Quantcast
Pazırık Halısı ve Kurganı – Belgesel Tarih

Ekrem Hayri PEKER
Ekrem Hayri  PEKER
Pazırık Halısı ve Kurganı
  • 27 Şubat 2020 Perşembe
  • +
  • -
  • Ekrem Hayri PEKER /

Loading

Halı, yapılan araştırmalar ve arkeolojik buluntular ışığında bütün dünyada Türk sanatı olarak kabul edilen kadim bir dokuma ürünüdür. Küçümsenen “bozkır” üretim kültürünün bir sonucu olan halı ve kilim dokumacılığı Türkistan, İran ve Anadolu’da süren yolculuğu boyunca binlerce yıla damgasını vurmuştur. Bozkır, koyunun ve koyunun beslendiği bol tohum tutan yüzlerce bitki türünün bolca bulunduğu bir coğrafyaydı. Hiç bir yatırım yapmadan, sadece doğanın takvimine uyup dilini anlayan devasa bir üretim kültürü ayakta kalabiliyordu.

Dünyanın bilinen en eski halısı Türklerin anayurdu olarak bilinen Altaylarda bulunmuştur. Bu bir tesadüf değildir. Ordos bozkırlarında bulunan Hun mezarlarında da halı parçaları bulunmuştur. Gerek Pazırık halısı, gerekse beşincisi bulunan “Altın Elbiseli Adam” tarihçilerin, bilhassa Hint-Avrupa, kısaca “ARİ” tezini savunan tarihçilerin aklını karıştırmıştır. .

Halının Türk kültürünün bir parçası olması, halının bulunduğu yer, Halının Gördes düğümüyle dokunmuş olması karşısında çaresiz kalan Arici tarih ve bilim adamlarının geliştirdiği en önemli tez, “Bu halı Ermenistan’da dokundu, Perslere geçti, Perslerden yine yağmacı Hint-Ari İskitlere geçti şeklindedir. Altaylardaki kurganlar da İskitlere ait.

Tarih yazılımının nasıl değiştiğini www.belgeseltarih.com sitesinde yayınlanan “Emperyalizmin Tarih Anlayışı” yazımda dile getirmiştim. Hindistan’ı işgal eden, o medeniyeti yok eden ve önce bu topraklara “Medeniyet götüren” götüren İngilizler, “Ari” ırk teorisinin ortaya çıkmasından sonra “Ata topraklarına döndük” yalanını bilimsel olarak savunmuşlardır. Yüzlerce bilim adamı da bu konuda cilt cilt kitaplar yazdılar.

Türkoloji 19. yüzyılda doğdu. Ancak, Osmanlı Devleti, Türkistan hanlıklarıyla savaşan Rus Çarlığı döneminde kurganlarda bulunan muhteşem eserlerin Türklerden kaldığı yazılamıyordu.  Aynı durum maalesef Sovyet döneminde de devam etti. Siyasi baskı bilim adamlarını buluntuları İskitlere mal ettiler. İskitleri de “Ari” yaparak sorunu çözdüler.

Halı Türklerin Dünya medeniyetine bir hediyesidir.

Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli Sanat Tarihi uzmanlarından biri olan Prof. Dr. Oktay Aslanapa, ‘Türk Halı Sanatının Bin Yılı’ kitabında, konuyu şöyle özetliyor: “Dünya medeniyetine Türklerin bir hediyesi olan halı sanatı, başından beri sıkı sıkıya Türklere bağlı olarak gelişmiştir. Esas maddesi yün olduğu için halı, koyun besleyen topluluklarla bağlantılıdır. Karakoyunlu, Akkoyunlu gibi Türk boylarına adını vermiştir. Türk halısının Pazırık halısı ile başlayan çok eski tarihlere uzandığı tartışmalara konu olmuş, fakat yeni araştırmalarla bu durum daha iyi aydınlanmıştır.”

İnsanoğlu bitkilerin boya saldığını, bu boyaların kumaşları boyadığını ve boyanın sabit kaldığını erken dönemlerde fark etti. MÖ. 3000 yılına ait bir Çin kaynağında doğal boyalardan söz ediliyordu. Mısır’da Orta Krallık döneminde sadece boyaların elde edilişleri değil, mordan maddeleri dahi biliniyordu. (Brüggemann, W.H. Böhmer, aktaran: Gürbüz, 1988: 9)

Doğal boyalarda üç renk öne çıkıyordu: Kırmızı, Sarı ve Mavi. Antik Çağ’da mor, yani erguvan renk asillerin kıyafetlerini boyamakta kullanılırdı. Doğal boyalar, ışığa, yıkama ve sürtünmeye dayanıklı olduğu için binlerce yıl renklerini korudular. Boyamada kullanılan bitkiler ilkbahar ve yaz aylarında toplanıp kurutulurdu. Boyanacak yünler bu bitkilerle kaynatılır ve bir gece bekletilirdi. Daha sonra ise yünler yıkanır ve taranırdı.

Türkmenlerde halı dokuma

“Kadınlar halıları eski geleneklere göre dokumaktadırlar.  Halılar, şu şekilde dokunmaktadır: Halının tabanı kazıkla, kürekle ya da çadırın ızgara şeklinde payandaları ile desteklenen tentenin altında yere yatay bir şekilde uzatılmaktadır.

Kadifekale’de kilim dokuyan bir genç kız

Halı için gerekli olan iplikler deve, koyun ya da keçi yününden eğrilmektedir.

Halının tabanının karşısında bağdaş kurarak aynı hizada oturan dört kadın halıyı şu şekilde dokumaktadır. Her defasında halının taban kısmında biri üstten, diğeri alttan olmak üzere iki ip almaktadır. Sonra bu ipleri avuçlarına koymaktadırlar. Bu işlem o kadar hızlı bir şekilde yapılmaktadır ki elleri gözle takip edebilmek neredeyse imkânsızdır. Ayaklarının yardımıyla sağ elleriyle bir ip bağlarken aynı çeviklikle sanki yarışırcasına aniden düğüm atmaktadırlar. Zaman zaman halı tabanından biri kalın diğer ikisi ince olmak üzere üç ördek iplik geçirilmektedirler. İşte bu üç ip sadece devetüyünden eğrilmektedir. Bu işlemi yaparken kadınlar o kadar fazla güç harcıyorlar ki gerçek bir halının ne kadar sağlam olduğunu anlayabilmek için bu işlemi bizzat görmek gerekir. El tokacı aleti önce ta yukarılara kalkmakta sonra da var gücüyle ıslık sesi çıkararak ördek iplikler üzerine inmektedir. Bu işlem muntazaman bir şekilde beş on dakika kadar sürmektedir.

Sümerlerde halı dokuma

Daha sonra da halının dokunan kısmı makasla kısacık kesilmekte ve dokuma işi kaldığı yerden devam etmektedir… Yaklaşık iki metre uzunluğunda ve 1.5 metre genişliğinde bir halının dört kadın tarafından dokunması bir ay almaktadır.” (S, 21-22)

Sümerlerde halı dokuma

Seyyah Richart Karuts, halı ipliklerinin yeni Avrupa yapımı boyalarla boyanmasından, motiflerin kötüleşmesinden şikâyetçidir. Karuts, Merv civarındaki halıların farklı olduğuna değinir. “ … Nitekim oralarda körpe beyaz kuzulardan alınıp yıkanan yünlerinden elde edilen harika beyazlık, parlak erguvani renk ve koyu, yoğun, hayalleri zorlayan derin mavi renk bu olağanüstü motifleri bir araya getirmektedir. Ancak burada motifler de kötüleşmiştir. Düzgün figürler ve eski zamanların son derece harika stilleri artık yerlerini rahatsız edici, çirkin, karmaşık kıvrımlara, Avrupa kültürünün hayat verdiği güçlü İran motiflerine bırakmıştır. Ancak bu sırada da motifler tüm güzelliğini kaybetmiştir.”

Karuts, sarın aldığı eskiden dokunmuş bir halıyı şöyle anlatır, “Bu halı alışılmışın dışında beş metreye iki buçuk metre boyutlarındaydı. Motiflerin mükemmel uyumu ve orijinal renkleriyle beni şaşırtmıştı.” (Karuts: 2016:,23)

Karuts, yolluk, hurç ve halıların ve heybe dokunmasını da şöyle anlatır; “…Bu bezlerin iplikleri dokunurken aşağıdan bağlanıp kesilmeden bırakılmaktadır. Böylece boydan boya ipliklerle uzanan bir motif oluşmaktadır. Bu tür halılar çadırlarda sıradan yer halısı gibi (yolluklar) günlük hayatta kullanılmaktadırlar. Kadınlar ayrıca duvarlar için hurçlar ve atların sırtına enlemesine atılan heybeleri dokunmaktadır. Dokuma tezgâhlarında önce bir yarısı dokunmakta sonra da devetüyünden yapılmış olan ördekle ipler tabandan geçirilerek sıkıca sağlamlaştırılmakta, diğere tarafları ise halı gibi dokunup kısacık kesilmektedir. Böylece bir tarafları dümdüz iken diğer tarafları motifli olmaktadır. Hazır olan materyal ortadan ikiye eğrilmekte ve birinci yarı kısmı hurcun arka kısmı ikinci yarısını oluşturmaktadır. Heybe yapımında da aynı yöntem uygulanmaktadır. Hurç yapımından farklı olarak heybede taban, uzunlamasına dört parçaya bölünmektedir.  Dört parçadan ikisinin dış tarafı halı gibi örülmekte, diğer iki iç taraf ise dokunmaktadır. Sonra da dış taraflar içe doğru bükülmektedir. Böylece heybe hazır hale gelmektedir. (Karuts,  2016:23).

*

Karuts’un eserinden halı ve kumaş örmekte kullanılan yünün nasıl iplik haline getirildiğini okuyalım: yünün nasıl iplik haline getirildiğini öğrenelim.

Karuts, “Türkmenler kumaş yapımında kullanacakları yünü önce keten tarağından geçirmektedirler. Bunun için yapılmış tezgâh çatı görümündeki tahtanın birbirine sabitlenmesine benzemektedir. Yün, bu tezgâhta iki sıra uzanan ince keskin demir çivi halinde taraktan geçirilmektedir. Yün daha sonra da elle eğrilmektedir. Çıkrık aletindeki iğ iki tiptir: Çıkrık aletinin taban kısmında, aşağıdaki ucunda bir yay bulunmaktadır. Örülerek hazır hale getirilmiş ip bunun üzerine sarılmaktadır. Çıkrık aletinin diğer tarafında, üst uç kısmında ise yünün bu uç kısmın altına örüldüğü bir yay bulunmaktadır.

Birinci tip çıkrığa Türkmenlerde rastlamıştım. İkinci tipe ise Kırgızlarda rastlamıştım. İpliği eğiren iğin dikey olarak durabilmesi için çıkrıktan daha yüksekte bir desteğe sahip olması gerekir. Bu destek ya milin bir tarafı spiral şeklinde devam eden arktan ya da enlemesine kertikten oluşmaktadır. Kadınlar iği döngel bir şekilde hareket etmesi için hızlıca kendi bellerinin üzerinden yuvarlayarak geçirmektedirler. Bu sırada elleriyle de ipi eğirmektedirler. Bu işlem tüm göçebe kadınlarının karakteristik manzarasını teşkil etmektedir. Göçebe kadını vaktini hiçbir zaman avare geçirmez. Ev işlerini yapıp bitirir bitirmez… Hemen iğin başına geçip usanmak bıkmak nedir bilmeden iğ aparatı tamamen iple doluncaya kadar ipliği bir gerer bir iterler. Çıkrık yapımında taş, ağaç, kemik, demir ve gümüş kullanılmaktadır. Çıkrık genellikle koni şeklindedir. Düz bir daire şeklinde olduğuna sadece bir defa şahit oldum. Çıkrık çoğunlukla sade çiziklerle ya da daha karmaşık nakışlarla süslüdür.

İpliklerden kemer örülmektedir. Ayrıca çadır, kuyu (için ip), ve koşum için kullandıkları bağcıklar yapıldığı gibi elbise ve şeritler de dokunmaktadır. Dokuma işinin döner sehpa ve levha şeklindeki tezgâh olmak üzere iki şekilde yapıldığına şahit oldum. Levha tezgâh, kare şeklindeki dar ahşap şeritlerden yapılmaktadır. Bu ahşap levhaların her birinin köşesinde iplik geçirmek için bir delik bulunmaktadır. İki kadın karşı karşıya geçip demetin her iki ucunu çekmektedirler. Böylece ahşap levhalar dikey olarak gitmektedir. Yukarıdaki ipler ise alttaki iplerden (yutak oluşturarak) ayrılmaktadır. En az iki renkli bir motif oluşturmak için farklı renklerdeki iplikler kullanılmaktadır. Mesela mavi ve kırmızı renkli bir motif oluştururken kırmızı rengin tamamı yukarıya giderken mavinin tamamı aşağıya gitmektedir. İki kadından birisi ahşap levhayı düz bir şekilde 180 derece döndürüp bu şekilde alt ipi yukarıya geçirmekte ya da tam tersi bir işlem yapmaktadır. Böylece ikinci yutak meydana gelmektedir. Diğer kadın ise elini sırayla bu atkı yutaklarından içeri sokmakta ve küçükçe el tokacı ile ip düzeltmektedir.

Dokuma tezgâhı zeminin üzerine yatık bir şekilde yerleştirilmektedir. Tezgâhın uçları yoktur. Yuvarlak iki ahşap çubuğun -çözgü kiriş- etrafı sarılmıştır. Bu kiriş taş ya da ipe bağlanmış kazıklar vasıtasıyla iyice gerilmiştir. Tezgâh, genellikle o kadar uzunluktadır ki bir ucu çadırın içindeyken diğer ucu (çalışmayan ucu) çadırın dışına iki metre uzaklığa kadar ulaşabilmektedir. Taban ipliklerinin yarısı eş zamanlı olarak hem inen hem de çıkan çubuğa yapıştırılmış olan ilmikten geçmektedir. Bu gücü demiri zemin üzerinde duran ahşap çubukların eğilmesiyle oluşturulmuş kavisli üçayağa ya da kapının sövesinden veya duvardan başlayarak çadırın içine kadar uzanan enlemesine keresteye asılmıştır. Bu noktada bunun serbest kalan ucu tavandan sarkan ip yardımıyla yatay tutulup destek almaktadır. İlmekler işte bu destek sayesinde gergin bir şekilde atılabilmektedir. Gücünün önünden ve arkasından taban iplikleri birkaç defa ön ve arka yutakları oluşturarak çapraz bir şekilde üst üste gelmektedirler. Her bir çapraz gelişin, yani her bir yutağın arkasında ise tarak bulunmaktadır. Ön yutak kendi kendisine oluşmaktadır. Tarak sadece taşımak için gelip gitmektedir. İkinci yutak ise tarağın arka tarafının gücünün ilmeğine çarpması sonucunda oluşmaktadır. İlmekler daha sonra onları öne doğru itmektedir. Kendi uzunlamasına milinin etrafında dönüp tabanın ipini gücünün ilmiğinin içinden geçirerek yukarıya doğru çekmektedir. İlmiğin önünde ise kendi sayesinde yutağın iplik geçmesi için sündüğü ve açıldığı ön tarağın atıldığı yutak oluşmaktadır.

… Dokuma tezgâhının fazla geniş olmaması üzerinde sadece dar şeritli eşyaların dokunmasına imkân vermektedir. Cüppeler ise bu nedenle bu tür şerit kumaşların birlikte dikilmesiyle meydana getirilebilmektedir.

İki kişinin kullandığı ilkel dokuma tezgâhına benzer bir tezgâhı Sümerlerde görüyoruz. MÖ 3000 yılı dolaylarına ait bir mührün üzerinde yatay bir dokuma tezgâhı resmi yer almaktadır. Cemdet Nasr döneminden gelen mühürler, zaman zaman dokumacılığı tasvir etmiştir; bir tanesinde yatay bir dokuma tezgâhı kullanılmaktadır ve iki kişi bir mekiği bunların arasından ileri geri geçirmektedir. Bu ayrıca halı üretimini de temsil eder. (Amiet, La giyptique mésopotamienne archaique, Paris, 1980, s:275, Aktaran: Crawford, 2010: 170)

Dokumacılığı Hititlerde meslek olarak görürüz. Aile dokumacılığı dışında sadece dokumacılık yapanlar vardı (Macquan, 2009: 107). Birçok yerleşmeden günümüze ulaşan çok sayıdaki ağırşak ve dokuma tezgâhı ağırlıklarından anlaşılabileceği gibi, yün eğirme ve dokuma evlerde yapılıyordu (Macquan, 2009: 110).

Keçi kılı eğirme         

Anadolu’ya gelen İbni Battuta, Konya Aksaray’da karşılaştığı Türkmenlerden şöyle söz eder: “Koyunyününden imal ettikleri ve buranın adıyla anılan halıların hiçbir ülkede eşi olmayıp, buradan Suriye’ye, Mısır’a, Hindistan’a, Çin’e ve Türklerin diyarlarına satılır.” (İnalcık:37)

Oğuz boylarının Dede Korkut hikâyelerinde boy beylerinin çadırlarının çadırlarını ipek halılarla döşedikleri anlatılır. (Atlas Tarih, sayı: 57, s,38)

Çadırların, arabalı evlerin döşenmesinde halı ve kilim kullanılmıştır. Çünkü beslenen at, sığır ve koyunlar sermayedir, servettir. Üstelik deri giysi yapımında kullanılıyordu. Bu yüzden evleri ve çadırları postekiyle döşemek mantıklı değildir. En uygun döşeme malzemesi halı ve kilimdir.

Herman Haack, Türkiye’de 1975 yılında yayınlanan “Doğu Halıları” adlı eserinde (s,13) “Düğümlü halının” Asya kaynaklı olduğunu ve oradan Batı’ya yayıldığı sonucuna varmıştır. Haack şöyle demektedir; “Bu bilgilere göre düğümlü halıların en eski zamanlarda sadece Asya ülkelerinde dokunduğu ve zamanla Batı ülkelerine geldiği kesinlikle söylenebilir”

… Oysa Türkmenler için asıl önemli hayvanlar at ve koyundu. At, iki bin yıldan beri bir savaş hayvanıydı ve “İskitler”in torunu olan Türkler, atı bir savaş aracı gibi kullanmakta, özellikle onun üstündeyken ok atmakta ustaydılar. s,102

İSKİTLER

Avrupalı tarihçiler ve bir kısım Türk tarihçisi İskitlerden bahsederken “İranî” deyip geçerler. Bunluna ilgili bir delil sunma zahmetine katlanmazlar. Günümüzde Güney Kazakistan’da yaşayan İskitler / Sakalar Ön Türk kabul edilirken Batı İskitler İranî kabul edilir. Buna delil olarak da Heredot’un “İskitler yedi dilde konuşurlar” diye yazmasıdır. Belki bu fark lehçe farkıdır. Zira yine Heredot, Pers İmparatoru Dara’nın geride bıraktığı askerlerin İskitleri, “İşaretlerle” çağırdığını yazar.

İskitlerle Persler arasında inanç farkı da vardır, ölü definleri farklıdır. İskitleri savaşa çağıran Dara’ya şu cevabı verirler, “…Eğer atalarımızın mezarlarını bulup tahrip edersen seninle savaşırız”.

İskitler’e ait tarihi kayıtlar MÖ. 800’lü yıllara aittir.  İskitler Çin’den Tuna’ya kadar uzanan 7000 km.lik bir coğrafyada hüküm sürmüşlerdir.  Heredot ve Tukidides gibi Antik Çağ tarihçileri İskitler için” Ata binen, uzun sivri külah takan, pantolon giyen, yay, hançer kullanan ve balta taşıyan; 4 ila 6 tekerlekli arabalarda yaşayan ve kımız içen bir halk” olarak anlatırlar. Ölü gömme adetleri Göktürklere benzer.

İlhami Durmuş, İskitler adındaki eserinde İskitlerin kökeni üzerine olan görüşlere yer vermiştir.  19. Yüzyılın önde tarihçileri İskitleri Ural-Altay ailesi içinde değerlendirirler. B. G. Niebuhn (1830), Yunan tarihi uzmanı Grote (1857), Neuman (1855) İskitlerin Ural-Altay ırkına mensup olduğunu ileri sürmüşlerdir.

Kiepart (1878), G. Nagy (1895) ve Geza Kum (1880) gibi araştırmacılar İskitlerin yaşam tarzını inceleyerek,” İskitlerin farklı Türk soylarını içerdiğini açıkça gösteriyor” diye yazmışlardır.

(Durmuş, 2007: 56).

Isac Newton, bir tarih kitabı yazmıştır. Tarih kitabında İskitlerden Avrupa’nın ilk insanları olarak bahseder. (Newton’s Re ised History of Ancient Kindoms, Londra-2008, s:67-69. aktaran: Özcan, 2016: 34) MÖ: 1. Yüzyılda yaşayan Romalı Tarihçi Pompeyli Trogus’un verdiği bilgileri aktaran ve MS. II. yüzyılda yaşayan Romalı tarihçi Justin, İskitlerin dünya üzerinde en yeni millet değil, bilakis an eskisi olduğunun altını çizmektedir (Özcan, 2016: 56).

Heredot, Thudides ve Xenephon gibi tarihçiler İskitler için “atlı süvari, kement kullanan, iyi ok kullanan, geri dönüp ok atabilen, keçe külahlı, uzun saçlı, pantolon giyen halk olarak” tarif eder.(age.83) Hipokrat, İskitlerden kısrak sütü içen halk olarak bahseder. İskitlerin araba şeklindeki evlerinin keçeyle kaplı olduğunu yazar. (Özcan, 2016: 97)

MÖ. I. Yüzyılda Romalı Büyük Plinius “Yaksat’ın (Sirderya’nın eski adı) öteki kıyısında İskit kabileleri bulunmaktadır. Persler, genel olarak onlara Saka derler… Bunların arasında o civarda tanınanları Sakalar, Massagetler, Dailer, İssedonlar… Arimasplar’dır” diye yazmaktadır (Kazakistan ve Kazaklar, 2013: 54).

Rus bilgin N. V. Tatişçev, “Avrupalıların III-X yüzyıllarda İskit kelimesi yerine Tatar kelimesini kullanmaya başladılar” diye yazmıştır. “XII. yüzyıl Povecti Vremennıh Let” adlı Rus kroniğinde İskitler, Hazarlar ve Bulgarların aynı kökten gelen bir halk olduğunu yazar(Togan, 2011:23).

İskitlerin Ari olduğunu öne sürenlere en iyi cevabı Heredot vermiştir. Herodot, Masagetler için, “Bunların Skyth soyundan olduklarını söyleyenler de vardır” demektedir (s, 108).Massagetlerin giyinişleri ve yaşayışları Skythlerinki gibidir; atlı ya da yaya savaşırlar(çünkü her iki şekilde de savaşabilirler), okla ve kargıyla savaşırlar (s, 115)

İskitlerin Ari olduğunu öne sürenlere en iyi cevabı Heredot vermiştir. Herodot, Masagetler için, “Bunların Skyth soyundan olduklarını söyleyenler de vardır” demektedir (Heredot, 2012: 108). Massagetlerin giyinişleri ve yaşayışları Skythlerinki gibidir; atlı ya da yaya savaşırlar(çünkü her iki şekilde de savaşabilirler), okla ve kargıyla savaşırlar (Heredot, 2012: 115). Herodot, Göçebe Skythler Asya’daydılar. Massagetlerle yaptıkları savaşta yenildiler. Araxes (Aras) ırmağını geçtiler. Kimmerlerin yanına göç ettiler. Kimmerler yurtlarını terk ettiler. Kimmerlerin kimisi çiftçiydi. Tanais (Don)’dan ötede Sauromatlar yazıyordu (Heredot, 2012: 298). Skythler, için şunları söylemek istiyorum. Kendilerine saldıran hiç kimse, onların elinden kurtulamaz ve kendilerine saldıran hiç kimse onları bastıramaz; öyle insanlar ki, ne kentleri vardır, ne kaleleri; hepsi de atlıdır ve ok atarak savaşırlar. Evlerini peşlerinde taşırlar, zira ekip ve biçerek değil, hayvancılıkla geçinirler, evleri arabalarıdır (Heredot, 2012: 313).

Anadolu’da yeterince araştırılmayan konulardan biriside kurganlardır.  Ancak başta Trakya’da olmak üzere binlerce kurgan karayolları veya DSİ’nin hafriyat ihtiyacı için ortadan kaldırılmıştır. Bir o kadarı da defineciler tarafından tahrip edilmiştir.

Sakalar Çin sınırından Doğu Avrupa’ya kadar uzanan bölgeye hâkim oldular.7. yüzyılda Anadolu’ya ve Orta Doğu’ya indiler. 28 yıl bölgeye hâkim oldular. Medlerin tuzağına düşerek yenildiler ve bölgeden ayrıldılar. Bir grubu Hakkâri’ye sığındı. Oğuzlara Sakaların torunları diyebiliriz.

Hakkâri’de bulunan bir stel

“Bir efsaneye göre Tuküe’lerin ataları, Hiungnu’ların Kuzeyinde bulunan So (Saka) devletinden gelmekteydiler” (Mau-Tsai, Çin kaynaklarına göre Doğu Türkleri, s, 14- Aktaran (Osman Karatay, Türklerin Kökeni, S,33, dip not 25). Batı’da Sakaların yerini 5. Yüzyıldan sonra Sarmatlar aldı. Doğu’da ise MÖ 4. Yüzyılın sonlarında Hunlar ortaya çıkar. MS II.  yüzyılda Hun İmparatorluğu çöker. Bir kısmı Çin’e sığınıyor. Bir kısmı Batı’ya gider. Bir kısmı bugünkü Afganistan ve Özbekistan topraklarına göçer ve Ak Hun devletini kurar.

Bazı kurganlarda bulunan kemikler yanmış haldedir. Bu konu araştırılmalıdır. Bozkır halklarındaki inanç farklılaşması komşu halklardan etkileşim olmuş olabilir. Ayrıca Anadolu’da çok sayıda Tümülüs bulunmaktadır. Tümülüslerde taş veya mermer kullanılmaktadır. Tümülüslerin, kurganlarla bağı araştırılmalıdır. Tümülüs kültürü daha sonra “Bozkır halkları” adı verilen halkların ortak kültürüdür. Tümülüsler Avrasya coğrafyasının nerdeyse her yanında görülür. Trakya’da bulunan Tümülüslerin benzerleri Bursa ve çevresinde bulunmuştur. Bursa’da yeni hal binası yapılırken hafriyat kazısında bir Tümülüs ortaya çıkmıştır. Kazı için izin beklenirken Tümülüs defineciler tarafından soyulmuştur. Bulunan bir sikkeden bu mezar MÖ II. yüzyıla tarihlendirilmiştir. Benzer Tümülüsler Gemlik, Mudanya ve Eskişehir’in Sarıcakaya ilçesinde ki Iğdır mezarlığında da bulunmuştur. Bursa’nın Nilüfer ilçesinde Misi, Kadriye ve Kuruçeşme köylerinde bulunan Tümülüsler/kurganlar defineciler tarafından tahrip edilmiştir (Şahin, 2017).

*

Amerikalı Jeolog ve Arkeolog Prof. Raphael PUMPELLY, (1837-1923), Türkistan’da ilki 1864-1865 yıllarında olmak üzere, uzun yıllar çalışmış ve 1904 yılında Türkistan’daki Aşkabat şehrine 5 km uzaklıktaki tarihi ANUA şehrinin iki kurganı kazmıştır. Kazı sonuçlarını ”Explorations in Turkestan” adlı kitabında yayınlamıştır. Araştırmaları sonunda ANUA’daki kurganda M.Ö. 6.000 yılına kadar inilmiştir. Kitapta, Türkistan’daki buğday ziraatının M.Ö. 8.000, hayvanların ehlileştirilmesini M.Ö. 6.800, 8.000 tarihlerinde olduğunu belirtilmektedir. Kitapta ANUA’nun insanlık için önemi belirtilirken şu söylenenlere dikkat çekiliyor; “Başlangıcı yerkürenin derinliklerine gömülü olan ve tepesinde iskeletler bulunan Türkistan’ın ANUA medeniyetine, bu uzun geçmiş kültürüne baktığımız zaman Mezopotamya ve Mısır’ın kültürlerinden daha eski bir çağda 2.000 yıl devam etmiş olan bir medeniyetle karşılaşmış oluruz. Daha başlangıçta evli barklı bir köy hayatı görünüyor; kadınlar iplik büküyor, dokuma yapıyor; ekip biçiyor, zahireyi değirmen taşında öğütmeyi, fırınlarda ekmek pişirmeyi biliyorlardı. Çömlekçilik sanatkârları kaplara şekiller veriyor, ıslak kıllardan kapların etrafına yer yer halkalar yapıyor, uzak zamanlardan miras kalan boyalarla üzerlerine şekiller çiziyorlardı”.

Atlı kavim kültürü:

Atlı kavimler, göçer ve yarı göçerler nedense tarihçiler tarafından küçümsenirler ve “BARBAR-YARI BARBA R” olarak görülürler. Oysa göçerler yerleşiklerden daha bilgili, daha becerikli olmak zorundadır.

Atlı kavimler, insanlığa önce atı hediye etmişlerdir. Daha sonra üzengiyi ve atlı arabaları keşfetmişlerdir. Yerleşikler atlı arabaları savaş için kullanırlarken, göçerler öküzlerin çektiği arabalara evlerini kurmuşlardır.

Gece gündüz arasındaki sıcaklık farkının 50 dereceyi bulduğu bozkırlarda, ovalarda yaşamı sürdürmek için büyük bir keşif daha yapmışlar ve keçeyi bulmuşlardır. Keçe çok iyi bir yalıtkandır. Soğuğu geçirmez, ısıyı muhafaza eder. Yazın da serin tutar. Çobanlar, keçeden yapılmış giysiler kullanırlardı. Bu günümüze kadar devam etmiştir, kepenek denilen dikişsiz giysi halen kullanılır.

Moğolistan’ın Bayanghongor bölgesi, Bayansagant kenti, sınırlarındaki Duguy Tsahin dağındaki mağaralarda Hunlara ait çok sayıda ceset bulunmuştur.

Cesetlerin yanında ölenlere ait eşyalar bulunmuştur. Bu eşyalar, Kepenek, ipek kaftan, koyun postundan yapılmış dış giysi (ton), keçeden baş giysisi (timak), Gön etik / gön çizme ve keçe çizmedir.

Keçeyi Osmanlılar da kullanmıştır. Osmanlı ordusu sefere çıktığı zaman teçhizat bakımından keçe gibi malzemelerin kullanımının ehemmiyeti yüksekti. Keçe, topların soğutulması ve zapt edilmesi gibi amaçlarla kullanılmaktaydı. Keçenin bir diğer kullanılma alanı hamamdı. Keçeden yapılan çadırlarla hamam ihtiyacı giderildiği için bulaşıcı hastalıklar Osmanlı Ordusunda pek olmazdı.

Perslerde yıkanma kültürü yoktur veya özel bir önem verilmemiştir.. . Persopolis’teki sarayda yıkanmaya bölüm ayrılmamıştır. Oysa Heredot’a göre İskitler, “yere üç kazık çakarlar, üzerlerini keçeyle sararlardı. Keçelerin içersinde ve kazıkların ortaında bir tekne vardı. İyice kızdırılmış birçok taş getirilip, teknenin içine koyarlardı.” (İbrahim Okur, Temizliğin Tarihi, s, 256, Bursa-2005)

Heredot , “İskitler, bu taşların üzerlerine kenevir tohumları attıklarını, kenevir tohumları bu taşlara değer değmez tütmeye başladığını ve odanın dumanının iyice yoğunlaştırdığını” ekler.

Bu adet daha sonra Fin-Ogur kabilelerine geçmiş ve “FİN HAMAMI”olarak günümüze gelmiştir.

Benzer uygulamayı Türkmen aşiretlerinde de görürüz. Kazıkların etrafı postlarla çevrilirdi.

Göçerlik, yarı göçerlik olarak devam etmiştir. Yazları çok sıcak geçen Adana gibi yörelerde yazları şehir boşalırdı.

Göçerler, aynı zamanda tarım da yaparlardı, Kışın hayvanlarını yazın yetiştirdikleri otlarla beslerlerdi. Doğu Göktürklere karşı Çinliler, On Oklar ve Kırgızlar bir ittifak hâlinde imiş. Tonyukuk, müttefiklerin birleşmesine izin vermeden önce Kırgızlara saldırılmasını önerir. Yalnız, kuzeydeki Kırgızlara ulaşacak tek yol Kögmen (Tannu Ola) dağlarından geçiyormuş ve o da kapalı imiş. Sonunda bir kılavuz ve tek bir atlının geçebileceği bir geçit bularak Kögmen’i aşar ve Kırgızları yenerler.

“Ordu yürüttüm. At in dedim; Ak Termel (Irmağı’nı) geçerek dönemeçten aşırttım. At üzerine bindirerek karı söktüm. Atları yedeğe alarak yukarı doğru, yaya olarak ve ağaçlara tutunarak çıkarttım. Öndeki erler geçip {yol} açınca {diğerlerini de} gönderip ağaçlı dağ başını aştık. Yuvarlanarak indik. On gecede yandaki engeli dolanarak gittik.” (Hakan Erdem, Karar gazetesi, Göçebe Atları Kışın Ne yerdi, 09/06/2019).

Göçerlerin arabalarının tekerlekleri parmaklıklı olduğu için kağnı tekerleğinden farklı olarak arabayı çeken hayvanları yormazdı. Göçerlerde gıda da yaşamlarına uygundu. Peksimet, kurutulmuş et, makarna benzeri yiyecekler, yoğurt, peynir, lor gibi yiyecekleir insanlığa kazandırılmıştır.

Kentler, o dönemde bu kadar yoğun nüfusu kaldıramazlardı. Türkistan bozkırında kurulan şehirlerdeki evler, kale duvarları kerpiçten, ağaçtan ve sazdan yapıldığı için günümüze çoğu ulaşamamıştır. Ancak bağımsızlık sonrası Kazakistan’da yapılan arkeolojik çalışmalar sonucunda şu an 120 civarında kentin kalıntıları bulunmuştur.

At ve insan Ön Türklerde ve Türk budunlarında özdeşleşmiştir. Doğu Romalı tarihçi Priskos, “At ve Türk bir bütün olmuştur” der. Priskos, “Durmak bilmeyen Hun askerlerinin geceleyin yol alırken at üzerinde uyuduklarını, uykuda bile atın başına sahip olduklarını” yazar.

Atlı kavimler, çeliği bulmuşlardı. Kılıçları çeliktendi. Ayrıca altın işçiliğinde ustaydılar. Biraz yukarıda bulunan kentleri anlatmıştım. Şu anda Güney Kazakistan’da bulunan “ALTIN ELBİSELİ ADAM” sayısı beşe yükselmiştir.

İskitler, dikiş dikmeyi ve giyinmeyi biliyorlardı. Mezarlarında iğne bulunmuştur. Oysa o dönemde Romalılar “Togo” denilen dikişsiz kumaşlarla “örtünüyorlardı”. Yunan vazolarında sporcuları, çalışanları, bazen savaşçıları çırılçıplak görürüz.

Tur / Turan

Güney Kazakistan’ın bulunduğu ve (buna Hazar Denizi’nin karşısını, kuzeyde Kırım ve Kafkasya’yı da ekleyebiliriz) Altaylara kadar uzanan bölgeye Tur ülkesi ve Turan denir. Türklerin buradan yayıldığı kabul görmektedir.

Tamgalısay için ansiklopedilerde şunlar yazmaktadır:

Kazakistan‘da Yedisu bölgesinde bulunan 2004 yılında UNESCO Dünya Mirasları listesine katılan bir kültürel varlıktır. Tamgalı kültürel mirası, Almatı şehrinin 170 km kuzeybatısında, 900 hektar alanı kapsamaktadır. Alanda Tunç Çağından kalma kayalar üzerinde insan görüntüleri yanında boğa, dağ keçisi, geyik, yaban domuzu, köpek gibi yabani ve evcil hayvan görüntüleri de bulunur.

Kaya resimleri, farklı zamanlara ait olmasına rağmen, çoğu bronz çağına ve MÖ 3000 yılına kadar uzanıyor. En yeni resimler ise MS 13. yüzyılda yapılmıştır. O tarihten sonra vadi, ne kaya resmi yapmak, ne de dinî ayinler düzenlemek için kullanılmamıştır. Bunun nedeninin bölge halkının İslam dinine geçmesinden kaynaklandığı kabul ediliyor.

Tamgalı’da, kaya resimleri yanında çok sayıda olan ilk çağdaki uygarlıklara özgü mezarlar, ibadet ve sunak yerleri de bulunuyor.”

Tamgalı Say’da resim, petroglif ve yazı bir aradadır. Uzmanlar resimler içerisinde başı güneşe benzetilen atın kağanı sembolize ettiğini söylüyorlar.

Tarihte yazının son buzul çağı olan 12.500 yıldan bu güne kadar adım adım geliştiğini belirtilmektedir. Yazının önce mağara resimleri, sonra resimli yazılar evrelerini geçerek oluştuğu; Yazının ilk ortaya çıktığı bölgenin bugünkü Kazakistan ve Kırgızistan toprakları olduğunu tarih kitaplarında belirtmektedir.

2.000’in üzerinde kaya resmi ile tarih anıtı olan ve Unesco korumasında olan “Tamgalı Say” binlerce yıllık tarihiyle eşsiz bir eserdir. Türk yazısının Tamga dönemi eserleri Türkistan topraklarının tam ortasında Kazakistan’ın başkenti Almatı’nın 170 km kuzey batısında bulunuyor.

Mağara resimlerinden sonra piktogramlar (20.000 yıl önce), petroglifler (15.000 yıl önce) tamgalar, harfler ve sonunda alfabeye geçişin dünyada ilk örneklerinin olduğu yer Türkistan topraklarıdır. Tamgalı Say,  Talaş Yazıtı, Altın Elbiseli Adam gibi yazılı tarih hazinelerinin yanında halen açılmamış belki de daha birçok altın elbiseli adamın olduğu onlarca kurgan bu bölgedeki ovaları dolduruyor, henüz kazılmamış kurgan, saray ve şehir kalıntılarıyla bu bölgede tarih adeta topraktan fışkırmaktadır.

Bölgeye çok yakın olan ve Kırgızistan’da bulunan Saymalıtaş’da da binlerce kaya resmi bulunmaktadır.

Kurgan: Kurgan Türkçe bir sözdür. Divan-ı Lügat-ül Türk”te “Korıgan” olarak geçer. Kurgan, toprak altındaki dört köşe mezar odasıdır. Mezar odasında, cesedin dışında, gömülenin kullandığı silahlar, eşyaları ve atı gömülüdür. Mezar odasının üzerine toprak ve ufak taşlar yığılır. Böylece kâh küçük, kâh büyük bir tepe oluşturulur. Kurgan, Latin dilinde “Tümülüs” olarak geçer. Höyük de denir.

Ön Türklere ve Türklere ait kurganlarda kurban edilmiş insanlara ait kemik bulunmamıştır. Heredot, tarihinde İskitlerin insan kurban ettiğini yazmıştır. Belki bunu bir rivayet olarak duymuş ve tarih kitabına almıştır. Gerek Batı, gerekse Doğu İskitlerin, Hunların kurganlarında da kurban edilmiş insan kemikleri bulunmamıştır.

Pazırık Kurganı’ndaki buluntular:

1-2-Araba tekerlekleri, kapağıyla beraber tabut

3-İnsan Kemikleri

4-Araba tekerlekleri

5-Merdiven

6-Pazırık Halısı

7-9-Araba parçalı

10-At kadavrası

11-Keçe yaygı

12-Toprak kap kalıntıları

13-Keçi kafatası

14-Koyun kafatası

15-Masa ayakları

16-Çadır direkleri

17-Kemikten davul kalıntısı

18-Keçe parçası

19-Kemik kap

20-Kadın baş takısı

21-Mezar odasının çatısındaki kalaslar

22-Araba parçaları

23-Arabanın trabzan parmaklığı

İskitler döneminden kalan 140 cm. çapında tekerleği olan bir araba

 

Pazırık halısı tasarım, ölçü ve şekil bakımından Türkmen halılarına çok benzemektedir. Halının atkıları da çözgüleri de çok ince yündendir.

Bölgede diğer mezar odası buluntuları ve Kök Türk yazısı ile yazılmış kelimeler de eserlerin Hun Türkleri ile bağlantılı olduğunu ortaya koymuştur. Ayıca, Pazırık halısı Türk düğümü olarak bilinen Gördes düğümüyle dokunmuştur ki bu da devrine göre çok ileri bir teknik demektir. Pazırık halısı, Türklerin halıcıkla ilgili çok eskilerden beri uzmanlaşmış olduklarını göstermektedir.

Türk düğümü “Gördes”:

Bu halı, teknik olarak Türk (Gördes) düğümü ile dokunmuştur. Gayet ince ve çift bükümlü yünden dokunmuş olan halı, özel bir şahıs için oldukça sık ve kaliteli dokunmuş olduğunu göstermektedir. Buna ilaveten halı üzerindeki desenlerde Türk kültürüne ait yansımalar ön plana çıkarken, yer yer Batı İran ve Mezopotamya kültürlerinin etkileri de görülmektedir.

Halı üzerinde dikkat çeken motif ve şekiller, halıyı çevreleyen beş bordür ile orta alanda görülmektedirler. En dıştaki ve içteki dar bordürde, Doğu toplumlarının sanat eserlerinde çokça yansıtılmış olan mitolojik grifon figürleri sıralanmıştır. Dıştan içe doğru ikinci bordürde haçvari şekilde düzenlenmiş kar çiçeği motifleri yer almışken, üçüncü bordürde ilerler şekilde süvari kompozisyonlarına yer verilmiştir. Bu süvariler; kuyrukları düğümlü, yeleleri süslü, başlarında tuğları ve oldukça süslü koşum takımları bulunan atlar üzerinde, vücutlarındaki dar paçalı çakşırları, başlarındaki önü açık, arkası kapalı başlıklarıyla, yer yer Mezopotamya ve Sasani kültürlerine ait motifleri akla getirirken, yer yer de Orta Asya Türk toplumlarının yaşama biçimine ait görüntüler ortaya koyarlar. İçteki dördüncü bordürde aynı yönde ilerler şekilde bataklık bir araziden geçen geyik dizilerine yer verilmiştir. Geyiklerin Sibirya’ya mahsus bir hayvan olmasının yanında, ön kol ve arka kalçaları üzerindeki nokta, virgül gibi şekiller, Avrasya hayvan üslubunun ortak özelliklerini yansıtmaktadır.

Halının orta alanında içleri kar çiçeği ya da post motifleriyle doldurulmuş 6×4=24 eşit kare yer almaktadır. Ancak burada, benzer örnekler arasında zemin rengiyle motif rengi arasında değişim görülmektedir. Genel anlamda Pazırık Halısı’nın hâkim renkleri, kırmızı zemin üzerine beyaz, mavi ve sarıdan ibarettir.

Halı dokuyan kadınlar

Pazırık halısı ve geyik figürü:

Pazırık halısında gördüğümüz dağ keçisi ve geyik motiflerini Türk boylarının eserlerinde sık görürüz. Ordos Bozkırı’nda bulunan Hunlara ait kemerlerde de görürüz. Ön Türklerde geyik göksel bir varlıktır. Geyik, “Yer ve göğün simgesidir”. Geyik, ruhları öteki dünyaya taşır. Macar efsanelerinde geyik çeşitli budunların “Ulu ana”sıdır.  Yakut Türklerinde Kutup Yıldızı bir ren geyiğidir. Batı Sibirya Türkleri, Büyükayı Yıldızı’na geyik adını vermişlerdir.

Geyik motifi, Azerbaycan’dan Pasifik Okyanusu’na kadar uzanan bölgedeki kaya resimlerinde karşımıza çıkar.

Türkoloji biliminin kurucularının başında gelen Radlof (1837-1918), Sığın geyiğini Altay Türklerinin ululadığını yazar. Aynı geyiği Pazırık halısında görüyoruz. Radlof, geyiğin Türkçedeki adı olan Maral’ı kullanır.

Türklere göre at da göksel bir varlıktır. Radlof, Orta Asya Türk söylencelerinde Küçük Ayı burcunun ak ve boz atlar tarafından çekildiğini anlatır.

Pazırık atlarının yeleleri kesilmiş, kuyruklarını da yukarıdan aşağıya doğru bağlanmıştır. İskit ve Türk budunlarının at betimlemelerinde yele kesiktir. Çünkü at doludizgin giderken binici daha rahat ok atsın diye yele kesilir. Pazırık kurganlarında bulunan atların yeleleri kesiktir. Çin taş oymalarında Hun atlarının kuyrukları bağlıdır.

Altaylara yakın bölgede 1906-1908 yıllarında İngiliz kazı bilimci Sir Aurel Stein ve 1913 yılında da Alman Albert Van Le Coqq tarafından Batıda Kızıl, kuzeyde Turfan ve güneyde Lou-lan kenti ile Lop Nor gölü arasında bölgede yapışan kazılarda halı parçacıkları bulunmuştur. Bu halı Asya Hun Konfederasyonu (MÖ.209-MS216) zamanına aittir.

Heredot, İskitlerin Asya’dan geldiğini ve çeşitli boylara bölündüğünü yazar. İskenderiyeli Batlamyus (Ptolemeus, MS. 100-178) Orta Asya’yı MS II. yüzyılda İskit yurdu olduğunu yazar.

İskitler, hafif dokumadan yapılmış tunik mintan, pantolon ve ince deriden ya da keçeden konçlu çizmeler giyen, koşumlu binicilik yapan bir halktı.

Sakaların yurdu olan Oxus-Jaxartes (Öküz-İnci) hazinesi denilen buluntular içinde Pazırık halısıyla yaşıt bir İskit diski bulunmuştur. Disk, British Museum’da sergilenmektedir. Diskte Pazırık halısındaki kuyruğu bağlı atları görürüz. Müze, bu koleksiyonu ve diski İskit eseri olarak tanıtmaktadır.

Pazırık halısındaki atlar, İskit atları gibi üzengisizdir. Halıdaki binicilerin giysileri İskit giysisidir.

Eski Çin kaynaklarından Hunlarında aynı biçimde giyindiklerini anlıyoruz. Radlof da Tunç ve demir çağına ait Orta Asya kurganlarında yaptığı kazılarda böyle giysiler bulmuştur.

Pazırık’da bulunan V numaralı Kurgan’da keçe üzerine yapılmış duvar örtüleri ve kilim parçaları bulunmuştur.

Radlof, açtığı mezarlardan demir Çağına ait olanların(MÖ. 1800-MÖ.1V. yüz yıl)Türk soyundan olduğunu 150 yıl önce söylemiştir.

Eliseyef, Kisselov, Rostovizett ve Smirnov gibi Rus tarihçileri Pazırık halısının Asya Hunları’na ait olabileceğini söylüyorlar. Antik yunanlılar demiri İskitlerden temin ederlerdi. Pazırık halısının bulunduğu Altaylar altın yönünden zengindir. Antik Çağ üzerine yazan Gordon Childe, Mezopotamya ve Firavunlar Mısır’ının altını buradan getirmiş olduklarını yazar. (s,113)”23

Aristov,”Rus Antropoloji Dergisi’ne 1900’lerdeyazdığı bir makalede Yakutları, Sibirya’daki Sagay Türklerini, Kırgızların Sayak ve Çiğrek boylarını Asya’daki İskitlerin artıkları olarak nitelendirir.

Ünlü Sinolog Otto Franke, Fergana dolaylarındaki Ussunlar ile Pamir’deki Kumidlerin Sakalardan indiğini ifade eder.

Diğer Türk Halıları ve Pazırık Halısı:

Orta Asya hiç şüphesiz eski bir dokuma merkezidir. Bu bölge ile Doğu Türkistan’a uzanan bölgelerde Ortaçağ’da zengin bir dokuma geleneğinin olduğu araştırmalar sonucu ortaya konmuştur. Türklere ait 1700 yıllık Lou-lan ve Lop-Nor’da (Budha Tapınağı) dokunmuş halılar ile çeşitli kumaşlar Aurel Stein’in 1906-1908’de yaptığı kazılarda gün ışığına çıkmıştır. Bugün bu halılar Hindistan-Yeni Delhi ve Londra-British Museum’da sergilenmektedir.

1913 yılında Turfan Bölgesi’nde A.Von Le Coq tarafından Kuça/Koço şehri yakınlarında bir tapınağın odasında da bir halı bulunmuştur. Göktürk’ler dönemine ait olan bu halılar MS. 5-6 yüzyıla a aittir. Bugün bu halılarda Berlin İslam Müzesi’nde sergilenmektedir. Bu halı da yün malzemeyle düğümlenerek dokunmuştur. Süslemelerinde geometrik desenlerin yanında ejder figürü de görülür.

Pazırık Bölgesi ise buraya hiç de uzak değildir. Ayrıca bugün Kaşgar, Hotan, Kuçar ilçesi Kuca ve Turfan’da dokunan halılar bu en eski halı bölgesinin geleneğini hala sürdürdüğünü göstermektedir. Pazırık Halısının bulunmuş olduğu bölgenin yani Altayların karakter ve kültürünü yansıttığı açıktır.

Tarih ve kültür açısından bu kurganların Türkler tarafından oluşturulduğunu ve dünyanın ilk halısı olarak bilinen Pazırık Halısı da dâhil birçok eserin Türk motifleri barındırdığı görülmektedir. Sanat tarihi uzmanlarından Erdmann da yaptığı araştırmalarda ”Pazırık Halısının Türk İlmiğiyle dokunduğunu ve Türk halısı” olduğunu kabul etmiştir. Ermitaj müzesinde sergilenen Pazırık halısının desen, renk ve dokuma özelliklerine oldukça sadık kalınarak Gördes’te dokunmuş bir örneği de vardır.

Pazırık halısı, Selçuklu ve Osmanlı halıları ile günümüzde dokunan Anadolu halılarının motif düzeni Orta Asya Türk halılarının zemin şemasına benzemektedir. Pazırık halısının zemininin 24 eşit kareye bölünmesi geleneği, Orta Asya’da dokunan keçelerde bile karşımıza çıkan bir şemadır. Selçuklu Dönemi Anadolu halılarının zemininin karelere ayrılması ve geometrik kompozisyonlar içerisinde yerleştirilmesi Büyük Selçuklu halılarının zemin şemasına benzemektedir.

Beylikler Dönemi’nde gördüğümüz halı zeminin iki veya daha çok kareye bölünüp, her bir kare içerisine hayvan veya bitki motifi işlenmesi Pazırık halısında da görülen geometrik düzene dayanmaktadır. Bugün Anadolu’da dokunan halı ve düz dokuma yaygılar Orta Asya Türk halı ve düz dokuma yaygıların geleneği sürdürülmektedir. Bu gelenek Büyük Selçuklular ve Anadolu Selçukluları yoluyla Anadolu’ya taşınmıştır. Beylikler ve Osmanlılar sayesinde günümüze kadar ulaşmıştır.

Çağımızın Homeros’u, destan ustası Yaşar Kemal’den Çukurova’daki Türkmenlerdeki halıcılığı dinleyelim; “… Arkeolojide hep toprak altına bakıyorlar. Bunun bir de üstü var. Genellikle arkeologlar toprağın üstünü görmüyorlar…

Selçuklulardan bu yana kilim, halı bütün halkın işidir. Nasıl ekin ekiyorlarsa, koyunlara, keçilere, ineklere nasıl bakıyorlarsa, kilime de halıya da böyle. Orta Asya’dan gelen Türkmenler kilimlerini de, halılarını da birlikte getirdiler. Kadın ustalar boyalarını da birlikte getirdiler. Cumhuriyet’e kadar kadınlar kökboyalarını yapıyorlardı. Kendi kökboyalarını yapmayan kadınlar kökboyalarını o işin ustalarından alırlardı.

Anilin boyalar az bir zamanda çabucak dökülür, kök boyalarsa sonuna kadar solmaz. Bunun için İran’da anilin boyalar yasaklanmıştır. Bizde de Doğu Anadolu’da kadınlar ‘sici’ denilen otu bulmuşlar. Bu ot uzunca sarı bir ottur. Bu otu önce kaynatırlar, suyun içinde belli belirsiz bir sarı kalır. O kazanda anilin boyayla boyanmış yünleri teker teker atarlar. Bu yünlerle dokunmuş kilimler, halılar da hiç solmaz.” (Keskiner, 2013: 369)

  • Ekrem Hayri PEKER

KAYNAKÇA:

–Ahıncanov, Sercan M, Kıpçaklar, İstanbul-2014, Selenge Yayınları

-Akdes, Nimet Kurat, IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzey’indeki Türk Kavimleri ve Devletleri, Ankara-1972, TTK Yayınları

-Aristov,N.A., Türk Halklarının Etnik Yapısı, İstanbul-2014, Selenge Yayınları

-Baştav, Şerif. Avrupa Hunları, Türkler, C. I, Ankara-2002

-Bauer, Susan Wıse, Antik Dünya, İstanbul-2013, Alfa Tarih

-Bayraktar, Mehmet, Medler ve Türkler, Ankara-2013, Akçağ Yayınları

-Barthold, V. V., Moğol İstilasına Kadar Türkistan, Ankara-1990, TTK Yayınları

-Chavannes, Edouard, Çin Kaynaklarına göre Batı Türkleri, İstanbul-2012, Selenge Yayınları

-Childe V. Golden, Doğu’nun Prehistoryası, Ankara-2010, TTK Yayınları

-Crawford Harriet, Sümer ve Sümerler, Ankara-2010, Arkadaş yayınevi

-Divitçioğlu, Sencer, Köktürkler, İstanbul-1987, Ada Yayınları

-Doğan, İsmail, Kafkasya’daki Göktürk (Runik) İşaretli Yazıtlar, Ankara-2000, TDK yayınları

-Doğan, İsmail, Doğu Avrupa’daki Göktürk (Runik) İşaretli Yazıtlar, Ankara-2002, TDK yayınları

-Dolukhanon, Pavel, Eski Ortadoğu’da Etnik Yapı, İstanbul-1998

-Durmuş, İlhami, İskitler, İstanbul-2007, Kaynak Yayınları

-Durmuş, İlhami, Sarmatlar, İstanbul-2007, Kaynak Yayınları

– Firudin Ağasıoğlu, Taşbaba, İstanbul-2014, Bilgeoğuz Yayınları

-Gökyay, Orhan Şaik, Dede Korkut Hikâyeleri, İstanbul-1976, MEB Yayını

-Gumilev, L. N.,  Eski Türkler, İstanbul-1999, Selenge Yayınları

-Gumilev, L. N.,  Hazar Çevresinde Bin Yıl, İstanbul-2009, Selenge Yayınları

-Gumilev, L. N., Hunlar, İstanbul-2013, Selenge Yayınları

-Heredot, Histories, s, 407, İstanbul-2012, İş Bankası Kültür Yayınları

-Karatay, Osman, Türklerin Kökeni, Ankara-2009, Kripto

-Karuts, Richard, Mangışlak’taki Türkmen ve Kırgızlar, Ankara-2016, TTK Yayınları

-Kazakistan ve Kazaklar, Kazakistan Bilimler Akademisi, İstanbul-2013, Selenge Yayınları

-Keskiner, Arif, Binbir Renk Binbir Çiçek Yaşar Kemal’li Anılar, İstanbul-2013, Doğan Kitap

-Kramer, Samuel Noah Tarih Sümer’de Başlar, İstanbul-2002, Kabala

-Macquan, G. Hititler ve Hititler Döneminde Anadolu, Ankara-2009-Arkadaş yayınevi

-Mişan, Kazım, Erken Türklerin Anadolu Yazıtları, Bodrum-2006

– Mişan, Kazım, Iraklılar Yazılımı, Bursa-2007

-Mişan, Kazım Türklerin Kaybolan Ataları, Bursa-2011

-Moses, Kalankatlı, Alban Tarihi, İstanbul-2006, S

-Ostrogorski, Georg Bizans Devleti Tarihi Ankara-2011

-Özakıncı, Cengiz Avrupa’lıların Ataları Türk’tür, İstanbul-2004

-Özcan, emine Sonnur, Kültür Tarihi Açısından İskit-Türk Ayniliği, İstanbul-2016, Selenge Yayınları

-Peker, Ekrem Hayri, Yeşim Taşı Ön Türkler ve Türk Tarihinden Kesitler, İstanbul-2017

– Peker, Ekrem Hayri, Bursa’dan Tamgalısay’a Yolculuk, Bursa-2018, Şehrengiz, sayı

– Peker, Ekrem Hayri, Taşların İzinde Bir Ömür, Bursa-2018,

– Peker, Ekrem Hayri, Ön Asya’da Ön Türkler, www.belgeseltarih.com

– Peker, Ekrem Hayri, Atalarımızın Yazısı Bulundu, www.belgeseltarih.com

-Peker, Ekrem Hayri, Taş Anıtlar, Balballar-taş Babalar ve Balballar, www.belgeseltarih.com

-Peker, Ekrem Hayri, Tarih Yazımının Değişimi: 19. Yüzyıl, www.belgeseltarih.com

-Prokopius, Bizans’ın Gizli Tarihi, İstanbul-1990, Ada Yayınları

-Radlof, Wilhem, Türkler, İstanbul-2008, Ergün Yayınevi

– Rasonyi, laszlo, Doğu Avrupa’da Türklük, İstanbul-2006, Selenge Yayınları

-Rasonyi, Laszlo, Tarihte Türklük, Ankara-1971,  TTK yayınları

-Sevin, Veli, Hakkâri Taşları Gizemi Peşinde, Ankara-2015, TTK yayınları

-Somuncuoğlu, Servet, Saymalı Taş, Gökyüzü Atları, İstanbul-2011, AC Yapı

-Uğur, Gürbüz, Türk Halılarında Doğal Renkler ve Boyalar, Ankara-1988, İş Bankası Kültür Yayınları

-Taşağıl, Ahmet, Gökbörü’nün İzinde, İstanbul-2017, Kronik

-Tekçe, E. Fuat, PAZIRIK Altaylardan Bir Halının Öyküsü, Ankara-1993, Kültür Bakanlığı Yayınları,

-Thomson, George, Tarih Öncesi Ege, İstanbul-1983-1985, Payel yayınları

-Togan, Zeki Velidi, Umumi Türk Tarihine Giriş, İstanbul-1970, İstanbul Ün. Edebiyat Fakültesi Yayını

-Tuncay, Bahtiyar, Ön Türk Tarihi Araştırmaları, İstanbul-2017, Ankara-2013, TTK yayınları

-Tüfekçioğlu, Turgay, Türkiye ve Şeytan Üçgeni, İstanbul-2006, Birharf Yayınları

-Vernadsky, George Rusya Tarihi Vernadsky, George İstanbul-2009, Selenge Yayınları

-Zehtabi(Kireşçi) Pr. Dr. Muhammed, Taki, İran Türklerinin Eski Tarihi, İstanbul-2010

-Zekiev, Nurfatih Z., Türklerin ve Tatarların Kökeni, İstanbul-2007, Selenge Yayınları

Ekrem Hayri PEKER

Kimya mühendisi, araştırmacı, yazar. Bursa Mustafakemalpaşa’da (1954) doğdu. Anadolu Üniversitesi Kimya Mühendisliği bölümü mezunu. TUBİTAK veri tabanına kayıtlı “Teknoloji tabanlı Başlangıç Firmalarına Özel İş Geliştirme” mentörü, C Grubu iş Güvenliği uzmanı olarak Nano kimyasalların tekstil materyallerine uygulamalar konusunda üniversitelerde konferanslar verdi. Yayınlanmış kitaplarından bazıları: "Kuşçubaşı Hacı Sami Bey", "Özbek Mektupları", "Yeşim Taşı - Ön Türkler ve Türk Tarihinden Kesitler", "Kafkasya'dan Anadolu'ya - Zekeriya Efendi". Belgeseltarih.com kurucu ortağı ve yazarıdır. E-Posta: [email protected]

FACEBOOK - YORUM YAZ

Sosyal Medyada Paylaşın:
Etiketler:
Ekrem Hayri Peker
  • YENİ
Bir Mektup.. Bir Tehdit… Bir İsyan…

Bir Mektup.. Bir Tehdit… Bir İsyan…

Haber Merkezi, 13 Mart 2024
Kalfatlı – Kalafatlı ve Kültürel Kimliği

Kalfatlı – Kalafatlı ve Kültürel Kimliği

Dr. Yaşar KALAFAT, 11 Mart 2024
İnegöl’de Bir Yıldız Söndü

İnegöl’de Bir Yıldız Söndü

Haber Merkezi, 11 Mart 2024
Osman, Atman, Tuman ve Vakanüvislik

Osman, Atman, Tuman ve Vakanüvislik

Ekrem Hayri PEKER, 18 Şubat 2024
Muğla Kalafatları ve Halk İnançları

Muğla Kalafatları ve Halk İnançları

Dr. Yaşar KALAFAT, 11 Şubat 2024
100 Yıllık Bir Lezzet: Hacıbaba Köfte

100 Yıllık Bir Lezzet: Hacıbaba Köfte

Ekrem Hayri PEKER, 11 Şubat 2024