saygımız ve ilgimiz “Anadolu’nun Sesi”ni duyanlara, duyuranlara! …

Tahsin ŞİMŞEK

1948’de Karacasu’ya bağlı Işıklar köyünde doğdu. İlkokulu köyünde bitirdi. Ortaöğretimini Ortaklar İlköğretmen Okulu’nda; yükseköğrenimini Necati Eğitim Enstitüsü ve Anadolu Üniversitesi’nde tamamladı. Afrodisyas Sanat’ın Sorumlu Yazı İşleri Müdürlüğünü yaptı (2007-215, 54 sayı). Karacasu “Afrodisyas Sanat” Edebiyat Günleri’ni (2009-2012) düzenledi. ŞİİR KİTAPLARI: Külaltı Söz (Etki Yay. İzmir, 1995) Yarını Tanelemek (Toplum Yay. Ankara, 2003), Geçmişi Kınalı (Ürün Yay. Ankara, 2005), Sevgilim Şiir (Afrodisyas Sanat Yay. 2007), Bir Gökyüzü Sohbetinden (Afrodisyas Sanat Yay. 2012), Hep Gençtir Mitoloji (Arkeoloji ve Sanat Yayınları 2017), Mitolojide Tanrıçalar Akşamı (Arkeoloji ve Sanat Yayınları 2019) DENEME-GEZİ: Afrodisyas’tan “Günaydın Yeryüzü”ne (Afrodisyas Sanat Yay. 2008); DERLEME: Şiire “Yüklü” Halk Bahçesi – Dikinesözler Kitabı (Afrodisyas Sanat Yay. 2010) ARAŞTIRMA-DENEME: Afrodisyas O Beyaz Merhaba (Arkeoloji ve Sanat Yayınları 2013), Mustafa Kemal Sınavı (Afrodisyas Sanat Yay. 2015). “Sevgilim Şiir” adlı yapıtıyla “2006 Ş. Avni Ölez Şiir Emeği Ödülü”nü aldı. “Sevgilim Şiir” adlı şiiriyle “2006 Mustafa Kemal Yılmaz Şiir Ödülü”nün, “Irak’ta Ana Olmak” adlı şiiriyle de “2006 Aykırı Sanat Şiir Ödülü” birincisi oldu. “Japonya Gezi Notları” başlıklı yazıları, “2007 Behzat Ay Yazın Ödülü”nde övgüye değer bulundu. Email: [email protected]

FACEBOOK - YORUM YAZ

Sosyal Medyada Paylaşın:
Etiketler:
Tahsin Şimşek

BU MAKALELER İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR!

  • YENİ
Tekrarsız Süslemeler

Tekrarsız Süslemeler

Prof. Dr. Hilmi ÖZDEN, 3 Aralık 2024
Sistematik Hatalar Bahçesi

Sistematik Hatalar Bahçesi

Ekrem Hayri PEKER, 3 Aralık 2024
Merdiven

Merdiven

Haber Merkezi, 21 Kasım 2024
“Heykeli Dikilecek Adam”: Kemal Akkoç

“Heykeli Dikilecek Adam”: Kemal Akkoç

Ekrem Hayri PEKER, 20 Kasım 2024
Türkülerde Felek

Türkülerde Felek

Dr. Halil ATILGAN, 19 Kasım 2024
Yenişehirli Deli Gazi Hüseyin Paşa

Yenişehirli Deli Gazi Hüseyin Paşa

Atilla SAĞIM, 17 Kasım 2024