Quantcast
Gel Profesör – Belgesel Tarih

Ekrem Hayri PEKER
Ekrem Hayri  PEKER
Gel Profesör
  • 09 Mayıs 2024 Perşembe
  • +
  • -
  • Ekrem Hayri PEKER /

Loading

Amsterdam’daki Schiphol Havaalanında uçağa gidişim maceralı olmuştu. Bu yüzden İsviçre’ye tedirgin gitmiştir. Burada yaşayan kuzenim yıllardır beni davet ediyordu.,

Oğlum önce, “Ben seni götürüm. Otobandan gidersek yedi saat, beraber gideriz” demişti. Hoşuma da gitmişti. Gitmişti ama hem işlerindeki yoğunluk hem de küçük çocuğu ve eşini iki gün yalnız kalacak olması fikir değiştirmemize sebep oldu. Zira bir gece kalmadan tekrar otobandan Hollanda’ya dönüş çok riskliydi. Sonunda oğlum; “Türkiye’ye dönmemi ve Sabiha Gökçen’den gitmemi” önerdi.21 Eylül Perşembe günü İsviçre’ye gidecek ve 28 Eylül Perşembe günü Türkiye’ye dönecektim.

16 Eylül Cumartesi günü sabah erkenden yola koyulduk ve bizi Schiphol Havaalanına götürecek trene bindik. Çekin işlemleri bittikten sonra ayrıldılar. Havaalanında maceralı bir şekilde uçağa bindim. Sabiha Gökçen Havaalanına indim. Rotterdam’lı bir ailenin yeğenlerine gönderdikleri davetiyeyi de ilettim. Uçak rötarlı olduğu için onlar da düşündüklerinden fazla beklemiş oldular. Burulaş’ın bir sonraki arabasına binip gece Bursa’ya vasıl olabildim.

Aldığım bavulu ilk defa bu yolculukta kullandım ama giderken çok büyük sıkıntı yarattı. Gelirken yükümün az olması bile rahatça kullanmam için yeterli olmadı. Sürekli çekeleyip durdum. Gelir gelmez her zaman çanta-bavul tamir ettirdiğim ustama gidip gösterdim. Usta “Bunun tekerlekleri bu bavula uygun değil” dedi. Daha sonra eşim aldığım zincir mağazaya götürdü. Verdikleri evrakla İsviçre dönüşü imalatçıya geri gönderdim.

Derdini anlatacak kadar yabancı dil bilmemem beni tedirgin ediyordu. Ama bir yıllık vizemin oluşu, Hollanda’da üç hafta kalışım

Gidiş-dönüş uçak biletlerimin olması ve St. Gallen’de oturan kuzenimin beni karşılamaya gelecek olması rahatlatıcı bir unsurdu.

Uçuş için yine Sabiha Gökçen’i tercih ettim. Yolculuk sıkıntısız geçti. Alçaldığımızda dağları, gölleri, nehirleri ve yerleşim yerlerini görme şansım oldu. İnişe yakın yanımdakiyle sohbet etme şansım oldu. Buradan Almanya’ya geçeceğini söyledi. Kendisinden gümrükten geçerken tercümanlık yapmasını rica ettim. O da kabul etti. Kuzenim, ana binaya trenle geleceğimi söylemişti. Garipsedim, ama üstünde durmadım.

Rahat bir iniş yaptık. Otobüsle binaya geldik. Koridorlarda yürüdük. Sonunda tren istasyonuna geldik. Bu arada tuvalete girmem gerekti. Rehber olacak arkadaşta girecekti. Neyse tuvaletten çıktım.  Arap bir aileden başka kimse yoktu. Arkadaşı bekledim, seslendim. Kimse yoktu. Mecburen trene bindim.  Trenden indikten sonra çıkış kapılarından birisini buldum. Sıraya girdim. Şansıma Türkçe konuşan yolcu yoktu.

Evraklarım tamamdı. Vizem vardı. Önce vizeyi veren Hollanda’ya gitmiştim. Ayrıca dönüş biletimin fotokopisi vardı. Ayrıca bir kâğıda İngilizce, “Bir haftalığına geldiğimi, müzeleri gezmek İstediğimi, Kreuzlingen’de yaşayan kuzenim Gülten Elmas’ta kalacağımı, onun çıkışta beni beklediğini; adres ve telefonunun da yazılı olduğu kâğıdı pasaportla beraber uzattım. Kâğıtta kimya mühendisi ve yazar olduğumu yazmıştım. Tabi dönüş biletimin çıktısını da uzattım. Aslında iki sayfaydı ama zaten ön sayfasında dönüş tarih ve saatim yazıyor diye biletin ikinci kısmını almamıştım. Oğlum bileti aldığında bir resmini de watsaptan göndermişti. Ama onu göstermek aklıma gelmedi.

Telefonumu kapatmıştım. Adam bana yazıyor ben ona. Kâğıdın devamını soruyor. Oysa dönüş bileti mail mesajı olarak duruyor. Ben telefonumu açmayı akıl edene kadar, görevli zile bastı. Yaşlı bir kadın polis geldi ve beni özel odaya aldı. Bu arada telefonum açılmıştı ve Gülten’e ulaştım. Onlar da merak içinde beni bekliyorlarmış. Kısaca durumu anlattım. Kızı, annesinden telefonu aldı. Bende telefonu kadın uzattım. Kadın bana burada bekle diye bankı gösterdi ve içerideki odaya girdi. 5-10 dakika arası bekledim. Derken aynı kadın polis odadan çıktı ve bana “Gel profesör” dedi. Elime pasaportumu verdi. Kilitli bir kapıyı anahtarla açtı. “Eyvah” dedim kendi kendime. “Nezarete atılıyorum, oradan da sınır dışı ederler”. Kadın polis kapıdan girmem için işaret etti. Çaresiz girdim. Ardımdan kapı kapandı. Ama o da ne? Çıkış kapısındayım. Hemen gözlerim Gülten’i aradı. Önce onlar beni gördü. Birbirimize sarıldık. Hemen otoparka gittik.

Küçük kızı Emine yoga dersi veriyormuş. Ben çıkamayınca derse yetişmedi ve iptal etmek mecburiyetinde kaldı. Yaklaşık 45-50 dakika yolculuk yaptık. Gülten, “Aç mısın?” diye sordu. Değilim dedim. Emine Hanım, “Arabada su var” diye hatırlattı. Bir su aldım, içtim.

Emine, Saint Gallen’de oturuyormuş. Almanlar Sakkalen diyorlardı.

İsviçre, bir konfederasyon. Devlet 26 kantondan oluşuyor. 26 Kantonun her birinin ayrı anayasası, kanunları, hükümeti ve parlamentosu bulunmaktadır. Kantonlar ise komünlerden oluşmaktadır.  İsviçre’de Almanca, Fransızca, İtalyanca ve Romanşça konuşuluyor. Romanşça, ağırlıklı olarak Graubünden kantonunda konuşulmaktadır. Romen dilleri ailesindendir. Bir zamanlar Akdeniz çevresinde ve Roma İmparatorluğu’nun resmi dili olan Latin dili ailesine mensup.

St. Gallen çevresi ve Vodense Gölü

Dört ayrı millet ortak bir çatı altında toplanmıştır. Alman şehri Konstanz bu birliğe katılmak istemiş ama Katolik mezhebinden olanlar ağırlık kazanacak diye almamışlar. Nüfusu yaklaşık 7 milyon.

İsviçre tarihi hakkında kısa bir bilgi verelim.

İsviçre’ye adını veren Helvetler’dir. Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu döneminde, 1000 yılı civarında bu bölge tek bir idare altında toplanmış.

1291 yılında Uri, Schwyz ve Unterwalden kantonları bir birlik oluşturmuşlar. 15 Kasım 1315 günü gerçekleşen Morgarten Muharebesi’nde Habsburg ordusunu yenen İsviçreliler, Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu içinde İsviçre Konfederasyonu’nun varlığını kabul ettirmişler.

1353 yılına gelindiğinde Glarus ve Zug kantonlarıyla, Luzern, Zürih ve Bern şehir devletleri de birliğe katılarak 15. yüzyıla kadar varlığını sürdüren ve sekiz eyaletten oluşan “Eski Federasyon”u kurdular. Kutsal Roma Cermen İmparatoru I. Maximilian’a karşı İsviçrelilerin 1499 yılında Svabya Savaşı’nda kazandığı zafer sonucunda, İsviçre, Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu’ndan ayrılıp bağımsızlığını kazandı. 1648 yılında Westfalya Barış Antlaşması ile Avrupa ülkeleri İsviçre’nin Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu’ndan ayrılmasını ve tarafsızlığını tanıdı

1815 yılında Viyana Kongresi ile İsviçre’nin bağımsızlığı ve tarafsızlığı, tüm Avrupa güçleri tarafından tanındı. Valais, Neuchâtel ve Cenevre kantonlarının federasyona katılmasıyla birlikte İsviçre tarihteki en son genişlemeyi gerçekleşmiş.

Bu birlik elbette günümüze kadar problemsiz gelmedi. Avrupa’daki reform hareketi İsviçre’yi etkiledi. 1529 ve 1531 yıllarında kantonlar arasında din savaşları çıktı. Sonunda İsviçre, Katolik ve Protestan kantonlar şeklinde bölündü.

Katolikler birçok kantonda kontrolü ele geçirdiler. 1648 yılında Westfalya Barış Antlaşması ile Avrupa ülkeleri İsviçre’nin Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu’ndan ayrılmasını ve tarafsızlığını tanıdı. Ekonomik durumun 30 yıl savaşları yüzünden bozulması 1653 yılında İsviçre köylü savaşlarına yol açtı. Bu çatışmaların arka planında yine Katolik-Protestan çatışması vardı.

Kantonlar arasında anlaşmazlığın devam etmesi üzerine 1656 ve 1712 yıllarında kantonlar arasında din savaşları yapıldı. En son 1847 yılında ülkedeki Katolik ve Protestan kantonlar arasında bir iç savaş patlak verdi.

İç savaştan sonra İsviçre referandum uygulamasına geçti ve 1849 yılında federal anayasa kabul edildi. Bu anayasa ile merkezî otorite kuruluyor ve kantonlar yerel konularda kendi kendilerini yönetebiliyorlardı.

1893 yılında anayasa, olağan dışı bir şekilde doğrudan demokrasinin uygulanmasına yönelik olarak düzenlendi. Günümüzde de varlığını sürdüren bu sistem, dünyadaki tek örnek konumundadır. Her konuda halk oylamasıyla karar verilir.

İsviçre 1920 yılında Milletler Cemiyeti’ne ve 1963 yılında da Avrupa Konseyi’ne katıldı.

***

Hava alanından Emine Hanım’ın evine gittik. Trafik St. Gallen’e yaklaştıkça azalıyordu. Her taraf yemyeşildi. Eve geldik. Geniş ve ferah bir dairede oturuyorlardı. Evde uzak doğu kültürüne ait resim ve biblolarla dekore edilmişti. Çok güzel durmuş, sırıtmıyorlardı. Emine Hanım bir süredir yoga öğretmenliği yapıyormuş. Bu alanda kendini çok geliştirmiş.

Eşi Ali (Savcı) ve kızı M. evdeydi. Tanıştık, akşam yemeğini beraber yedik. Kızı, torunum Selen Deniz’le aynı yaştaydı.

Emine ve kızı

Emine Hanım’la Yoga felsefesiyle dinimizdeki ahlak benzerliği üzerine konuştuk. Gece Gülten’in evine gittik. Odama yerleştim, sohbet ettik. Saat on civarı neredeyse yürüyüş mesafesinde olan büyük kızı Serap Hanım’a gitti. Onun da L. adında kızı varmış. L.’yı okula götürmek ve almak Gülten Hanım’ın işi

Yemek davetine gittiğimizde L.’nın da bir arkadaşı evdeydi. L.’nın okulu eve çok yakındı. İki torunu okuldan almak ve etkinlikler götürmek anneannenin görevi. L. binicilik kursuna gidiyormuş,

Sabah geldi ve beraber kahvaltı ettik.

Gezdiğimiz yerlerin bazılarına birkaç kez gittik. Gelip giderken içinden geçtik. Gün gün yazmak yerine gezdiğimiz kentleri tek başlık altında yazacağım.

Gülten, nelere meraklı olduğumu bildiği için bana çok güzel bir gezme programı hazırlamış. Gezmeye bölgenin en önemli iki tarihi kentinden birisi olan Sakkalen’den başladık. Diğeri ise Kostanz’dı.

Şehirde kısa bir tur attık.  İsviçre’nin en eski kilise ve manastırı buradaymış.

Kısaca şehir hakkında bilgi vereyim. Kantonda Almanca konuşuluyor. Şehir Aziz Gal tarafından kurulmuş.

Manastırda büstünü gördüğümüz kişi, St. Gallen kantonunun kurucu babası Karl Müller-Friedberg’dir.  Napolyon’la olan ilişkilerinden faydalanarak Linth ve Säntis Helvetik kantonlarının kalıntılarından St. Gallen kantonunu oluşturmuştur. St. Gallen 1803’te İsviçre’ye katılmış.

St. Gallen şehrinin merkez nüfusu yaklaşık olarak 76.000. Kantonun nüfusu 168.000. Şehir Bodensee /Konstanz Gölü ile dağlar arasına kurulmuş. Ren Nehri kantondan geçer.

Şehirde tiyatro salonu, konser salonu ve müzeler bulunmaktadır. Bunların dışında çikolata fabrikası, Abey kütüphanesi, Sanat Müzesi-Tekstil müzesi, St. Gall manastırı ve doğa müzesi gezilmesi gereken yerler. Doğa Tarihi Müzesi 1846’da açılmış. Müzede 1823’te yakalanan bir Nil timsahının mumyasını ve 73 ila 66 milyon yıl önce Kuzey Amerika’da yaşamış bir ördek gagalı dinozor cinsi olan edmontosaurus’un iskeleti bulunuyor. Şehirde bir botanik parkı var.

Şehrin Roter Platz semtinde, ayrıca St. Gallen’s City Lounge olarak da bilinen şehir bölgesin bulunan halka açık müze çok ilginç.

st.laurenzen  Kloster Notkersegg

***

Kuzenimle önce sanat müzesine gittik.

Sanat Müzesi

Şehrin sanat müzesinde Geç Orta Çağ’dan 21. Yüzyıla kadar Avrupa’nın ve dünyanın her yerinden toplanan ender tablolar ve heykeller sergileniyor. Müzede Sisley’in bir tablosu vardı.

Müzede üniversiteli olduğunu sandığım bir grup genç sergi salonlarının birinde öğretmenlerini dinliyorlardı.

Müzede çok sayıda Rönesans devri tabloları vardı. Müzede çok sayıda modern obje de sergileniyordu. Üst katta çok büyük koltuk sergileniyordu. Müzenin bahçesinde çeşitli heykeller vardı.

Resim ve heykellerin sergilendiği binanın karşısında tarihi binada Tekstil Müzesi bulunuyordu.

Tekstil Müzesi

Müzede Orta Çağ’dan 21. Yüzyıla kadar başta gelinlik sergisi ve Doğu İsviçre’deki tekstil endüstrisinin tarihini anlatan eserler sergileniyormuş. Burayı gezmeyi sonraya bıraktım. Ama gezemeden Türkiye’ye döndüm. Her iki müze de kentin tarihi mahallesinde bulunuyordu. Evlerin mimarisi çok güzeldi.

Şehirde çoğu tekstil tüccarlarına ait 16-17. Yüzyıldan kalma cumbalı süslü pencereli evler bulunuyor. Cumbalı ve süslü pencereler bir zenginlik alametiydi.111 pencere tescil edilmiş.

Şehrin sokaklarını gezerken Michelen yıldızlı iki lokanta gördüm. Ayrıca Einstein adı verilmiş bir cadde gördüm.

Buradan manastıra doğru gittik. Alt geçitten karşıya gittik. Manastırın olduğu yerde tarihi bir çikolata fabrikası bulunuyordu. Binanın ön yüzünde dinsel motifli resimler yapılmış.

Saint/Aziz Gall Manastırı

Saint/Aziz Gall Manastırı, bir Katolik dini kompleksi. 612 İrlandalı yürüyen keşiş Gallus tarafından (550-645) yerleşim yeri olarak kurulmuştur. Papazlar tarafından bir çilekeşhane olarak kullanılan küçük kilise, 719 yılından sonra genişletilmiş ve Benedikten papazlarının Avrupa’daki merkezi haline gelmiştir.

Bahçede bir piskopos ve Romalı asker heykeli bulunuyordu.

Bir kitapta İspanya’daki Endülüs Emevi Devleti’nin Macarların akınına uğradığını okumuştum. Burada yaşayanların zenginliğini büyük ihtimalle tüccarlardan öğrenen Macarlar, bazı İtalyan beyleri ile anlaşarak buraya yağma akını yaptıklarını okumuştum. 926 yılında Macarlar buraya saldırmışlar ve manastıra bitişik şehri yok etmişler.

Günümüzde UNESCO’nun dünya miras listesinde bu manastır, 1848’den sonra Katedral olmuştur. Manastırın kütüphanesi, içinde orta çağlara ait eserlerin bulunduğu dünyadaki en önemli kütüphanelerden biridir. 937 yılında çıkan bir yangında St. Gall manastırı tamamen yanmış, fakat kütüphanedeki kitaplar hiçbir şey olmadan kurtarılmıştır.

Piskoposluk kilisesi ve St. Gallen Katedrali, Roma Katolik Kilisesi binası Katedralin görkemli kuleleri, piskoposluk kütüphanesini burada bulunuyor.

Manastırın ilk planları 820 yılına dayanıyor. Manastır dünyanın en eski korunmuş binalarından biri. Dokuz rahibe Münstair’deki Benediki St. John Manastırında, Grison’da yaşıyor.

St. John Manastırının freskleri 9. Yüzyılın başlarında yapılmış. Fresklerde İsa peygamberin hayatı anlatlıyor.

Kütüphane

Kütüphane bölümü, 18. yüzyılda, Rokoko mimarisi tarzında, Peter Thomb tarafından restore edilmiş.

Gülten Elmas manastır kütüphanesinin kapısının önünde

Kütüphane koleksiyonu, İsviçre’deki en eski derlemelere sahiptir. Aynı zamanda dünyadaki en önemli manastır kütüphanelerinden biridir. Kütüphanede 8. ile 15. yüzyıl arasında yazılmış 2.100 elyazması eser ve 1.650 incunabula (15. Yüzyıldan önce basılmış kitap) bulunmaktadır. Toplam kitap sayısı 160 bindir.

Abbey’de barındırılan birçok hazine arasında dünyanın en büyük Kelt el yazmaları koleksiyonu bulunuyor

Benedikten kilisesinin MS 600’lü yıllarda oluşturmaya başladığı bu kütüphane 9. yüzyılda zenginleşerek bölgede etkin bir duruma gelmiştir. Mısırdan getirilen mumyadan Osmanlı el yazmalarına kadar geniş bir içeriğe sahipmiş.

Kütüphaneden bir görünüş

Kütüphanenin iç dizaynı, 1758 yılında bugünkü rokoko tarzını almış, tavan fresklerinde Nicea, Constantinople, Ephesus ve Calcedon resimlerin yer alıyormuş. Ahşap işçiliği ve zemin parkeleri ise ayrı bir şaheser olduğu belirtiliyor. Kütüphaneye ayakkabı ile girilmiyormuş. Ayakkabı üstüne bir terlik giyiliyormuş.

                                                             *

Manastırın kilisesi/Piskoposluk katedral tek kelimeyle muhteşemdi. Kilisenin her tarafı muhteşem ahşap süslemelerle donatılmış. Girişte muhteşem bir org. Hazreti İsa ve Meryem Ana resimleri en göze çarpan yerlerdeydi.

Tahta sıralara oturup dua edenlerin yanı sıra bizim gibi gezmeye gelen çok sayıda insan vardı. Katedral, İsviçre’de çok ünlüymüş.

Kilise ve binalar Barok tarzda inşa edilmiş.

Korodaki iki ahşap sıra Aziz Benedict’in hayatından sahneleri tasvir eden oymalarla süslenmiş.

Doğu cephesindeki kuleler 68 metre yüksekliğindedir.

Kısaca Benedikten tarikatını anlatayım. Tarikata bağlı ilk manastır 529 yılında İtalya’nın Subiaco kenti yakınlarında Nursialı Aziz Benediktus tarafından kurulmuştur. Her manastır zaman içinde kendi gelişimini sağlamış ve topluluklar oluşturmuşlardır. İsviçre Cemaati 1602’de oluşmuştur. Günümüzde her bir manastırın bağımsız oluşu ve bir üst yöneticiye bağlı olmayışı sebebiyle Benedikten manastır yaşamı Hristiyanlıktaki diğer dini tarikatlardan ayrılmaktaymış.

Bu ve daha sonra gezdiğimiz kilisede beni şaşırtan bir şeyi gördüm, camilerimizdeki kürsünün bir benzerini.

Bu kürsünün bir benzerini de Aziz Laventius kilisesinde de gördüm.

Şehrin tarihi kesimindeki çoğu dar ve araç trafiğine kapalı sokak aralarında kafeler bulunuyordu.

Kilisenin dışardan görünüşü

Kilisenin ana kapısının yanları Hazreti İsa ve azizlere ait heykellerle süslenmiş. Kilise 15. Yüzyılda inşa edilmiş. 19. Yüzzyılda neo-Gotik tarzda inşa edilmiş. Daha sonra Evanjelik kilise oldu.

Ana kapı kapalıydı. Kiliseye yan sokaktaki kapıdan girdik. Burada aynı zamanda klasik müzik konserleri yapılıyormuş.

Kilisenin muhteşem bir orgu vardı. Bizdeki kürsünün bir benzeri burada vardı.

Daha sonra şehrin modern yerleşim bölümüne geçtik. Roter Platz semtinde, bulunan kırmızı kaplanmış masa sandalye ve koltuk benzeri eserlerle süslenmiş sokakları gezdik. Burada küçük bir AVM benzeri bir bina vardı. Mağazalar ve lokantalar vardı. Burada karnımızı doyururken sokaktan geçen otobüsleri seyrettik.

Ekrem Hayri PEKER

Kimya mühendisi, araştırmacı, yazar. Bursa Mustafakemalpaşa’da (1954) doğdu. Anadolu Üniversitesi Kimya Mühendisliği bölümü mezunu. TUBİTAK veri tabanına kayıtlı “Teknoloji tabanlı Başlangıç Firmalarına Özel İş Geliştirme” mentörü, C Grubu iş Güvenliği uzmanı olarak Nano kimyasalların tekstil materyallerine uygulamalar konusunda üniversitelerde konferanslar verdi. Yayınlanmış kitaplarından bazıları: "Kuşçubaşı Hacı Sami Bey", "Özbek Mektupları", "Yeşim Taşı - Ön Türkler ve Türk Tarihinden Kesitler", "Kafkasya'dan Anadolu'ya - Zekeriya Efendi". Belgeseltarih.com kurucu ortağı ve yazarıdır. E-Posta: [email protected]

FACEBOOK - YORUM YAZ

Sosyal Medyada Paylaşın:
Etiketler:
Ekrem Hayri Peker
  • YENİ